Mübarek Ramazan ayında olduğumuz şu günlerde Rabbim yaptığımız duaları ve tuttuğumuz oruçları kabul eylesin inşallah. Eee Ramazan ayındayız ve bu ayda hikaye anlatmak, dinlemek, okumak da elbette çok güzel. Ben de sizlere daha önceden okumuş olduğum bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Devamı diğer hikayeler...

*******

Resul-i Ekrem, dostlarıyla birlikte, binek hayvanlarından iner inmez, yüklerini yere koydular, daha sonra bir koyun keserek yemek hazırlamaları için karar aldılar.
Birisi:
- Koyunu ben keserim, dedi.
Diğeri:
- Derisini ben yüzerim,dedi.
Üçüncüsü:
- Etini de ben pişiririm' diye söze katıldı.
Dördüncü:............
Resul-i Ekrem (s.a.s)

- Çölden odunu da, ben toplarım, buyurdu.

Topluluk:
- Ey Allah'ın elçisi, siz zahmet etmeyip sakin bir köşede oturursanız, biz bu işlerin hepsini seve seve yaparız,dediler.
Resul-i Ekrem (s.a.s):
- Evet, yapabileceğinizi biliyorum. Fakat Allah, 'Her hangi bir kulunun, kendi dostları ve arkadaşlarından, özel imtiyazlarla ayrılarak, seçkin bir vaziyette görünmesini sevmez' buyurdu.

Sonra çöle doğru gitti ve çölden çalı çırpı toplayıp getirdi.



Bir ramazan ayını daha karşılıyoruz… Sabır, merhamet, hoşgörü, açın halinden anlama, birlik-beraberlik, vatan-millet, dini, dünyevi … vs bütün duyguları içinde barındıran bu kutsal ayımızda Yüce Rabbim, bizleri bu ayın hürmetine merhametiyle, hoşgörüsüyle ve tartışılmaz büyüklüğü ile ruhlarımıza yaysın, edilen dualarda buluşturup dualarımızı kabul edilenlerden eylesin inşallah.  

Ve diyorum ki;
Mübarek Ramazan ayı, eski günlerde ki değil elbette. Çünkü değişti her bir şeyimiz. Eskisi gibi ne komşuluk, ne akrabalık, ne de küçük büyük ilişkilerimiz kaldı. Dost elinden mahrum, düşman sözüne maruz kaldık. Hatırlıyorum da,  sizinde “ahh ahhhh “ dediğinizi duyacağımız “nerede o eski ramazanlar” sözü kulaktan kulağa yayılacak yine. Eski tatların kalmadığı, eski tadımızın kalmadığı, çoğunluğumuzun mutluluğu kaçırdığı bir dönemde, ne mutlu olabiliyor, ne de yaşadığımız zamandan keyif alabiliyoruz.  Ahh ahh nerede o eski ramazanlar. Artık söyleyebiliyorum bu sözü çünkü benim de yaşım erişti çoktan. Eskiden komşuluk dediğimiz ilişkilerimiz vardı. Sende yok olanı sana yaratan, en dar anında akrabandan önce yardımına koşan. Kimisiyle öyleydik ki sanki aynı ana babadan olma, gecesi gündüzü bir, aynı kaptan yemeğini paylaşan. Acısı acım dediğimiz, sevincine ortak olduğumuz, ölüsünde dertlendiğimiz, düğününde oynadığımız. Çocuğumuzu gözümüz arkada kalmadan teslim edebildiğimiz… Güzel insanlar vardı bir zamanlar, güzellikleri doya doya paylaştığımız. On basamak yukarıda, bir bina ötede, bazen yan yana, bazen de arka mahallede.  Güzel insanlar, güzel zamanlar, geçmiş yıllar var ardımızda kalan. Ve şimdilerde sadece bizden önceki büyüklerimizin özlemle anlattığı o razamanlar….
Rabbim bizleri bir Ramazan ayına daha erdirdi. Diliyorum ki bu ayda, ülkemiz adına, dünya adına, kısacası insanlık adına güzel şeyler olsun ve mutfağımız bereketli,  ağzımızın tadı yerinde, hoşgörü içerisinde idrak edip geçireceğimiz ve ardından şeker tadında bir bayrama erişmeyi nasip eylesin bizlere…

“Oruçlunun uykusu ibadettir. Susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duası makbuldür, günahı affedilir” buyuruyor Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz.

Herkese Hayırlı Ramazanlar Dileğiyle,
Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL




Neyzen bir gün gene çığırından çıkmış şekilde Allah kitap küfür ediyor. Bir arkadaşı geliyor yanina:

-Bre Neyzen ayıptır günahtır nasıl küfürdür bunlar?

Neyzen adama bakar

-Hocam, biz büyük kapının köpeklerindeniz; Biz havlayıp hırlamasak kapının büyük olduğunu kim anlar?

Kerhane

Neyzen Tevfik bir gün Cami'de Hoca'nın vaazını dinler. Hoca cemaate herkesin dinin gereklerini yerine getirmesi gerektiğini, cennette herkese çok güzel huriler verileceğinden ve bu hurilerle ne yapmak isterlerse yapabileceklerini anlatır. Ertesi gün ki vaazda Neyzen Hocaya sorar:Hocam cennet'te şarap olacak mı? diye.

Hoca bu soruya çok sinirlenir başlar neyzeni zındık, kafir, iblis gibi dini motiflerle haşlamaya ve sorar:

Bre zındık cenneti meyhane mi sandın?

Neyzen istifini bozmaz önceki günü hatırlatır:

E Hoca dün cenneti kerhane yaptın.

Hangisini içer

Yesilayci bir profesör, "içkinin zararlari" konulu bir konferans veriyormus.Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus:

" iki kovadan birine raki digerine su doldurup bunlari bir esegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir agizdan " Suyu " demisler. " Neden suyu içer" demis profesör, Neyzen hemen atilmis " Esekliginden "

Ahmet Rasim milletvekilligi döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmis.M.Kemal bunu çok begenmis.

Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliginde içerken,az ötede dolasan bir köylü çocugunu yanina çagirarak sormus :

--Biz ne yapiyoruz ?

--Raki içiyorsunuz.

--Söyle bakalim, iki kovadan birine raki digerine su doldursak,bunlari esegin önüne koysak,esek hangisini içer ?

--Rakiyi !

--Aman,demis,sebebini sormayalim!!!

Yiyip içmek için mi ?

Neyzen,bir gün Mazhar Osman'la karsilasir.

--içmeye devam ediyormusun,Neyzen ?

--Neden sordunuz,Beni tedavimi edeceksiniz,yoksa yemege mi çagiracaksiniz ?

Sise çekerken

Neyzen,bel agrilarindan yakinmaktadir.Tanidik doktorlardan biri: "En iyisi sise çekmek" der, "agrilardan kurtarir seni"

Ertesi gün bir dostu,Neyzen'i kaldirima uzanmis,elinde raki sisesini tepesine dikmis sekilde görünce :

--Üstad,rakiyi birakacagini söyleyip duruyordun,bakiyorum azaltacagina ölçüyü büsbütün kaçirmissin.

Neyzen,dostunu yattigi yerden söyle bir süzer:

--Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum.Bel agrilarindan sikayet ediyordum;doktor "sise çek" dedi.

Nasil görüyor ?

Birinci dünya savasinda iki gözünü kaybeden bir tanidigiyla söylesmektedir.Tanidigi sorar:

--Durumu nasil görüyorsun Tevfik'cigim?. Neyzen "karanlik" diyecekken vazgeçer,

--Sizin gördügünüz gibi,diye cevap verir.

Yol veririm

Meyhanenin tuvaletine giderken,daracik koridorda bir kabadayi ile karsilasir.Birinden birinin kenara çekilmesi gerekmektedir.

Neyzen, " Müsaade et,geçeyim " der.Sarhos kabadayi, "Sen kime kafa tutuyorsun babalik, ben senin gibi cigeri iki para etmezlere yol vermem " diye aksilenir.Bizimki hemen kenara çekilir, " Ben veririm " der.

Herkesin Bildigini

Basin çevrelerinde taninmis bir hanim,Neyzen'le karsilasinca,

--Askolsun,benim için asifte filan gibi sözler söylemissiniz ?

Neyzen elini sinek kovalar gibi sallamis;

--Hanim,sen beni tanimiyorsun.Ben herkesin bildigi seyleri söylemem.

Kime uygunsa...

Moralinin bozuk oldugu bir gün,hoslanmadigi bir adam masasina çöker ve münasebetsiz laflarla Neyzeni kizdirir.Adam bir ara;

--Üstad,bugüne kadar hiçbir yerde neden görev almadiniz acaba ? diye sorunca,dayanamaz !

--Senin gibi himbillarin yerine geçmemek için der.

Pislige bulasmamak

Savas vurguncularindan birinin dedikodusu yapilmaktadir.

--Tonla parasi var...Herifin bir eli yagda,bir eli balda...Nereye gitse,hemen yol açiyorlar.

Neyzen sorar :

--Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes ?

--Çekiliyor

--Demek cebindeki pislige bulasmak istemiyorlar...

Benzetmede hata olmaz !

Kafayi iyice bulmus,yalpalayarak giderken bir tanidiga rastlar.

--Yazik dostum,yazik,canina hiç acimiyorsun.Bu gidisle sen fazla yasamazsin.

Neyzen adamin yüzüne bakip gülümser.

--Ömür denilen,içi su dolu fiçiya benzer,içindeki,azar azar da kullansan,hepsini de bosaltsan,mutlaka biter.

Bulunur ama ?

Neyzen'in bir arkadasi meyhaneye girer ve garsona sorar ;

--Bizim Neyzen burada mi?

--Burada beyim,Sagdan besinci masa.

O masada Neyzen'i göremeyen adam geri döner:

--Gitmis...

--Affedersiniz beyim,kabahat bende.Masanin altina bakin dememistim,size...

Evin yolu

Aksaray'da bir ev kiralar.Yeni tasindigi siralar,geceleri meyhaneden dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir.Bir gece,karsisina çikan bekçi'ye:

--Bekçi baba,Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor.Sen evini biliyormusun?

--Neyzen Tevfik sensin ama beyim!

--Ben sana kimim diye sormadim,Neyzen Tevfik'in evini sordum...

Agzina içki koymamis!!!

Sait Halim Pasa,Neyzen'i seven bir kisiymis.Bu yüzden ona izaz ve ikramda bulunurmus.Pasanin sofrasinda fena sarhos olup sizdigi bir gecenin sabahinda,pasa,Neyzen'den bir daha içki içmeyecegine dair kesin söz istemis.Neyzen'de, Pasayi son derece saygiyla sevdigi için,istenilen sözü ciddiyetle vermek zorunda kalmis.Bu söze göre Neyzen agzina bir daha raki koymayacak!!!

Bir dahaki çagrilisinda Pasanin karsisina zil zurna sarhos çikmis.Pasa onun bu halini görünce esefle sormus:

--Hani söz vermistin?Bir daha agzina içki koymayacaktin?

Neyzen,yemin ederek agzina bir damla içki koymadigini söyleyince,pasa derin bir hayrete düserek:

--inanman,söyle yakin gel de bana bir "hoh" de,bakalim.

Neyzen iyice sokulup.pasanin burnuna,olanca gücünle bir "hoh" demis.Lâkin hayret,gerçekten de Neyzen'in agzi içki kokmuyor! Pasa saskin,saskin:

--Bu nasil is Neyzen? deyince,Neyzen onu kahkahadan kirdiran cevabi veriyor:

--Sen kokusunu alip da anlamayasin diye içkiyi altimdan tenkiye ettirdim.Insan biraz kendine hükmedip de aldigini çikarmazsa,iste böyle,tipki yukaridan içmiscesine mest oluyor pasam!!!

Kirk yillik ölü

Dr.Fahrettin Kerim Gökay "içkinin zararlari" konulu konferansini vermektedir. Bir ara:

--Rakinin her kadehi,hayatimizi bir saat kisaltir,der.

Dinleyiciler arasinda olan Neyzen yerinden firlayip bagirir:

--Eyvah,yandik!

--Hayrola?

--Hesap ettim,meger ben öleli tam kirk yil olmus!!!

Kovmanin nazikçesi

Bir arkadasiyla Beyoglu'nda gezerken Ubeydullah Efendiyle karsilasirlar.(Ubeydullah Efendi,ünlü Jön Türkler'dendi.Son yillarda Besiktas Evlendirma Memuruydu) Neyzen,Ubeydullah Efendiye sorar:

--Hocam,Hazreti Adem'le Hazreti Havva'nin nikahlarini hangi imam kiydi?

--Davetliler arasinda degildim,bilmiyorum.

--Peki,Adam'la Havva cennetten niye kovuldular?

--Bir münasebetsizlik etmislerdir.

--Ne gibi?

Ubeydullah Efendi dayanamaz:

--Sizin bu aksam yaptiginiz gibi.

--Peki,acaba nasil kovuldular?

--Defol...Yoksa sana haddini bildiririm simdi!

Neyzen,ardindan bastonunu sallayarak kosan Ubeydullah Efendi ile arayi açtiktan sonra durup seslenmis:

--Böyle nazikçe kovmasini biliyordun da,benimle ne diye bir saat ugrastin üstad?

Hangi Anahtar?

Danibütün geçinen bir dostu sorar:

--Beni tanirsin...Cennetin anahtari sende olsa beni oraya almaz miydin?

Neyzen,karsisindakini bastan ayaga söyle bir süzdükten sonra gülümser:

--Bende Cennetin degil de Cehennemin anahtari olsaydi,senin için daha hayirli olurdu.Belki seni oradan çikarirdim!

Gelin gibi...

Son hizla giden taksinin soförüne sesleniyor:

--Aman oglum,n'olur biraz yavasla.

--Merak etme baba,biz bu taksiyle gelin tasiyoruz.

--Desene biz de düzülecekler arasindayiz!!!

Meyhaneye girmeden...

Es dostunun israri karsisinda,bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder.Bir kaç gün sonra, vakt-i kerahet (demlenme zamani) zamani gelince dayanamaz.Bir at kiralayip solugu Langa'da Kosti'nin meyhanesinde alir.Attan inmeden,kapidan seslenip içkisini getirtir.Meyhanedeki tanidiklari seslenirler:

--Hoca,böyle at üstünde içki içilirmi?Hele atini bagla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.

--Yoo,gelemem yaniniza.Meyhaneye girmeye tövbeliyim!

Delilik ayricaligi...

Sirkeci'de Necdet Rüstü Efe ile karsilasir.Ayaküstü konusurlarken Neyzen,cumhurbaskani Ismet Inönü'nün diktatörlügünden söz etmeye baslar.Necdet Rüstü,dönemin her tasin altindan çikan polislerinden birinin köse basinda durup kendilerine kulak kabarttigini görünce tedirgin olur,kisa kesmeye çalisir.O sirada polis biyik altindan gülümseyerek yanlarindan uzaklasir.Olup bitenler Neyzen'in gözlerinden kaçmamistir.

--Polisten korktun degil mi?Bana bir sey yapamaz,çünkü ben deliyim.Bu yüzden dokunulmazligim var.Fakat bu delilik imtiyazini kazanip içimi rahat dökebilmek için neler çektim,bilemezsin.

Adam yerine koymuyorlar...

Hüseyin Sehsuvar anlatiyor:" ...küfürlere basladi.Sonra basini sola çevirip bana döndü:

--Hüseyin,ben önüme gelene sövüyorum.

--Söversin,

--Bana bir sey yapmiyorlar???

--Ne yapacaklar?

--Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar???

Parasiz bilete karsilik

Kadiköy'deki Opera sinemasinda bir hayir kurumu yararina konser verilmakteydi.Konsere ara verilince Neyzen eline bir sapka alarak siralari dolasir,para toplar.Sahneye çikar;sapkada toplanan büyük miktardaki parayi oradaki masanin üzerine bosaltir.Dinleyilere döner:

--Muhterem topluluk,herbiriniz bu konsere bilet parasi ödeyerek geldiniz.Yalniz ben davetliydim,para ödemedim.Su masanin üstündeki,tarafimdan toplanmis paralari,bana verilen biletin karsiligi olarak hayir kurumuna birakiyorum..

Iki kilo Raki

Yüksel Bastunç,"bu fikra ne kadar dogrudur,bilinemiyor" diye yaziyor: "Atatürk bir aksam Neyzen'i Florya'daki kösküne çagirtiyor.Bir iddiasi vardir:

--Senin çok fazla içki içtigini söylüyorlar.Benim kadar içermisin?

--Ne kadar içersiniz? der Neyzen

--iki tane kiloluk raki içerim.

M.Kemal kelimelere basa basa bu sözleri söylemistir.Neyzen'in gözünü korkutmak istemistir. "Canim ne isterse,susuz,mezesiz" diye devam eder.

Neyzen: "Bende iki kilo içerim ama,öyle içmem.Kâse geliyor,iki kiloluk rakiyi Neyzen kâseye bosaltiyor.Digerleri Neyzen'in basini kâseye daldirip lakir lakir rakiyi içecegini zannediyorlar.Fakat Neyzenin isi bitmemistir.Bir somun ekmek bir de irice bir kasik geliyor.Neyzen ekmegi lokma lokma koparip kâsedeki rakiya bastiriyor.Lokmalar rakiyi iyice çekince,Neyzen çalakasik yanasiyor bu bade tridine.

Yine anlatilanlara göre; M.Kemal," Pes,pes " diye bagirarak ayaga kalkmis ve elleriyle yüzünü kapatmis...

Geri gelmeyeceklerse?

Birinci Dünya Savasi yillari.Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladigi bir kafile,askerlik subesine gitmek üzere yola koyuluyor.Kaldirimlarda biriken halk gidenleri ugurluyor:

--Allah selamet versin,Allah selamet versin.

Yemen,Çanakkale,Filistin gibi cephelere gidenlerin geri dönmeyeceklerini bilen Neyzen de bu yolculuk törenine katiliyor:

--Allah rahmet eylesin,Allah rahmet eylesin!!!

Simdiden belli !

Sadrazam Sait Halim Pasa Neyzeni Yeniköy'deki yalisina davet eder.Yenilip içildikten,Neyzen'n Ney'i dinlenildikten sonra Pasa Neyzen'e pirlanta islemeli essiz bir ney armagen eder.

Bizimki neyi eline alip inceler ve Pasa'ya geri varir.

--Hayrola üstad begenmedin mi?

--Çok begendim

--Peki neden almiyorsun?

--Ben yolsuz kalinca bu neyi satarim,yazik olur.Iyisi mi sen bana bes Lira ver,bu ney sende dursun...

Yüzü gülmez...

Sert,kavgaci,geçimsiz bir adam olan komsusu Tahsin Bey'le karsilasir.Tahsin Bey:

--Bugün hanimi disçiye götürecegim.Dün gülerken gördüm,ön dislerinden ikisi çürümüs.

--Yalan söylüyorsun

--Neden yalan söyleyecekmisim?

--Seninle yasayan insanin yüzü gülermi hiç?

Fasulyeye benziyor

Ikinci Mesrutiyet döneminde nazirliga getirilen bir zat,çok geçmeden yegeninin vali olarak atanmasini saglar. Karsilastiklarinda,Neyzen:

--Masallah,kardesinizin oglu tipki fasulyeye benziyor.

--Genç yasta vali oldu,neden fasulyeye benzesin?

--Iste bende onun için benzetiyorum ya.Fasulye de siriga sarilarak büyür.

Çalarken..

Soruyorlar:

--Neyzen,çalarken mi neselenirsin,yoksa neseli oldugun zaman mi çalarsin?

Maliye Bakani hakkinda yolsuzluk dedikodularinin dolastigi bir dönemidir.

Neyzen: " Maliye Vekili degilim ki,çalarken zevk alayim "....

geriye


Rivayet ederler ki, Taklamakan diyarında vaktiyle kör bir adam yaşıyordu. Bu zavallı adam alemin güzelliklerini, harikalarını ve mucizelerini göremediği için o kadar çok üzülüyordu ki, sonunda gönlü de gözleri gibi karardı. Kederi artıkça arttı ve akıttığı gözyaşları dillere destan oldu. Onun kara bahtı için şairlerin düzdüğü manzumeler, musikişinaslar tarafından bestelenip, hanendelerce okuna okuna nihayet memleket sınırlarını aştı. Çok uzak ülkelerden birinde yaşlı bir sihirbaz, Pazar yerinde ağlayan sızlayan bir kalabalık görünce, merak duygusuyla aralarına karıştı ve kör adamın kaderini dile getiren türkülerden birini okuyan muganniyi o da dinledi. Gönlü o kadar kabardı, hisleri o kadar çoştu ki, bir yolunu bulup zavallıya görme gücü kazandırmaya karar verdi. Sarayına giderek papağanına tez zamanda uçup körü bulmasını ve ona davet mesajını iletmesini söyleyerek kuşu saldı. Papağan uöup giderek, o sırada evinin bahçesinde ağlayan körün kafasına kondu ve ona ona sihirbazın davetini iletti. Görme umudu canlanan zavallı da, omzunda kendisine yolu tarif eden papağan olduğu halde, demir asa demir çarık yollara düştü ve sonunda sihirbazın sarayına vardı. Sihirbaz ona bir camgöz verdi.Adam, efsunlu sözler söylenir söylenmez bu gözle görmeye başlayacaktı, öyle ki, ok yaydan böylece bir kez fırlatıldığında, adamın tekrar kör olmasına imkan yoktu. Adam gözü aldı ve efsunlu söz sihirbazın ağzından çıkar çıkmaz gözün gördüğü her şeyi görmeye başladı. Fakat yol yorgunu olduğu için sevincini tam anlamıyla belli edecek durumda değildi. Bu yüzden sihirbaz onu sarayında kırk gün ağırlamaya karar verdi. Gelgelelim, sihirbazın karısını görür görmez adamın aklı başından gitti. Günler ve gecelerce kadını düşündü taşındı. Sonunda sarayın hamamına gidip kadının yıkanacağı kurnanın üzerine bir yere sihirli cam gözü koydu ve derhal odasına geri dönü. Kadın, o sırada içeride kendini seyreden sihirli bir göz olduğunu, dolayısıyla adamın o anda memelerini ve mahrem yerlerini görmekte olduğunu bilmeden hamama girip yıkanmaya başladı. Böylece adam kadını doya doya seyretti. Ne var ki sihirbaz bu işin farkına varmıştı.Bu yüzden adamdan gözü geri istedi ve onu kovdu. Fakat adam, ne kadar uzakta olursa olsun, o sırada sihirbazın sarayında olan gözün gördüğü her şeyi görmeye devam ediyordu. İntikam almaya kararlı olan sihirbaz, tellallar bağırtı;p dünyanın en çirkin, en gudubet acuzesini buldu ve bir ressama kadının resmini yaptırdı. Resmi bir odaya koyup gece gündüz aydınlık kalması için üstüne bir fener astı ve tam önüne de, o sihirli gözü koydu. Sonunda o nankör adam, ömrü boyunca bu gudubet, çirkin acuzeyi seyretmek zorunda kaldı ki, bu da kör olmaktan bin beter bir şeydi.

****************

Ve bir başka kör hikayesi,Kitab-ül Hiyel'den

“Rivayet ederler ki vaktiyle Bağdat’ta bir hırsız yaşıyordu. Fakat mesleğinde o kadar beceriksizdi ki, çalıp çırpmak için gece yarısı girdiği evlerde, zifiri karanlık nedeniyle sehpalara, taburelere çarpıp deviriyor, uyuyan kedilerin ve maymunların kuyruklarına basıp bağırtıyor, yerde yatan insanlara takılıp tökezliyordu. Sonunda hem yakayı ele verip sopa yiyor, hem de ekmeğini kazanamadığından aç kalıyordu.
Gecelerden bir gece sihirbazın birinin sarayına gizlice girdi. Ancak saraydaki cinlerden birinin kuyruğuna basınca sihirbaz uyandı ve bu beceriksiz hırsızın haline kahkahalarla güldü. Hırsız aman dileyince ona acıdı ve bir dilek dilemesini istedi: Böylece o, sihirbaza, kendisine karanlıkta görme gücü vermesini, çünkü kedilerin kuyruklarına basıp baldırlarını tırmalatmaktan usandığını söyledi.Bu dileği bir şartla kabul edildi. Hırsız karanlıkta görecek ama ışıkta göremeyecekti. Yani insanlar için karanlık neyse hırsız için de ışık o olacaktı.
Adam bu şartı kabul eder etmez karanlıkta tıpkı bir baykuş gibi görmeye başladı. O gece hiçbir yere takılıp sendelemeden tam beş evi soydu ve ağzına kadar altın gümüşle dolu çuvalı evine taşırken güneş yükseliverdi: Zavallı hırsız, gün doğar doğmaz bir kör olmuştu. El yordamıyla evine gitti. Verdiği karara bin pişman olarak, gece olunca sihirbazın sarayına tekrar vardı ve ondan içine düştüğü zor durumdan kendisini kurtarmasını rica etti. Haline acıdığı için sihirbaz ona büyülü bir fener verdi. Fener ışık yerine karanlık saçarak onun gündüzleri de görmesini sağlayacaktı. Ama bu kez, onun saçtığı karanlık nedeniyle çevrede buluna diğer insanlar hiçbir şey göremeyeceklerdi.
Aldığı bu hediyeye sevinen hırsız, gündüzleri meyhaneye bu fenerle gidip gelmeye başladı. Gelgelelim, onun yaydığı karanlık nedeniyle yarenleri hırsızı görüp tanıyamadılar. Bütün bunlardan sonra o, karanlıkta kendisi görürken arkadaşlarının onu göremeyeceğini, aydınlıkta da arkadaşları onu görürken kendisinin onları göremeyeceğini anlayıverdi.
Sonunda para pul hırsı nedeniyle yapayalnız kaldığını kavradı. Böylece altın ve gümüşler içinde, ama tek başına, mutsuz bir hayat sürdü.

****

İhsan Oktay ANAR




Yayın Yılı: 2011
Kitap Kağıdı
200 sayfa

13,5x19,5 cm
Karton Kapak
ISBN:9754471827
Dili: TÜRKÇE


Ahmet Mithat Efendi tarafından 1875 yılında kaleme alınan ve batılılaşmanın insanlar üzerindeki yarattığı etkiyi anlatan ilk Türk romanlarındandır.

Romanda Felatun ve Rakım adında iki kahraman vardır. Felatun babadan kalma zenginliği ile gününü gün ederken, Rakım ise gayretli, dürüst, güvenilirliği ile etrafında sevilen, sayılan; çalışkanlığı ile takdir edilen bir insandır.

-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-

Aslına bakarsanız bu iki karakter günümüzde hala mevcut. Sadece modern anlamda kılık kıyafeti kendine örnek alarak yeniliklere açık olduğunu ve hatta bir Avrupalı'dan farkı olmadığını savunan ancak özünde hala eski niteliklerini barındıran kısacası kafaca değişmeyi beceremeyen insanları anlatması açısından da önemli bir kitap...

Elbette ki tüm kitabı burada anlatmak niyetinde değilim ancak yanlış batılılaşma yolunda yazılan ilk Türk romanlarından birisi olmasından dolayı bence okumakta yarar var diye düşünüyorum. Okumuş olanlara bir sözüm olamaz elbette.

Aslına bakarsanız Şubat ayında almış olduğum bu kitabı bloğumun sol tarafında kitap kapağını koyarak sizlerle paylaşmıştım ancak sadece yirminci sayfasına kadar okuyabildiğim bu kitap her nedense sıkmıştı beni. Aradan geçen iki-üç aylık bir zaman diliminden ve sınavlarında bitmesiyle yeniden elime alıp okumak isteği geldi diyebilirim. Çünkü bu zamana kadar okumaya başladığım bir kitabı alıp da yarım bıraktığım olmamıştır. Olduysa da mutlaka kitabın yazınsal ya da konusal bir sıkıntısından dolayı bırakmışımdır. Her neyse ki bu bir hafta içinde ala koya bitirdim. Ne de olsa çalışan insanız. Aslında bir gün içinde bile okunabilecek bir kitap. Önceleri sıkıldığım ve okumaktan vazgeçtiğim kitabı bitirince, hele ki sonu benim de istediğim gibi bitince değmeyin keyfime... Ne yapayım Allah biliyor ya hüzünlü biten hiçbir kitabı sevmiyorum, okusam bile beni fazlasıyla etkisi altına alıyor. 

Diyeceğim o ki ders kitaplarımın bir tanesinde ödev olarak verilmiş ve okuyun denilen bu kitabı bitirmenin mutluluğu içerisinde size de tavsiye ediyorum. İlk başta sıkıldığım gibi bu sefer sıkılmadan okudum. Şimdi de sıra okumak isteyen sizlerde...



Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL




Herkes mutsuzsa mutlu olanlar kim !
Kuma gömüp de kafamızı
Görmezden geliyoruz olan biten her şeyi
Sırtımızı dönüp gerçeğe
Yalanlara inanıyoruz hep birlikte…
Varımızı  yok edenlere
Yok edenlere inanmayı tercih ediyoruz
Her nedense…
Oysa ki yaşanacak bir dünya varken
Yaşanmaz hale getiriyoruz el birliğiyle
Güneşi gömüp karanlığa
Çıkacağımızı sanıyoruz düzlüğe…
Kaldı ki yaşanacak ömrümüz var
Görecek nice günlerimiz
Yalandan kim ölmüş diyemeyiz
Doğrular varken
Güzele çirkin
Doğruya yanlış
Sadece düşünün
Bunlar ne için
Ya da kim için
Bilmeliyiz…
Düşünün bir kere!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2018





Kanayan yerlerimiz var,
Sarılmayı bekleyen yaralar
İç çeken gönüller, ağlayan gözler var…
Gidip de gelmeyenler
İmkânsızı isteyenler
Sevilmeyi bekleyenler
Özlemeyi bilenler
Yalnızlığında yitip gidenler…
Ah’lara karışmış vedalar
Keşke’lere dönmüş sevdalar
Belki de, belki de her şeyden çok uzakta yaşayanlar.
Bir ihtimal daha olsaydı diyenler…
Ve bu dünyada ne işim vardı diye soranlar…
Sorarım size!
Hangimizin elinde
Üzerimize yazılmış kaderi değiştirmek…
Kader ki; senin alın yazın, yazgın, mukadderatın…
Kader ki; doğumundan ölümüne…
Kader ki; evrenin yaratılmasından kıyametin kopuşuna dek
Her şey ama her şey Allah’ın iradesinde iken,
Sen mi değiştireceksin üzerine yazılan kaderi.
Oysa ki hayatımızdaki tek gerçek ölümken…
Kim değiştirebilir bu kaderi…
Söylesenize…

Söyleyin ey dostlar!
Kader nedir?
Kader, alın yazın, yazgın, mukadderatın
Kader ki  Allah’ın sana verdiği yaşamın ta kendisi…
Yaşadığın kadar var, var olduğun kadar insansın.
Yaşamdan ölüme, ölümden gerçeğe dönüş yolunda
Toprağa düşen
Bir damlasın sadece…
Bir damlasın ve ete kemiğe bürünen bir insanken
Hata ve sevaplarınla günü geldiğinde
Döndürüleceksin geldiğin yere…
Ve hesap vereceksin Rabbine…
İşte senin kaderin
Alın yazgın, mukadderatın…
Kader ki doğumundan ölümüne…
Her şey ama her şeyin Allah’ın iradesinde olduğu
Senin değişmeyen /  değiştirilemeyecek tek gerçeğin…

Ve sırf bu yüzden
Her şeyi çok düşünmeyecek, çok da irdelemeyeceksin aslında
Çünkü sen nasıl düşünürsen düşün
Her şey olacağına varıyor nasıl olsa…
İşte o yüzden
Kader deyip geçeceksin bazı şeylerin üstünden
Ve geçip yaşamayı seçeceksin hala insanken….

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL  
09 Şubat & 03 Nisan 2018





Yağmur yağıyordu...
Benim saçalarımda kırağılar vardı,
Onun omuzuna konmuş bir gül.

Kapıyı açtım
Elinde eski bir bavul
Yüzünde daha eski bir hikaye
Geldim dedi, geldim işte.

Sana kendimi getirdim
Belki unutmuşsundur
Birlikte söylediğimiz şarkıları getirdim
Birkaç gömlek bir pijama altı
Tuttuğum notları
Serin volta boylarında adımları sayıp susuşlarımı
Elimle büyüttüğüm nazlı bir menekşeyi
Gökyüzüne verdiğim dualarımı
Çakmağımı sigaramı tabakamı
Ve kitaplarımı getirdim

Döndüm dedi, döndüm işte.
İçeri girdi, aksıyordu ayağı
Oysa; nasıl da akardı bayrak gibi önümüzde
Nasıl da oynardı saçları rüzgârı bulanda
Bir ceylan gibi nasıl da koşardı

Ayağın, dedim...
İçerde, dedi
Bir bakır tas bıraktım
Bir kehribar tesbih
Birkaç kitap
Bir kaç iyi arkadaş
Tüketilmiş bir ceza
Ve bir ayak


Güldü sonra
Dedemin yemen çölünde bıraktığı ayağı
Ben içeride bıraktım,
Kurban olsun ikimizinki de, memlekete.
Oturduk

uzun uzun baktık birbirimize
Onüç yıl sonra yeniden karşı karşıya
Bir deli gençliği
Birlikte düşürmüştük yollara
Bir yüreğimiz vardı, onu koymuştuk ortaya

Ben başımı onun omzuna yaslardım
O tale'al bedrü okurdu kulağıma
Ben bazı geceler oturup ağlardım
O dua ederdi hepimizin adına
Bir sonbahar akşamı ayrılmıştık
Caddelerde arabalar akıyordu
Yağmur yağıyordu

Babalar,ekmekleri saklamış ceketlerinin altına
Korkuyla evlerine koşuyordu
Düdükler ötüyordu, sirenler çalıyordu
Şehri kimler çalıyordu?
Oysa; biz onunla
Yüreğimizi koymuştuk ortaya...

Arkasından baktım
Elinde bir bavul
Cebinde ikimizin yüreği
Şifadan ayrılık, rahmetten yoksulluk
Şen olasın mapusluk!

Kaldır gözlerini yerden, dedi
Onüç yıl dediğin ne ki?
Bana mektup yaz
Bir menekşe resmi yap
Ve bir gül gönder anama
Kaldır gözlerini yerden, dedi
Onüçyıl dediğin ne ki?


Yürüdü Yusuf
Yanıp sönen mavi ışıklar düştü gölgesine
Onüç yıl bekleyecektim
Onüç yıl..
Kavuşmak için
Cebinde rehin götürdüğü gençliğime.


| İbrahim SADRİ



Tanımadığınız biri için üzülür müsünüz ! Ya da ne kadar üzülebilirsiniz.
Parmağınızı  ya da herhangi bir yerinizi acıttığınızda canınız yanarken, içinizden bir şeylerin akıp da gittiği oldu mu hiç ! Olmuştur herhalde…

İşte ben de şu anda hiç tanımadığım biri için üzülüyorum günün bu vaktinde…
Kendisi, belki de hiç iyileşmeyecek olan bir hastalıkla mücadele ederken, canından can olan evladını kaybediyor ve bu kişi bir anne.  Bu anne ki evladının ilk ana rahmine düştüğünde ki heyecanını yarım bırakıp onun doğduğu anda geçirdiği  rahatsızlık sebebiyle eriyip giderken günden güne.. kendisi de amansız bir hastalığa yakalanıyor ve iyileşmeyi umarak. Çünkü ona ihtiyacı olan bir evladı var arkada bıraktığı… İyileşmek zorunda… Kime emanet edebilir ki gözünün nurunu. Dokuz ay onun heyecanıyla yaşamışken, onunla ilgili hayaller kurarken.. Kim vazgeç diyebilir ki ondan…

Hayat diyoruz ya garip bir yer. Her acıya, her türlü şansızlığa ve üzerimize yazılan kadere rağmen yaşamaktan bıkmadığımız, körü körüne bağlandığımız, acıyı yaşarken bile dualara sarılıp, yine de çok şükür dediğimiz bir yer…

Bazen, bu tarz üzücü haberleri aldığımda çok üzülüyorum ve niye diyorum kendi kendime. Kendi kendime diyorum ama aslında Rabbim’e en çok da bu sorum ve söylenmem.  Böyle bir hakkım yokken. İnsanız neticede, üzülüyoruz. Üzülmemek de elde değil ki, ne yapalım.

Anne olmak ayrı bir duygu eminim... Ben bu duyguyu yaşamamış olsam da, hani diyoruz ya hep, bir su damlasından ibaretiz. İşte o andan itibaren dokuz ay büyük bir heyecanla kaşı kime, gözü kime benzeyecek diye sürekli düşünüp hayallendiğin, en sevdiğimden parçam dediğin, aile olmanın bilincine daha iyi vardığın ve bir canın katılmasıyla kadınlığını daha bir hissettiğin, üzerine ve omuzlarına düşen yükün artmasıyla, ayaklarının altına serilen Cennetin en güzel köşelerinden bir yer edindiğin… Ve doğduğu andan itibaren değil, sen, son nefesini verene dek üzerine düşüp titrediğin canın… Ve bir gün, sıralı ölüm beklerken senden evvel toprağa verdiğin evladını bir daha görememek ne acı bir duygudur Ya Rabbim. Sen sabır ver. Sen sabır ver. Sen sabır ver canım Allah’ım… Sen büyüksün, sen her şeye kadirsin… Sorgulamak bize düşmez, ama o yavru için Cennetinin en güzel köşesini ayırdığını biliyorum ve biliyorum ki o annenin ölene dek geçmeyecek olan acısını hafifletecek olan da yine Sen’sin. Sen büyüksün Allah’ım. Şu anda ve her zaman, günün bu vaktinde ve her daim,  darda kalan tüm kullarına Sen yardım et, onları feraha çıkar Yarabbim. Kulluğumuz Sana, sevgimiz Sana, dönüp geleceğimiz yer yine Sana… Sen bilirsin hallerimizi, darda koyma… Bu anne için çokca sabır ve yanına aldığın yavru için de sana sığınırız Allah’ım.. Mekan-ı Cennet ola…




Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL



Bir gün Yusuf Peygamber’i merhameti yüksek bir çocukluk arkadaşı ziyarete geldi. Yusuf’a kardeşlerinin yaptıklarını, onların kıskançlıklarını hatırlattı. Bunun üzerine Yusuf,

‘o kıskançlık bir zincirdi, biz ise aslandık. Zincire vurulmak aslanı utandırmaz’ dedi.

Dostu ona kuyudaki halini sordu. Yusuf,

‘Ay görünmez olduğunda nasıl olursa, ben de kuyuda öyledim. Ay görünmez olur, sonra tekrar çıkar gökyüzünde. Buğdayı toprağın altına atarlar, sonra onu başak olarak biçerler. Sonra değirmende öğütürler ama bu kez ekmek olur, cana can katar.’


Yusuf yaşadıklarını anlattıktan sonra dostuna dönüp,
‘Söyle, bana nasıl bir hediye getirdin? Dost ziyaretine eli boş gidilmez!’ diye sordu.
Allah mahşer günü kullarının ne hediye getirdiklerini bilmek ister. 'Yoksa buraya dönmeyi beklemiyor muydunuz?’ diye sorar.

Dostu dedi ki Yusuf’a,
‘Sana getirmek için düşündüklerimin hiç birisini sana layık bulmadım.
Senin güzelliğinin benzeri yoktur. O yüzden sana bir ayna getirip hediye etmeyi uygun buldum.’

Aynasını sundu. Varlığın aynası yokluktur.


Mevlana Mesnevisi’nden