Yurdundan koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylân gibi
Suat’ı alıp götürdüler. Gönlüm öyle kırık ki!
Gönlüm, azat nedir bilmeyen bir köle örneği ezgin.
Tan vakti Suat göçtü buralardan. O ne mağrur bakışlardı
Rabbim ve ne müstağni.
Suat ki boyu altın ölçüde; önden bakılınca zarif nahif,
incecik belli,
tombul görünüşlü arkadansa, arka çizgileri bile belli.
Gülerken dişlerinde kar yağar gibi bir kış aydınlığı ,
Öyle beyaz, onları şarapla yıkıyorlar durmadan sanki.
Vâdi açık. Kuşluktur. Çakıllarda kuş sesli serin sular.
Kuzey yelleriyle serin sular gibi saf ve ışıklı Suat’ın
ağzındaki.
Süpürürse rüzgâr nasıl üstündeki bulutları, nasıl yıkarsa
pırıl pırıl geceleri yağmur tepeleri
Ağzındaki su o yağmur suyu Suat’ın. dişleri o beyaz kum
tepeleri.
Soylulukta en soylu, cömertlikte bir eşi yok bir sevgili
iken Suat,
Ne kendi sözünde durdu, ne de dinledi beni.
Suat bu, işi gücü bana oyun, naz, vefasızlık, söz verip
dönmek.
Benim kaderim böyle, Onun aşk felsefesi.
Bulut bir zavallıdır Onun yanında biçimden biçime girmekte,
Renkten renge girmekte yaya kalır bukalemun, gulyabani.
Sen ne aptalsın ki yahu sandın Suat durur sözünde.
Kalburda su durursa, Suat da durur sözünde tabii.
Suat’tan söz aldım diye böbürlenip durmak ha!
Hayaller kurdun, umutlandın! Ama umutlar uçucu, aldatıcıdır
rüyalar gibi.
Suat’ın vuslat. sözleri geçse yeridir atlatışlar tarihine.
Bir söz istedin mi kendinden, hemen kesilir meşhur yalancı
Urkub’un teki.
Böyle arkandan atıp tutuyorum ya Suat, elbet ayrılık
acısından.
Onun için affet beni, sen yine de sev beni.
Suat şimdi mutlaka öyle bir yerdedir ki, vakit de akşam;
Saf kan ve yörük dişi develerdir ancak develerin oraya
götüreni.
Evet, ta ötelerde konaklıyan Suat oymağını tutmak için
Yüreğe korku veren. dağ gibi rüzgâr tempolu hecin develer
gerekli.
Öyle deve gerek ki, terlerse ırmak aksın kulağının ardından,
Uçsuz bucaksız çöl yollarını seve seve tepmeli…
Bir deve ki. bakışı iki hançer ufuklara saplanan.
Eşi gitmiş; yabani bir aksığın gibi öyle uçsun ki, o dursun,
altından
kaysın ateş çölü ve ateş tepeleri.
Gerdanı sağlam. ayakları yer sarsan vücudu kıvrım kıvrım ve
ölçülü biçili.
Soy sopça en arık damızlık develerden haydi haydi ileri.
Böğrü enli, boynu uzun ve kalın; çehresi geniş.
Bir erkek deveyi andırmalı tıpkı; Suat’ı tutar o zaman
belki.
Derisi daha parlak olmalı kabuğundan deniz kaplumbağasının.
Ve ondan daha sağlam. kızgın güneş altında aç azgın keneler
bile onu örseleyememeli.
İlk bakışta dağ gibi korku vermeli görünüşü bakana:
Boyu yüksek mi yüksek, çevik mi çevik ayakları, tertemiz
şeceresi.
Gürbüz, etine dolgun. bakımdan öyle semizlemiş .olmalı ki,
Oyluklarından tırmanan salkım salkım keneler derinin
cilâsından kayıp kayıp düşmeli.
Yürürken baldırından, et fırlasın etinden, iki ön bacağı ok
gibi
Çıksın dolgun göğsünden. serbest atılışlı çalım çalım üstüne
bir yaban merkebi örneği.
gözlerle gerdan arası, başın yular takılan yeri.
Sert ve katı olmalı bileği taşı gibi.
Ve upuzun kuyruğu ipek tüylü, sarksın memelerin üstünden.
Öyle dokunmalı ki memelerin ucunu ürkütmemeli.
Kapkara iki mızrak bacakları, rüzgâr gibi uçmalı
Şüpheye düşmelisin ayakları yere değdi mi, değmedi mi.
Yumru burnundan, kulağından, beyzi çehresinden bu türlü
develeri.
Tanır derhal deveden anlayan yekta bir bilirkişi.
Ayakları demirdenmişcesine çakılları fırlatır iki yana.
Deri mahfaza bile takmaksızın aşar kayalıkları bu eşsiz
develer ki.
Çalışkan bir işçi gibi terler coştukça, terledikçe coşar…
Aşar kuşlar gibi serap derelerini, sahra tepelerini, ateş
çöllerini…
Kertenkelenin güneşte yanan sırtı sıcaktan külde pişmiş
ekmeğe
Döndüğü günler bile kimse durduramaz koşmaktan şu bizim
deveyi.
Bir sıcaklık ki, a yolcular dinlenin! der kervan sahibi
-Ve taş altına gizlenir siyah çekirgeler, o sabır ateşleri.
Ama bizim meşhur devemiz gün ortasında koşusunu bitirmez,
Başlamıştır yolculuğa sanki daha yeni.
Sıcak artar, değişir yürüyüşü; sıcak arttıkça değişir. Ve ön
ayaklarının
Çırpınışlı hızlanışı andırır ölmüş çocuğuna göğüs döven bir
anneyi
ve ona bakıp (anıp kendi ölmüş yavrularını da) hıçkıran
yırtınan öbür anneleri.
Evet o yürüyüş, o ayak çırpınışları göğsünü paralayan yaşlı
bir annenin çırpınışları.
Akla elveda diyen bir annenin, alır almaz ilk yavrusunun
kara haberini.
Göğsü kan içinde kalan. üstü başı yırtılmış,
Saçları darma dağın çılgın bir annenin haberini.
Söz taşıyıp öç alan iki yüzlü şiir ve kabile düşmanlarım :
"Ey Ebi Sülma’nın oğlu sen mahvoldun." dediler.
Suat’ın derdi bana yetmezmiş gibi.
"Ey Ebi Sülma’nın oğlu sen kendini ölmüş bil." Ben
de koştum güvendiğim dostlara :
Kime başvurdumsa ama: "Biz yokuz bu işte, var git
kendin bak başının çaresine" demezler mi?
Ben de onlara dedim : "Gidin gidin beni yalnız bırakın,
Neye hükmetmişse o olur, hükmeden o Allah ki.
Yaşamak dediğiniz nedir bin yıl yaşasa bile
Eninde sonunda insanoğlu o kanbur tahta kutuya girmiyecek.
Binmiyecek mi?
Heber geldi: "peygamber. seni öyle bir cezaya çarpacak
ki!"
Siz bilirsiniz. hey zavallılar! İşte onun kapısındayım,
yüreğimde sonsuz bağışlanma ümidi.
Ondan özür dilemeye geldim, af istemeğe geldim;
Çünkü O sırrını bilendir, kabul edicisidir mazeretlerin.
O affedenlerin en affedicisi.
İçi hidayet öğütü en yüce gerçekler dolu Kur’anı Sana
armağan eden Allah için ver bana bir savunma mühleti.
Bakma ve zaten bakmazsın sözlerine beni kıskananların.
Senin hükmün onlara değil, hakka ayarlı ve ben de bir parça
suçluyum belki.
Ama senin makamındayım şimdi. Fillerin bile titrediği
makamda.
Bir makam ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse.
İşitse işittiklerimi
Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı
kurtarır:
Ben de onun öç ve adalet eline uzatıyorum işte sağ elimi.
Beni ancak o kurtarabilir burda. Yalnız O. Şimdi söz yalnız
Onun.
Ama O "Sen suçlusun, cezanı çekeceksin" dese
önünde eğik
bulur boynumu adaletin heybeti.
En heybetli manzara bu olur benim için. Çünkü Asserde,
İç içe açılan sonsuz aslan yataklarının en içindeki
Muhteşem yurdunda hüküm süren aslanlar başbuğudur O.
Bir arslan ki. erkenden ava çıkar, yavrularının besini
insanoğlu, insan eti.
Bir arslan ki, savaş alanında kendi düşmanı dengi
Bırakmadan çarpışmayı, haram sayar kendine savaşı
terketmeyi.
Heybetinden kısılır sesleri yırtıcı çöl arslanlarının ,
Arslanlar arasında bile o dağıtır adaleti.
Parçalandı silâhları ve elbiseleri, kurda kuşa yem oldu
Bu vâdide kendi gücüne bileğine güvenen nice kişi.
Şüphe yok ki, Peygamber, en keskin bir kılıçtır
kılıçlarından Allahın.
Sonsuz bir kurtuluşa, nura ve hidayete alıp götüren bizi.
Ve arkadaşları O’nun, Mekke vâdisinde İslâmı kabul eden
Kureyşin en ileri gelenleri… Cömertlikte ve yiğitlikte hiç
birinin yok dengi.
İlk gûnler, göçmek gerekliydi, hemen göçtüler, . zerre
tereddüt etmeden.
Bırakarak yurtlarını, tüten ocaklarını, mal ve mülklerini.
Yerlerinde kalanlar çarpışamıyacak güçte olanlardı.
Onlar da, müdafaasız ve silâhsız, çepçevre küfürle çevrili,
bugünü
hazırlamış beklemişlerdi.
Evet, bunlar, başları dimdik gezen yiğit üstü yiğit,
Davuda mahsus demir gömlektir zırh diye giydikleri.
Zırhları pırıl pırıl ve upuzun. Çelikten büklümleri öyle ki,
Birbirine geçip kaynaşmış bir ayrıkotunun halkaları gibi.
Mızrakları düşmanı devirse yere, gurur nedir bilmezler,
Yenilirlerse bilmezler nedir umut kesmek, yok ya
yenildikleri!
Ak soy develer gibidir gidişleri. korunmaları da saldırış.
Vurulunca göğüslerinden vurulurlar.
Onlar ürkmez, onlardan ürker dev dalgalı ölüm denizi.
Kab bin Zuheyr
Açıklama----------------- :
Bürde: (Ar.) Hırka, palto demektir. Arapların gece üzerlerine örttükleri, gündüz giyindikleri elbisedir.
Bürde: (Ar.) Hırka, palto demektir. Arapların gece üzerlerine örttükleri, gündüz giyindikleri elbisedir.
Tarihte iki kaside, "Kaside-i Bürde" ismiyle
anılmaktadır.
Birincisi Ka´b b. Züheyr‘in yazdığı kaside. Peygamberimiz
Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından beğenilmiş ve Peygamberimiz hırkasını
çıkararak şaire giydirmiştir. Bu yüzden bu kaside "Kaside-i bürde"
olarak tanınır. İstanbul Hırka-i Şerif Camiinde sergilenen Hırka-i-Şerif Ka´b b.Zuheyr´e
giydirilen hırkadır.
İkincisi İmam Busuri´nin yazdığı Kaside. Kaside-i bürde’nin yazarı olan İmam-ı Busayri hazretleri,
Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Bir gün felç oldu, bedeninin yarısı
hareketsiz kaldı. Resulullah’a tevessül edip, insanların en üstününü öven
meşhur kasidesini hazırladı. Rüyada Resulullah’a okudu. Çok beğenip, arkasından
mübarek hırkasını çıkarıp İmam’a giydirdi. Bedeninin felçli olan yerlerini
mübarek eliyle sığadı. Uyanınca bedeni sağlamdı, hırka-i saadet de
arkasındaydı. Bunun için, bu kasideye Kaside-i bürde denildi.
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum