KURBAĞALAR…



Bir yaz günü bir kurbağa eşine dedi ki, “Korkarım o evde yaşayan insanlar gece türkülerimizden rahatsız oluyorlar.”

Ve eşi yanıtladı ve dedi, “Ya onlar gün boyu konuşmalarıyla suskunluğumuzu rahatsız etmiyorlar mı?”

Kurbağa dedi, “Geceleyin bazen çok fazla şarkı söylediğimizi unutmayalım.”

Ve eşi yanıtladı, “Onların da gündüzleri çok fazla konuşup bağrıştıklarını unutmayalım.”

Kurbağa dedi, “O lanet vaveylasıyla tüm mahalleyi ayağa kaldıran koca kurbağaya ne demeli?” Ve eşi yanıtladı, “Ya bu kıyılara gelip havayı gürültülü ve uyumsuz seslerle dolduran politikacı, rahip ve bilim adamına ne demeli?”

Ardından kurbağa dedi, “Pekala, biz insanlardan daha iyi olalım. Geceleyin susalım ve ay uyumumuzu, yıldızlar uyaklarımızı çağırsa da türkülerimizi yüreklerimizde gizleyelim. En azından bir-iki, hatta üç gece için suskun duralım.”

Ve eşi dedi, “Pekala, anlaştık. Cömert yüreğinin ne getireceğini birlikte göreceğiz.”

O gece kurbağalar suskundular; ve ertesi gece de, ve üçüncü gece de sustular.

Ve anlatması gariptir, göl kıyısındaki evde yaşayan konuşkan kadın üçüncü günün sabahı kahvaltıya indi ve kocasına bağırdı, “Şu üç gece gözlerime uyku girmedi. Kurbağaların gürültüsü kulağımdayken ne güzel uyuyordum. Ama herhalde bir şey oldu. Üç gecedir sesleri çıkmıyor ve ben uykusuzluktan neredeyse çıldıracağım!”

Kurbağa bunu duydu ve eşine dönüp göz kırptı, “Ve biz de kendi suskunluğumuzdan neredeyse çıldıracaktık, değil mi?”

Ve eşi yanıtladı, “Evet, gecenin tüm sessizliği sırtımızdaydı. Ve şimdi görebiliyorum ki, kendi boşluklarını gürültüyle doldurması gerekenlerin rahatı için türkülerimizi kesmenin hiç gereği yokmuş.”

Ve o gece, ay uyumlarını ve yıldızlar uyaklarını boşuna beklemedi.


Halil CİBRAN
(‘GEZGİN'den, Çeviren: Sibel Özbudun, e yayınları)