AĞAÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AĞAÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster




Ne önemi var adının
Sen leylak de ben sedir
Sen kavak de ben çınar
Sen servi de ben gürgen
Sen meşe de ben kayın
Sen dut de ben iğde
Sen kızılcık de ben fındık
Sen nar de ben kestane
Sen elma de ben vişne
Sen akçaağaç de ben kızılağaç…..v.s
Yeter ki ağaçları kesme!!!
Kesme ki rahat nefes alalım
Kesme ki gözümüz bayram etsin bakınca yeşile
Kesme ki ölmesin tabiat
Ağlamasın kuşlar
Kuşlar ki bilirsin onlar yuva kurarlar
Evsiz bırakma onları
Küstürme kendine
Vazgeç bu sevdadan
Altın senin neyine
İnsan ol azıcık
Adam ol birazcık
Sahip ol eline
Sahip ol ağaç sevgisine
Sahip çık ağacına
Sahip çık ormanına
Sahip çık ki
Yaşasın gelecek nesil mutluluk içinde…

#Kazdağları# bizimdir bizim kalacak #Dokunma #Ağacımıza

·         “Kıyamet kopsa bile, o zaman elinizde bir fidan bulunuyorsa ve onu dikmek için de bir engel yoksa derhal o fidanı dikin.” Hz. Muhammed (s.a.v)

·         Ağaç dikmenin gerekliliğini Efendimiz başka bir hadis-i şerifinde biraz daha izah ediyor.

Enes bin Malik hazretlerinin rivayet ettiği, İmam-ı Buhari’nin Edebü’l – Müfred adlı eserinde de geçen bu hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Deccal’in çıktığını işittiğiniz zamanda bile elinizde bir fidan bulunursa, derhal onu dikin. Çünkü insanlar Deccal’den sonra da yeryüzünde yaşayacaktır.”

·         Mü'minun Suresi, 20. ayet: Ve (daha çok) Tur-i Sina'da çıkan bir ağaç (türü de yarattık); o yağlı ve yiyenlere bir katık olarak bitmekte (ürün vermekte) dir.


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2019




Napolyon, Fontanas'a şöyle demiş : 
«Bilir misiniz dünyada en çok sevdiğim şey nedir? Sadece kaba güçle hiçbir şeyin kurulamaması,iki şey dünyayı egemenliğinde tutar : Biri kılıç, biri düşünce.Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir.»

Demek, fatihler de kederleniyor zaman zaman. Bunca boş şan şerefi biraz olsun ödemeleri gerek elbet. Ama, yüzyıl önce, kılıç için doğru olan bu söz; bugün tank için pek o kadar doğru görünmüyor. Fetihlerin bir hayli kazançları oldu ve düşünceden yoksun bırakılan yerlerin acı sessizliği, yıllarca bağrı deşik Avrupa'nın üzerine çöktü.Eskiden o korkunç Flandres Savaşlarında, Hollanda ressamları belki kümeslerindeki horozların resmini yapabiliyorlardı.Yüz Yıl Savaşı da çoktan
unutuldu gitti.Ama,Silezyalı gizemcilerin vaazları belki kimi yüreklerde yaşıyordur hâlâ. Bugünse durum değişti, ressam da, papaz da asker oldular:Bu dünyanın yazgısına hep birden bağlanır olduk. Bir fatihin düşünceye tanıdığı yüksek ayrıcalıklar elden gitti. Ona kalan şimdi, hakkından gelemediği gücü, lanetlemekle kendini tüketmektir.İyi insanlar, buna bir bela diyorlar. Bunun bela olup olmadığım bilmiyoruz ama,bu böyle.

Yapılacak şey, bu durumu görüp ona göre davranmaktır. Bunun için de, ne istediğimizi bilmemiz gerektir.İstediğimiz şey ise artık hiçbir zaman kılıç önünde boyun eğmemek, akim hizmetine girmeyen güce hiçbir zaman hak vermemektir.Bu çabanın sonu yok, burası doğru. Bizim işimiz bu çabayı sürdürmektir. Ne ilerlemeden yana olacak kadar akla inanıyorum, ne de hiçbir Tarih Felsefesine. Yalnız şuna inanıyorum ki, insanlar yazgılarının farkına varmakta durmadan ilerliyorlar...Biz insanlar kendi yazgımız üstüne çıkmış değiliz ama onu artık daha iyi biliyoruz. Bir çelişme içinde olduğumuzu biliyorsak, çelişmeyi kabul etmemek ve onu azaltmak gerektiğini de biliyoruz, özgür insanların sonsuz kaygılarını dindirmek için birtakım çareler bulmaktır işimiz, insan olarak.Yırtılanı yeniden dikmek, böylesine açıkça haksız bir dünyada hakkı düşünülebilir bir duruma sokmak, mutluluğa zamanımızın kahrına uğramış ulusların anlayabilecekleri bir anlam vermek gerek. Tabii, insanı aşan bir iştir bu. Ama, inşam aşan demek, insanın uzun zamanda başardığı şey demektir sadece. Öyleyse, ne istediğimizi bilelim, kaba güç, bizi çelmek için bir düşünce ya da rahatlık kılığına girse bile, düşünceye bağlı kalmaktan şaşmayalım. îlk işimiz umutsuzluğa düşmemektir. Dünyanın sonu, geldi diye bağıranlara kulak vermeyelim. 

Uygarlık kolay kolay yok olmuyor ve bu dünya çökecek olsa bile, başka dünyalardan sonra çökecektir. Trajik bir çağda olduğumuz doğrudur. Ama, pek çok kimse, trajik ile umutsuzluğu birbirine karıştırıyor.Lawrance «Trajik, yıkıma atılan zorlu bir tekme olmalıdır» demiş. İşte, hemen benimseyip kullanabileceğimiz sağlam bir düşünce. Bugün, bu tekmeyi hak eden birçok şey var.

Cezayir'de oturduğum zamanlar,kışlan hep sabrederdim, çünkü,bilirdim ki,bir gecede, şubat ayının bir tek soğuk ve temiz gecesinde, Consullar Vadisinin badem ağaçları bembeyaz çiçeklerle donanacaktır. Sonra da, bütün yağmurlara ve deniz rüzgârlarına karşı komaya çalışan o narin karlara şaşardım. Ama, yine de her yıl o karlar meyveyi hazırlamaya yetecek kadar dayanırlardı.

Bu, bir simge değildir.Mutluluğumuzu simgelerle kazanacak değiliz.Biraz ciddi olalım bu işte. Demek istediğim şu :Yıkımla zehirlenmiş olan şu Avrupa'da kimileyin yaşamın yükü pek ağır basınca, daha birçok güçleri dipdiri duran günlük güneşlik ülkelere dönüyorum. Düşünce ile yılmazlığın dengeleşebildiği mutlu topraklardır oraları.Onlardan örnek aldıkça, düşünceyi kurtarmak için onun ağlamaklı değerini bir yana bırakıp güçlü kuvvetli yanlarını belirtmek gerektiğini anlıyorum. Yıkımlarla zehirlenmiş olan şu dünya, dertten hoşlanır gibidir. Nietzsche'nin katı kafalılık dediği derdin ta kendisi içindeyiz. Düşüncenin böylesine yardım için el uzatmayalım.

Düşüncenin durumuna ağlamak boşunadır. Onun için, çalışalım elverir. Ama, düşüncenin gücü kuvveti, fetihçi değeri nerede? Aynı Nietzsche, onları bir bir göstermiştir. Ona göre, bu değerler, bilge kişinin karakter gücü, beğenisi, «dünyası», akla uygun mutluluğu,bükülmez gururu, soğuk azakanarlığıdır.Bu erdemler her zamandan çok bugün gereklidir ve herkes kendine uygun olanı seçebilir. Tuttuğumuz yanın büyüklüğü karşısında, her halde, karakter gücü unutulmamalıdır. Seçim kürsülerinde, kaş çatmalarla, yıldırılarla gösterilen güçten söz etmiyorum, beyazlığın ve özsuyunun gücü ile bütün deniz rüzgârlarına karşı koyandan söz ediyorum. Dünyanın bu karakışında meyveyi hazırlayacak olan odur.



Albert CAMUS