EVLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EVLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



 iki gönül bir olunca...

yaşamak ne güzel 






“Düğünler de olmasa hiç oynayıp gülemeyeceğiz…İnanır mısın kaç yıldır içimden gelip de bir şarkı mırıldanmıyorum…Zorlasam da olmuyor bu…Oysa böyle değildik gençliğimizde…Birlikte şarkılar söyler, oyunlar oynar, bol bol kahkahalar atardık…Şimdi herkes bam teli gibi gergin…Neşesiz, asık suratlı, her an kavgaya hazır bir pozisyonda beklemede…Yanlış anlamalar, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenle oluşuveren tartışmalar öyle çok ki inan, çoğu yerde sıradan hale geldi bu tip olaylar…Şu cinayetlere bir bakın!..Katliam gibi…Acımasız katiller, çok şaşırtıyor bizi…Korkuyoruz…Kaybolan çocuklar, artık evlerine sağ dönemiyorlar…Sapıklar her tarafta kol geziyor…Çaresizlik, daha da çok karamsar yapıyor bizleri…Zaten çok az olan mevcut neşemizi de alıp götürüyor…Ne yapmalı bilmiyorum!..” diyordu bir sohbetimizde yakın dostum bana…Haklısın dedim…Hepimiz aynı kaygıları taşımıyor muyuz zaten?..Moralimiz bu nedenle bozuk değil mi?..Birbirimize dert yanıyoruz adeta bağıra çağıra…Nezaket kuralları da dikkate alınmaz oldu artık…Küfürler sıradanlaştı…
Kibar bir arkadaşım, üzüntüyle anlattı bana…”Ben de küfürbaz oldum Asım!..Vallahi hiç şaşırma!..Biliyorum bunu benden beklemezsin; ama gerçek bu…Küfrediyorum artık!..Her şeye kızıyorum…Siyasetçilerin kaba saba konuşmaları, tehditleri, şantajları, arsızlıkları, gamsızlıkları, hiçbir eleştiriye aldırmaz tutum ve davranışları, görsel ve yazılı basının yanlı ve yönlendirici yayınları, gazetecilerin herhangi bir görüşe saf tutuşları, objektif kriterlerin hiç dikkate alınmayışı çok rahatsız ediyor beni…Bile bile yalan söyleyen siyasetçi tipi adeta çıldırtıyor beni…İyi de bu yalanları hop diye yutanlara ne demeli?..İşte bu durum, ağzımdan çıkanları denetlememi engelliyor…Yaa biz bunları hak etmiyoruz diyorum!..Olamaz böyle şey diyorum…İsyan ediyorum!..Söyle haksız mıyım?..Düşün ben bu hale gelmişsem, normal vatandaşımız ne halde tahmin et!..” Haklısın diyorum ona da…Bozulmayan ne kaldı ki değerlerimizden?..Bir bir uçup gidiyorlar göz göre göre…Yapılacak bir şey olmalı elbette!..Her zaman yapılacak bir şey olur çünkü…Olmalı!..

Gençlerimize bakıyorum…Acıyorum onlara!..Acınacak ne var diye sormayın!..Gerçekten acınacak haldeler…İş sıkıntısı had safhada…İş bulabilenlerin çoğu düşük ücrete mecburen talim etmekte…Üstelik garantisi olmayan işler…Patronun iki dudağı arasında her şey!. İstemiyorum seni, muhasebeye uğra!..demeleri an meselesi…Söyleyin nasıl evlensin bu gençler?..Her an işten atılma kaygısı mevcutken…Pek çok genç biliyorum…Arkadaşlıkları var; ama gelecekleri belirsiz…Evlenenler anne ve baba desteğine muhtaç…Ayakta durabilmeleri, çocuk için karar verebilmeleri onlara bağlı…İyi de anne ve babaların sağlık durumları ve ekonomik durumları bu yardımı ne zamana kadar sürdürebilir?..Zihinleri kurcalayan en önemli soru da bu elbette!..

Fasıllı bir akşam yemeği, hiç fena olmaz dedi bir arkadaşım…Eğleniriz, şarkılar söyleriz, stres atar geliriz…Olur mu olur!.. Hoş bile olur diye düşündük…Gittik…Gayet güzel başladı akşam…Şarkılar hep iyi gelir bana zaten!..”Akşam oldu hüzünlendim ben yine!..” şarkısı ağlattı bizleri…İyi de biz neşelenmeye gelmiştik…Niye ağlıyoruz?..Arkadaşım eğildi kulağıma:”Şarkılar hüzün veriyor fark ettin mi?..” Evet dedim fark ettim…Hüngür hüngür ağlıyoruz, hep birlikte…Bir şarkıda vefat eden bir arkadaşım geldi aklıma…Yıllar önce aynı okulda çalışmıştık onunla…Aman her şey boooş!..deyip kahırlandım…Bir taraftan zorlamalı şak şak sesleri, bir taraftan bizi sarıveren hüzün tüneli…Şevkimiz kayboldu…Neşemiz kaçtı, zaten yemekleri de beğenmemiştik…Kalktık, dışarıya attık kendimizi…Havanın soğuk nefesi kendimize getirdi bizi…Vedalaştık ve herkes evine hareket etti…İçimiz istemiyordu, çünkü gergindik…Anladık ki keyif de içerden geliyor…
İçeriden gelmiyorsa dışarıdaki her şey gerçek anlamından çok uzak geliyor bize!..Tadımız olmuyor…Neşemiz kaçıyor…

İçimiz gülmeden yüzümüz de gülmüyor…


Asım ERDOĞAN



“Ben senin, sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım…Biri bitse biri kalır…Seni hiç bırakmayacağım…” diyor Cemal Süreya…Bu söze hayran olmamak mümkün değil…Evlilik, bu duyguları yaşatıyorsa insana, kuşkusuz mutluluk verir, birlikteliğin tadına vardırır…Öyle ya!..Hem sevgili, hem eş, hem baba, hem ağabey hem de arkadaş olabilecek kaç tane koca vardır bu dünyada?..Bırakın bunların tamamını sadece kocalığı bile beceremeyen o kadar çok erkek var ki!..Eşini anlamayan ve aslında hiç evlenmemesi gereken kocalardır bunlar…Hem kendilerine hem de eşlerine eziyet ederler…Bağrışmalar, hakaretler, kavgalar daha önceki yalnız yaşamı özletir her iki kişiye de…Evlilik de bir ıstıraba dönüşür…Oysa kocalar, bütün bu istenilen duyguları yaşatabilselerdi sevgili eşlerine, kendileri de mutlu olacak ve bu mutluluktan çocuklar da nasiplerini alabileceklerdi…

Kim istemez böyle bir evliliği diyen kocaların haykırışlarını duyar gibiyim…Benim eşim, Cemal Süraya’nın eşi gibi değil ki ben ona bütün bu duyguları yaşatayım…O benim, eşim, annem, kız kardeşim, arkadaşım olamadı ki ben tarif edilen koca gibi olayım!..Doğrudur…Ben, bu sözü duyduğumda eşim de bana aynı duyguların dişi karakterlerini yaşatıyor diyebilmiştim…O halde evliliğin büyüsü işte burada…Jack Lemmon diyor ki:”Bir zamanlar erkeğin üstün olduğuna inanıyordum…Sonra evlendim…Karım bu inancımı tamamen yıktı…” Demek ki kocaların en sivri düşüncelerini bile ters yüz edebiliyor kadınlar… Elbette kocaların karakteristik yapısı da kadının başarısında etkin rol oynuyor…Nitekim şöyle diyor Williame Shakespeare:”İyi adamdan kötü koca olmaz!..” Ne kadar doğru bir söz…O halde kadının başarısı, kocasının iyi adam olup olmamasıyla da yakından ilintili…İyi kadın, iyi adam…Mutlu evliliğin ilk adımı bu olsa gerek…

Mutlu erkeklerin ve kadınların evlilik kurumuna olumlu baktıkları bilinen bir gerçek…Mutlu bir yuvada çocukların da mutlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz…Aldatmaların da en alt düzeyde olduğu bu tür evliliklerde hem erkek hem de kadın, yakın çevresindeki herkesi olumlu etkiler…Çünkü onlar aynı zamanda iyi bir baba, iyi bir anne, iyi bir kayınpeder, iyi bir kayınvalide, iyi bir anneanne, iyi bir babaanne, iyi bir dede olurlar…Sözlerim yanlış anlaşılmasın!..Boşanmış eşlerde de iyi bir baba, iyi bir anne vb. elbette olur ve biz bunları yaşayarak görebiliriz…Ancak, geri plandaki aile tablosu ne yazık ki istenilen biçimde olmaz!..

Bir arkadaşım anlatıyor:”Ben eşimle birlikte bir yere gidemedim…Örneğin köpeği birlikte gezdirmeye gidelim dediğimde, ne gereği var, mademki sen gidiyorsun, ben niye gideyim, der bana…Oysa ben onunla birlikte yürümek, konuşmak, dertleşmek için isterim bunu…Beni hiç anlamaz!..” Bu duruma üzülmemek mümkün mü?..Eşle birlikte olmanın nasıl bir duygu olduğunu eğer anlayamıyorsa bir erkek, evlilik neye yarar?..El ele tutuşmak, birlikte yürümek, birlikte alışveriş yapmak, birlikte şarkı söylemek, birlikte film izlemek, birlikte bir geziye çıkmak, birlikte yaşlanmak ne güzel bir duygudur, bunu yaşayabilene, tadını alabilene!..

Muzaffer İzgü şöyle diyor:”Ben, hayatta en çok eşimi sevdim…” Can Yücel’in “Ben hayatta en çok babamı sevdim..” sözüne nazire olarak… Bu sözün içinde anne sevgisi, kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi var, hem de coşkulu bir şekilde… Ne güzel bir şey bu sözü hissederek söyleyebilmek!..

Son söz Drusus’tan” İnsan hayatının en önemli olayı iyi bir eş seçimidir…” 

Asıl püf noktası bu olsa gerek… 

Asım ERDOĞAN





  
Çok sevdiğim bir şarkı var, Mustafa Ceceli’nin…İkinci dörtlüğü şöyle: “Seni hastalığımda sağlığımda da yanımda görmeliyim / Güneşin doğduğunu da battığını da senle izlemeliyim / Yanabilir saltanatlar olsun yeniden yaparız / Bizde bu sevda sürdükçe ölsek de yan yanayız…” Harika bir birliktelik isteği…Olması gereken…Gerçek aşk söylemi…Duygulanıyorum, bu şarkıyı dinlerken…Hastalıkta da sağlıkta da hep yanımda gördüğüm, eşime bakıyorum, gözlerim dolu dolu…Mutlu oluyorum, Tanrı’ma şükrediyorum…Evet!..sadece sağlıklı iken değil hasta iken de el birliği, gönül birliği yapmalı, eşler…Korumalılar, destek olmalılar, hep yanında olacağım, sana olan sevgim, saygım hiç bitmeyecek diyebilmeliler birbirlerine…

Çok iyi tanıdığım bir çift vardı, üç yıl önce…Parmakla gösteriliyorlardı herkese…Her yıl tatile çıkarlar, değişik yöreleri gezerler, günlerce süren gezilerini videoya çekerlerdi…Evlerine döndüklerinde keyif alarak izlerlerdi gezip gördükleri yerleri…İmrenirdi herkes onlara…Birbirlerine saygılı davranırlar, mutluluklarını gözleriyle de dış dünyaya yansıtırlardı…Eşimle ben, çok taktir ederdik onları…Örnek bir evlilik oluşturabildikleri için övgüyle söz ederdik onlardan…Sonra ne olduğunu merak ediyorsunuz değil mi? Anlatayım…Eşlerden bayan olanı kanser hastalığına yakalandı…Erken teşhis olduğu için rahminin ve yumurtalığının alınmasıyla eski sağlığına tekrar kavuşabileceği müjdelendi… Bayan, çok sevindi, eski sağlığına tekrar kavuşabileceği için…

Fakat, o tarihten itibaren eşinden yeterince destek görememeye başladı…Hiçbir anlam veremedi bu davranış değişikliğine…Çok üzüldü…Üniversite’de okuyan kızlarının yanına gitmek istediğinde eşi, “Sen git, ben burada kalacağım…” dedi, onu yalnız gönderdi İstanbul’a…Yol boyunca, gözyaşı döktü, bayan…Aradan geçen 4 ayın sonunda eşinin boşanma isteğiyle karşılaştı…Ve bir süre sonra da boşandılar…Beyefendi gerekçesini daha sonra şöyle anlattı, yakınlarına: “Rahmi ve yumurtalıkları alınmış yarım bir kadını ben ne yapayım…” Beyninden vurulmuşa döndü, bu sözü duyanlar…Şaşırdılar…Yazıklar olsun, böyle eşe…Başka ne denebilir?..

Bir başka örneğe geçmek istiyorum, izin verirseniz…Şentepe Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptığım yıllarda, karı-koca öğretmen arkadaşlarım da aynı okulda birlikte görev yapıyorlardı…Ders programlarını ona göre ayarlarlar ve birlikte okula gelir, birlikte giderlerdi…Çok mutlulardı…Okulun yakınındaki evlerine, yaş günü kutlaması nedeniyle, bazı öğretmen arkadaşlarla birlikte ben de konuk olarak gittim…Evin hemen her odasında birlikte çekilmiş fotoğraflarını gördüm ve kendilerini tebrik ettim…İki yıl kadar sonra erkek öğretmen arkadaşımız, bir trafik kazası geçirdi ve tedavi olmasına rağmen, felç olmaktan kurtulamadı…Tekerlekli sandalyeye bağımlı kaldı…Ancak, sevgili eşinin ona gösterdiği şefkat, olağanüstüydü...Bütün ilgisini eşinin üstüne yoğunlaştırmıştı…Hayranlıkla izliyordu herkes bu davranışlarını…

İki tane de çocukları vardı ve onların bakımları da eklenince, gerçekten çok ağır bir yükün altına girmişti…Dimdik, vakur duruşunu gördükçe, alnından öpmek geçiyordu, içimden…Ben, o okuldan ayrıldım, başka bir okula tayin edildim…6 ay sonra bana iletilen bir haberle, eşinin vefat ettiğini öğrendim…Cenazesi kaldırıldığında çok üzgündü…Mezarına toprak attım, arkadaşımın…Bir boş mezar da yanında duruyordu…Sordum, bu kimin diye…Eşini işaret ettiler…İki mezar satın aldı…Ölünce eşinin yanına gömülmesini vasiyet etti, dediler…Göz yaşlarımı tutamadım…Benimle birlikte ağlayan o kadar çok insan vardı ki…

Sevgili dostlar!..Hep deriz ya…Önemli olan kara gün dostlarıdır, diye…Aynı şey eşler için de geçerli…Önemli olan hastalıkta da tek yürek olabilmektir…Birlikte mücadele etmek, birlikte direnmek, birlikte saf tutmaktır…Güzel günler, sağlıkta da hastalıkta da birlikte geçen günlerdir…Ne mutlu, böyle bir birlikteliği yaşayanlara…

Asım ERDOĞAN