Geçiyor ömür
Tüketiyoruz tüm zamanı
Şakası yok mevsimlerin
Bilmem kaçıncı yaz
Önümüz sonbahar
Ardından kış
Diye diye
Bir sonra ki dönüme
Hazırlıyoruz kendimizi
Çıkarsak tabii !

Ölüm her an kapımızda
Oysa ki yaşamın rehaveti çökmüş üzerimize
Hiç gelmeyecekmiş,
Hiç gitmeyecekmiş gibi
Harcıyoruz tüm anları…

Belki de hayata bu kadar bağlanmamalı!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2019



İnsanın yaralarını sarması, geçmişi yaşanmamış farz etmesi hayli zaman alıyor. 
Eksilenlerle kalanları karşılaştırdığında, kalanların sayısının az olmasına rağmen aslında en vefalı olanların kalanlar olduğuna hak veriyor. 
Ve onlara sımsıkı sarılarak unutmak, geçmişe sünger çekmek, yarınlara umutla bakmak, güneşe gözlerini kısmadan bakabilmeyi, yağmurlar altında ıslanmaktan korkmadan haykırırcasına şarkı söylemeyi istiyor tekrardan. 
Tekrardan yaşamamak adına ise aynı şeyleri ayağını sağlam basıp almamak için yeni yaralar, temkinli adımlarla yürüyor yollarda. 
Bir çakıl taşının bile ayağına değmemesini umarak. 
Bir zamanlar kurduğu düşlerin gerçekleşmemiş olması üzse de her ne kadar, başka düşler kurmayı yeğliyor yeniden. 
Tüm cesaretini toplayıp devam etmek kaldığı yerden. 
Ama hep güvende olduğunu bilerek…
Güvenle bakmak istiyor yarınlara…


◕ Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL◕





Sen varlıksın.
Ve varlığını keşfetmek hayatın başlangıcıdır. O zaman, her an yeni bir keşiftir, her an yeni bir keyiftir.
Yeni bir gizem kapılarını açar, içinde yeni bir sevgi, daha önce hiç hissetmediğin yepyeni bir merhamet,
güzelliğe ilişkin, iyiliğe ilişkin yeni bir duyarlılık gelişir. O kadar duyarlı hale gelirsin ki en ufacık bir ot bile
senin için muazzam derecede önem arz etmeye başlar. Duyarlılığın, bu küçücük otun varoluş için en
büyük yıldız kadar önemli olduğunu net bir şekilde sana anlatır; bu küçük ot olmadan, varoluş olduğundan
daha az bir şey olurdu. Bu küçücük ot eşsizdir, yeri doldurulamaz, onun kendine özgü bireyselliği var.
Ve bu duyarlılık sana yeni arkadaşlıklar yaratacaktır; ağaçlarla, kuşlarla, hayvanlarla, dağlarla, ırmaklarla,
okyanuslarla, yıldızlarla arkadaşlıklar. Sevgi geliştikçe, dostluk geliştikçe hayat zenginleşir.
ღღೋ
OSHO – YAŞAMA SANATI




Sana ayırdığım zamanların hesabını veremezsin asla…
Hiçbir bahane haklı çıkartmaz seni..
Ne sözler, ne şarkılar ve ne de yaşanmamış bir hayat bağışlayabilirsin bundan sonra bana..
Ben seni bir bilinmezlik deryasının içinde bulmuşken;
Belki de aynı yaralardan muzdaripken;
Belki de ilk defa böylesine hissetmişken;
Sen çekip gitmeyi seçtin hiç düşünmeden.

Ve artık ben de bırakıyorum seni unuttuğun yerde…
Bundan sonra kalbim nereye ben oraya…
Yolun sonu nereye varırsa…
ღღೋ
Mehpare ÖĞÜT






Uzun, karanlık bir çığlığın da ardına düşebilir insan,
Titrek, eğri büğrü bir yazının çağrısına da uyar.
Bırakıp her şeyi döner -
Aşk bir buluşmadır çünkü,
Her zaman gecikmiş bir buluşma.


Bitmeyen bir kavuşmadır da aşk -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Bazen kendi sevincinin kanat gölgesi,
Bazen nabzın hızı, yüreğin titreyişi,
Tüylerin telaşıyla besleniyor gibidir -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Çalışma saatleri, karşılıksız sorular.
Nereden bilebilir insan
Bunların hepsinin de aşk olabileceğini?


Çoğu kez aldatıcıdır da,
Bakarsın, herkes onun askeri, onun şehidi.
Oysa aşk hiçbir zaman bir yarış değildir ki.
Bu yüzden yanılır hep
Sayın muhbir vatandaş, köftehor okur, arsız yetkili.
Sararmış bir fotoğraf olarak da çıkabilir karşına,
Borulu bir fonoğraf kılığıyla da.
Bakarsın, ona da dadanmış
Gündelik hayatın sosyolojisi.


Yeniden duyulur bazen o uzun ve karanlık çığlık.
Çağıran o titrek yazı yeniden belirir -
Çünkü aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.


╚════════ Cevat ÇAPAN ════════╝

                               
                           
Taarruz Emri
“20/21 Ağustos 1922 gecesi 1’inci ve 2’nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı’na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım.Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu.Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.24 Ağustos 1922’de karargâhımızı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı.” 

***

Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer  kadar kesin sonuçlu yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.
Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırılmış oldu. Sonsuz hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır. Burada gerçeklerini söylediğimiz “Şehit Asker” âbidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu âbide Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Efendiler, bu büyük zaferin çeşitli unsurları üstünde en önemlisi ve büyüğü, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne verimli bir inkılâp olduğunu anlatmaya gerek görmem. Milletimizin uzun yüzyıllardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların yönetim ve baskısı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını sağlama yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin egemenliğini eline almış olması olayının, bütün büyüklüğü ve önemi gözleriniz önünde canlanır. Gerçi büyük zaferin ertesi gününe kadar İstanbul’da halife ve sultan adı altında bir şahıs ve onun işgâl ettiği hilâfet ve saltanat ünvanı ile bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini hak ettikleri sona ulaştırdı.

Efendiler, millî egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. Avrupa’nın ortasından, ta doğunun diğer ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği sonu daha güzel anlayabiliriz. Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk’ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün karşısında yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin atalarının kutlu emâneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi olarak yaşaması; ancak o lüzumsuz ve manasız olmaktan başka, varlıkları tam zarar ve felâket olan makamların yok edilmesiyle mümkün olabilirdi.

Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği acıları, üzüntüleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar üzüntüler ve kötülükler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve hür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün çocuklarını toplu ve dikkatli bulundurmak gereklidir.

Efendiler, yüzyıllardan beri inleyen, fakat baskıcıların, aldatanların, bilgisizlerin oluşturdukları engellerle yürek parçalayan sesini milletin kulağına duyuramayan zavallı vatan bugün diyor ki; can kulağınızı, bağrında en derin üzüntüler duymuş annenizin samimî sözlerine sürekli açık bulundurunuz. 

Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükmedici olma güç ve kabiliyetini göstermiş olan atalarımız, zamanında bu sesi duymaktan geri çevrilmemiş olsalardı; Türk topluluğunun, Türk idealinin, Türk çıkarlarının korunmuş ve çoğaltılmış olacağı anavatanı bugünkü parçalanmış şeklinde mi miras alırdık.Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve hüner, yüksek medeniyet, hür düşünce ve hür zihniyet istiyor. Şeref, namus, istiklâl, gerçek varlık… Vatan bu isteklerini tamamen ve hızla yerine getirmek için kurallı ve gerçek bir şekilde çalışmayı emreder.Efendiler! Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde giderebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.

Efendiler! Bizim milletimiz vatan için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların kararlı savunucusudur da. Benliğinde bu iyi huylar yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.Efendiler! Milletimiz egemenliğini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık kötülüklerin, en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Maddî kuvveti yıprattırılmış, savunma araçları elinden alınmış, mânevî dünyası, kutsal saydıkları saldırıya uğramış üzücü bir durumda bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen varlığını ve istiklâlini kurtarmağa karar verdi. Bu kararında başarı sağlayabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket seçmesi gerekiyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde mutlaka başarı sağlamayı amaç kabul etmesi gerekiyordu. Millet bütün varlığıyla bütün özverililiğiyle, bütün inancı ile o hedefe beraber yürümeli ve mutlaka başarılı olmalıydı. 

Efendiler, o hedef burasıydı. Amaç olan başarı, burada kazanılan zafer idi.

Efendiler! Milletimiz bundan sonraki işinde de başarılı olabilmek için, millî hedefini bütün açıklık ve kesinlikle, bütün vatandaşların gözünde ve yüreğinde bütün parlaklığı ile belirlemiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin ideali olarak adlandırınız. Fakat bu ünvanı verirken dikkat ediniz ki, hayal olan bir anlama kendimizi kaptırmayalım.

Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali; bütün dünyada tam anlamı ile çağdaş bir sosyal toplum olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her toplumun varlığı, kıymeti, özgürlük ve kurtuluş hakkı, sahip olduğu öze uygun yapacağı çağdaş eserlerle mümkün olur. Uygar eser oluşturmak yeteneğinden yoksun olan milletler, hürriyet ve kurtuluşlarından ayrılmaya mahkûmdurlar. İnsanlık tarihi baştan başa bu söylediklerimi doğrulamaktadır. Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde bekleyenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak bilgisizliği ve dikkatsizliğinde bulunanlar, uygarlığın coşan seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.

Efendiler! Çağdaşlık yolunda başarı yenilenmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek olgunlaşma ve yükselme yolu budur. Hayat ve dirliğe hükmeden emirlerin, zaman ile değişme, olgunlaşma ve yenilenmesi zorunludur. Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir. Uygarlıktan söz ederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın temeli, yükselmenin ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta kötülük, mutlaka sosyal, iktisadî, siyasal güçsüzlüğü gerektirir. Aileyi oluşturan kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini idareye yeterli bulunmaları gereklerdendir.

Efendiler! Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin iktisat alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, ekonomik açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli  bir uygarlığa, refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da, ekonomisinde edinilen bilgiler derecesiyle uygun olur. Hiçbir medenî devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklâl savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve araçlar ekonominin genişleme ve açılmasıyla mükemmel olabilir.Milletimizin özünde bulunan kuvvetli karakter, sarsılmaz irade, ateşli milliyetçilik, iktisadî başarıdan kaynaklanacak verimlerle de hak ettiği derecede desteklenmek zorundadır. Yüzyılın içindeki mücadelede milletimizi başarılı kılacak bir ekonomik hayat sağlanmasını amaç edinen genel öğretim ve eğitim sistemlerimiz, her gün daha çok gelişecek ve elbette başarılı olacaktır.

Efendiler! Artık bugün hayat ve insanlık gerekleri bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır. Bunlara karşı olan söylentiler ahlâk ve inanca uymaz. Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar. Boş sözler, uydurmalar kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve olgunlaşma yeteneği olan milletimizin, sosyal ve fikrî inkılâp adımlarını kısaltmak isteyen engeller derhal yok edilmelidir.

Efendiler! Son sözlerimi özellikle memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum:Gençler! Cesaretimizi destekleyen ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve anlayış ile, insanlık yüksek karakterinin, vatan sevgisinin, düşünce hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.Arkadaşlar, bu gazilik ve şehitlik diyarını terk ederken “Şehit Asker”i hep beraber saygıyla selâmlayalım.

Hâkimiyet-i Milliye,: 31.08.1924

***

Gittiler ve bir daha hiç dönmediler…

Çocuktular henüz !  Kimi 17, kimi 18 ve kimisi de 19’unda. Hiç tereddüt etmediler. Sorgulamadılar. Niye biz demediler. Çünkü öncelikli olan vatandı. Vatan yoksa yaşayacak bir yerde olmazdı. Gözü yaşlı ana babalarını, varsa çocuklarını eşlerini, olan olmayan her şeylerini geride bırakıp koştular cepheye. Canları pahasına çarpıştılar düşmanla, dönmeyeceklerini bile… Ve öylede oldu, dönmediler dönemediler bugünler için, bizler için... 

Başta Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüz olmak üzere tüm şehitlerimizi saygı, sevgi ve şükranla anıyor, yaptıkları fedakarlıkları unutmadığımızı herkesin bilmesini istiyorum. Ne Mutlu Türk'üm Diyene ! 


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL





Muhammed ÖZCAN'a ait olan "Bana Aşk-ı Anlat" adlı bu şiirde SMULE üzerinden kendi sesimden naçizane yorumladım.
Beğenmeniz dileğiyle,,,



Bana hayatı anlat
Yaşayabilmeyi
Umutlardan bahset bu gece
Hayallerden
Her şeyin ne kadar güzel yaratıldığından
Bu gece pişmanlıklar olmasın
Kırgınlıklar,
Sönmüş umutlar, yıkılmış hayaller olmasın
Bana biraz beni anlat bu gece
Öfkemi al, unuttur yaşanılanları
Buğulu bakmasın gözlerim
Sevdalı bakmayı öğret bana
Hadi inandır gözlerimi gözlerine
Bana mutluluğu anlat
Ağlamamayı öğretmeyi gözlerime
Oyunlardan bahset bu gece
Çocukluklardan
Her şeyin ne kadar saf ve temiz yaratıldığından
Bu gece kirli hiç birşey olmasın
Kin, nefret, ahlar, beddualar olmasın
Ve pişmanlıklar…
Bana biraz beni anlat bu gece
Nefretimi al, unuttur yaşadıklarımı
Boş bakmasın gözlerim
Doldur tüm benliğinle
Bana biraz seni biraz beni anlat bu gece…




Çocuklara ve kadınlara tecavüz ediyor, dövüyor, aşağılıyoruz. Üç kuruş maaşını bankamatiklerden çekmek için bekleyen yaşlı insanlara,  yardım etme bahanesiyle yaklaşarak paralarını çalıyoruz. Ağaçları kesiyor ve yakıyoruz.  Hayvanlara da akla sığmayacak şekilde işkenceler yaparak öldürüyor ve hatta kimi zamanda cinsel fantazilerimizi gerçekleştiriyoruz.  Yağmur yağıyor sel götürüyor ortalığı. İnsanlar canını kurtarma telaşındayken bir sürü maddi kayıp yaşarken; birilerimiz üzülüyor birilerimiz ise hiç de üzülmedim diyecek kadar şuur kaybı yaşıyor ki söylediklerinden bırakın utanmayı,  yüreğinde bile kalmamış gram Allah korkusu.  Çünkü o birilerine göre başımıza gelen ve gelecek olan her şeyi hak ediyoruz. Çünkü onlar Müslüman, diğerleri ise dinsiz güruhlar.  Allah’tan korkmaz utanmazlar. Heyhat diyesim var içimde. Heyhat!!! Biz insanlar ne ara birbirimizden bu kadar nefret eder olduk; niye, niçin ve kimin için! Yüreklerimiz bu kadar mı paslandı, sevgisizlik bu kadar mı dibe vurdu da her olumsuzlukta sevinir olduk naralar atarak. Ormanlarımız yanıyor diyoruz aldırış eden yok, hayvanlar yanıyor diyoruz takan yok, çocuklara taciz var deniliyor üzülen yok, kadınlar dövülüyor, öldürülüyor deniyor ilgilenen yok. Yok da yokkkkk… Ama lafa gelince herkes vatansever, herkes insan sevdalısı. Yalnız herkesin, hepimizin unuttuğu bir şey var ki oda ilahi adaletin bir gün tecelli edeceği gerçeği. O gün var ya mazlumlar haklarını ararken, kendini dindar sanan ancak din ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, dünyaya kazık çakmış olduğunu düşünen şahıslar sonunuz hiç de iyi değil sizlerin. Göreceğiz hepbirlikte ve o gün çok da uzak değil inanın ki. Ve bunu görmek içinde mahşeri beklememize bile gerek kalmayacak. Çünkü gören, bilen, duyan ve asıl adaleti sizlere verecek olan Allah var. Korkun! Korkun ve yaptıklarınızdan dolayı pişman olup dua edin. Korkun ki Yüce Allah’ın gazabını hafifletesiniz. Bir şey olmaz demeyin sakın.  Çünkü ağlayan her kulun, ezilen her canın acısını gören Yüce Allah sizleri de elinizdeki malınızla, çocuklarınızla ve aklınıza gelmeyecek felaketlerle sınayacak ve siz hiçbir şey diyemeden bu felakete razı geleceksiniz. Kestiğiniz her ağacın, taciz ve tecavüz ettiğiniz her çocuk, kadın ve hayvanın, acımadığınız her yaşlının ve insanın acısı yerde kalmayacak buna inanın ve inanın ki yaşattığınızı yaşamadan bu dünyadan göçemeyeceksiniz. Allah büyük ! O yüzden büyük lokma ye ama büyük laf söyleme !!!!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL



****
Ruhumu çarpıp da duran yalnızlık dalgası, acıtma canımı ne olursun. Git başka kıyılara vur, vur ki dinsin kulaklarımda ki fırtınanın uğultusu. Bir kere olsun dinle sözümü ey rüzgar. Git başka yerde bırak kokunu. İstemem kalsın senden gelecek hayır, vazgeçtim ben çoktan vuslatı beklemekten… Güneşe de küskünüm ısıtamadı beni bir kez bile olsun. Sen, gölgesinde dinlendiğim çınar, hani şu çocukluğumun geçtiği parkta ki… Ne o sen de mi yüz çevirdin benden. Sen de mi başkalarına gölgelik olmaya niyetlendin bana haber vermeden. Yollar… en çok da size kırgınım, alacağınız olsun. Oysa ki en çok siz tanırdınız beni ve bilirdiniz attığım adımdan nereye gittiğimi. Şimdi ne oldu da böylesine yalnız bıraktınız beni.

Ve dört duvarını ruhumla yıkadığım evim, odam, kitaplarım, müziğim… Huzur sizdeymiş geç fark ettim… En çok da yatağım… Göz yaşlarımla yıkadığım yastığım. Beni bir tek siz anladınız. Beni en çok siz sevdiniz, sizi unutmayacağım !...

****
Her yerde bir #tbt paylaşımıdır gidiyor ya hani.. İşte ben de geçmişten bir yazımı paylaşarak #tbt yapıyorum. Beğenmeniz dileğiyle,,,


Mehpare ÖĞÜT & "İç Dökümü"
#20 ŞUBAT 2012#

Karamsar olmak zor değil,
zor olan çılgın bir fırtınadan
sonra gökkuşağı gibi gülümseyebilmektir…
Kucaklamaya kollarının yetmeyeceği bir ağaç,
bir tohumla baslar.
En uzun yolculuklar ise bir adımla baslar.
Gerçek sevgiler ise bir tebessümle baslar…
Annem her fırsatta çocuklarına güneşe doğru
zıplamalarını öğütlerdi.
güneşe ulaşamazdık ama hiç olmazsa
ayaklarımız yerden kesilirdi...

Zora Neala Hurston






Ne önemi var adının
Sen leylak de ben sedir
Sen kavak de ben çınar
Sen servi de ben gürgen
Sen meşe de ben kayın
Sen dut de ben iğde
Sen kızılcık de ben fındık
Sen nar de ben kestane
Sen elma de ben vişne
Sen akçaağaç de ben kızılağaç…..v.s
Yeter ki ağaçları kesme!!!
Kesme ki rahat nefes alalım
Kesme ki gözümüz bayram etsin bakınca yeşile
Kesme ki ölmesin tabiat
Ağlamasın kuşlar
Kuşlar ki bilirsin onlar yuva kurarlar
Evsiz bırakma onları
Küstürme kendine
Vazgeç bu sevdadan
Altın senin neyine
İnsan ol azıcık
Adam ol birazcık
Sahip ol eline
Sahip ol ağaç sevgisine
Sahip çık ağacına
Sahip çık ormanına
Sahip çık ki
Yaşasın gelecek nesil mutluluk içinde…

#Kazdağları# bizimdir bizim kalacak #Dokunma #Ağacımıza

·         “Kıyamet kopsa bile, o zaman elinizde bir fidan bulunuyorsa ve onu dikmek için de bir engel yoksa derhal o fidanı dikin.” Hz. Muhammed (s.a.v)

·         Ağaç dikmenin gerekliliğini Efendimiz başka bir hadis-i şerifinde biraz daha izah ediyor.

Enes bin Malik hazretlerinin rivayet ettiği, İmam-ı Buhari’nin Edebü’l – Müfred adlı eserinde de geçen bu hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Deccal’in çıktığını işittiğiniz zamanda bile elinizde bir fidan bulunursa, derhal onu dikin. Çünkü insanlar Deccal’den sonra da yeryüzünde yaşayacaktır.”

·         Mü'minun Suresi, 20. ayet: Ve (daha çok) Tur-i Sina'da çıkan bir ağaç (türü de yarattık); o yağlı ve yiyenlere bir katık olarak bitmekte (ürün vermekte) dir.


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2019






Mevsimi yok sevmenin
Sen iste yeter ki
Nerede olursan ol gelir bulur seni
Sen sevmeyi bil yeter ki

Bazı aşkların adı kalır geriye
Bazısının da anısı
Ve sevda vurmuşsa gönlüne
Bırakma onu hiçbir yere
Sar sarmala
Koy kalbinin en ücra köşesine
Dokunmasınlar, görmesinler ve bilmesinler hatta
Sevdiğini duymasın hiçkimse
Hiçkimse yan gözle bile bakmasın diye
Gizli gizli sev en kuytu köşelerde…

Zamane aşkını yaşama gönlünde
Üç günlük değil ömürlük olsun seninle
Varsın olsun kitaplarda yer almasın
Ama sen değerinde sevmeyi bil gönlünde…

Mutlu ol ki mutla kılasın
Sev ki sevilesin daima
Öyle bir sevda olsun ki
Hiçbir kitapta yer almasın
Almasın ki sana özel olsun sadece…

Okuduğun her şiirde onu bul
Baktığın her yerde gör O’nu
Kalbini öyle bir aç ki sevdaya
Bulaşsın parfüm misali etrafa…

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
Temmuz 2019