UÇURTMAYA ADANAN LAL-Ü AŞK - Ş A İ R A N E

22 Eylül 2008

UÇURTMAYA ADANAN LAL-Ü AŞK


Susuyordu. Bir kucak dolusu közü yüreğinde taşıyarak susuyordu hem de.
İnsanların gözlerine bakamayarak, tebessüm ede ede yürüyordu kalabalıkların
arasında. İçinde bulunduğu sancıyı ifşa edememenin sıkıntısı içerisinde değildi,
zaten sancısı ifşa edilmemeliydi…

Aşk, kelimelere sığdırılamazdı, anlatılamazdı. Sükût edilmeliydi…

Yitik yangınları arıyordu dağ taş demeden. Bir elinde lâl-ü aşkını resmettiği
uçurtması ile kâinatta acizliğini ifade ediyor, diğer elinde taşıdığı yüreğiyle
İbrahimî yangınları arıyordu.

Gök üstüne üstüne geliyordu, O ise aldırışsız devam ediyordu yürüyüşüne…
Darağacından inip, çarmıhların yolunu tutuyordu. Derviş sabrı isteyen havayı
teneffüs etmeliydi. Menekşe kokusuyla şefkat şefkat yeşerebilmeliydi gönüllerde,
vuslat secdelerinde dua olmalıydı.

Sinesine çektiği ama gözlerinin taşıyamayıp peykânlarından süzdüğü katreler,
düştüğü yerde çiğ tanesi olup sedef sedef açılıyordu. İnci inci gözyaşlarını
topluyordu melekler. Mil çekilen özlemlerine kara taşlar basıyordu.
Aşkından yuvarlanan taşlar O’nu arıyordu.

Yusuf’un kuyusuna vardı. Dolunayı içine çekerek mehtabın serzenişine ortak oldu.
Nur oldu, aydınlattı karanlıkları. Mum oldu, aşkın huzmesiyle dağladı yürekleri.
Alazlanmış sevdalara talip oldu. Rayihasıyla mest etti kâinatı…

Bir fecir vakti doğruldu ve kendisini Nil nehrinde buldu. İçi Musa dolu bir kundakta ilerliyordu. Firavunun sarayına doğru, karanlığı aydınlatmaya doğru ilerliyordu.
Biliyordu ki kendisi Musa olursa, Rabbi denizleri ayağına getirirdi.
Biliyordu ki “bittim” dediği yerde Rabbi “yettim” diyecek ve miraç fezasında
ulvî düşlerine mazhar olacaktı.

Teslim olmalıydı. İbrahim gibi bir imana erebilmek, teslimiyetten geçiyordu.
İsmail gibi teslim olursa bıçak kesmezdi. İbrahim gibi teslim olursa ateş
yakmazdı.

Acının çığlık çığlık damıtıldığı yağmurlar altında ıslanmaktan geçiyordu yolu.
Hüznün notalara dolandığı şarkılar mırıldanarak, mana âleminde yakamoz
gibi parıldayarak geçti. Umutlarını her an tazeleyerek süzülüyordu fecre.

Lâl diliyle çöllerde yıldızlara tutunmayı diledi. Uçurtmasına adadığı lâl-ü aşkıyla
rüzgârlara sesleniyor, ölümü ölüm ölüm içine çekiyordu.

Kazdığı mezarında toprakla hemhâl oluyor, yaratılışının hikmetine erebilmeyi
diliyordu Rabbinden. Toprağın sırrına erebilmekse, nefsini ıslah edip özgürlüğe
yelken açmakla mümkündü. Özgür olmalıydı. Tutsak sularda susuzluk yaşamamalı,
nefsin zindanında esaret halinde bulunmamalıydı. Köpüğe aldanmamalı, köpüğün
altındaki suyu ifşa edebilmeliydi.

Ve o an uykuyla uyanıklık arasında bir köprüden geçtiğini hissetti.
Hüviyet ile mahiyet arasında, sonsuzluk ile yıldızların arasında kanat
çırptığını gördü. Uçurtmasını gördü, uçurtmasına adadığı lâl-ü aşkla ölümün
arefesinden geçiyordu.

Ceylan gözlerin, dilhûn yüreklerin arasında açtı gözlerini. Kevser havuzunun
yanında, Anka Kuşuna tebessüm etti. Serçe yüreği gibi titreyerek doğruldu
ve kumrunun nâmütenâhî zikriyle mest oldu.

Aşk oldu…

Yunus Emre TOZAL
Kaynak – AyVakti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum