ŞAİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞAİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



Bazen yorar insanı küçük şeyler; büyük sırlar vardır küçük şeylerin içinde. Açıldıkça açılır, boyuna posuna bakmadan...
Bazen dinlendirir insanı uzaklar; uzaklığa bir yakınlığı vardır gözlerin. Gözlerin olduğu kadar gönlün de...
Bazen durur tüm adımlar; adamların tembelliğinden değil, yolların düşündürücülüğünden.
Öyle çetrefillidir ki, susar ayaklar da kimi zaman...
Bazen sorar gözler, diller kabul etse bile. Maharet gözleri bile ikna etmektir, güzel söz söylemek değil.
Bazen durur dünya, inecekler iner, sonra yoluna devam eder. Ne var ki, herkes için o duruş anı farklıdır. Kimisi içinse hiç dönmez dünya, ki o da apayrı mesele.
Bazen her şeyi bir mimik anlatır, bazen gözyaşı, bazen bir kelime. Ne kadar da ağır gelir söylemek bazen bir kelime bile.
Bazen bir anı, bir ömür kokar. Bazen bir daha yaşayamayacağını hisseder insan içinde bulunduğu ânı.
Bazen şair olur insan, mısra kuramaz. Bazen mısra kurar insan, şair değildir.
Bazen hiç biridir, ne diyeceğini bilemeyen sıradan biridir işte...
Bazen yaşadığını daha çok hisseder insan, öleceğini unutur büsbütün. Bazen yaşadığını tamamen unutur, hatta bazen her ikisini de.
Bir anı bir anına uymaz derler ya insan için, ya bütün anları birbirinin aynı olsaydı.
Bazen korkutmaz mı bu ihtimal insanı?
Bazen korkar insan gölgesinden. Gölgesinin şahsında kendisinden. Zira kendi vücudu geçmiştir güneşin önüne. Kendi eseridir gölgesi.
Bazen susar insan, dudakları çatlar susuzluktan.
Bazen susar insan, söylenecek çok söz varken bile.
Bazen dolar insan, kimse anlamaz.
Bazen herkes anlar, kendisi kendisini anlamaz.
Yalnızdır bazen insan, öyle yalnız bakar ki dünyaya.
Bazense hiç yalnız değildir, nasıl baktığını bilirse.
Bazen büyük görür insan kendini, ne acizliktir!
Bazen aciz görür, ne büyük bir görüş!
Bazen, 'bazen' değil, 'her zaman' demek gerek.
Ama bilmek gerek, ne zaman? Demek
Her bazen'in bir zamanı gerek.
Bilinmeyen sonlar
beklenmeyen başlangıçlar
Yokuştur bazen
Bazen de karanlıktır engel olan
Siyah ve beyazdır bazen düşler
ne kadar uzak olsa da
Yanı başındadır bazen
Dipsiz kuyular vardır ya hani
Karanlığında ürktüğün
Aydınlığında üşüdüğün
Hayat da öyle işte
Savaşmadan kaybedersin bazen
Bazen de yaşamaya devam edersin
Bin kurşun yemene rağmen…
Emre Nazlı – Oktay Makar



 



Çizebilseydim, bahar olacaktı yüzün…
Yazabilsem, en uzunu şiirlerin…
Olmadı, beceremedim…
Adını duvarlara yazacak çağım da çoktan geçti benim.
Yasak sevdamın gözaltı tarafı…
Çaresiz,
Seni yüreğimde erittim…
Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi,
Hoş geldin!…

'Ağır ağır çıkılan bir merdiven' yok…
Eskittiğin yıllardan değil,
Sızlayınca yüreğin, anlıyorsun: yine gecikmişsin…
Sen, yeni yeni öğreniyorsun sevmeyi,
Bense çoktan düşürmüşüm aklıma ölümü…
Gönlün bedene baş kaldırdığı yerdeyim…
Ama yine de hoş geldin
Eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin…!

Ben bir bu dağları eskitemedim,
Bir de sana düşmüş yüreğimi…
Gittiğim yolları hiç hesaba katma!
Düşünü görmediğim uykular zaten haram…
Gökyüzünü boyayacak zaman da kalmadı…
Haydi sar kollarını…
'Ayrılık' diyeceğim,
Dilim varmıyor…
Daha yeni söylemiştim;
Hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin.

Deniz tuzunu saklıyor
Çizdiğim beyazlarda
Karlar çürüdü
Suyumuz ekşi,
Gönlümüz kırık…
Sevip de kaçanların hiç biri, yüzyıllardır yakalanamadı.
Firarinin umudu tükenmiyor,
Yaşamadan bitmiyor kör olası…
Ama yine de hoş geldin eskimeyen yüzümün yeni gülümseyişi
Hoş geldin!…

Bir tarafımızı Eylül'de budamışlardı
Kalanı, sevdana kurban…
İçtiğim içkiye seni düşürdüm,
Bu akşam gözlerimi
Küllükte söndürdüm.
Hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin!…

Korkunun bittiği yere yazdım adını,
Dağların en kuytu yerine…
Sonsuzluk değildi beklediğimiz,
Bir parça 'mutluluk' diye diretmiştik.
Çok mu geldi bilmem ki tanrının gözüne…
Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi!…

Eskidi saatler,
Zamanı geldi,
Yeniden düşmeliyim yollara…
Geceler sırtımda, 
Cebimde sevdalarım
Yardan öte söyleyecek sözüm vardı benim…
Düşlere saklamalı şimdi yari, uyanmamacasına!
Yükselmeli ateşim
Kanamalı sıkmaktan avuç içlerim
Terleyip atmalıyım içimden seni
Kimseler bilmemişti, görmemişti gelişini,
Benden gidişindeki gibi… 
Ama yine de hoş geldin. 
Eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin!…

Tayfun TALİPOĞLU




"Güzel ama bu neyi kanıtlar?"Bir matematikçi, Goethe'nin "Iphigenie"sini okuduğunda söylemişti bunu: Güzel ama bu neyi kanıtlar? Pek yerinde olmayan bir tümce ama binlerce şiiri karşısına alıyor. Bu tür şiirleri eleştirmek isteyen biri ne yapacağını bilemeyebilir, eleştirilecek birşey yokmuş gibi gelir ona, bildiği tek şey şiirin yazılıp basılmış olduğudur yalnızca. Doyurucu bir yapıtla ilgili olarak söylendi diye, matematikçimizin bu düşüncesini tümüyle yadsımak doğru olmaz. Ona Iphigenie'nin neyi kanıtladığı anlatılabilir; ama eğer bu herhangi başka bir yapıt için yapılamıyorsa, o zaman o yapıt önemsizdir, çünkü içerdiği bir anlam yoktur.

Bir şiirden ilk beklenen, okurunu içerdiği tinsel ortama çekmesidir. Bu, pek önemi olmayan, belirsiz, formal diyebileceğimiz bir işlemdir. Bir şiirin etkileme gücü, yerel, kişiye özel, ulusal ya da sınıfsal alanda kısıtlı kalabilir. Çoğu kişiyi etkisi altına alan şiirlerin, ille de en iyi şiirler olmaları gerekmez. Halkın söylediği şiirler, hiçbir zaman yalnızca halk şiirleri değildir. "Halk"ı etkilemeyen halk şiirleri de vardır. Şunu bilmemiz gerekir: Etkileme gücünü en üst düzeydeki sanat şiirlerinde bulabileceğimiz gibi,en değersiz şiirlerde de bulabiliriz; halk şiirleri kadar sone de, operet şarkıları da, doğum günü şiirleri de etkileyici olabilir.

Bir şiirin, herhangibirini hatta seni, içerdiği tinsel ortama çekiyor olması, henüz bir şeyi kanıtlamaz. -Sana henüz onu okuman gerektiğini kanıtlayamam demek istiyorum.-Şiirlerin bir şeyi kanıtlaması da zor gibi görünüyor. Diyelim ki, bizim matematikçinin karşısına Pisagor teoremini kanıtlayan bir şiir çıktı. O Zaman bu şiirin bir şeyi kanıtladığı sonucuna mı varacaktı acaba? Belki; ama biz ona,"Iphigenie"nin bir şeyi kanıtlamadığını söylediğinde yaptığımız gibi, belki yine karşı çıkardık. Evet, eğer şiir olarak boş ise, derinliği yoksa ve hiçbir ipucu vermiyorsa karşı çıkardık. Matematikçimizi etkisi altına alsa bile, belki de yine karşı çıkardık.

"Güzellik" kavramını ele almaksızın daha fazla ilerleyemeyeceğimiz ortaya çıkıyor. Bu kavrama gereksinim duymamız hiç de ayıp değil, ama biraz sıkılıyor insan. Çünkü son derece belirsiz, çok anlamlı bir kavram; tümüyle "zevk"e bağlı olduğu düşünülüyor, zevk de "bilindiği gibi " bireysel, bu nedenle de "tartışılamaz".

Eğer fizyolojik alandan yola çıkar ve zevki fizksel olarak ele alırsak, o zaman tartışmaya da pek gerek kalmaz. Ağzımıza bir lokma alır, yüzümüzü buruşturur ve "çok ekşi" deriz. Bir mısra okuduğumuzda da, yine tatsız tuzsuz, yavan, zevksiz hatta iğrenç bir şey karşısında olduğu gibi hoşnutsuzluk duygusuna kapılabiliriz. Ayrıca fizyolojik zevkte bile, zevk almayı öğrenme diye bir şey vardır. Bu öğrenme yoluyla olabileceği gibi, yalnızca koşullarımızın değişmesine debağlı olabilir. Zevk değişebilir -fizyolojik olan da değişir-.

Mimariden bir örnek verebiliriz. ileri mimarlarımız son yıllarda yalın bir yapı sanatı üzerinde duruyorlar. Özetlersek, pratik olanı güzel buluyorlar. Burada ilginç olan, işçilerin reaksiyonu. Genel olarak bu yapı sanatını onaylamıyorlar. Düz çizgileri olan evleri beğenmiyor, onları kışla ya da tutukevi olarak adlandırıyorlar, yeni fonksiyonel mobilyaları da zevsiz bulup alabildiğine eleştiriyorlar. Yalın yapı sanatının tüm ürünleri onların ağızlarında yavan bir tat bırakıyor. Neden?
Mimarların çoğu gelişmiş kişiler olduklarından, en önemli ve en ileri sınıf olarak gördükleri işçilere yöneliyorlar ama bir işçi için evin ne demek olduğunu da unutuyorlar. Bir işçi için ev, hiçbir zaman sığınalacak bir yer, tüm gereksinimlerin olabildiğince pratik çözümlendiği bir mekanizma değildir.

Şairin Akıldan Korkması Gerekmez
Şiirlerini okuduğum birkaç kişiyi yakından tanıyorum. Bunlardan bazılarının şiirlerinde, şiir dışı alanlardaki konuşmalarına oranla çok daha az akıl ögesi görülmesi beni hep şaşırtmıştır. Acaba bunlar şiirin salt duygu işi mi olduğunu düşünüyorlar? Acaba salt duygu işi olan bir şey var mı? Eğer var olduğuna inanıyorlarsa, o zaman en azından şunu bilmelidirler: Duygular da aynı düşünceler gibi yanlış olabilir. Bu gerçeğin onları uyarması gerekir.

Birtakım şairler, özellikle de çiçeği burnundakiler, şiir yazarken havaya girdiklerinde, mantığın süzgecinden geçen herşeyin şiirsel atmosferi bozacağından korkarlar. Bu konuda söylenmesi gereken, bu korkunun ahmakça bir korku olduğudur. Büyük şairlerin yaratma eylemlerini konu alan yazılardan bilindiği üzere, onların şiir yazarken içine girdikleri atmosfer hiçbir zaman, öyle sağgörülü, soğukkanlı bir düşüncenin bozabileceği türden, yüzeysel, dengesiz, çabucak geçecek bir ruh durumuna benzemiyor. Belirli bir coşku ve uyarılma durumu hiçbir zaman soğukkanlılığın doğrudan doğruya karşıtı değildir. Hatta şunu da kabul etmek gerekir; düşünsel ölçütlere uyma konusundaki isteksizlik, şairin içinde bulunduğu atmosferin son derece verimsiz olduğunun bir göstergesidir. O zaman şiir yazmayı bırakmak gerekir.
Şiirin başarısı, duygu ve aklın eksiksiz uyumuna bağlıdır. Birbirlerini çağırıyorlar mutlu: Karar ver hangisi, o mu, bu mu!

Şiiri Elekten Geçirmek
Amatör şair, şiire düşkünlüğü arttığında, şiirinin yaprakları tek tek koparılan bir çiçek gibi incelemesinden hoşlanmaz; tomurcuk gibi narin oluşumlardan koparılan sözcük ve imgeler ile getirilen katı mantık onu rahatsız eder. Buna karşı söylenecek söz, çiçeklerin bile içine birşey batırıldığında solmadığıdır. Şiir eğer, yaşayacak güçteyse, zaten yaşar ve en güçlü operasyonlara bile dayanır. Yek bir kötü mısranın bir şiiri hiçbir zaman tümüyle yok edemeyeceği gibi, tek bir iyi mısra da onu kurtaramaz. Kötü mısraları duyumsayıp ortaya çıkarma, bir başka yeteneğin öteki yüzüdür; kendisi olmadan şiirden gerçek anlamda zevk almanın söz konusu olamayacağı bu yetenek, iyi mısraları duyumsayıp ortaya çıkarma yeteneğidir. Bir şiir bazen çok çabuk yazılır, bazen de uzun çalışmalar gerektirir. Amatör şair, eğer şiiri ulaşılmaz görüyorsa, birşeyi unutuyor demektir; şiiri yazan şair, okurun da yaşayabileceği türden sıradan duyguları onunla paylaşmak istemektedir; ancak, şiirin formüle edilmesi bir işlem sonucudur; geçici olan durağanlaştırılmış, bir ölçüde masif bir görünüm kazanmıştır. Şiiri uzlaşılmaz gören kişinin, ona yakınlaşması da zordur. Eleştirel ölçütlerin uygulanmasında özde yatan yine de hazdır. Bir gülün yaprakları tek tek koparıldığında, her biri ayrı güzeldir.

Eleştirel Tutum
Eleştiriyi ölü, verimsiz, zaman aşımına uğramış bir şey olarak düşünmek çok yanlış.Kritiğin böyle algılanmasının yaygınlaşmasını Bay Hitler ister. Gerçekte ise eleştirel tutum, tek verimli olan, insana özgü olandır. Eleştirel tutum, işbirliği, ileriye yöneliş ve yaşam demektir. O olmadan, sanattan gerçek tat alınamaz.

Varoluşumuzun artık politikadan soyutlanamadığı günümüzde, eğer şiirin üretim ve tüketimi mantık ölçütlerinin ortadan kaldırılmasına bağlı olsaydı, o zaman şiirin varlığını sürdürmesi de söz konusu olamazdı. Duygularımız (içgüdüler, coşkular) tümüyle paslanmış durumda olup, maddesel gereksinimlerimizle sürekli bir çatışma içinde bulunmaktadır.

Eleştiri, hoşa gitmeyen bir kusur bulma işlemi biçiminde olsa bile, hiçbir zaman haz almayı engellemez. Proleterya eğer eleştiriyi zevkle yerine getirme yeteneğine sahip olmazsa, burjuva kültür mirasına nasıl sahip çıkabilir? Tarihsel bilinç eleştirel bilincin kendisidir; o olmadan proleteryanın bunu gerçekleştirmesi olanak dışıdır; bu bilinmelidir. Burada yapılması gereken, nesnenin içinde bir zamanlar yetkin olanın duyumsanmasıdır; bu yetkinlik zamanla olumsuza doğru bir değişim göstermiş, yetkinliğin içindeki öz artık görünmez, kırıcı bir deyişle, artık tat alınamaz duruma gelmiştir.

Bertolt BRECHT

Çeviren: Yıldız ECEVİT
 Kaynak : http://www.halksahnesi.org/yazilar/siir_mantik/siir_mantik.htm


Ülkemizin yetiştirdiği değerli şairlerimizden Can YÜCEL'in anısına saygıyla,,, 

Can Yücel, modern Türk şair. Kullandığı kaba ama samimi dil ile Türk şiirinde farklı bir tarz yaratmıştır. 

Doğum: 21 Ağustos 1926, İstanbul
Ölüm: 16 Ağustos 1999, Datça
Ebeveynleri: Hasan Âli Yücel
Eşi: Güler Yücel
Çocukları: Hasan Yücel, Su Yücel, Güzel Yücel
Eğitim: Ankara Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi

1926 İstanbul doğumlu. Eski milli eğitim bakanlarından Hasan Âli Yücel'in oğludur. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu. Öğrenimine İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde klasik filoloji okuyarak devam etti. Sanat tarihi dersleri izledi. Şair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak tanındı. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı (1953-1958). Türkiye'ye döndükten sonra bir süre turist rehberi olarak çalıştıktan sonra bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. Nazım, nesir çevirileriyle de tanınan Can YÜCEL, şiir alanında ilk kitabı YAZMA (1950) dan sonra uzun bir süre biçim arayışlarıyla oyalandı.

Çeşitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde ;   şiirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal konularda yazıları yayımlandı. 12 Mart döneminde Che Guevara 'nın "Gerilla Harbi" ve "İnsan ve Sosyalizm" kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974 affıyla tahliye oldu. 12 Eylül sonrasında "Somut" dergisindeki "Hamileler" isimli şiiri edebe aykırı, müstehcen olduğu iddiasıyla para cezasına çarptırıldı. Aynı iddiayla "Rengâhenk" adlı kitabı toplatıldı.

Şairliğini, şiirin külhanca raconlarından yararlanarak siyasal inançlarıyla yoğurdu.


12 Ağustos 1999 tarihinde İzmir'de öldü, vasiyetine uyularak Datça'da toprağa verildi.

Değerli şairimizi saygı ve sevgiyle anıyor ve "Buluşmak Üzere" adlı şiiriyle bir gün buluşmak üzere diyorum... 

Ruh-u şad olsun, ışıklar içinde yatsın...

BULUŞMAK ÜZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün 
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek 
Öbür yanda güneş kendi keyfinde 
Ne de olsa yaz yağmuru 
Pırıl pırıl düşüyor damlalar 
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın 
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına 
İşte o evin kapısında bulacaksın beni 
Diyelim için çekti bir sabah vakti 
Erkenceden denize gireyim dedin 
Kulaç attıkça sen 
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan 
Ege denizi bu efendi deniz 
Seslenmiyor 
Derken bi de dibe dalayım diyorsun 
İçine doğdu belki de 
İşte çil çil koşuşan balıklar 
Lapinalar gümüşler var ya 
Eylim eylim salınan yosunlar 
Onların arasında bulacaksın beni 
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya 
Çakmak çakmak gözleri 
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı 
Herkes orda sen de ordasın 
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından 
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim 
Özgürlüğe mutluluğa doğru 
Her işin başında sevgi diyor 
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili 
Bi de başını çeviriyorsun ki 
Yanında ben varım 
 
                        Can YÜCEL