AYRILIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AYRILIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.


Bedri Rahmi EYUBOĞLU



Ayrılık ne biliyor musun? 
...Ne araya yolların girmesi, 
ne kapanan kapılar, 
ne yıldız kayması gecede, 
ne ceplerde tren tarifesi, 
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, 
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. 
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, 
duvarlara dalıp dalıp gitmesi. 
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. 
Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. 
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. 
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. 
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, 
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. 
Ben bulutları gösterirken, 
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, 
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” 
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, 
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, 
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” 
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını, 
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. 
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. 
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. 
Şiir yazmayacağım bir süre, 
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. 
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. 
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. 
Falcı kadınlara inanmayacağım artık. 
Trafik polislerine adres sormayacağım, 
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken, 
ömrüm azala azala önümden akarken, 
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. 
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, 
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü ERBAŞ


Elimde bir bardak çayla oturdum pencere kenarına…Geleni geçeni izliyorum, geçmiş günleri anımsayarak…İnsanların kimi koşarak, kimi kısa adımlarla aheste ilerliyor taşları oynayan kaldırımda…Yorgun ve uykusuz dolmuş durağına giden bu insanların acaba ne sıkıntıları, ne dertleri var? Sağlıklılar mı hastalar mı hiç bilmiyorum durumlarını…Aşk acısı ile kavrulup yüreği yaralanmış kaç kişi geçti acaba evimin önünden?..Sevdiğine sevdiğini söyleyemeden ömrünü tüketen var mı acaba aralarında?..Merak eden sorgulayan bakışlarla izliyorum onları…Bir yudum çay eşliğinde, yaralı gönülleri düşünüyorum, acılarını, ıstıraplarını tahayyül ediyorum…Üzülüyorum…Yaralı gönüllerin tedavisinin mümkün olmadığını, zaman içinde kabuk bağlayan yaranın, en küçük bir uyarıcıyla yeniden depreşiverdiğini biliyorum…Hepimizi biliyoruz ki: Seven asla unutmuyor, unutamıyor…

Hava, açık; ama serin…Ne de olsa kış aylarındayız…Atkısıyla yüzünü tamamen kapatmış, sadece gözleri açık kadınların telaşlı yürüyüşleri sürerken, birden apartman kapımıza hızla dalan bir kadınla bir erkek görüyorum…Şaşkınım…Erkek, bayanın kolundan tutmuş sertçe çekiştiriyor…Konuşmalarını duymuyorum; ama belli ki hakaret de ediyor…Doğruluyorum penceremde, tam camı açmak üzereyken, erkek beni görüyor ve hızla ayrılıyor apartmanımızdan…Biraz eğilip baktığımda kadının ağladığını görüyorum…Nedir bu sabah sabah?..Dertleri ne acaba?..Bir süre sonra kadın da ayrılıyor giriş kapımızın önünden…Onlar ayrılıyor ayrılmasına da beni bir düşüncedir alıyor…Sevgili iseler, nedir bu sokak ortası rezaleti?..Evli iseler hiç yakışır mı onlara bu davranış?..Daha nelere tanık olacağız acaba, diyerek, geçmiş günlerin aşklarını düşünüyorum iç geçirerek…O temiz, tertemiz aşkları…

Yıllar önce Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi aldım…Bu eğitim sırasında tanık olduğum aşkı ve bu aşk nedeniyle gönül yarası alan bir arkadaşımın öyküsünü aktaracağım sizlere…Bu öyle bir aşk ki dillere destan denilir türden…Aşk yarası da o ölçüde büyük…Karmaşık ve bir hayli de etkileyici…Ayhan ve Ceyda Kurtuluş’ta oturdukları için derslere birlikte gelirler, dersten sonra da eve yine birlikte dönerlerdi…Zaman içinde Ayhan Ceyda’ya ilgi duymaya başladı…Ceyda’nın bundan haberi yoktu… Biz arkadaşları bu ilgiyi fark ediyor ve Ayhan’ın Ceyda’ya aşkını itiraf etmesini bekliyorduk…Bir gün sohbet sırasında hiç tanımadığımız bir genç geldi masamıza…Ceyda gülümseyerek ayağa kalktı ve ona belinden sarılarak bizlerle tanıştırdı…Halasının oğlu Remzi idi bu kişi…Akrabası olduğu için kimse başka türlü yorumlamadı Ceyda’nın ilgisini…Zaman içinde Ceyda’nın eski neşesini kaybettiği, yüzü asık ve moralsiz dolaştığı görüldü…Ayhan, ona yardımcı olmaya çalışıyor;ancak istediği sonucu alamıyordu…Bu arada Ayhan’ın Ceyda’ya olan aşkı da büyüyor, kabına sığamaz hale geliyordu…
Bir gün Ceyda bana açıldı ve halasının oğlu Remzi’ye aşık olduğunu, onun da kendisini çok sevdiğini ancak öteden beri süren husumet nedeniyle ailelerin bu aşka karşı çıktığını söyledi…Ayhan adına çok üzüldüm…Ona anlatmalıydım Ceyda’nın gerçek aşkını…Okulun kantininde karşılaştım Ayhan’la…Münasip bir dille olayı aktardım…Çok üzüldü Ayhan!..

Yıkıldı adeta…Ceyda’nın onu çok sevdiğini öğrenmesini ve üzüntüsünün belli olmasını istemiyordu artık!.. Yine birlikte okula gelip gitmeye devam ettiler…Remzi’nin ve Ceyda’nın ailelerine rağmen aşkları da sürüyordu…Öyle seviyorlardı ki birbirlerini…Gizlice evlenmeye karar verdiler…Nitekim kısa sürede bu kararı eyleme dönüştürüp evlendiler…Ayhan artık Ceyda’yı kaybetmişti…Gönül yarası almıştı…Ağlıyor, kahroluyordu…

Mutlu bir evlilikleri oldu Remzi ve Ceyda’nın…Okula yakın olması nedeniyle Ceyda’nın öğrenci iken tuttuğu evde evlilik yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler…Bir yıl sonra, Ayhan ve Ceyda yine bir akşam eve dönerken karanlık bir bölgede Ceyda’nın erkek kardeşi elinde silahla karşılarına dikildi…Şaşkındı Ayhan!..Aniden ateşlendi silah ve Ceyda yere yıkıldı…Ceyda’nın kardeşi koşarak kaçarken, Ceyda, son nefesini Ayhan’ın kollarında verdi…

Ayhan, bu inanılmaz olayı unutamadı…Gönül yarası hep kanadı durdu…Yaptığı evlilik ve iki çocuğun mutluluğu da bu yarayı tedavi edemedi…Ceyda’nın mezarını sık ziyaret edenlerden biri oldu Ayhan!..Gözyaşlarını onun toprağına akıtarak…

Gönül yarası olan herkese bu yaşanmış öyküyü ithaf ediyorum…

Sevgiyle kalın!..

Asım ERDOĞAN




....

Sevdiğimiz kişiyi bir daha görmek istemediğimizi söylerken tam anlamıyla samimi değilizdir; ama görmek istediğimizi söylesek de daha samimi olmayız. Hiç şüphesiz, ayrılığa, kısa olacağını umarak, kavuşacağımız günü düşünerek katlanabiliriz ancak; öte yandan, çok yakındaki, sürekli ertelenen bir birleşmeyi her gün hayal etmenin kıskançlığa yol açabilecek bir görüşmeden daha az sancılı olduğunu da sezeriz; öyle ki, sevdiğimiz kişiyi göreceğimiz haberi bizde pek hoş olmayan bir sarsıntı yaratır. Artık günden güne geciktirdiğimiz şey, ayrılığın sebep olduğu dayanılmaz iç daralmasının sona ermesi değil, çıkışı olmayan heyecanların korkulan tekrarıdır. Gerçekte bizi sevmeyen kişinin, tek başımızayken, aksine bize ilanı aşk ettiği, hayallerle keyfimizce tamamladığımız tatlı hatıraları, gerçek bir görüşmeye kat kat tercih ederiz. Azar azar, arzularımızın birçoğunu içine katarak istediğimiz kadar tatlı kılabileceğimiz bu hatıraları artık keyfimizin istediği kelimelerle konuşturamayacağımız, yeni soğukluklarına, beklenmedik şiddetlerine maruz kalacağımız bir varlıkla yüz yüze geleceğimiz, geciktirilmiş görüşmeye bin kat tercih ederiz. Hepimiz, artık sevmediğimiz zaman, biliriz ki, unutmak, hatta bulanık hatıralar bile, mutsuz aşk kadar ıstırap vermez.

Marcel Proust & Kıskançlık
Kısmi Alıntıdır.



Sana yazacaklarım bitti mi sanıyorsun,
-hayır, henüz bitmedi…

Başlamayan bir şeyin bitmesi mümkün olabilir mi…!

Daha gözlerine sıralayacağım onca dize dururken
Öpülmemiş dudaklarının sıcaklığını dudaklarımda hissetmemişken
Saçlarının arasında dolaşmayan ellerim varken
Omzuna koymadığım başım henüz beklerken
Dizlerinde bir an bile uyuyamamışken
Kalbim henüz senden vazgeçmemişken
Gözlerim sonsuz kere benden uzaklaşan yolları gözlerken
Günler ayları, aylar yılları kovalarken
Ve ben bir an bile seni görmemişken
Gördüğümü farz ederek yaşarken
Yaşarken seni düşlerken
Düşlerken en güzel günleri
Günleri sana adamışken
Adadığım tüm nefesimi henüz vermemişken
Verdiğim söze sadık kalıp seni beklerken
Beklerken kimseyi kabul etmemişken…

Senin için yazacaklarım biter mi sanıyorsun…!

Daha bitmedi…
Tüm kelimelerim sıralanmış bekliyorken senin gelmeni..
Bitmez bende ki yazılacak satırlar,,,

Kalemim her daim açık sana…
-hadi düş sayfalarıma…

Mehpare ÖĞÜT
“Sen uzaklarda bir yıldız gibisin bana, uzanamadığım, tutamadığım”


KASIM 2013