KİTAP TANITIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KİTAP TANITIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Martin Grunwald

TOTEM YAYINCILIK

“Fiziksel yakınlık olmadan sağlıklı ve mutlu yaşayamayız.”

Martin Grunwald, „Dokunma hissi olmadan, yaşam mümkün değildir ve Homo Sapiens
hayatının her saniyesinde Homo Hapticus’tur,“ der.


Bir duyu sistemi nasıl olur da bu kadar hayati bir önem taşıyabilir?

Bir kişi kör veya sağır doğabilir ve buna rağmen hayatını sürdürebilir. Koku ve tat alma
duyusunu da kaybedebilir ve bu onun yaşamını tehlikeye sokmaz. Ancak dokunma duyusu
için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu sistem olmadan kendi varlığımızı bile bilemeyiz.

Bu kitapta yazar, kısa bir kucaklaşmanın neden bin kelimeden daha fazla teselli ettiğini,
depresyona ve endişeye karşı masajın nasıl etkili olduğunu, dalgıç kıyafetlerinin anoreksiya
tedavisinde ki olumlu etkilerini, tabletlerin neden çocuklarımızın konuşma gelişimini
geciktirdiğini ve iş görüşmelerinde sıcak elle tokalaşmanın neden şansımızı artırdığını somut örneklerle ortaya koyuyor.


Yayın Yılı: 2011
Kitap Kağıdı
200 sayfa

13,5x19,5 cm
Karton Kapak
ISBN:9754471827
Dili: TÜRKÇE


Ahmet Mithat Efendi tarafından 1875 yılında kaleme alınan ve batılılaşmanın insanlar üzerindeki yarattığı etkiyi anlatan ilk Türk romanlarındandır.

Romanda Felatun ve Rakım adında iki kahraman vardır. Felatun babadan kalma zenginliği ile gününü gün ederken, Rakım ise gayretli, dürüst, güvenilirliği ile etrafında sevilen, sayılan; çalışkanlığı ile takdir edilen bir insandır.

-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-

Aslına bakarsanız bu iki karakter günümüzde hala mevcut. Sadece modern anlamda kılık kıyafeti kendine örnek alarak yeniliklere açık olduğunu ve hatta bir Avrupalı'dan farkı olmadığını savunan ancak özünde hala eski niteliklerini barındıran kısacası kafaca değişmeyi beceremeyen insanları anlatması açısından da önemli bir kitap...

Elbette ki tüm kitabı burada anlatmak niyetinde değilim ancak yanlış batılılaşma yolunda yazılan ilk Türk romanlarından birisi olmasından dolayı bence okumakta yarar var diye düşünüyorum. Okumuş olanlara bir sözüm olamaz elbette.

Aslına bakarsanız Şubat ayında almış olduğum bu kitabı bloğumun sol tarafında kitap kapağını koyarak sizlerle paylaşmıştım ancak sadece yirminci sayfasına kadar okuyabildiğim bu kitap her nedense sıkmıştı beni. Aradan geçen iki-üç aylık bir zaman diliminden ve sınavlarında bitmesiyle yeniden elime alıp okumak isteği geldi diyebilirim. Çünkü bu zamana kadar okumaya başladığım bir kitabı alıp da yarım bıraktığım olmamıştır. Olduysa da mutlaka kitabın yazınsal ya da konusal bir sıkıntısından dolayı bırakmışımdır. Her neyse ki bu bir hafta içinde ala koya bitirdim. Ne de olsa çalışan insanız. Aslında bir gün içinde bile okunabilecek bir kitap. Önceleri sıkıldığım ve okumaktan vazgeçtiğim kitabı bitirince, hele ki sonu benim de istediğim gibi bitince değmeyin keyfime... Ne yapayım Allah biliyor ya hüzünlü biten hiçbir kitabı sevmiyorum, okusam bile beni fazlasıyla etkisi altına alıyor. 

Diyeceğim o ki ders kitaplarımın bir tanesinde ödev olarak verilmiş ve okuyun denilen bu kitabı bitirmenin mutluluğu içerisinde size de tavsiye ediyorum. İlk başta sıkıldığım gibi bu sefer sıkılmadan okudum. Şimdi de sıra okumak isteyen sizlerde...



Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL




Bir süre önce okumaya başladığım ve okurken hem düşündüren hem de tüm zamanlar için geçerli olan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Okuyanların yanı sıra okumayanlarında göz ucu ile kitapçıların raflarında gördükleri, okusam mı okumasam mı diye ikilemde kaldıkları bu eser Feridüddin Attar’a ait olan Pendname…Öncelikle Feridüddin Attar hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse, internet ortamından derlediğim şu bilgileri paylaşmak yerinde olacaktır.

  • Ferîdüddin Attâr (Faɾsça: فرید الدین عطار‎) ya da tam adıyla Ebû Hâmid Feɾîdüddin Muhammed bin Ebî Bekiɾ İbɾâhîm-i Nîsâbûɾî, Hoɾasan'nın en önemli döɾt şehɾinden biɾi olan Nişabuɾ'da 1136 yılında doğmuş 1221 yılında vefat etmiş ünlü biɾ İɾanlı şaiɾ ve mutasavvıftıɾ. Hekim ve eczacı olmasından dolayı Attâɾ (aktaɾ) olaɾak anılıɾ.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Galip ve diğeɾ mutasavvıflaɾ taɾafından yüceltilen Attâɾ, çoğu günümüze kadaɾ ulaşan pek çok eseɾ bıɾakmıştır.
Bazı tarihςiler Ferîdüddin Attâr'ın tasavvufta adet olduğu üzere seyahatler yaρtığından, Mekke'ye gidip Кabe'yi ziyaret ettiğinden, hatta Şam, Mısır, ve Hindistan'a kadar gittiğinden söz ederlerse de bunlar ispatlanmamış rivayetlerdir. Hayatının sonuna doğru yazdığı Esrarname 'de Кabe'yi görme arzusu iςinde olması Hicaz'a gitmediğinin delilidir.”

Pendname kelime itibariyle Fars kökenli olup öğüt kitabı, nasihat kitabı anlamlarına gelmektedir. Mesnevi formatında yazılan bu eserlerin vasıfları dînî, tasavvufî ve ahlâkî-didaktik karakter arzetmeleridir. Bu nedenle de pendnameler, insanlara doğruyu göstermeyi,  ahlak ve din konularında öğütler vermeyi, halkı ve devlet adamlarını olgunlaştırmayı ve de erdemli kılmayı hedefleyen eserlerdir.
Bu konuda ki en önemli ve orijinal eser ise Feridüddin Attar’a ait olan Pendname’dir. Attar’ın bu eseri asırlar boyunca tüm doğu İslam ülkelerinde hemen hemen her sınıf halk tarafından okunmuş, geniş ve derin bir yer bırakmış olup itinalı bir şekil ve üslupla yazılmıştır.

Pendnameler üzerine daha fazla şeyler söylemek mümkündür. Ancak sizlere, okuduğum kitap olması açısından kısacık da olsa parantez içerisinde bir şeyler paylaşmayı uygun gördüm. Şimdi ise gelelim Attar’ın meşhur Pendnamesine. Kitap ince bir kitap ve aslına bakarsanız bir günde okunacak kitaplar arasında. Bu kitabın içeriği kişilere, devlet büyüklerine, ahlaki, dini, tasavvufi ve daha bir çok konularda öğütler veren, yanlış ile doğrunun ayrımını bildiren bir kitap. Karbon Kitaplar tarafından basılan ve çevirisi Ahmet Metin ŞAHİN tarafından yapılmış olun bu kitaptan beğendiğim alıntılardan birkaçı..

DUALARI KABUL EDEN ALLAH’A YAKARIŞ
50/
“Öldürüp kabr içre koymazdan teni,
Beklerim Rabbim günahtan sil beni!
Canı Rabbim benden almazdan hele.
Girsem elbet kalbe nur iman ile!”



NEFSİ EMMAREYİ KÖTÜLEME
“Aklı çoklar şükreder her nimete,
Nefse hakimler erişmiş izzete.
Öfke yenmiş kimseler ey genç, inan,
Kurdular elbette bir dertsiz cihan!
Ahmak insan olmuş elbet olk kişi,
Hep nefis ardında koşmaktır işi.
55/
“Hem bozulmuş fikrin ardından gider,
Zanneder Allah bırakmaz, affeder!”
….
60/
….
“Sevmez Allah halkı incitmişleri
Huysuz insan olmaz asla din eri!
Hem sitemkar, atsa ayrık kalbe ok,
Kendinin gönlünde açmış derdi çok.
Halkı incitmekse şahsın niyeti,
Sonda elbet ağlamakmış kısmeti.”

Konuya ait başlıklar altında verilen bu öğütler geçmiş, gelecek ve şu an arasında adeta bir köprü vazifesi görmekte. Çünkü yüzyıllar önce kaleme alınmış bu satırlar hala geçerliliğini korumakta ve bizlere öğütler vermekte. Bu nedenle de baş ucumuzda ve elimizin altında olması gerekli olan kitaplar arasında yer almaktadır. Okumanız ve tavsiye etmeniz dileğiyle…

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL





Özgün Adı - The Fıve Love Languages - Gary CHAPMAN 
Koridor Yayıncılık
2007

Bir süredir ara verdiğim kitap okumaya sınavların bitmesiyle yeniden başlamış bulunmaktayım. Özellikle iş yerinde bulduğum vakit aralıklarında okumak bana oldukça iyi geliyor. Çalışırken nasıl kitap okumaya vakit buluyorsun diye soranlara ise tek diyebileceğim şey ise ancak şu olabilir; insan istedikten sonra kitap okumak için vakit yaratabilir...

Kitapçılarda dolaşmayı çok severim. Benim için apayrı bir dünyanın kapılarını araladığına inanırım. Kitap okumayı seven insanlara da ayrıca bir sempati duyarım. Kim duymaz ki ! Evet, iş hayatı derken okul ile birlikte ara verdiğim kitaplarıma geri döndüm. En azından bir tanesini okuyabilmek bile beni mutlu etmeye yetecekti. Ve aldığım 5 kitabın içinde Gary Chapman'a ait olan “Beş Sevgi Dili”adlı kitabı tercih ettim. Bilmem neden. Belki de içinde sevgi sözcüğü geçtiğindendir kimbilir....!

Herneyse.. Sonuçta kitap bitti. Beğendiğim ve oldukça da yararlı bulduğum bu kitabı daha önce okumamış herkese tavsiye edebilirim. Özellikle de evliliğinde sorunları olan, evlilik aşamasında ya da yeni bir aşka adım atmış olanlara..

Çünkü evlilik gibi kutsal bir kurumun çatısı altında birbirlerine aşık olarak evlenen çiftlerin, zamanla gündelik sıradan bir yaşantıya nasıl adapte olduklarını ve evliliklerinin hatta hatta flört dönemlerindeki o güzelliklerin nasıl da zamanla ortadan kaybolduğunu gözler önüne seriyor. İşte bu kitap bir evlilik danışmanının kaleminden yola çıkarak, ilk dönemdeki karşılıklı sevgiyi, saygıyı, heyecanı ve de aşkı kaybetmiş olan çiftlerin boşalan sevgi depolarının yeniden doldurulması ama bunun içinde bir takım aşamalardan geçerek birbirlerinin eksik ya da hoşlandıkları yönlerini yeniden ortaya çıkartmak adına ilişkileri yeniden masaya yatırmaktadır.

Kısacası herkes için yararlı bulduğum bu kitabı okumanızı illa ki tavsiye ediyoru... Ve mutlaka kitaplığınızda yer almazı gerektiğini düşünüyorum. Kimbilir bugün olmasa bile bir gün ihtiyacınız olabilir...

Sizlere keyifli okumalar dileğiyle....


Mehpare ÖĞÜT





Son Cuma – Yıldız Sarayı’nda Sönen Kandil ; Sultan Abdülhamid Han;

Ünlü tarihçimiz Cemal Kutay’ın kaleme aldığı, devrin önemli şahsiyetlerinin tuttukları günlüklerle, Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilişi, 31 Mart olayının gelişme süreci ve sonuçları belgeler dahilinde anlatılıyor. Tarihi öğrenmek ve olayların sürecini anlamak bakımından oldukça yararlı bulduğum bu kitabı sizlerin de okumasını tavsiye ediyorum, en azından henüz okumamış olanlar var ise. Oldukça güzel ve anlaşılır bir dille yazılmış olan kitapta, “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü hatırlatır tarzda, her devirde buna benzer olayların yaşandığı, halkı galeyana getiren iç güçlerin yanı sıra dıştan gelen etkilerin de bir ülkenin kaderini nasıl tayin ettiğini gözler önüne sermektedir.. Ne var ki ülke yönetiminde olan insanların her daim ellerinde bulunan güçleri iyi değerlendirmesi, ülkesinin ve insanlarının refahı ve mutluluğu adına kendi hırslarından vazgeçmesi gerektiğinin de önemini vurgulamaktadır.

Kitabın arka yüzünden:
 “Sultan Abdülhamid Han’ın olaylara kendine has bakışını, diyaloglarını, saray erkanı ile özel görüşmelerini, gündelik hayatının detaylarını ilgiyle okuyacaksınız. Bir devrin kapanışının gizli kalmış anılarını içeren, araştırmacılara da kaynak teşkil edeceğine inandığımız bu günlükleri kıdemli tarihçi Cemal Kutay’ın kaleminden okurlarımıza sunmaktan mutluluk
duyuyoruz.” (Kitabın arka kapağından alıntılanmıştır)

Bol kitaplı günler dileğiyle, 

Mehpare ÖĞÜT







Kitabın Özgün Adı : A Thousand Splendid Suns
Türkçesi : Püren ÖZGEREN & Everest Yayınları

Biri 14, diğeri 15 yaşında iki çocuk…Yaşlarından önce olgunlaşmış iki genç kadın.  Ve hayatın, onlara, hayallerinin dışında çizdiği farklı yollar. “Harami” lakabının üste yapışması ve bir ömür boyu taşınması. İstenmeden zoraki yapılan evlilikler, kesişen yollar, hayal kırıklıkları, kırgınlıklar… Umutların bir bir kaybolması. İç savaşın patlak vermesi, kaçışlar, yakalanışlar, dövülmeler, kandırılmalar, roketler, dağılan bedenler…Her şeye rağmen bitmek bilmeyen yaşam umudu ve mücadelesi.

Baştan sona hüzün dolu bir kitap. Okurken yüreğinizin sıkışacağı, gözlerinizin dolacağı ve daha çocukken ergenliğe ulaşan ve hiç tahmin edemeyecekleri şeyleri yaşamak zorunda bırakılan iki genç kadın, iki sübyan… Hayatın insanlara ne zaman ne getireceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Ve bu kitabın iki kahramanı olan Meryem ve Leyla’da bilemezdi elbette. Kendi adıma düşünüyorum da böyle bir şeyi yaşamak zorunda kalsaydım ya da günün birinde yaşayacak olsam şayet, onlar kadar mücadeleci, onlar kadar dayanıklı olabilir miydim acaba !!!

Bu kitap yazar Khaled Hosseını tarafından kaleme alınmış olup yazarın şu ana kadar yazdığı iki kitaptan ikincisidir. Öncelikle gerçekten yazarı kutlamak gerekiyor çünkü; kullandığı dil itibariyle okurken anlamak adına hiçbir zorluk çekmiyorsunuz. Gayet yalın bir dille, yaşanan olayları saptırmadan ve de üstüne katmadan olduğu gibi anlatmış. Okurken kendinizi kitabın içinde hissediyor olmanız da en büyük ayrıcalık ki, çoğu yazarın kitabında bunu yaşamak bazen imkansızdır en azından benim için. Mutlaka okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konunun işlendiği bu kitap, bizlere, günlük yaşamımızı sürdürürken, yanı başımızda ki komşularımızın yaşadıklarını ve insanlık suçu olarak nitelendirilen vahşi katliamları, işkencelerı, dışlanma ve tecavüzleri bir bir gözler önüne sermektedir.
Günümüzde hala bu tür vahşetlerin yaşandığı ama kimilerinin ayakta alkışlayıp, kimilerinin de acıyan gözlerle uzaktan seyretmeyi seçtiği bu olaylar acaba bir gün son bulacak mı ne dersiniz !!!

Son söz olarak şunu söylemek isterim ki; bu dünya üzerinde yaşayan bir kadın olarak, kitapta anlatılan ve gerçeklerden yola çıkılarak paylaşılan bu olaylar neticesinde, bizlere özgürlüğümüzü sunan, kadın-erkek arasında ki eşitliğimizi sağlayan ve kadını cinsel bir obje olmaktan çıkarıp, bir birey olarak her konuda eşitlik sağlayan yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzü bir kez daha saygı, şükran ve sevgiyle anıyorum…

Kitapsız kalmamanız dileklerimle…
Mehp@re ÖĞÜT




İlk defa 2004 yılında kitaplarıyla tanıştığım ve o zamandan bugüne değin müdavimi olduğum, okuduğum her kitabından büyük bir keyif aldığım ve belki de bana ilham kaynağı olan yazar Danıelle STEEL’in okumuş olduğum son kitabı “Aşkın Büyüsü”…

Geçen yaz aldığım kitaplardan biri ve ancak bu sene okuyabildiğim bir kitap. Bazı kitapların okumak adına aceleye gelmemesi taraftarı olduğumdan, her zaman yaptığım gibi sona sakladığım kitaplarımdan biriydi. İlk okumaya başladığımda ve özellikle ilk birkaç sayfa biraz sıkıcı gibi geldi ve ilk defa STEEL’e ait bir kitabı okumadan bırakma kararı aklımdan geçmişti ki, içimden bir ses oku dedi. Konusu aşk ve korku üzerine kurgulanmış bir kitap. Adı Aşkın Büyüsü olup da nasıl korku üzerine bir kitap olabilir diye bir düşünce geçebilir elbette akıllardan ancak, eğer hayatınızda sosyopat bir sevgiliniz / sevdiğiniz var ise şayet, endişe ve korkunun olmaması abes olur kanımca…

Roman kahramanları Fiin O’Neill ve Hope… İkisi de kendi alanlarında tanınmış ve ünlü birer insan. Hope büyük başarılara imza atmış bir fotoğrafçı, Fiin ise ünlü bir yazar. İkisinin de yolları Hope’un, Fiin’in son romanının kapak fotoğraflarının çekimi için anlaşmasıyla kesişiyor ve aralarında başlayan tutkulu aşk, ardından ise duyguları ile korku ve endişe arasında sıkışan bir kadının bu çıkmazdan nasıl kurtulacağını anlatıyor. Sevdiği erkeğin yazdığı romanlarda ki karakterler gibi bir canavar mı yoksa sevgi dolu bir erkek mi olduğunu anlamaya çalışan Hope, her şeye rağmen onu sevmeye devam mı etmeli yoksa ondan bir an önce kurtulmalı mı ? Bu sorularının yanıtlarını bulmaya çalışıyor…

Her zaman ki gibi oldukça sürükleyici bir Danıelle STEEL kitabı. Kitabı bir süreliğine mola vermek adına bıraktığınızda bile aklınız kalıyor dersem doğru söylemiş olurum…
Kitap severlere ve özellikle de henüz okumamış olan Danıelle STEEL hayranlarına yüzde yüz tavsiye edebileceğim bir kitap…

Başka bir kitapta buluşmak üzere,,, okumaktan geri kalmamanız dileklerimle…

Mehpare ÖĞÜT
Annem hep, “Başkaları için savaş bitti. Ama bizim için daha yeni başladı” diyor…

PEGASUS YAYINLARI – Ullstein Buchverlage Gmbh, Berlin, 2001 yılında Ulstein Taschenbuch Verlag tarafından yayınlanmış ve ülkemizde ise ilk baskısı 2010 yılına ait olan “Leyla” Alexandra CAVELİUS tarafından kaleme alınmıştır…

Leyla, henüz 16 yaşında bilmediği ve anlam veremediği bir savaşın içine düşmüş Bosnalı bir genç kızın, kabuslarla dolu yıllarını anlatmaktadır. Leyla ile birlikte binlerce kadının gözleri önlerinde öldürülen eş, çocuk, akrabalarıyla birlikte, evlerini terk etmek zorunda kalmalarına, genç/yaşlı demeden çocukları ile birlikte hapsedildikleri toplama kamplarıhda uğradıkları toplu tecavüzleri, geçirdikleri travmaları anlatmakta olan oldukça yürekleri burkan ve okurken insanı olayların içindeymişçesine yaşatan hikayelerini anlatmakta. Ve bu hikayenin en büyük kahramanlarından biri de Bosnalı Leyla’dır. Başından geçen onca şeye karşın içinde her daim küçücük de olsa umut barındırabilmiş ve bir gün yaşadığı bu kabusların biteceğine olan inancıyla ayakta kalmayı başarabilmiştir…
Ayrıca savaşın karanlık yüzünü ve insanlar üzerinde bıraktığı ruhsal bozukluklara da değinmesi açısından da oldukça önemli…

Kitap hakkında çok fazla detaya inmek istemiyorum ama kitaplığımda sona sakladığım kitaplardan biri olarak, sadece bir günde okuduğumu söyleyebilirim. Oldukça sürükleyici ve bir sonra ki sayfada Leyla’nın başına gelebilecek şeyin merakını uyandıran, herkesin anlayabileceği sade bir dille yazılmıştır.

Bu arada yazar hakkında da kısa bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.

Alexandra CAVELİUS, 1967 yılında doğmuş ve serbest çalışan bir gazetecidir. Alman gazete ve dergilerinde yazı yazmaktadır. Cavelius savaş sonrasında Uluslar arası Mahkeme’ye çıkmaya hazırlanan kadınlar üzerine yaptığı bir araştırmayı hazırlarken Saray Bosna’da bir köyde Leyla ile tanışmıştır. Kitapta kişilerin ve yerlerin isimleri değiştirilmiştir. Cavelius aynı zamanda Rabia Kadir’in yaşam öyküsünün yer aldığı Ejderha Savaşçısı adlı bir kitap yazmış olup, Berlin’de yaşamaktadır.

Bu arada kitabı okuyan ve arka kapakta yer alan birkaç eleştirmeninde düşüncelerini paylaşmakta yarar görüyorum…

Allt on Böcker
-Bu kadar acı ve yürek burkucu bir kitap okumadım. Ağlayarak elimden bıraktığım kitaba her seferinde geri döndüm. Korkunç bir öyküydü. Bir zamanlar basın organlarında Yugoslavya’nın adıyla birlikte duyduğum “etnik temizlik”, “toplama kampı”, “toplu tecavüz” gibi sözcüklerin en anlattığını bu kitapta anladım.

Svenska Dagbladet
-Balkanlarda neler olup bittiğini anlatan sarsıcı bir kitap. Leyla kendisinin ve başka kadınların yaşadıkları cehennemi haykırıyor. Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitirmeden duramıyorsunuz.

Dagens Nyheter
-Eğer yetkim olsa her okula insanlık dersi diye bir ders koyar ve bu kitabı herkesin okumasını zorunlu kılardım.

Kitapla ilgili bu düşüncelerden sonra eminim okuma istediği duyacaksınızdır. Hala okumayanlarınız varsa mutlaka bu kitabı edinip okuyun derim…

Bir başka kitapta buluşmak üzere,,,

Mehpare ÖĞÜT




Öncelikle Şairane Blogspot olarak şahsım ve siz sayfa takipçilerim adına Sayın Ali AYTAÇ'a teşekkürlerimle...
*
Ülkemizde 21 Temmuz 2010, Almanya’da ise 03 Şubat 2011 yılında kitapseverlerle buluşan İksir “Şehir Sendromu” Ali AYTAÇ tarafından kaleme alınmış olup, 15 yıllık bir fikir birikimi sonucu ortaya çıkan bir kitaptır. Kitap, beton yığınları arasına sıkışıp kalan hayatları, sıradanlaşan ve gün geçtikçe duygusuzlaşan insan ilişkilerini anlatmaka; şehir hayatı içerisinde zamanla yitirilen duygulara, insanların sırf hırsları uğruna kaybettiği değerlere yer vermekte…

Kitapla ilgili Düşünceler

“Manüskrisini büyük bir ilgiyle okuduğum “Das Elixier”i çok beğendim ve etkilendim.
Okuyucuya nasıl hitap edebileceğinizi ve ilgi uyandırabileceğinizi çok iyi bildiğiniz eserin daha ilk sayfalarında anlaşılıyor.
Eserde Almira’nın kendine sorduğu hayat ve hayatın anlamını siz heyecanlı, duygusal ve okuyucuda derin etkiler bırakan bir tarzda anlatıyorsunuz.
Ben çok derinden etkilendim ve anlatımınızın eşsiz bir okuma deneyimi olduğunu düşünüyorum.
Konu çok iyi seçilmiş, kelime seçimi, tarz ve cümle yapısı mükemmel olduğu için okuyucu olumlu tepki verecektir.
Okuyucu eserde kendini bulacaktır ve siz eşsiz bir tarzda günümüz sorunlarıyla nasıl başa çıkılabilineceğini bu eserde sergilemeyi başarmışsınız.”

Wagner Yayınevi
Hauke WAGNER - ALMANYA

*
Frankfurt Kitap Fuarı, Almanya ve/ya Avrupa ve Amerika’nın dahi en büyük fuarlarından...

“Eğer İksir’in sözleşmesini bizimle yaparsanız , İksir bizim Lektoratlar yoluyla ortak kararımız (editörler) 6 önde KİTAP olarak okuyucuya sunulacaktır.
Yani bu demek oluyor ki fuara 1000 yeni kitapla katılan yayınevi İksir’i ilk 6 kitap arasına alacağını söylüyor…

Agust Von Goethe Verlag ( Yayıncı)


***

Ali AYTAÇ Biyografi

Ali Aytaç, 1966 yılında Aydın’ın Karacasu ilçesinde zamanın izlerini taşıyan bir evde dünyaya geldi.
Yaşamın kendine has aktığı bir zaman diliminde renkli bir çocukluk dönemi geçirdi.
İlköğretim ve lise eğitimini Karacasu’da tamamladı.
Lisans eğitimi için Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni tercih etti. Kendisini hiçbir zaman bu bölüme ait hissetmedi.
90’lı yılların başında Almanya’da yaşamaya başladı. Tanıdığı kültürün dışındaki dilde, bilgi yığınında, iklimde vs. yaşamak düşünce sistemini pozitif yönde etkiledi.
Zamanının büyük çoğunluğunu Karacasu’da bulunan yayla evinde geçirmektedir. Roman için Hamburg-Karacasu arasında yoğun seyahat dönemi geçirdi.
Muhtelif konularda, Edebiyat dergilerinde çalışmaları yayınlandı.
Eserleri Almanca, Portekizce, Rusça, Felemenkçe, Japonca, İngilizce olmak üzere dünya üzerinde konuşulan birçok dile çevrildi ve hâlâ da çevrilmektedir.

İksir “Şehir Sendromu” ndan Kısa Bir Pasaj…

Güneş gökdelenlerin arasında kaybolurken , binaları turuncuya boyamıştı .
Gökyüzü lale tarlası gibi doyumsuz bir güzellikteydi.
Elbe Nehri’ne demir atmış gemilerin direklerine konaklayan kuşlar Ev ile İş arasında mekik dokurken şehir insanı neleri kaçırmıştı ?
Arzularına sahip olmak isterken kendini mi unutmuştu?
Neyi arar olmuştu ufuklarda ?
Almira’nın gözü duvardaki saate takıldı.İş dünyasının kozmopolit karmaşasından çıkmasına bir saatten az kalmıştı.
Günün büyük bölümünü ofisinde geçirirdi.
Yorgunluğunu azaltmak, nefes almak için ofisinin penceresinden seyre dalardı.
İnsanları izlemek kendini toplamasında ona yardımcı olurdu.
“Almira, daha işin bitmedi mi, çıkmıyor muyuz?” dedi, Maria.

****

Kitapla ilgili olarak sizlere verdiğim bu kısa bilgi ile birlikte İksir – “Şehir Sendromu” kitabının yazarı Sayın Ali AYTAÇ ile yapmış olduğum kısa röportajımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Paylaşmadan önce de beni kırmadığı için kendisine teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum…

-RÖPORTAJ-

Henüz kitabınızı okumayan biri olarak, sizinle birkaç yazışma neticesinde “İksir-Şehir Sendrom” u adlı kitabınızın varlığını öğrenmiş bulunmaktayım ve bu kitabınızda beton yığınları arasına sıkışıp kalan ruhların yani bizlerin, bir türlü kurtulmayı başaramadığı sendromdan söz ediyorsunuz anladığım kadarıyla…

Mehpare Öğüt
Öncelikle kitabınız ne zaman çıktı ? Bu kaçıncı kitabınız ?

Ali Aytaç
21 Temmuz 2010 yılında Türkiye de..3 Şubat 2011 Almanya da..İlk kitabım.

Mehpare Öğüt
Herkesin sorduğu bir soruyu ben de sormak istiyorum size. Yazmaya nasıl karar verdiniz. İlahi bir işaret mi yoksa uzun yıllarca yapmış olduğunuz gözlemler neticesinde birikimlerinizi insanlarla buluşturma düşüncesi miydi ?

Ali Aytaç
Hepsi :)
Mehpare Öğüt Yazarken en çok nasıl bir ruh haline bürünüyorsunuz ? Yani dünyaya olan bağınız da uzaklaşma mı yoksa yakınlaşmamı söz konusu ?

Ali Aytaç
Sürekli gözlemleyen biri olduğumdan , yıllardır biriktirdiklerimi , not aldıklarımı bir araya getiriyorum.Ruhani bir kişiliğim olduğundan sürekli bu halimi yazarken de muhazafa ediyorum.Ekstra bir değişim olmuyor.Dünyayı sürekli çocukluğumdan beri dışarıdan seyrederim zaten bir yabancı gibi.Zaten misafir de değil mi insanoğlu..Kalana rastladınız mı?Belki kalanlar eser bırakanlar ,Mevlana 700 küsur yaşında derim hep..Yaşıyor eserleriyle.Daha da zamanı uzatırsak , misal 100 bin yıl...Eserlerde kalıcı değil.Yaptıklarımızı da fazla abartmanın anlamı yok..İnsanoğlu dünyada bir hayal.

Mehpare Öğüt
Sizce şehir sendromu insanları çok mu yoruyor ? Yani ruhen insanlar oldukları kalıptan uzaklaşıyor mu dersiniz ?

Ali Aytaç
İnsan ezbere yaşıyor hele son zamanlarda..Ne nasıl oluyor, nereye gidiyoruz, gibisine düşünen gittikçe azalıyor.İnsan evvela Beden olmadığını anlamaya başlamalı, zorunlu boyut değiştirme dediğimiz olayı yaşamadan evvel.Düşünmek lazım evvela.Aksak şehirleşmesi de cabası.Köy ya da kent fark etmez..Bu söylediklerimiz hepimiz için geçerli..Önemli olan bu bilgilere ulaşabilmek insana bir şey öğretmeden , göstermeden ondan bir şey beklemek yanlış.?Bu bilgileri olabildiğince paylaşmalı, konuşmalı, tartışmalıyız..

Mehpare Öğüt
Sizinle yapılan bir röportajda “İksirin iki anlamı vardır. Uyuşturan ve uyandıran manası. Şehirlerin, düzensiz yaşamın sonucu insanları uyuttuğunu fark ettim. İksir uyandırsın istedim. Binlerce insan sokakta burun buruna yürüyor, fakat birbirlerine selam veren yok. Kalabalıklaştıkça daha sıcak, samimi içten olacağımıza daha da uzaklaşıyoruz. Biz böyle değildik olamayız da.”

Ali Aytaç
Bilgilenmek zorundayız ve bunları da çevremizle olabildiğince paylaşmalıyız.

Mehpare Öğüt
Yani insanlar bir nevi başkaları tarafından uyutuluyor farkında olmadan belki de bilerekten.Herkes çevrede ki tüm olaylara karşı uyumayı / uyutulmayı istiyor belki de görmemek, duymamak için olamaz mı ? Duyarsızlaşmak belki de insanların daha kolayına geliyordur, diyebilir miyiz !...

Ali Aytaç
İnsan bir şeye hemen alışır, alişkanlıklar bizi bağlar.Kim uyutuyor kim uyandırıyor buraya girmek istemiyorum.

Dış da düşman aramak kolaydır..Herkes evinin önünü süpürsün evvela..Kendimize dönmek zorundayız.

Mehpare Öğüt
Bunun suçlusu kim ? İnsanlar mı yoksa insanları bu hale getiren düzen mi ? Çünkü ben hala karar verebilmiş değilim bu konuda…

Ali Aytaç
Yarışmada nasıl birinci olunur? Çalışmakla..Çalışmakla..İnsanoğlu evvela kendini elestirmeyi ,yetersiz gormeyi bilmelidir.Uluslararası müsabakalarda ne kadar çalışırsan o kadar başarılı olur, derece alırsın, Yanılıyor muyum?
Eskiden atalarımiz antrenmalarını sıkı tutarmış.Şimdilerde onlar kelimesiyle tembelliğimize kılıf bulmaya çalışıyoruz.Spor müsabakası deyip geçmeyin, bizi yansıtıyor ayna misali...

Mehpare Öğüt
Bazen insanoğlu yaşadığı tüm olumsuzluklar içerisinde yaşama dair tüm enerjisini isteğini tüketiyor. Ve bazen dünya ile ilgili tüm bağlantısını kopartmaya dair gidebilecek, istenmeyen davranışlara başvuruyor.

Sizce dünyada yaşamak bir eziyet mi yoksa gerçek manada tadına varıldıktan sonra keyifli bir yer midir ?

Ali Aytaç
Niye eziyet olsun.Gerçekten akılcı yaklaşıyor muyuz dünyaya?Yoksa abartılarımızla, heveslerimizle, hırslarımızla mı yaklaşıyoruz..Birde geçmişten gelen yükleri atmayı öğrenmeliyiz.

Mehpare Öğüt
Kitabınız ile ilgili olarak okuyucu tepkileri ne yönde, biraz bahsedebilir misiniz?
Kitabı okurken ,roman içindeki konulara dalıp ta YEMEK , hatta Tencere yakan bayanlar var :)
Bunlar gerçek şaka değil..Bu sene İzinde TENCERE isteyen bir okuyucum çıktı :) O kişiye tencere alacağım söz verdim..

Mehpare Öğüt
Bundan sonra yeni bir kitap hazırlığı var mı düşüncenizde ? Varsa konu olarak biraz ipucu alabilir miyiz sizden ?

Ali Aytaç
Olmaz mı :) Kendime saklıyorum , eser bitmeden söylediğimde gerisi çok yavaş geliyor.
Zamanı geldiğinde çalışmamı ilk gönderdiğim kişilerden biri siz olacaksınız söz.

Sorularınız için çok çok teşekkürler...Sevgiyle kalın, Özde Biriz.

Mehpare Öğüt
Ali Bey, Uzaktan da olsa soru – cevap şeklinde ki bu kısa yazınsal röportajımda kendimce sorduğum sorulara verdiğiniz samimi yanıtlarınızdan dolayı çok teşekkürler ediyorum… Eminim ki en az benim kadar da sayfamın takipçileri sizi tanımaktan büyük bir keyif alacaktır.

Benim gibi herkesin de kitabınızı okumak için büyük bir sabırsızlık göstereceği kanaatiyle size saygı ve şükranlarımı sunuyorum…

Bu arada bana taslak olarak göndermiş olduğunuz kitabınızı okumaya başladığımı da bilmenizi isterim… Ayrıca dilinizin sade, akıcı ve okuyucuyu yormayan kelimelerin kullanımı da kitabı severek okumayı kolaylaştırmakta…


Kitabı online olarak bulabileceğiniz satış noktaları

D&R
Kanes Yayınları
Kitap Yurdu
İlk Nokta
İdefix

Kaleminizin daim olması dileklerimle,,,
Saygı ve Teşekkürlerimle…

Mehpare ÖĞÜT