Yazının bedeli vardır bilirsiniz.
Kurban ister, kan ister. Ter ister, gözyaşı ister.
Bu yüzden kaderi ağırdır. Yazının kalbi vardır.
Kalbin titreşimi parmak uçlarının titreşimine uyduğunda ortaya çıkan sözün hükmü var.
Düştüğüm, parmak uçlarımın titreşimi kalbimin titreşimine uyduğu anda ortaya çıkan sözün kuyusuydu. Kervancılar olmadan, kolay çıkmak mümkün mü?
Anlattılar işte, gözlerimle görmedim, taşlara kazımadım. Ama yalancı da değilim. Yazılmış bir hikâyenin üzerinden yeniden yazmak arzusuyla geçince yazdım, bu yüzden yazdım.
Bir kalp, bir kalp daha. Birleştirici bir kalp olarak yer alıyorsa arada, bir kalp için ne çok acı. Yakub, Yûsuf, Züleyha. Hepsi bir tek, biri her bir kahraman: Ölen ve yaşayan, yaşayan ve yazan. Ben kâtibü’l-esrârım. Kalpler kuşanırım. Sevdalar alırım. Uçurum kenarları bu yüzden rüzgâr ve ölüm kokuyor. Bu yüzden kendi yazdığım sonunda dönüp dolaşıp bana geliyor.
O kadar ki, rüyanın hikâyesi demek olan bu hikâyede yazılmadık tek rüya, yazıcının rüyası.
Hayat, hayalin de arkasındaki hayalden nisbet olan o rüyaya dönünce:
Yûsuf’un rüyası: Gerçekleşen bir rüya. Bir peygamber rüyası.
Züleyha’nın rüyası: Yanıltıcı bir rüya? İlk bakışta? Sonunda o da gerçekleşen bir rüya.
Firavn’ın rüyası: Bir hükümdar rüyası.
Görülmeyen bir rüya: Nil nehrinin rüyası.
Rüyaların rüyası: Yazıcının yazılmayan rüyası.
Ez-cümle: Eflatun’un mağarasında bir gölge.
Bütün anlamlara bitişik olarak bütün anlamların da üstündeki anlamı çözünce.
Dönünce mağaranın çıkışana yüzünü, bilince bilmenin bilincini,
Âdem’e öğretilen isimlere dönüşüyor bütün sözcükler neticede.
Değil mi ki Kâbe ile örtüsü arasına gece girdiğinde ve bulutlar gölgelerini konuşan ırmağın üzerine bıraktığında ve hasretle başlayıp konuşmayla bittiğinde hikâye; tüm yaşananlar tabiri sonraya bırakılmış bir rüya gibidir ve bu dünyada aksa da Nil, cennetten çıkan dört nehirden biridir.
Değil mi ki ben kâtib-el-esrârım, kimi yazarak öldüm, kimi ölerek yazdım.
Vakit tamam! Üzerinden bir okuma geçmiş kitabı karşısında yazıcının duyduğu ürpertinin anısı, bütün anılara benzeyecek nasılsa. Bütün defterlerin özeti, mahşere kadar açık kalacak bir defter değil mi?Konan göçer, doğan ölür elbet. Irmak denize, deniz ırmağa kavuşur sonunda; ruh kaynağına, kaynak da ruhuna muhtaç değil mi şunun şurasında?
Ne güzel, ölecek olmak ne güzel. Ne güzel, ölecek olmanın muştusu ölmeyecek olmanın tahayyülünden, ne güzel.
YÛSUF ile ZÜLEYHA
Kalbin ÜzerindeTitreyen Hüzün
Nazan BEKİROĞLU
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum