KÜLTÜREL HABER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜLTÜREL HABER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sermiyan MİDYAT’ın yazıp yönettiği, Demet AKBAĞ’ın başrolde oynadığı “Hükümet Kadın”…

Yıl 1956…Güneydoğu’da yaşayan ve sekiz çocuklu Xate’nin, belediye başkanı olan eşinin geçirdiği kaza sonucu ölmesinin ardından belediye başkanlığı koltuğuna geçişinin hikayesi… Oldukça önemlidir çünkü Xate kendisi bilmese de aslında "O" Güneydoğunun ilk kadın belediye başkanıdır…

Ben çok keyif aldım. Bir taraftan gülerken diğer taraftan ağlamaklı oldum…

Konusu ve işleniş itibariyle, oyuncularının kalitesiyle bence güzel bir filmdi. Herkesin izlemesini isterim ve de tavsiye ederim…

İzlemek isteyenlere ve de izleyecek olanlara iyi seyirler dilerim….

Mehpare ÖĞÜT




İSTANBUL - Bugüne kadar genellikle 20 Kasım 1901 olarak bilinen Nâzım Hikmet’in doğum tarihinin aslında 17 Ocak 1902 olduğu, Halet Çambel arşivinde yapılan bir araştırma sonucu ortaya çıktı. Daha önce bazı yayınlarda da yer alan Halet Çambel’in amcası Memduh Ezine’nin hatıratı, M. Melih Güneş’in dikkatini çekti ve yaptığı araştırma sonucunda şairin bugüne kadar bilinen doğum tarihinin aslında yanlış olduğunu kesinleştirdi.

Nâzım Hikmet’in doğduğu yıllarda Selanik’te Ticaret Mahkemesi Reisi olan Memduh Ezine (Nâzım Hikmet’in halası Mediha Hanım’ın kocası ve Hasan Cemil Çambel’in ağabeyi), önemli bir hukukçuydu ve güçlü bir edebiyat diline sahipti. Memduh Ezine’nin günlüklerini içeren bu defteri küçük oğlu (Nâzım’ın da yakın arkadaşı) Orhan Ezine, koruması ve sahip çıkması için amcasının kızı Halet Çambel’e verdi. Nâzım Hikmet, Harp Okulu Komutanlığı Askerî Mahkemesi’nde yargılanmak üzere, 17 Ocak 1938 gecesi, Beyoğlu’nda Celâlettin Ezine’nin (Memduh Ezine’nin büyük oğlu) evinde gözaltına alındığında Hilmi Ziya Ülken’le bir dergi tasarımı yapıyordu.

Bu değerli hatırat, Yapı Kredi Yayınları tarafından bu yıl kitaplaştırılacak.

Memduh Ezine Hatıratındaki İlgili Sayfanın Çevirisi:

4 Kânunusani 317
Çok şükür Cenab-ı Hakk’a, aileye bir vücut daha karıştı. Yengen Celile Hanım bugün saat dörtte vaz-ı haml etti. Dayı Beyin Hikmet’in bir oğlu dünyaya geldi. Kendisi “Mehmet Nâzım” diye çağrıldı. Gerek vaz-ı haml esnasında ve gerekse yedi yatağı kalkıncaya kadar bir müddet zarfında orada başlarında bulunmak ve muavenet etmek üzere Hikmet’in evine gitmiştik. Sen sonradan oraya götürülmüş idin ki dayının sokak kapısından içeriye girmekliğini müteakip Nâzım doğuyordu. Bunu senin ayağının uğuru saydık ve müteyemmin addettik. Cümle ile beraber Cenab-ı Hak bu Nâzım kulunu da muammer ve hayırlı kılsın.

 

Haber Kaynak






Türk tasavvuf felsefesinin en büyük isimlerinden Yunus Emre’nin şiirleri İbraniceye de çevrildi.
Yunus Emre’nin 42 şiirinin bulunduğu kitap, İsrail’in en büyük iki kitabevi “Steimetzky” ve “Tzomet Sfarim”de satışa sunuldu. İlk aşamada bin adet basılan kitap, ilgi görmesi durumunda yeniden baskıya verilecek.

Şiirler İbraniceye İstanbul’da yaşayan Denis Ojalvo ile Türkiye kökenli olup Tel Aviv’de yaşayan Avraham Mizrahi ve Selim Amado tarafından çevrildi.

Ojalvo, bu projenin nasıl doğduğunu anlatırken, “Neden İsraillilerin Yunus Emre’den haberleri yok” düşüncesinden yola çıktıklarını belirterek, “İsrailli Türkçe hissetsin, İbranice duysun istedik” dedi.

“Bunun bir şiir tercümesinden öte, bir felsefe tercümesi olduğunu” belirten Ojalvo, “Tek isteğimiz, kulağa Türkçedeki gibi gelmesi, Türkçedeki ritmi yakalayabilmesiydi. Bir yazışma grubumuz var. İş edebiyata döküldüğünde, tasavvufla çok ilgili olduklarını, ancak Yunus Emre’den hiç haberleri olmadığını gördük. Böyle başladı. Bizim anadilimiz Türkçe. Bunu bizim İbraniceye çevirip, aynı Türkçedeki gibi hissedilmesini sağlamamız zordu. Biz motamot çevrilelim, anadili İbranice olan iyi bir edebiyatçı da bunları düzenlesin istedik” diye konuştu.

Avraham Mizrahi ise “Ben eğitimimi Türkiye’de yaptım. Yunus benim bir parçam. Sıkıntılı edebiyat derslerimin tek sıkılmadığım bölümüydü Yunus. Yunus’un şiirlerini tercüme etmeye uğraştım, çünkü bu Türkiye’nin bana verdiklerine karşı bir tür borcumu ödemek gibi bir şeydi” diye konuştu.

Selim Amado da “iyi bir iş yaptıklarını inandıklarını” ifade etti. Amado, “İki ülke ilişkileri sadece politika değil. Kültür gözüyle bakmak da çok önemli. Bu bir ilk adım ve diğerlerinin de geleceğine eminim” dedi. Yaklaşık üç yıllık bir çalışmanın ürünü olan şiirlerin kitap halinde basılmasından sonra, Yunus Emre’nin şiirleri ve kitaplarının tanıtımı, Tel Aviv’deki “Bialik Evi”nde düzenlenen törenle yapıldı.

Törene Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Namık Tan, İsrail’deki Türkiyeliler Birliği Başkanı Momo Uzsinay ve kalabalık bir grup katıldı. Büyükelçi Tan, kitabın sufi şair Yunus Emre’yi İsrail kamuoyuna tanıtarak, Türkiye-İsrail dostluğunun temeline yeni bir tuğla daha koyduğunu vurguladı.

İki ülke kültürel ilişkilerine bakıldığında, edebiyat alanında önemli bir eksikliğin bulunduğunu belirten Tan, birçok kitabın her iki tarafta tercüme için beklediğine işaret etti.

Tan, Türk edebiyatının devleri Nazım Hikmet, Sait Faik Abasıyanık, Yahya Kemal Beyatlı ve Orhan Veli Kanık’ın Türk tarafında bekleyenlerden sadece birkaçı olduğunu, Amos Oz, A.B. Yehoşua, Natan Zach, Yohi Brandeis ve daha birçok İsrailli yazarın da Türkçeye kazandırılması gerektiğini, bazılarının kitaplarının çevrilmiş olmasına rağmen bunun kesinlikle yetersiz olduğunu vurguladı. Tan, kitaba bir önsöz de yazdı.



Aşık Veysel, ölümünün 36. yılında Sivas'ta anılacak

Ben giderim adım kalır /
Dostlar beni hatırlasın/
Düğün olur bayram gelir/
Dostlar beni hatırlasın”


dizelerinin sahibi dünyaca ünlü halk ozanı Aşık Veysel, ölümünün 36. yılında doğum yeri Sivas'ta anılacak.

Şarkışla ilçesi Sivrialan köyündeki mezarı başında 21 Martta anılacak Aşık Veysel Şatıroğlu, şiirleriyle Türk kültürünün vazgeçilmez yapı taşlarından biri olarak görülüyor.

Eserlerinde Türkçeyi en yalın ve güçlü şekilde kullanan Aşık Veysel, şiirlerinde verdiği mesajlarla Türk milletine her zaman birlik ve beraberliği öğütlüyor.
Pek çok eserinde vatan, tabiat, birlik, çalışma, yardımlaşma konuları yer alan Aşık Veysel'in şiirleri incelendiğinde dikkati çeken en önemli noktanın vatana bağlılık ve idealistlik olduğu görülüyor.

Eserlerinde daima birleştirici, kaynaştırıcı bir tavır içinde davranan, Büyük Önder Atatürk'ün düşünce ve prensiplerine de sıkı sıkıya bağlı olan ünlü ozan, bu bağlılığını şu dizeleriyle dile getiriyor:


“Çalışalım kurtaralım buhrandan/
Nedir senlik benlik usandık candan/
Irkımız neslimiz aynı bir kandan/
Yurdun yaraların saralım kardaş/
Yürüyelim Atatürk'ün izine/
Boş verelim bozguncular sözüne/
Göz atalım şu dünyanın hızına/
Yürüyüp hedefe varalım kardaş.”

VEYSEL'DEN GENÇ KUŞAKLARA SON NASİHATLER

Ölümünden 3 ay önce radyocu Yaşar Özürküt ile yaptığı röportajda, insanlara vermek istediği mesajların sorulması üzerine Aşık Veysel, genç kuşaklara şu nasihatlerde bulunuyor:
“Onlara söyleyişim şu olacak, çalışmak, azim, fikir. Efendime söyleyeyim, bunlar mevcut olacak. Dönmeyecek azminden insanlar. O azminden dönmeyen insan, muhakkak erinde, geçinde arzusuna ulaşır. Fakat azim deyince o da, biri yani yanlış yola azmetmiş, o muhakkak yolda kalır. Fakat doğru yola azmederse o kendini bir selamete çıkarır ve ismini baki kor dünyada, kendi de baki kalmış olur. Yoksa yanlış yola azmetmiş, onun muhakkak bir gün kafasına vururlar. Ondan hayır çıkmaz. Çıksa kalsa bile herkes nefret eder. İnsanlar iki şeyle anılır, biri nefretle, biri rahmetle. Nefretle anıldıktan sonra hiç anılmasın.”

Ölümünden birkaç saat önce bile kendisine söylemek istedikleri sorulduğunda “Ne diyeyim. Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin, dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın” dediği belirtilen Aşık Veysel, “Kürt'ü Türk'ü ne Çerkez'i/Hep Adem'in oğlu, kızı/Beraberce şehit, gazi/Yanlış var mı ve neresi”
dizeleriyle birlik ve beraberliğe vurgu yapıyor.

KÖYÜNDEKİ İLK MEYVE BAHÇESİNİ KURDU

Aşık Veysel'in önemli ancak pek bilinmeyen bir özelliği de köyünde ilk kez meyve bahçesi kuran ve meyve yetiştiren kişi olması.
Köyünde ve çevresinde tek meyve ağacı olmadığı halde Sivrialan'da ilk meyve bahçesini kurduğu ifade edilen Aşık Veysel'in bahçesinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar çeşitli meyve ve çiçek bulunuyor.

ANMA ETKİNLİĞİ

Şarkışla Kaymakamlığınca 21 Martta düzenlenen Aşık Veysel'i anma etkinlikleri kapsamında ilk olarak ilçedeki Aşık Veysel Kültür Merkezi'nde program yapılacak. Programda, sinevizyon eşliğinde Aşık Veysel'in hayatı anlatılacak, şiirlerinden ve eserlerinden örnekler verilecek. Aşık Veysel ile ilgili konuşmaların yapılacağı programın ardından Veysel'in doğum yeri olan Sivrialan köyündeki mezarı ziyaret edilecek. Burada ağaç dikme töreninin ardından Sivrialan köyündeki Aşık Veysel Müzesi gezilecek.

AŞIK VEYSEL'İN HAYATI

Şiirlerinde yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk iç içe olan, aşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden Aşık Veysel, 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde doğdu.

Karaca Ahmet ile Gülizar hanımın çocuğu olan Aşık Veysel, çiçek hastalığı yüzünden 7 yaşında bir gözünü kaybetti. Aşık Veysel'in diğer gözü de kısa süre sonra kör oldu.

Babasının oyalanması için aldığı sazı çalmaya başlayan Veysel, saz ustaları Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin'den ders aldı. Aşık Veysel'in cumhuriyetin 10. yılı için yazdığı destanın yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramı'ndaki başarısı dikkati çekti. Veysel, bazı köy enstitülerinde saz öğretmenliği yaptı.
İki kez evlenen, 2 erkek ve 4 kız babası olan Aşık Veysel, 21 Mart 1973 tarihinde vefat etti.

Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun 40 dile çevrilen ve yayımlandığı ülkelerde büyük ilgi gören ''On bir Dakika'' romanı beyaz perdeye uyarlanacak.

Can Yayınlarından yapılan yazılı açıklamaya göre, romanın sinema uyarlamasında rol alacak oyuncular da belirlendi.

Yönetmenliğini Hany Abu-Assad'ın yapacağı filmde başrolleri, Alice Braga ile bu yıl ''Güreşçi'' filmiyle ''En İyi Erkek Oyuncu'' dalında Oscar'a aday olan Mickey Rourke ve David Cronenberg'in yönettiği ''Şark Vaatleri'' filminden tanınan Vincent Cassel paylaşacak.

Çekimlerine 1 Haziranda Brezilya ve Cenevre'de başlanacak filmin çıkış noktası olan ''On Bir Dakika'' romanı, dünyanın en eski mesleği üzerine kurulu bir aşk masalı.


Burada yer alan bilgiler “intersinema.com” un izni doğrultusunda yer almaktadır…
Her yıl olduğu gibi bu yılda 08 Mart Dünya Kadınlar gününü kutlayacağız. Elbette bu kutlamadan ziyade, amaç kadın haklarını, sorunlarını ve çözüm yollarını dile getirmek amaçlı. Yılın sadece bir gününde kutlama olmayacağını bizlerde herkes gibi biliyoruz ve 365 günde sadece bir günde içinde kadınlara ait sorunların konuşulamayacağını ve çözüm üretilemeyeceğini de ancak, en azından sesimizi duyurmak açısından bu bir günü iyi değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Neden Dünya Kadınlar Günü denmiş diye bir soru geçmiştir hepiniz gibi benim de aklımdan ve neden 08 Mart diye. Mutlaka tarihte yaşanmış pek çok olay sonrası gibi bugünü bizlere ait bir gün olarak tüm dünya kadınlarına adamışlardır. Peki nasıl doğdu ve gelişti diye merakımızı gidermek için şöyle bir tarihe uzanalım ve ne, nedir öğrenelim ister misiniz.

Hadi buyrun o zaman !...

***************


DÜNDEN BUGÜNE "KADINLAR GÜNÜ"

Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1800'lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme geldi Kadınlar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 8 Mart'ta eşitlik isteklerini daha yüksek sesle dile getiriyorlar.

8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur. ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür.

Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ederler. Kadınların yürüttükleri mücadelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunmaktadır. Dünya Kadınlar Gününde bugün de ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, politik haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için çalışılıyor.

TÜRKİYE'DE 8 MART KADINLAR GÜNÜ

Türkiye Cumhuriyet’inin kurucusu Atatürk’e göre, dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim”(5) diyemez sözleriyle, Türk Kadınının kendisine tanınan bütün haklara lâyık olduğunu, hem söz konusu haklar tanınmadan önce asaleten ve kahramanlığı ile hem de bu haklar tanındıktan sonra kısa zamanda çeşitli mesleklerde gösterdiği başarılarla kanıtlamıştır.

Kadın, aile ve toplum arasında bir köprü görevini görür. Bu nedenle bu konu ele alınırken onun sosyal ve ailevi durumu göz önünde bulundurularak onun bir birey olduğu kabul edilmelidir.

Atatürk’ün bu konuya ilişkin yaklaşımı dikkate değerdir. “Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüteceğimiz yol vardır. Bu yol,Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur.” (2)Bu düşünce yapısı, Türk toplumunda kadının bir kişilik kazanmasına yol açmıştır. Bu açıdan bakıldığı zaman, Atatürk’ün kendine özgü bir kadın anlayışı vardır.O, bugün dünya aydınlarının birleştiği ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın yaymaya çalıştığı ileri düzeydeki görüşü çok daha önceleri dile getirmiştir. 1923 yılında İzmir’de yaptığı konuşmada “Şuna inanmak lâzımdır ki, dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir”(3) diyen Atatürk, her toplumun iki cinsten oluştuğunu, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinilmesini o toplumu yarı yarıya zayıflattığını vurgulamıştır.

Atatürk, Türk kadınına Türk ordusu saflarında resmen ve üniformalı olarak yer veren ilk generaldir. O,“kadın meselesinde cesur olalım. Kuruntuyu bırakalım, açılsınlar, zihinlerini ciddi ilimler ve fenlerle süsleyelim”(4)derken, kadının hem kişiliğini kazanmasını, hem topluma katkısını hem de eğitilmesini istemiştir.

İlk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlayan 8 Mart, 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı.

Atatürk’ün 1923’lerden itibaren üzerinde titizlikle durduğu ve uygulamaya koyduğu kadın hakları için dünya, ancak 1975 yılında birlik olarak çaba sarfetme gereği duymuş ve bu yılı “Kadın Yılı” olarak ilân etmiştir.

Atatürk, kadın hakları ve statüsü konusunu sadece millî bir mesele olarak görmemiştir. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, konuyu süratle milletler arası alana götüren ilk insan Atatürk’tür. 22 Nisan 1935’te İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’nda “Milletler arası Kadın Kongresi”nin toplanması için imkânlar hazırlamış ve kongreyi himayesine almıştır. Dünya çapında ünlü kadınların ve yazarların katılımını da sağlayan kongreye gönderdiği telgrafta “Siyasî ve içtimai hakların kadın tarafından kullanılmasının, beşeriyetin saadeti ve prestiji bakımından elzem olduğuna eminim” ifadelerine yer vermiştir. Buna göre, Türk kadınının dünya kadınlarıyla ilişkilerinin alacağı şekil de Atatürk’ün “Türk Kadını’nın Dünya Kadınları’na elini vererek dünya barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz” ifadeleriyle belirlenmiştir. (1)

"Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programında Türkiye de etkilenmiş, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapılmıştır. 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl anılmadı 8 Mart. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar Günü kutlanmaya başlandı.

Kadınlar 80'li yıllarda 8 Mart'ı izinli yürüyüş ve şenliklerle kutlayamamışlarsa da, küçük gruplar mütevazi kutlamalarını sürdürdüler. 90'lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber 8 Mart daha geniş bir katılımla kutlanılır oldu.

8 Mart günü Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanır. Bu gün kadınlar tarafından ve / ya da kadınlar için konferans, gösteri ve eğlence gibi çeşitli etkinlikler düzenlenir. Kadınlar arası dayanışma ve kadınların toplumdan beklentileri vurgulanır.

Kadınlara özgü bir günün var olması düşüncesi ilk kez, 26-27 Ağustos 1910’da Kopenhag’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında ortaya atıldı ve kabul edildi. Bir çok ülkede her yıl kutlanmaya başladı. İsveç’te ise 1912 yılından itibaren kutlanmaya başladı.

Ancak ilk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde ama her zaman ilkbaharda kutlanıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı tarafından olmuştur.

İki dünya savaşı yılları arasında bazı ülkelerde kutlanması yasaklanan Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de kutlanılmaya başlamasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1977 yılında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul etti.

Kaynak: NATIONALENCYKLOPEDIN

************

Verdiğimiz bu bilgilerden sonra, şöyle bir etrafımıza baktığımızda maalesef ve üzülerek belirtmek gerekir ki, sadece ülkemizde değil, dünyanın neresinde olursa olsun, hala ve hala kadınlar ikinci sınıf vatandaş olarak görülmekte, hakları ellerinden alınmakta, her türlü şiddete maruz kalmaktadır. Sadece bir güne sığdırılarak elbette bu sorunlar çözülemez ve ilk kutlanmaya başlandığı andan itibaren de çözülememiştir. Ancak biz kadınlarında önce kendi benliğimizi kazanmamız, kendimize kendimiz değer verip başkalarından karşılığını beklememiz gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir şey alınmaz hak edilirden yola çıkarak, kendimize önce kendimiz sahip çıkmalıyız, kendi ayaklarımız üstünde durmayı öğrenmeli ve çocuklarımızı da ona göre yetiştirmeliyiz. Korkarak, bir şeylerden kaçarak ve ayıp sayılacağını düşünerekten hiçbir şeyin bize altın tepside sunulmasını beklememeliyiz. Hepimizde basın aracılığıyla izliyoruz; Doğuda hala pek çok genç kızımız 15-16 yaş aralığındaki kızlarımız okul yüzü görmemiş, dünyadan haberi olmadan evlendirilmeye çalışılıyor. Daha küçücük yaşında kendi gibi küçük bir varlığın sorumluluğu veriliyor ellerine ve birlikte büyümeye çalışıyorlar her ikisi de. Bu onların kaderi mi, yoksa kaderden öte bir şey mi ? Bu asla ve asla kader olamaz. Bazı şeyler vardır ki doğumdan itibaren yazılır insanların alnına ama buna kader diyemezsiniz. Bu tamamen insanların kendi ellerinde olan bir şey, değiştirmek ve değişmesi mümkün olan bir şey. Bu nedenle önce bizler yani kadınlar bu toplumda erkekle eşit bir birey olduğumuzu ve onlara ait olan her hakka bizim de sahip olduğumuzu bilmek zorundayız. Yasaların ve kuralların sadece erkeklere ait olduğunu değil, tüm bu yasa ve kuralların bizler içinde var olduğunu bilmek zorundayız. Yüce Allah “Cennet, anaların ayakları altındadır” derken, kadının önemini vurgularken, o zaman bu sözün önemine göre kendimizi bir ana, bir eş ve bir kadın olarak yüceltecek konuma getirmeliyiz ki, 08 Mart Dünya Kadınlar Günü bizim zafer günümüz olsun ve gerçekten bunu kutlamaya değer olsun….
Bu vesileyle Hepinizin, Hepimizin, Tüm Dünya Kadınlarının Günü Kutlu Olsun !....
Saygılarımla,...


Mehpare ÖĞÜT


ALINTILAR

(1)Burhan Göksel.“Atatürk ve Kadın Hakları”, Atatürkçü Düşünce, Türk Tarih Kurumu Basımevi,Ankara, 1992, s.924-25.

(2)Mahmut Tezcan.“Atatürk’ün Eğitim Anlayışına Felsefî ve Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Atatürkçü Düşünce. Türk Tarih Kurumu Basımevi,Ankara, 1992, s.746

(3)Göksel, a.g.e., s.928

(4)Tezcan, a.g.e., s.746.

(5)Turhan Feyzioğlu. “Atatürk ve Kadın Hakları”, Atatürkçü Düşünce. Türk Tarih Kurumu Basımevi,Ankara, 1992, s.889.

"Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden…"

Bu dizeleri eminim bir çoğunuz henüz siyah önlüklü, beyaz yakalı dönemlerden hatırlıyorsunuzdur. Cepheye mermi taşıyan Türk kadını, Türk anası, Mustafa Kemal’in Kağnısını, Mustafa Kemal’in Elifi’ni anlatan bu şiiri. Bu şiiri okul sıralarında olduğum dönemlerde okumaktan öylesine zevk alırdım ki, bu şiir bizi bugünlere ulaştıran Türk Tarihine altın harflerle yazılmış bir destanın şiiriydi. Evet, bu şiir Fazıl Hüsnü DAĞLARCA tarafından yazılmış bir şiir. Bu koca yürekli şair ne yazık ki aramızda değil. Şiirleriyle bize hasreti, sevgiyi, aşkı, ayrılığı ve vatan aşkını anlatan DAĞLARCA ne yazık ki aramızda değil artık. Bakın diyor ki bir şiirinde;

“Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri,
Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye:
Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,
Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye”
Unutmak isterken dahi sevdiğini, sevgilinin düşüncelerine sarılıyor ruhunun derinliklerinde…

Ve “SENİ SEVMEK” adlı şiirinde diyor ki yine,

“Kişi seni severse
Soyunur aya karşı
Sever
Ölüşüne dek”

Burada seven kişinin gerçekten soyunmasını değil, ruhunun tüm güzelliğiyle, en derinlerde sevmesini ve bu sevginin ölüme kadar gideceğinden bahsediyor…


ZAMAN PARILTISI

Karanlıklarda, gündüzlerin arkasındayım,
Bitmiş ikinci dünya savaşı, uğursuz ve kahraman,
Uzakta esir uluslar türkü söyler,
Türklügümün farkındayim.

Bir soluk gelmekte karşı gezegenlerden,
Vakt içinden inmektedir gölgeler.
Toprak üzerinde, atmosferler üzerinde
Soğuyan gecemin farkındayim.

Biçimler, evlere, eşyalara rahatça sığmış,
Var olmuş var olmayan.
Biçimler sonsuzluğa yaklaşmış,
Aklımın farkındayim.

Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimce
Ne yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar.
Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçusur içimde yön yön,
Yaşadığımın farkındayım.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA


TÜRKİYE’NİN VE TÜRK EDEBİYATININ BAŞI SAĞOLSUN…
SENİ HEP ŞİİRLERİNLE ANACAĞIZ…

VE SENİN DEDİĞİN GİBİ ŞU SÖZLERLE SANA VEDA EDİYORUZ !!!


“ SANAT ESERİ HEM BİR SAAT GİBİ İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ ZAMANI, HEM DE BİR PUSULA GİBİ GİDİLMESİ GEREKEN YÖNÜ İŞARET ETMELİDİR. ”


************
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA KİMDİR ?

Fazıl Hüsnü Dağlarca (d. 1914, İstanbul - ö. 15 Ekim 2008), ünlü Türk şairidir.

26 Ağustos 1914 İstanbul doğumlu. Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey'in oğludur, ilk öğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, orta öğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladı (1933). 1935'te piyade subayı göreviyle Doğu ve Orta Anadolu'nun, Trakya'nın pek çok yerini dolaştı. Ordudaki hizmeti on beş yılı doldurunca, ön yüzbaşı rütbesiyle askerlikten 1950'de ayrıldı. 1952-1960 yılları arasında Çalışma Bakanlığı'nda iş müfettişi olarak İstanbul'da çalıştı. Buradan ayrıldıktan sonra İstanbul Aksaray'da "Kitap" kitapevini açtı ve yayıncılığa başladı. Dört yıl Türkçe isimli aylık dergiyi çıkardı. (Ocak 1960-Temmuz 1964). İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikayedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılapçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri çıktı. Bugüne kadar kendisine bir çok ödül verilen şair 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En iyi Türk Şairi" seçilmişti.

Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiç bir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle, bağımsız kalarak hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır. Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler:

“ Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir. ”


"Türk şiirinin büyük şairi" olarak tanımlanan Dağlarca, 94 yaşında zatürre tedavisi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.


ESERLERİ
Bir ara Sözcü dergisinde 1960 ve Vatan dergisine 1961-1962 yazdığı, özdeyiş niteliğinde kısa düzyazıları bir yana bırakılırsa, yalnız şiirle uğraşan ve şiirlerini Türkiye’nin hemen bütün edebiyat dergilerine yaymış olan Dağlarca’nın kitapları.

Havaya Çizilen Dünya (1935)
Çocuk ve Allah (1940)
Daha (1943)
Çakırın Destanı (1945)
Taşdevri (1945)
Üç Şehitler Destanı (1949)
Toprak Ana (1950)
Aç Yazı (1951)
İstiklâl Savaşı-Samsun'dan Ankara'ya (1951)
İstiklâl Savaşı-İnönüler (1951)
Sivaslı Karınca (1951)
İstanbul- Fetih Destanı (1953)
Anıtkabir (1953)
Asû (1955)
Delice Böcek (1957)
Batı Acısı (1958)
Hoo'lar (1960)
Özgürlük Alanı (1960)
Cezayir Türküsü (1961)
Aylam (1962)
Türk Olmak (1963)
Yedi Memetler (1964)
Çanakkale Destanı (1965)
Dışardan Gazel (1965)
Kazmalama (1965)
Yeryağ (1965)
Vietnam Savaşımız (1966)
Açıl Susam Açıl (1967)
Kubilay Destanı (1968)
Haydi (1968)
19 Mayıs Destanı (1969)
Hiroşima (1970)
Malazgirt Ululaması (1971)
Kuş Ayak (1971)
Haliç (1972)
Kınalı Kuzu Ağıdı (1972)
Bağımsızlık Savaşı-Sakarya Kıyıları (1973)
Bağımsızlık Savaşı-30 Ağustos (1973)
Bağımsızlık Savaşı-İzmir Yollarında (1973)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973)
Arka Üstü (1974)
Yeryüzü Çocukları (1974)
Yanık Çocuklar Koçaklaması (1976)
Horoz (1977)
Hollandalı Dörtlükler (1977)
Balinayla Mandalina (1977)
Yazıları Seven ayı (1978)
Göz Masalı (1979)
Yaramaz Sözcükler (1979)
Çukurova Koçaklaması (1979)
Şeker Yiyen Resimler (1980)
Cinoğlan (1981)
Hin ile Hincik (1981)
Güneş Doğduran (1981)
Çıplak (1981)
Yunus Emre'de Olmak (1981)
Nötron Bombası (1981)
Koşan Ayılar Ülkesi (1982)
Dişiboy (1985)
İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler (1985)
Takma Yaşamalar Çağı (1986)
Uzaklarla Giyinmek (1990)
Dildeki Bilgisayar (1992)
Ahmet Necdet, Modern Türk Siiri Yönelimler, Tanıklıklar, Örnekler, Broy Yayınevi, Ekim 1993.

ÖDÜLLERİ
1946 Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışması Üçüncülük
1956 Yeditepe Şiir Armağanı
1958 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü
1966 Türkiye Milli Talebe Federasyonu Turhan Emeksiz Armağanı
1967 International Poetry Forum Yaşayan En İyi Türk Şairi (A.B.D.)
1973 Arkın Çocuk Edebiyatı Üstün Onur Ödülü
1974 Struga XIII. Şiir Festivali Altın Çelenk Ödülü (Yugoslavya)
1974 Milliyet Sanat Dergisi Yılın Sanatçısı
1977 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü



Edebiyatçılar Derneği, 08 Ekim 2008 tarihinde, yeni dönem “Yaratıcı Yazarlık Atölyesi”ni açıyor. Edebiyatçılar Derneği’nin gönüllü yazarların işbirliğiyle gerçekleştireceği Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, öykü, şiir, deneme, eleştiri gibi yazınsal türler üzerine kuramsal çalışmaları ve uygulamaları içeriyor.
Aysu Erden, Tekgül Arı, Çiğdem Ülker, Süreyya Karacabey, Cemil Kavukçu, Aynur Tunaboylu, Remzi Özmen, Gökhan Cengizhan’dan oluşan yürütme kurulu ve Nazlı Eray, Özcan Karabulut, Meltem Arıkan’dan oluşan konuk yazarlar tarafından yapılacak olan atölye çalışmaları, 06 Aralık 2008 tarihine kadar sürecek.

1992 yılında kurulan ve bugün 1100 üyelik birikimiyle, ülkemizin en geniş, en yaygın, demokratik ve bağımsız yazar örgütü durumuna gelen Edebiyatçılar Derneği, edebiyata yürekten inanan herkesi; okuma ve yazma eylemini yaşam biçimi olarak benimseyen birey olmaya çağırıyor.

Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, yazma çabasının başlangıcında ya da herhangi bir düzeyinde bulunan tüm katılımcılar için geliştirilmiş bir programdır.

Söz konusu atölyeye katılmak için statü, kariyer, derece sahibi olmak gibi önkoşullar yoktur. Okumaya ve yazmaya ilgi duymak yeterlidir.

Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, hiçbir sınıf, meslek, yaş ayrımı yapmaksızın, edebiyat uğraşıyla ilgilenen herkesin, entelektüel kapasite ve yeteneklerini geliştirmeyi hedefliyor.

Yıllardır yazıyor ya da ilk metnini deniyor olsa da, yaratıcı yazma konusuna gerçekten ilgi duyanlara, Edebiyatçılar Derneği’nin düzenlediği atölyeler, gereksinim duyduğu katkıyı mutlaka sağlayacaktır.

Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne katılmak isteyenler, ayrıntılı bilgi ve atölye programı için Edebiyatçılar Derneği’nin aşağıdaki adreslerine başvurabilirler.

Edebiyatçılar Derneği
Sakarya Caddesi, no: 32 / 15 Yenişehir-Ankara
Tel: 0312 434 46 65
Cep: 0506 583 58 75 (09.00-18.00 saatler arası)
e-posta: edebiyat@edebiyatcilardernegi.org.tr

Haber: Dergibi