MEKTUP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEKTUP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hz. Mevlana'nın sevdiği kadın olan Gevher Hatun ile mektuplaşmaları
Hz.Mevlana'nın, evleneceği kadını (Gevher Hatun) bir kere gördüğünde düğününe kadar
onunla yazıştığı mektuplar ...

Önce Hz. Mevlana yazar ;

Benim Gül'üme..

Zaman geçer... İnsan geçer... Dünyada her şey geçer; zaman öyle bir zaman olur ki sevda da
zamana ayak uyduramaz. Gönül sevda da geçer, gönüle yar geçer. Çok değil, sadece birazcık mevsim geçer, sıcak gelir, kış gelir; bahar geçer... Taşın yanında ağır olduğunu, ateşin ancak
düştüğü yeri yaktığını yeni öğrendim. Aşk da ateş mi demektir, hani her düştüğü gönlü yakar ya
... Mevsimlerden gözyaşı değil henüz, mevsim aşk mevsimi. Ey sevdamın Gül Hatun'u, beşinci mevsimim sensin, sen sadece sen değilsin, bensin; bedensin, benimsin.
Katre katre sen kokarsın toprağa nihayet düştüğümde. Ruhumun arzu dolu meyvesi sensin. Gül. Güle gülmek yaraşır, sevdaya da gül. Hani nerde aşkın sahibi gönül? Dur, yorulma !
Sevdam sana, gülüm sevdaya. Gülü sakın verme başka sevdalara...
Bezm-i elestten beriyim sevdada, o bende vaktinden öncesinde, susma ! Konuş, haykır gülüne
doyasıya sevdanı, sevdaya da ancak bülbülleşmek yaraşır. Bütün umutlar sende, bütün aşk
sende, sevda sende, gül sende..
.
Ertesi gün Gevher Hatun'dan cevap gelir..

Cemre bakışlıma...

Bakışlarına hasret kaldım, uzak diyarlarda ruhunu soluduğum aşk-ı sevdam. Ruhuma gel,
yanaş tenime ve bak usul usul, nefesini nefesim duysun. Yoksun. Sevda da yok ortalıkta. Aşk
var; sevda olmasa da sevda var. Suyuna can verip damarlarımı dirilten; cansız toprağın
kucağında tohumuma can veren ve sevdamı bana bağlı kılan Yaradan, ruhuma can verip
sevdaya bağışladığın an bittim, yeniden doğdum da sevdamın gözlerinde dirildim. Emelimi
onda buldum, sevdayı sevdanda gördüm. Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmamacasına
ezelden ebede ferman ferman yazılmış bahtsız ruhumun mücerret rüyası, gönlümün sevdayı
gülü...

Kimseler bilmez, kimseler görmez bizi. Aşka değer bir aşk mıdır beni benden alan, yoksa
cihanda görülmeyen seslerin muhteşem ahengi midir kalpte yanan? Sana dair ne varsa, ben
hepsini aşk bildim. Sevda bildim. Seni sen bildim de sevdayı sana bildim.
Aşka sen diye bakmadıktan sonra ben aşkı neyleyim? Seni ruhuma cemre diye
damlatmadıktan sonra ben bu bedende neyleyim?

Aşk da sen, hasret de sen, ben de sen ...

Ardından tekrar, Hz. Mevlana yazmaya başlar ..

Suskunluğumu seninle bozuyorum. Son nefes senin adını sürüyorum dudaklarıma, sonra
kapatıyorum oruç niyetine; iftarım senin adınla oluyor yine. Aşkın adını sen koydum, bütün
sevdalar kıskandı.

Aşkın yalın hali ise sadece ben. Yalın, yalnız, yapayalnız.. Sevdasız yağmur bile eski bir
rüyadır. Aşkın içinde gül varsa gül tekrar filizlenir, kıpkırmızı kesilir. Sevdada gül varsa ancak o
zaman bulur aşk kendi halini. Aşka dair ve sevdaya dair seni çizsem, kitap niyetine soluksuz
okunur gönüllerin ulu orta yerinde. Kitabın adını sen koysam , "sevda sevda" dillenir bütün
gözler.

Her şey bittiği zaman kainatta, gül ile sevda tekrar dirilir, son bir kez yeşerir son noktayı
koyarcasına... Sustum. Sevda sustu, gül sustu. Sustum, sevda müptelası gül coştukça coştu.
Aşk üç kelime ile aşk oldu; Gül ve Sevda. Sevdaya gül dahil, sevda güle müdahil. Yaşamak
sadece gülce, sevdaca...

Aşkın adını hüsran koyanlar utansın, sevda tüten güllere inat. Ruhun girdaplarını gül, sevda
koydum saklanıp çıkmayayım diye. Güle değen bütün sözleri kıskanırım . Sevdaya gelecek
ruhları parça parça dağıtırım.

Ben sana Gül diye yazdıkça, sen bana Cemrem diye yazardın. Haklısın cemrenim ben.
Dördüncü cemre. Havaya, toprağa ve suya düşen cemreler. Yakar. Kavurur. Savurur. Cemre
düştü toprağa gözlerden. Toprağı diriltti, canı verdi; canını yitirdi. Canını yitirse de cemreliğini
kaybetmedi. Gözler önce cemreyi gönderdi, sonra kendileri de gitti. Eridiler, yok oldular..
Cemrenin kızgınlığı zamanaydı, gözlereydi, toprağaydı ve aşkaydı...

Zaman geçiyor. Ne cemre kalıyor, ne gözler kalıyor ne de toprak eski halinde kalıyor. Gönül
buruksa ve vurgunsa kendi ruh halini hep koruyor, kaybetmiyor ama asi oluyor. Aşka isyan
ediyor, zamana isyan ediyor, mekana isyan ediyor.

Gül, cemreye kavuşunca sevda doyuyor mutluluğa. Cemre sevdanın bir parçası, onun zerresi,
onun katresi... Sevda hep güle cemreyle yalvarıyor, gül gülüyor, sevda binlerce kat daha
sevdalanıyor… Gül utanınca kırmızılaşıyor.

Sevdada isyankar bakışlar, gülde uslanmaz haykırışlar... Mesafe uzak; gönüller bir, gözler uzak;
bakışlar bir .. Ayrılık girdi araya uzunca zamandır. Rüzgar, sevdayı gülden ayrı savurdu, itti
bütün gücüyle gülden uzağa apayrı... Zamanda mıydı suç? Rüzgarda mı? Yok, başka kimse
yok gül ve sevdaya dair...

Cemre susuz..
Cemre yarsız..
Cemre gülsüz ve sevdasız ...
"Senin Cemren"

Aşkın Gözyaşları Hz Mevlana kitabından alıntıdır.





Muhabbet kuşumuz öldü
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna

Uyuyamadığım gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi...
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım.
Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben
Bir kenar süsünün gülü olsam ben
Sarı deftere tuttuğum bir günlük
Aşk olsam ben...

Sonra yazları
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu
Balkon yaseminlerle sevişirdi
Rüya hülyayla sevişirdi.
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında
Geceyle sevişirdim.
Bir davet gibi otururdum balkonda
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve ince
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.
Secde eden alnımı,
Şarap içen dudağımla öpmek istedim.
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı
Beyaz bir merhemle ovmak istedim.
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna...

İtiraf etmek gerekirse
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan
Kalp şeklinde kültablaları
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
Yetmezdi yeniden doğmaya.
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse
Bedelini ödedim ama Pollyanna
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Çimento, demir, çamur...
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
En üst kattan düşerdim her gün
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
Cevap beklediğim zamanlarda.

Benim bir köyüm olmadı.
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.
İstanbul'u evlat edinsem
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna
Bir kitaba bir cüz olamadım.
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı
Biri okşasam bir yumuşardı.
Bire "BİR" olamadım.

Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı
uyanmalıydım.
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.

Sana bu son mektubu,
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
yazıyorum Pollyanna
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

Didem MADAK


"Sen trendesin şimdi. Ben de oturuyorum burada. Saat 12’ye geliyor. Gecenin bu saatlerinde insanlar kısıyorlar seslerini. Sessizlik bürüyor ortalığı. Ben de daha iyi duyuyorum dinlediğim müziği. Daha çok yitiriyorum tüm düşüncelerimi. Olmayan düşüncelerimi. Uyuyabilmem için hiçbir neden yok. Sabah 8’de kalkmış olmam, o ilgisiz büro,ev,ben,beni yoramıyor artık. Uyanmam için de hiçbir neden yok.
Bu kelimeleri alt alta, yan yana dizmem için de. Bir gece. Diğerleri gibi. bir ben. Diğer benler gibi. Bugün eski ben’lerimden biri olduğumu duydum. Karşılıklı gülsek.
Gülebilir miyiz dersin?
Gülebilir misin?

Bu gece okuyacak bir şey bulamıyorum. Bugün senin Bozgun’u okumaya çalıştım. Üç kelime okuyabildim. Elim,elimden çıkan kelimeler,benden uzaklaşıyor. Bu satırlar ben değil artık. Kafamdan geçenleri yazamam.Bir şey geçmiyor çünkü.
Geçenlerde düşümde yüksek bir yapının camının altında , bir parmak kadar dar bir yere abanıp kalmıştım. İçeriye girsem,girmeye yeltensem ,camdan odaya bir adımımı atsam, düşüp ölecektim. Ama o cam kenarına yapışıp, boşluğun üstünde kendimi tutacak gücüm kalmamıştı. Nasıl olsa çözülecekti ellerim. Ve ben düşecektim boşluğa.
Yarın bütün gün trende gidecek olan sen misin ?Nereye? Niçin?
Yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim? Neden ?Niçin ? Hiç bir yerde olmak istemiyorum ki.
Belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım.
Gene bir yığın günler geçip gidecek ve ben kendime,işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim?
Korkuyorum. Korkuyorum. Korkuyorum. ”

Ankara
Eylül, 1966, Cuma




Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım
Beş oğul bir kızım için yaşadım
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi
Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi
Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı
Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı
Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı
O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı
İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı
Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

İmam usandı, tayin yaptırıp gitti
Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti
Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem
Gelinlerimi severim asla kin beslemem
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

‘’ OĞULLARIN ANA MEKTUBUNA CEVABI ’’
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz.
Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz
Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!
(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !
(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına,
Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!
(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !
(5. oğul)
Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın.
Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın!

(ortak çözüm)
Ana, ana dört kardeş hanımlarıyla bize geldiler.
Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler.
Bizler ne yapacağız diye düşünürken, akılı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler!



Mahir ODABAŞI

Eserin tüm hakları ve sorumluluğu eser sahibine ait olup sahibi istemediği takdirde yayından kaldırılacaktır.
Siirfm.com'a teşekkürlerimle




Dün akşam senden ayrıldıktan sonra
ilyas'lara gittim
oturup şu evlenme meselesini uzun uzun konuştuk
karısı da akla yakın şeyler söyledi
ben gerçi onu severim, dedi
beraberce yaşayıp gitmenizi kim istemez
ama, yoksulluğa alışkın değildir o
açlığa, yalınkat döşeklere pek katlanamaz
dinledikçe, kızcağıza hak verdim
bu iş olmayacak gibime geliyor, ne dersin

sen öyle görmüşsün büyüklerinden
dört kap yemekli sofralar görmüşsün
karpuz kollu yaz entarileri görmüşsün
yattığın yataklar herhalde somyalıdır
haftada bir-iki, sinemaya gidersiniz evcek
hayat pahalı, sana pabuç alamam
pabucu bırak, şöyle karın doyurucu bir şeyler de alamam
kitap alamam mesela
radyo alamam, tiyatro bileti alamam
gençsin birçok şeylerde gönlün kalacak

peşin söylemeli ki, sonra bana gücenmeyesin
benim cıgaram var, rakım var
alıştığım insanlar var bunca yıldır
sevdiğim, inandığım
onlarla görüşmeden edemem
hepsini kabullensen bile, günü nasıl kurtaracağız
memurluk bana gelmez
ticaret falan da yapamam, yaradılışım böyle
çelimsizim, taş kıramam
ben yazarak, çizerek geçinmek zorundayım
diyeceksin ki; ölme eşeğim ölme

sen bir aralık demiştin ki
gerekirse, ben de çalışırım, demiştin
ingilizceden tercümeler yaparım, dikiş dikerim
el işine koşmak gücüme gitmez
annem bana bunların hepsini öğretti
benim anam da iyi kadındır, biliyorsun
sana kaynanalık etmez tabi
ama, hastalıklı, eli işe varmıyor
bulaşık mı yıkayacaksın, tercüme mi yapacaksın
ortalığı mı süpüreceksin, dikiş mi dikeceksin
bir gün, beş gün değil ki bu
gençliğini de yitirince hayattan soğuyacaksın

ben şiir de yazıyorum, biliyorsun
şiirimde barış gibi, hürriyet gibi sözler geçiyor
buna içerleyenler olacak belki
bu güzelim işe bir kulp takıverecekler
cezaevlerine düşeceğim, sen yapayalnız dışarda

bu mektubu postaya vermeden önce
şöyle bir gözden geçirdim
başka kusurlarım olsaydı
emin ol, onları da yazacaktım

bak düşün taşın

Metin ELOĞLU





Gördüğüm her postacıda
Seni hatırlarım...
Yazardın ya bir zamanlar?
Hani ucunu yakıp,
Har sayfasına bir tel bağışlardın saçından,
Unutmadım...

Okuldan çıkıp da eve gelince
Annem verirdi mektuplarını....
'Hadi gözün aydın' derdi.
Nasıl sevinirdim bir bilsen.
Sığmazdım bu şehre.
Bir güzel kafayı çekip
Adımlardım kaldırımları...
Sarhoş halimle sana şiirler yazardım.
<3 p="">
 umarım iyi geçmiştir sende yıllar.
Albümlerde güzelsin de
Ben pek bakamıyorum.
Kaldırmıyor bunu yüreğim.
Güçlü değilim eskisi kadar...

Şimdi kim bilir kimin zarfını kapatıyor,
ıslak dudakların...
Belki mektup atacak kadar
Uzak değilsindir sevdiğinden?
Yanı başındadır...
Zaman alnındaki ismimi silip
Başkasının adını çoktan yazmıştır...

Sahi anlatsana,
Nasıl bir şey sevdiğinin her an yanında olması?
Ben sen de bunu pek tatmadım.
Ne güzel olurdu değil mi,
Zamana aldırmadan, acele etmeden
Yavaş adımlarla Kızılay'da yürümek.
Olmadı işte, ne yapalım...
Hep bizim payımıza düştü,
Kalkacak otobüsün saatine göre sevişmek...

Son bir mektup yaz bana.
İçinde Diyarbakır olsun.
Sen on beş yaşında ol?
Okulun arka bahçesine
Sigara içmeye çağır beni?

Ankara'dan bahset biraz da
Tunalıda beni bekle
Kadere inat,
Yaz adımı lisenin duvarlarına.

Sonra Kırşehir'ı anlat.
Üniversiteli genç kızın
Mayıs gecesinden kalma burukluğunu dök kağıda.
Saat sabahın altısı olsun,
yolcu et gideyim,
bana son kez el salla...

Tabi ki unutmadım
Bursa'yı da yaz.
Kadehte beyaz şarap, yılbaşını kutlayalım.
Güneş doğsun
Ve seninle bir kez daha ayrılalım.

Son bir mektup yolla bana
Aynı adresteyim.
Islak dudaklarınla zarfı kapamayı
Sakın unutma....

Okan SAVCI