UYANIŞ - Ş A İ R A N E
“Biliyorsun ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası.” – Cemal Süreya “Yaşamak değil, Beni bu telaş öldürecek…” – Özdemir Asaf “Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya.” – Gülten Akın “Cıvıl cıvıldı gözleri Yeni dağılmış bir ilkokul gibi.” – Can Yücel “Duyguluysan işin zor, Yaşamda yeniksindir.” – Özdemir Asaf “İçim hem kimsesizdi hem kalabalık.” – Edip Cansever “Hüznümle vedalaşmayı bana öğretmediler.” – Gülten Akın “Dönmeyeceğimiz bir yer beğen, Başka türlüsü güç.” – Turgut Uyar “Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta.” – Didem Madak “İçime gene Yolculuk mu düştü, nedir?” – Orhan Veli “uçurumlar var uçurumlar diyorum ben insanla insan arasında kendiyle kendi arasında.” – Nilgün Marmara “Sen ki saçından tırnağına kadar Bir hürriyete bedelsin.” – Turgut Uyar “Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz.” – Edip Cansever “Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler.” – Özdemir Asaf

Bu Blogda Ara

18 Temmuz 2013

UYANIŞ



Uyandı, gözlerini açtı. Oda ona pek bir şey ifade etmedi; içinden yeni çıktığı o var olmama durumunun derin etkisinden tam sıyrılamamıştı henüz. Zaman ve mekan içindeki yerini saptayacak enerji bir yana, bunu yapacak istekten de yoksundu. Bir yerdeydi.. Uçsuz bucaksız yerlerden geçerek yokluktan yeni gelmişti oraya; bilincinin çekirdeğinde sonsuz bir hüzün vardı ama o hüzün güven verici bir şeydi; çünkü ona tanıdık gelen tek duygu buydu. Başka bir avuntuya gerek duymuyordu. Salt bir rahatlık, salt bir gevşeme durumunda, bir süre kıpırdamaksızın yattı, sonra da uzun derin uykuların sonrasında gelen o hafif, kısa süreli uykulardan birine doğru kaydı. Birden gözlerini tekrar açıp kolundaki saate baktı. Bu aslında istemdışı bir davranıştı; çünkü saatin kaç olduğunu görmek sadece kafasını karıştırmıştı. Doğrulup oturdu, çevresine baktı, elini alnına götürdü, derin derin içini çekerek kendini yeniden yatağa attı ama artık uyanmıştı. Birkaç saniye içinde nerede olduğunu ayrımsadı, zamanın akşama doğru olduğunu ve öğle yemeğinden beri uyuduğunu fark etti. Bitişik odada karısının yumuşak terlikleriyle dümdüz kara taşlı zeminde gezindiğini duydu, bu ses de rahatlattı onu.. Çünkü artık bilinci yeni bir düzeye varmış, yalnızca sağ olduğunu bilmek ona yetmemeye başlamıştı. Bu daracık, kirişli, yüksek tavanlı odayı, duvarlara delikli kalıpla rastgele renklerde kopya edilmiş koca koca sıkıcı desenleri, kırmızı ve turuncu camlı pencereleri kabullenmek ne kadar zordu! Esnedi; oda çok havasızdı. Az sonra yüksek yataktan inecek, pencereyi açacak, o anda rüyasını da anımsayacaktı. Çünkü hiçbir ayrıntısını anımsamasa da rüya görmüş olduğunu biliyordu. Pencerenin dışında hava olacaktı.. Damlar, kent ve deniz olacaktı. O durup seyrederken, akşam rüzgarı yüzünü serinletecek, aynı anda rüya da belirginleşecekti. Şimdilik ancak öyle yatabiliyor, ağır ağır soluk alıp veriyor, yeniden uyumaya hemen hemen hazır durumunu koruyordu.. Bu havasız odada adeta felç olmuş gibiydi.. Ortalığın kararmasını bekliyor değildi ama kararana kadar yerinden kıpırdamayacaktı.

Paul BOWLES



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum