BİYOGRAFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİYOGRAFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Luciano Pavarotti, 12 Ekim 1935'te İtalya'nın Modena şehrinde doğdu. Babası Fernando fırıncıydı ve aynı zamanda müzikle de ilgileniyordu. Annesi Adele Venturi ise sigara fabrikasında işçi olarak çalışıyordu. İki odalı bir apartman dairesinde yaşayan, fakir bir ailede büyüdü Pavarotti.
2. Dünya Savaşı nedeniyle aile 1943 yılında şehir dışına taşınmak zorunda kaldı. Bir çiftlikte küçük bir oda kiraladılar. Pavarotti'nin müzikle ilk tanışıklığı, babasının günün önemli tenorlarından oluşan müzik arşiviyle başladı. Bunların içinde Beniamino Gigli, Giovanni Martinelli, Tito Schipa ve Enrico Caruso vardı. 9 yaşındayken kasabalarındaki küçük kilisenin korosunda söylemeye başladı. Ayrıca, bu dönemde kısa süreliğine Professor Dondi ve eşinden ses dersleri almıştı.

Erkek çocukların pek çoğunda olduğu gibi küçük Luciano da futbola çok meraklıydı ve kaleci olmak istiyordu. Schola Magistrale'den mezun olduktan sonra kariyeriyle ilgili bir ikilemle yüzleşmek zorunda kaldı. O, profesyonel bir kaleci olmak istese de annesi onu öğretmen olmaya ikna etti. İki yıl öğretmenlik eğitimi alsa da ilerleyen yaşlarda müzik tutkusu baskın geldi. Müzisyen olmak istiyordu Luciano. Ancak müzisyenlik, günün şartları düşünüldüğünde riskli bir işti.

Bunun farkında olan babası, isteksiz ve gönülsüz kabul etti oğlunun isteğini. Fakat bir şartı vardı. Luciano'ya özel bir oda verilecek, ancak 30 yaşına kadar müzikte başarılı olamazsa kendi yaşamını ailesinin müdahalesi olmadan başka bir yolla kazanacaktı.
Profesyonel Müzik Yaşamına Doğru...

Luciano, 1954 yılında 19 yaşındayken müzik öğretmeni ve profesyonel tenor olan Arrigo Pola ile müzik çalışmalarına ciddi bir şekilde başladı. Arrigo ailenin maddi durumunu bildiği için para talep etmeden dersi verdi Luciano'ya.

Müzik çalışmalarına ağırlık veriği bu süreçte Luciano hayatını kazanmak için part-time işlerde çalıştı. Önce ilkokul öğretmenliği yaptı. Bunda başarılı olamayınca sigorta satıcısı olarak çalıştı.

Profesyonel müzik çalışmalarının ilk 6 yılında ücret almadan küçük kasabalardaki resitallerde görev aldı. Ses tellerinde bir nodül oluştuğu dönem Ferrara'da verdiği başarısız konser sonucunda müziği bırakma kararı aldı. Pavarotti, durumundaki ani düzelmeyi, bu kararla gelen psikolojik çözülmeye bağladı. Nodül yok olmuştu. Yıllar sonra otobiyografisinde de bu konuyla ilgili olarak şöyle yazacaktı: "Öğrendiğim her şey, benim için başarması çok güç olan sesime yeniden kavuşmak için bir araya gelmişti adeta!"
İtalya'da 1961 yılında tenor olduktan sonra başta Hollanda, Viyana, Londra, Ankara, Budapeşte ve Barselona olmak üzere birçok Avrupa tiyatrosunda görev aldı. Dünya genelindeki stadyumlarda on binlerce kişiye verdiği konserler ve düet albümleriyle iz bırakan "Büyük Luciano" Pavarotti, sanat çevrelerinin dikkatini ilk kez sahne aldığı Covent Garden'da 1963 yılında çekti.

Güney ve Kuzey Amerika, Asya, Afrika, Avrupa ve Avustralya'da birçok kez konser verdi. Böylece dünyanın birçok farklı yerinde en çok konser veren 3 tenordan biri olma unvanını kazandı. Ardından, Modena'da genç şarkıcıları eğitecek bir okul açtı.

Pavarotti, İtalyan lirik repertuarının gerçek yorumcusu olmasını sağlayan ince sesi ve karizmatik sahne performansıyla 1960 ve 1970'li yıllarda şöhret basamaklarını çıktı ve kendisine gerçek bir hayran kitlesi oluşturdu.
Ünlü tenor, Placido Domingo ve Jose Carreras ile düzenlediği "Üç Tenor" konserleriyle, birçok şarkıcıyla ortak söylediği düetleriyle ve hayır konserleriyle hayranlarının kalbinde taht kurdu.


"Nota Okumayı Bilmiyor" İddiası
2002'de 36 yıllık menejeri Herbert Breslin ile yollarını ayırdı. Bu öfkeli ayrılışın ardından 2004 yılında Breslin'in kaleme aldığı "The King & I" (Kral & Ben) isimli sansasyonel kitap yayımlandı. Breslin kitabında, Pavarotti'nin nota okumayı bilmediğini öne sürüyor ve operadaki performansını kıyasıya eleştiriyordu. Pavarotti, 2005'te BBC'nin yaptığı röportajda nota okumayı bilmediği yönündeki iddiaları yalanlayacak, sadece bazen bazı orkestra bölümlerini takip etmekte zorluk yaşadığını belirtecekti.

2001'de Kennedy Center Onur ödülünün sahibi oldu. İki dalda Guinnes Rekorlar Kitabı'na girdi: Perde kapandıktan sonra alkışlarla en çok sahneye çağrılma rekoru (165 kez) ve en çok satan klasik albüm.

SON'a Yaklaşırken…

2003'ün sonlarında "Ti Adora" isimli son derlemesi dinleyicilerle buluştu. 13 Aralık 2003'te asistanı Nicoletta Mantovani ile evlendi. Alice isminde bir kızları oldu.
2004'te 69 yaşındayken 40 yılı aşkın süre boyunca sahne aldığı yerlerde veda turuna çıktı. Operadaki son sahnesini 13 Mart 2004'te New York Metropolitan Opera'da aldı. Daha sonra aşırı kilo aldığı ve hareket güçlüğü yaşadığı için sahnelere veda etmek zorunda kaldı.

Mart 2005'te boyun ameliyatı geçirdi. Aynı yılın temmuz ayında larenjit nedeniyle Maksika'daki "3 Tenor" konserini iptal etmek zorunda kaldı. 2006 başlarında sırt ameliyatı geçirdi ve enfeksiyon kaparak Amerika, Kanada ve İngiltere'deki konserlerini iptal etmek zorunda kaldı. 10 Şubat 2006'da İtalya Turin'de 2006 Kış Olimpiyatları açılış töreninde son performansını sergiledi.

Performansının sonunda uluslararası seyircilerden gecenin en uzun ve en güçlü alkışını aldı.

Ünlü tenor, 6 Eylül 2007 günü pankreas kanseri sonucu böbrek yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.

Dünya genelinde hayran kitlesi oluşturan Pavarotti, sıcak gülümsemesiyle, Napoliten folk şarkılarını söylediği sırada terini sildiği beyaz mendiliyle, pop şarkıcılarıyla yaptığı düetlerle, on binlerce kişiye hitap ettiği stadyum konserleriyle, Bosna savaşı sırasında U2'nin solisti Bono'yla düzenlediği konserle ve neşeli Noel şarkılarıyla Pekin'den Buenos Aires'e tüm sevenlerinin kalbinde iz bıraktı.




Pavarotti her yıl düzenli olarak Modena'da yapılan "Pavarotti ve Arkadaşları" adındaki yardım konserlerinde sunuculuk yapmıştı. Bu konserlerde müzik endüstrisinin her alanından katılan şarkıcılar Birleşmiş Milletler organizasyonları için para toplamaktaydılar. Bu yardımlar Bosna, Guatemala, Kosova ve Irak'taki savaş mağdurları ve aileleri için kullanılıyordu.
Bosna'da savaştan sonra Mostar kentinde Pavarotti Müzik Merkezi adını taşıyan bir merkez kurdu ve müzisyenlere yeteneklerini geliştirmeleri için şans tanıdı. Bu sebeple, 2006 yılında Saraybosna şehri kendisine fahri hemşerilik ödülü verdi.
1998 Aralık ayında 25,000 kişinin hayatını kaybettiği Ermenistan depreminde zarara uğrayanlar için yardım konserleri verdi.
Milenyum gelişim hedefleri, HIV/AIDS, çocuk hakları, gecekondu mahalleleri ve fakirlik gibi konularda halkı bilinçlendirdiği için 1998 yılında Birleşmiş Milletler Barış Elçisi seçildi.
2001'de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu tarafından, tüm dünyadaki mülteciler için para toplama konusundaki gayretlerinden ötürü Nansen Madalyası'yla ödüllendirildi.



Pavarotti Hakkında Bilmediklerimiz

ABD'de kısaca "The Big P." diye anıldı.
Soyunma odası ile sahne arasında büyük mesafe bulunan mekânlar onun için özel tasarlanan ve hayranları tarafından "Pavamobil" olarak adlandırılan bir elektrikli golf aracından yararlanırdı.
Önemli konserlerden sonra konser salonu ya da kaldığı otel yakınlarında özel davetlilere yemek verirdi. Ancak kendisi bu yemeklere ya hiç katılmaz ya da çok kısa süre görünmekle yetinirdi.
Restoranlarda en çok siparişini verdiği yemek, jambonlu ve polentalı (mısır unu peltesi) dana şinitzeldir.
Perde kapandıktan sonra 165 kez sahneye çağrılma rekorunun sahibidir.


Euripides ,Yunan Oyun Yazarı- Makedonya kralı Archelaus’un çılgın köpekler tarafından parçalandı.


Francis Villon, Fransız Şair - Bir papazı öldürdü ve serbest kaldıktan hemen sonra linç edildi.


Christopher Marlowe, İngiliz Oyun Yazarı – Gelen hesap üzerine çıkan bir bar kavgasında hançerlendi.


Richard Lovelace, İngiliz Şair - Shoe Lane’de Gunpowder Sokağı’nda “çok adi bir konut”ta bir yoğaltmaya maruz kaldı.


Thomas Chatterton, İngiliz Şair - 17 yaşındayken arsenik içti. Görünüşe bakılırsa fazla tanınmadığından dolayı ümitsizliğe kapılmıştı. Öldükten sonra popülaritesi arttı. (Chatterton’un babası oturdukları şehirde belirsiz bir yeteneği yüzünden oldukça iyi tanınıyordu – yumruğunu ağzına alabiliyordu.)


Lord Byron, İngiliz Şair - Sıtma ateşini düşürmeye çalışan doktorlar tarafından öldürüldü. Son sözleri: “Artık uyumalıyım.”


Percy Bysshe Shelley, İngiliz Şair - İtalya, Spezia’da deniz yolculuğu yaparken boğuldu, vücudu daha sonra sahilde yakıldı. (Shelley’nin kalbi yakılmadı ve karısı Mary Wollstonecraft Shelley’e verildi.)


Honore De Balzac, Fransız Yazar - Çok fazla kahveden boğuldu.


Edgar Allan Poe, Amerikalı Yazar - Beyninde yaşadığı akut tıkanıklık yüzünden öldü. Ölümünden birkaç gün sonra Baltimore sokağında bir başkasının ayakkabılarını giymiş bulundu.


Leo Tolstoy, Rus Yazar - Soğuk bir kış gecesinde bir tren istasyonunda donarak öldü.


Ambrose Bierce, Amerikalı Yazar - Pancho Villa’nın ayaklanmasını bildirirken Meksika’da gözden kayboldu. Eşkıyalar tarafından öldürülmüş olabileceği söylenir.


Arthur Rimbaud, Fransız Şair - Bir sifilis kurbanıydı. Sağ bacağı kesildi, felç geçirdi ve yavaş yavaş komaya girdi.


Lionel Johnson, Britanyalı Şair - İnanılana göre içtiği bir gece bar sandalyesinden düşerek öldü.


Sherwood Anderson, Amerikalı Yazar - Bir kokteyl partisinde bir kürdanı yuttuktan sonra karınzarı iltihabı geçirdi ve öldü.


Jack London, Amerikalı Yazar - Aşırı doz morfin alarak uremiden 40 yaşındayken öldü.


Vachel Lindsay, Amerikalı Şair - Dezenfektan içerek kendini öldürdü.


Virginia Woolf , Britanyalı Yazar & Eleştirmen - Ceplerini taşla doldurarak kendini Ouse ırmağına bıraktı.


Franz Kafka - Veremden öldü ve vücudu Prag-Straschintz’de yakıldı. İsteği; tüm çalışmalarının ölümünden sonra yok edilmesiydi.


Ezra Pound - İkinci Dünya Savaşında faşist propagandanın yayılımını sağladığı için, vatana ihanetten tutuklandı. Daha sonra zihinsel hasta olduğu bildirildi ve Washington’daki St. Elizabeth Hastanesine kaldırıldı. 1958 yılında tahliye edildi ve İtalya’da münzevi bir şekilde öldü.


Maxwell Bodenheim, Amerikalı Yazar - Manyak bir bulaşıkçı tarafından 22 kalibrelik bir silahla öldürüldü.


Sergei Yesenin, Rus Şair - Bileklerini kesti kendi kanıyla en son şiirini yazdı (“Hoşça kal arkadaşım”) ve Leningrad’da bir otel odasında kendini astı.


F. Scott Fitzgerald, Amerikalı Yazar - Haftalık birkaç dolar alarak sinema yazarı olarak çalıştığı Hollywood’da kalp krizi geçirerek öldü. John O’Hara’ya göre Fitz “kitap dükkanlarına farkında olmadan dadanan erken göçen küçük yaşlı adam”dı.


William Faulkner, Amerikalı Yazar - Attan düştükten sonra kalp krizi
geçirdi.

Hart Crane, Amerikalı Şair - S.S. Orizaba’da New York yolundayken Karayip Denizine atladı; varsayılana göre son olarak “Hoşça kalın hepiniz” dedi.


Ernest Hemingway, Amerikalı Yazar - Idaho, Ketchum’da bir av silahı ile beyni uçuruldu.


Thomas Wolfe, Amerikalı Yazar - Beyinsel bir enfeksiyon geçirdiğinde 243 cm olan el yazmalarını editörlerine bıraktı. Kuzey Carolina, Asheville, Riverside Cemetery’de defnedildi. “…son sefer, en uzunu, en güzeli.”



Nathanael West, Amerikalı Yazar - Dur işaretine karşı çıktıktan sonra bir araba kazasında kendisi ve karısı öldü.


Robert E. Howard - Bütün akşamı komada olan annesinin başucunda nöbetçi olarak geçirdikten sonra sabah kendini vurdu; annesi de olayın olduğu akşam öldü.


Tennessee Williams, Amerikalı Oyun Yazarı – Hap almak isterken kutu kapağını yutarak boğuldu.


John Berryman, Amerikalı Şair - Mississippi Nehri’nin üzerinde bulunan köprüden aşağıya atladı. İnanılana göre yoldayken yoldan geçenlere el salladı.


Dylan Thomas, Galli Yazar - Amerikada konferans turundayken alkolden zehirlendi. “Peş peşe 18 viski içtim… Sanırım bu rekor.”


Roland Barthes, Fransız Eleştirmen & Filozof - College de France’in önünden geçen bir çamaşırhane kamyonunun altında kaldı. “Edebiyat soru eksi cevaptır.”


Jack Kerouac, Amerikalı Yazar - Florida, St. Petersburg’da annesinin evinde “The Galloping Gourmet”i izlerken mide kanaması geçirdi.


Anne Sexton, Amerikalı Şair - Evinin garajında karbon monoksit içip kendini zehirleyerek intihar etti.


Sylvia Plath, Amerikalı Şair - Kafasını fırına soktu.


Jerzy Kosinski, Polonya Doğumlu Amerikalı Yazar - Küvetteyken başına poşet geçirerek intihar ettiği söyleniyor.


Seth Morgan, Amerikalı Yazar - Golden Gate Köprüsünden San Francisco körfezine motosikletle bir giriş yaptı.


John O’Brien, Amerikalı Yazar - Leaving Las Vegas kitabının film haklarını sattıktan hemen iki hafta sonra intihar etti. Kitap bir intihar mektubu muamelesi gördü.

Aleksandr Puşkin: Rus şair, yazar. Eşinin sevgilisi olmakla itham ettiği Georges d'Anthès ile girdiği düelloda vuruldu. 3 gün sonra öldü.

Otto Weininger: İlk kitabı cinsiyet ve karakterin yayınlanmasından kısa bir süre sonra Beethoven'ında ölmüş olduğu evde kendini silahla vurarak öldürdü. 21 yaşındaydı.

Andrés Caicedo: Kolombiyalı yazar. Yaşam 25'inden sonra yaşamaya değmez dediği söylenir. Sözüne uymuş, 25 yaşında intihar etmiş.

Stefen Zweig: 1941 yılında Bezilya'da yaşarken, Avrupa'nın durumuna üzüntüden eşiyle birlikte intihar etmiş.

Urmuz: Dada akımının kurucularından. Sebepsiz yere intihar ederek herkesi şaşırtmış. Anlaşılan sanatına uygun olmak istemiş.

Emilio Salgari: İtalyan yazar. Samuray usülü boğazını ve midesini bir kılıçla keserek intihar etmiş.

Paul Verlaine, sefil sefil öldüğünde evlerinin merdiveni o kadar darmış ki, duvarını yıkarak cesedini çıkarmışlar

francis bacon, ölmüş tavukların soğukta çürüyüp çürümediğini denerken şiddetli soğuk alğınlığı sebebi ile ölmüş.



1896'da İstanbul'da doğdu. Eğitimine özel hocalardan ders alarak başladı. İstanbul Darülfünun'u Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu. Uzun süre İstanbul Kız Lisesi'nde coğrafya ve edebiyat öğretmenliği yaptı. 1973'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başladı. Devrinin tüm şairleri gibi Edebiyat-ı Cedide, Fecri Ati ve Milli edebiyat akımı arasında sıkıştı kaldı. Güneş, Varlık, Aydabir, Çınaraltı, Şadırvan gibi dergilerde yayınlanan ve çoğu hece vezniyle yazılmış şiirlerinde lirizm ve kadınsı bir içtenlik dikkat çeker. Milli uyanış hareketi içinde de yer aldı, Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yaptı. Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasındadır.


--------------------------------------------------------------------------------

ESERLERİ:

ŞİİR:
Yıldızlar ve Gölgeler (aruz'la yazılmış şiirler 1919)
Hazan Rüzgarları (1927)
Gayya (1930)
Yakut Kayalar (1931)
Su (1933)
Sıla Yolları (1935)
Sabah Kuşları (1943)
Yerden Göğe (1960)
Şükufe Nihal / Şiirler (1975, ölümünden sonra toplu şiirler)

ROMAN:
Renksiz Istırap (1928)
Yakut Kayalar (1931)
Çöl Güneşi (1933)
Yalnız Dönüyorum (1938)
Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946)
Çölde Sabah Oluyor (1951)

ÖYKÜ:
Tevekkülün Cezası (1928)

GEZİ NOTLARI:
Finlandiya (1935)


DUYMAYAN KADINA

Topla eteklerini yerlere sürünmesin
Rüzgara cilvelenen tülleri görünmesin
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

Süzülerek çıkarken bir barın kapısından
Haberin yok yurdumun eleminden, yasından
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

Yerlere pırıltılar aksederken dizinden
Karlar göz göz olmuştur bir gözyaşı izinden
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

Tahammülüm yok artık çiçeklere, tüllere
Yükselen gururunla indir başını yere
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

ROBERT BLY

23 Aralık 1926’da Minnesota’da Norveç kökenli bir ailenin çoğu olarak doğdu. 1944-46 yılları arasında iki yıl donanmada kaldıktan sonra, önce Minnesota’da St. Olaf Koleji’ne, bir yıl aradan sonra da illüstrasyonist bir grup yazarla tanıştığı Harvard’a gitti. Bu dönemde Harvard, Donald Hall, Adrienne Rich, Kenneth Koch, John Ashbery ve John Hawkes gibi yazarlar için bir buluşma merkeziydi. 1950 yılında mezun oldu ve yazıları yanında konuşmalarıyla da dikkat çekti. O, genç şairler için bir öncü ve savaş karşıtı hareketin liderlerindendir. Bly bir çok şiir koleksiyonunu tamamlamış ve Amerikan şiirinin öncülerinden biri olmuştur. 1956’da Fullbright bursuyla Norveç’e gitti ve Norveç şiirlerini İngilizce’ye çevirdi. Norveç’te kaldığı sürece içinde Pablo Neruda, Cesar Vallejo, Gunnar Ekelof, Georg Trakl ve Harry Martinson gibi meşhur şairler üzerinde çalışma imkanı buldu. Amerika’ya dönünce “popüler edebiyat” çalışmaları yaptı, The Fifties, The Sixties ve The Seventies’le dönemlerin şiirlerini kendi kuşağına tanıttı. Şiir üzerine denemeler yazdı. 1966’da savaş karşıtı bir grup Amerikan şair ile birlikte Vietnam Savaşı’na karşı bir cephe oluşturdu. Bunun yanında bir “Erkekler Hareketi”nin de başlatıcısı oldu. Bir Grimm masalından hareketle bir tür "derin erkek"liği incelediği Iron John: A Book About Men kitabı [“Demir John: Erkekler Hakkıda Bir Kitap” isimli bu yapıtı Türkçe’ye “Sert Erkek Güçlü Erkek” adıyla Gülderen Dedeağaç tarafından çevirilmiş ve Gendaş Yayınları’nca 2004 Ekim’de yayımlanmıştır.] büyük yankı yapmış ve dünyanın dikkatini bu "Erkek Hareketi”ne çekmiştir. Bly, 1970’lerde 7 senesini Rumi’nin şiirlerini tercüme etmekle geçirir ve bunları birkaç kitap halinde tanınmayan bir yayınevine bastırır. Kendisi gibi şair bir dostu olan Coleman Barks’a 1970’lerde bazı akademik Rumi çevirilerini verir ve ‘Bu şiirler kafeslerinden kurtarılmayı bekliyor.’ der. Sekiz yıllık bir çalışmanın ardından Barks, ‘Çaldımsa da miri malı çaldım’ diyerek The Essential Rumi (Rumi’nin Özü) adlı çalışmasını yayımlar ve kitap büyük ilgi görerek yarım milyon nüsha satar. Bly yine 70’li yıllar boyunca Hindistan vecd şiirleri, denemeler, tercümeler, hikaye söylemeciliği, meditasyon, mitik güçler üzerine çalışmalar ve onbir şiir kitabı yayımladı. 80’li yıllarda ise, Loving a Woman in Two Worlds, The Wingéd Life: Selected Poems and Prose of Thoreau,The Man in the Black Coat Turns ve A Little Book on the Human Shadow’u yayımladı. Harper Collins tarafından yayımlanan son iki şiir kitabı What Have I Ever Lost by Dying? Collected Prose Poems ve Meditations on the Insatiable Soul’dur. Son zamanlarda basılan önemli bir kitabı da The Maiden King: The Reunion of Masculine and Feminine‘dir. Yeni şiir seçkisi Eating the Honey of Words’ü, ayrıca Ecco Press’den Ghalib, The Lightning Should Have Fallen on Ghalib (Sunil Dutta ile) çevirileri yayımlanmıştır. Best American Poetry 1999’un da editörlüğünü yapmıştır. The Night Abraham Called To The Stars (İbrahim’in Yıldızlara Seslendiği Gece), 50’li yıllardan beri geliştirmeye çalıştığı gazel formunda yazılmış 48 şiirden oluşmaktadır.




BİR YÜZÜN KEŞFİ

Konuşmak öylesine yakınlaştırıyor bizi! Açıyor
Bedenin kırılan dalgalarını,
Balıkları güneşe yaklaştırıp,
Pekiştiriyor denizin omurgalarını!

Bir yüzde gezindim, saatler boyu,
Karanlık ateşlerden geçip.
Bir bedene ağdım,
Henüz doğmamış,
Teni saran bir ışık gibi varolan,
İçinden ay gibi kaydığı tenin.



Robert BLY