HİKAYELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HİKAYELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


'Dişi aslan avladığı ceylanı yemeğe başlarken karnında yavrusu olduğunu fark eder..
Yavruyu ölmüş ceylanın karnından çekip çıkarır lakin iş işten geçmiş, yavru çoktan ölmüştür..
Aslan, annesi ölmüş yavruyu yere koyar ve ağır adımlarla bir kenara çekilip yere uzanır..
Bu fotoğrafları çeken fotoğrafçı uzun süre aslanın hareketsiz kalmasından şüphelenir ve cesaretini toplayarak aslanın yanına yaklaştığında onun öldüğünü görür..
Aslanını ölüm nedenini öğrenmek için götürdüğü veteriner karnını yarar ve kalbinin patlayarak parçalandığını tespit eder..
Bu fotoğrafı gördükten ve altındaki bu bu yazıyı okuduktan sonra anladım ki; Aslan yürekli olmak,
gücüne dayanarak senden zayıfların hayatına kast etmek değil;
masum bir annenin yada bir yavrunun ölümüne sebebiyet vermiş olmanın üzüntüsüne yüreğinin dayanamaması demekmiş..
Bu yüzdendir ki hayvan dediğimiz o varlıklar,
insanlardan binlerce kat daha iyiler..


Güvercin sahibinin, önüne geçilemez, galebe çalınamaz bir merakı
vardı: İkide bir de tuhaf çeşitlerden yavrular almak için çiftleri birbirinden
ayırır, Şaminin erkeğini kesmenin dişisine, ötekinin dişisini berikinin
erkeğine eş etmek için onları yeni sevdalariyle mahfî ve mestur birer zifaf
yerine kapardı. Bir gün bu merakına Zevrak'la Ebrû hedef oldu. Çırpınarak
i'tiraz etdim. Onlar kümesin en genç, en âşık, en mesûd, hattâ en güzel
çiftiydi. Onlara ilişmek bir parça da bana ilişmek gibiydi. O, mutlaka
fikrinde galebe çalmak için öyle sebepler buldu ki bana mağlûp olmak lâzım
geldi. Ebrû gök mâî bir erkekle, Zevrak bir dişi sarı ile kapandılar. O, bana
bu aşk fâciasından beklenen neticenin hemen zaferini ilân eden bir sesle:
«Bakınız ne güzel yavrular alınacak...» diyordu.

Ben artık bütün kümesi unutmuştum; yalnız bu mahbus çiftlerle meşgul
oluyor, şu hicran devresinde onların bîçâre mecruh kalplerini hisse
çalışıyordum. Zevrak'la Ebrû'ya verilen yeni eşler, eşsizdiler. Kendilerinin
mahremiyeti dâiresine tahsis olunun yeni eşlere hemen sevda ihsas etmek
gayretine düştüler: Gök mâî Ebrû'nun etrafında kuyruğunu sürterek, göğsünü
şişirerek yaşamak sevmek demek olduğunu izaha çalışıyor, sarı muhteriz
taşkınlıklarla Zevrak'ın boynuna gagalıyordu. Fakat ötekiler!.. Ötekiler gûyâ
ağlıyorlardı. Kafesin köşesine büzülmüş, başlarını içeri çekmiş, ağır ağır
kapanarak artık hayatı görmemek isteyen gözleri bulanmış, yemek içmek bile
düşünmeyerek, mateme upramış bedbaht sevdalarına sakit yaşlar döküyorlardı.

Bir sabah Ebrû'nun kafesinde hayret edecek bir şey gördüm: Ebrû yeni
âşıkının ağzını öpüyordu. Nasıl? Ebrû, sen de ah, mini mini kadın, sen de o
sadakat yeminlerini unutan kadınlara benziyordun, değil mi?

O gün güvercinin sahibine anif bir sesle haber verdim: «Şimdi artık
Ebrû'yu çıkarabilirsiniz, yeni âşıkıyle uyuşuyor.» O, güldü, ötekini sordu:
«Zevrak, Zevrak ne yapıyor?» Şübheli bir sesle: «Şimdilik hâlâ düşünüyor!»
dedim.

Bunu şübheli bir sesle söylediğime ne kadar hatâ etmişim! Zavallı
Zevrak! İşte senin hâtırandan aflar diliyorum. Fakat o vefasızdan sonra nasıl
hükmedebilirdim ki, yeni mâşukanın bütün tesliyetleri, bütün okşayışları
neticesiz kalacak; sen haftalarca o sevda fâciasının, o hıyanetin matemleriyle
yüreğinin yaralarını zehirliye zehirliye, her dakika bir parça daha ölerek,
bir parça daha bu hayattan, bu hayatın yalan aldatan saâdetlerinden kaçarak,
eriyeceksin, biteceksin?..

Evet, Zevrâk teverrüm etti, hiç bir şey değil, teverrüm etti; ne
yanındakine, ne kafesin bir tarafından görünen semâya, hattâ kafesin ters
tarafından gelerek kayıtsız, fütursuz bir nazarla içeriye bakmağa çalışan
Ebrû'nun gölgesine bile küçük bir iltifat nigâhını israf etmeyerek, hep o
köşesinde ıslanmış bir kuş mazlumiyetiyle can çekişerek, Zevrak, bir gün son
nefesiyle gagasını açtı; bir küçük şikâyet sesi, ufak bir gu!... bile çıkmadan
öldü.

Biçâre sevda kurbanı!.. O zaman bana bu fâcia, bir güvercin, bir
Zevrak olmak için ne büyük bir arzû vermiş idi! Ben de öyle mes'ud bir
sevdadan sonra onun hicranıyle erimek ölmek isterdim; ben de bir birinciden
sonra saâdet aramamak düşünürdüm; fakat anlaşılan bu mes'elede Zevrak'tan
ziyade Ebrû'nun felsefesinde isabet var!..  


Halid Ziya UŞAKLIGİL
_Zevrak ile Ebru Adlı Hikayeden Kısmi Alıntıdır_



Gerşkoviç, Emniyet Müdürü'nün odasından büyük bir sıkıntıyla çıktı.
Orel'den ilk trenle ayrılması söylenmişti, yoksa kendileri göndereceklerdi.
Orel'den ayrılmak demek, işinin artık sona ermesi demekti.

Elinde çantasıyla, karanlık bir sokağa saptı,; ağır ağır yürüyordu.
Köşede uzun boylu bir kadınla karşılaştı.

- Gelsene, şekerim.

Gerşkoviç başını kaldırdı; kadına bakarken gözlükleri parıldıyordu. Bir
an düşündükten sonra cevap verdi:

- Peki.

Kadın koluna girdi onun. Köşeyi döndüler.

- Nereye gidiyoruz? Otele mi?
- Bütün gece kalacağım, dedi Gerşkoviç, senin evine gidelim.
- Üç rubleye patlar bu, babalık.
- İki, dedi Gerşkoviç.

İki buçuk rubleye anlaşıp yürüdüler.

Orospunun odası küçük ama temizdi; yırtık perdeleri, bir de pembe
abajuru vardı.

İçeri girdiler. Kadın mantosunu çıkardı, bluzunun düğmelerini çözdü...
göz kırptı.

Gerşkoviç, suratını ekşitti:

- Ne aptalca şey!
- Aksiliğin üstünde, babalık.

Gerşkoviç'in dizine oturdu kadın.

- En aşağı yüz kilosun, dedi Gerşkoviç.
- Seksen.

Gerşkoviç'in şakaklarındaki kır saçları uzun uzun öptü.

Gerşkoviç suratını ekşitti yine.

- Yorgunum. Uyumak istiyorum.

Kadın ayağa kalktı. Yüzü asılmıştı.

- Yahudi misin?
- Hayır.

Kadın:

- Babalık, dedi ağır ağır, on rubleye patlar bu iş.

Gerşkoviç kalkıp kapıya yürüdü.

- Beş, dedi kadın.

Gerşkoviç döndü.

Ceketini çıkarıp asacak bir yer ararken, yorgun bir sesle:

- Yap yatağı, dedi. Adın ne senin?
- Margarita.
- Çarşafları değiştir, Margarita.

Yatak geniş, şilte yumuşacıktı. Ağır ağır soyundu Gerşkoviç, beyaz
çoraplarını çıkardı, terleyen ellerini bacaklarında dolaştırdı. Kapıyı
kilitleyip anahtarı yastığın altına koydu, sonra uzandı. Margarita, esneyerek,
hiç acele etmeden, elbisesini çıkardı, omzuna bir göz atıp bir sivilceyi
patlattı, saçlarını çözmeye koyuldu sonra.

- Senin adın ne, babalık?
- Eli, İlya İzakoviç.
- Tüccar mısın?

Gerşkoviç, belli belirsiz bir sesle:

- Bir işim var işte, dedi.

Margarita ışığı söndürüp yanına uzandı.

- İyi besiye çekmişsin kendini, dedi Gerşkoviç.

Biraz sonra uyudular. Ertesi sabah parlak gün ışığı doldu odaya.
Gerşkoviç uyandı, giyinip pencereye gitti.

- Bizim orada nereye baksan deniz görürsün, burada ise nereye baksan ova
görüyorsun, dedi. Güzel bir şey.

- Nerelisin? diye sordu Margarita.
- Odessa'lıyım. Güzel yerdir. Şehirlerin en güzeli...

Hafifçe gülümsedi.
Margarita:

- Bakıyorum, her yeri seviyorsun, dedi.
- Doğru, dedi Gerşkoviç. Her yer iyidir, insan varsa tabii.

Margarita, dirseğinin üstünde doğrularak:

- Ne aptalsın, dedi. İnsanlar kötüdür.
- Hayır, dedi Gerşkoviç. İnsanlar iyidir. Kötü olduklarına
inandırılmışlardır sadece, böyle düşünmeye alışmışlardır.

Margarita bir an düşündü, gülümsedi. Gerşkoviç'i dikkatle süzerek:

- Komik bir yapın var, dedi.
- Arkanı dön, giyineceğim.

Kahvaltıda çay içip kurabiye yediler. Gerşkoviç, Margarita'ya ekmeğe
nasıl tereyağı sürülüp üstüne nasıl sosis konulacağını gösterdi.

- Yap bir kere... Ben artık gideyim.

Çıkarken:

- Al üç ruble, dedi Gerşkoviç. İnan sözüme, adam bir kopeği bile zor
kazanıyor.

Margarita gülümsedi:

- Pinti Moruk. Üç olsun bakalım. Bu gece de geliyor musun?

- Evet.

Akşam olunca yiyecek bir şeyler getirdi Gerşkoviç: Balık, bir şişe bira,
sosis, elma. Margarita koyu renk bir elbise giymişti. Yemek yerken konuştular:

Ayda elli rubleden azıyla dünyada geçinemiyor insan, dedi Margarita. Bu
meslekte elbiseye pek para gitmiyor ama sabah akşam çorbayla karnını
doyuramazsın ki... On beş ruble de kira veriyorum.

Gerşkoviç, balığı eşit parçalara bölmeye çalışarak, düşünceli düşünceli:

- Odessa'da on ruble verdin mi en güzel odayı tutarsın Moldavanka'da.
- Sonra bir sürü takılan oluyor. Kafayı çeken sarkıntılık ediyor...
- Kader, dedi Gerşkoviç.

Sonra ailesini, bozulan işlerini, askerdeki oğlunu anlattı.

Margarita, başı masaya dayalı, dikkatli, sessiz, düşünceli, dinledi.

Yemekten sonra, Gerşkoviç ceketini çıkarıp kuru bir bez parçasıyla
gözlüğünü sildi. Küçük bir masanın başına oturdu, abajuru biraz çekip iş
mektupları yazdı. Margarita da saçlarını yıkadı.

Gerşkoviç, kaşlarını kaldırmış, ağır ağır, dikkatle yazıyor, arada bir
durup düşünüyor, kalemi mürekkebe batırdıktan sonra silkeleyip uçtaki fazla
mürekkebi akıtıyordu.

Yazmayı bitirdikten sonra, Margarita'yı bir dosyanın üzerine oturttu.

- Ağırlığı olan bir kadınsınız, hanımefendi, lütfen oturunuz.

Gerşkoviç gülümsedi. Gözleri küçülmüştü, ışıl ışıldı. Gözlükleri
parlıyordu.

Ertesi gün Orel'den ayrıldı Gerşkoviç. İstasyonda, trenin kalkmasına
birkaç dakika kala, dolaşırken Margarita'nın elinde ufak bir paketle hızlı hızlı
geldiğini gördü. Pakette börek vardı, kağıt yağ içinde kalmıştı.

Al al olmuştu Margarita'nın yüzü, kederliydi. Hızlı yürümekten, göğsü
bir inip bir kalkıyordu.

- Yolluk getirdim sana, dedi, pek bir şey değil ama...
- Teşekkür ederim, dedi Gerşkoviç. Böreği aldı, düşünceli düşünceli
kaşlarını kaldırdı bir an, sırtını kamburlaştırdı.

Üçüncü çan çaldı. Tokalaştılar.

- Hoşçakal, Margarita Prokofiyevna.
- Güle güle, İlya İzakoviç.

Gerşkoviç, kompartmanına girdi. Tren kalktı.


İzak BABEL
Kaynak : Çağdaş Rus Hikayeleri Antolojisi, Varlık Yayınları, Nisan 1971,

Çeviren: Ülkü Tamer