MEVLANA MESNEVİSİ'NDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEVLANA MESNEVİSİ'NDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


"Üzülme" der Hz. Mevlana ve devam eder;

"Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun,

Tek kanatla uçulmaz zaten.

Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil,

Kilimin tozunu almaktır.

Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.

Niye kederlenirsin?

Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.

Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır."


MEVLANA



*İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür ama insanı insan yapan
ağızdan çıkan sözdür...*



Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, izlemek için geldiğini söyler. Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır. Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır. Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır. Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır. Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister. Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:

"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?"
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır. İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der: "Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."
Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
"Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"

 
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:

"Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
---------------


Seveceksen öylece sev.

Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.

Birincisini zaten bulamazsın,

ikincisinde ise, bulduğun her kusur, öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir.

Her ikisi de seni mutsuz eder.

Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise bulduğun için mutsuz olursun...

*Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.


[Mevlâna]



Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer Tanrı dendi mi evvele aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: "bırak kendini, ko gitsin!"
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!


Tebrizli Şems / Mevlana...



Ayrılıktan parçalanmış bir yürek,
İsterim ben derdimi dökmem gerek..
Şayet biraz ayrılsa can,
Öyle bekler vuslata ersin zaman...

...Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim,
Herkesin zannında dost oldum.
Ama...
Kimse talip olmadı esrarıma.

Ney sesi tekmil oldu ateş,
Hem yok olsun kimde yoksa bu ateş!
Vakt-erip mevsim geçer,solmuş gülün...
Derdi ok feryadı çıkmaz bülbülün.

Ney zehir,hem panzehir,
Ah nerede var böyle bir dost ,böyle bir özlemli yar?
Kanlı yoldan ney sunar hep arzuhal...
Hem verir Mecnun'un aşkından misal.

Sırf keder,gam gitti kaç gün,kaç gece?
Geçti yanlışlarla günler öylece.
Ey oğul hür olmalı bahtın senin?
Hep gümüş,altın mıdır ahdin senin?
Tut ki deryayı boşalttın testiye,
Kısmetinden fazla olmaz bil,niye?

Dost dilin şavkınca bulsaydım visal,
Ah ne sırlar anlatırdım,ney misal.
Maşukun sırrıyla aşık örtülü,
Sağ olan maşuktur,
Aşık bir ölü.

Vermedikçe sevgili etrafa nur,
Çevrenin idraki elbet yok olur.
Kim ki aşka meyli yoktur
Vah ona!
Kuş misal vermez kanat
Allah, ona.


HZ. MEVLANA






Nerde bir topluluk görürsen, tellal,
hiç durma, bağır:
Kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de,
tertemiz kokan bir kul gördünüz mü,
ay parçası bir yüzü var,
baştanbaşa fitne.

Savaş vakti tez gider, de , tellal,
barış vakti uysal olur, de.

Nerde bir topluluk görürsen, tellal,
hiç durma, bağır:
İnce boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü,
tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü?
Sırtında bir al kaftan taşıyor.

Kucağında bir rebap, elinde bir yay var, de , tellal,
Çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de.

Nerede bir topluluk görürsen, tellal,
hiç durma, bağır:
Onun bağından bir meyva devşiren var mı ey insanlar, de,
onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı?

İş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellal
çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki,
söyle, verdim canımı ona gitti, telal,
verdim ona gitti.


Mevlana Celaleddin Rumi


Birisi, burada birşey unutmuşum dedi. (Mevlânâ) buyurdu ki:

Dünyada unutulmaması gereken birşey var. Herşeyi unutsan da onu unutmasan korku yok. Fakat herşeyi yerine getirsen, hatırlasan, unutmasan da onu unutsan hiçbir şey yapmamış olursun. Hani bir padişah seni belli bir iş için bir köye yollasa, sen de gitsen de o işten başka yüzlerce iş basarsan, hangi iş için gittiysen onu yapmadın, başarmadın ya, hiçbir iş başarmamış sayılırsın. Şu halde insan dünyaya bir tek iş için gelmiştir, maksat odur. Onu başarmadı mı, hiçbir iş başarmamış demektir. "Gerçekten de biz, arzettik emâneti göklere ve yeryüzüne ve dağlara. Derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular ve onu yükledik insana; şüphe yok ki çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi o." O emâneti göklere arzettik, kabul edemedi. Bir bak da gör, göklerden aklı şaşırtan ne işler meydana gelmede. Taşları l´âl, yakut yapıyor; dağları altın, gümüş madeni haline getiriyor. Bitkileri, yeryüzünü coşturuyor, diriltiyor, ölümsüz cennete döndürüyor. Yeryüzü de tohumları benimsiyor, meyveler veriyor, ayıpları örtüyor,anlatılmasına imkân bulunmayan yüz binlerce şaşılacak işler başarıyor, şaşılacak şeyler meydana getiriyor.

Dağlar da çeşit-çeşit madenler veriyor. Bütün bunları yapıyorlar, yapıyorlar amma onlardan o bir tek iş meydana gelmiyor da o tek işi insan görüyor, başarıyor, "And olsun ki Ademoğullarını ululadık" dedi,"Göğü, yeri aluladık" demedi. Şu halde insanın elinden bir iş geliyor ki ne göklerin elinden geliyor o iş, ne yerlerin, ne dağların. O işi de gördü mü, onda ne zalimlik kalıyor, ne bilgisizlik. Amma sen, o işi görmüyorsam bunca iş görüyorum ya dersin; dersin amma seni öbür işler için yaratmadılar ki. Bu, şuna benzer: Padişahların hazinelerinde bulunabilen, değer biçilmez bir çelik Hint kılıcını tutmuşsun da kokmuş öküz etine satır olarak kullanıyor, sonra da boşu-boşuna bırakmadım ya, böylesine bir işe kullanıyorum onu diyorsun. Yahut da zerresiyle yüzlerce tencere alınabilen bir altın tencereyi getirmişsin, içinde şalgam pişiriyorsun. Yahut da mücevherlerle bezenmiş bir bıçağı kırık bir kabağa mıh yapmışsın da diyorsun ki; İş görüyorum; kabağı ona asıyorum, şu bıçağı öylece bırakmıyorum ya. Acınacak, gülünecek işler değil de nedir bunlar? O kabak, bir pul değerindeki bir tahta, yahut demir çiviye de asılabilirken yüz dinarlık bıçağı bu işe kullanmak, akıl işi midir ki?

Ulu Allah, sana pek büyük bir değer vermiştir. Buyurdu ki: "Gerçekten de Allah, cennet karşılığı olarak inananların canlarını, mallarını satın almıştır."
Değer bakımından iki dünyadan da artıksın; Fakat neyleyeyim ki değerini sen bilmiyorsun
Kendini ucuz satma; çünkü değerin pek fazla senin. Ulu Allah buyuruyor ki: Sizi de, soluklarınızı da, vakitlerinizi de, mallarınızı da, zamanınızı da satın aldım ben; bana harcarsanız, bana verirseniz karşılığı ölümsüz cennettir; değerin budur işte bence. Fakat sen, tutar da kendini cehenneme satarsan kendine zulmetmiş olursun. Hani o yüz dinarlık bıçağı duvara saplayıp ona bir kabak, yahut bir testi asan kişi gibi.
 

 
MEVLANA - FİHİ MA-FİH


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar... olduğunu
öğrendim.


Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.. .
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

 MEVLANA

Hz Mevlana "Ne Arıyorsan Kendinde Ara"...

Kişinin değeri nedir?
- Aradığı şeydir!

Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.
Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki
Aradığın ancak sensin, sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.
Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;
Neyi arıyorsun, sen osun.

Senin canın içinde bir can var, o canı ara!
Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!
A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.
Bir kimse, Hz Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin huzurunda geçim darlığından ve fakirlikten şikâyette bulundu. Bunun üzerine Hz Mevlânâ o kimseye: “Eğer sana, organlarından birini mesela gözünü alıp yerine bin altın verelim deseler, râzı olur musun?” diye sordu.
O da: “Hayır, râzı olmam,” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Mev...lânâ şöyle buyurdu: “Ey kardeşim..
Mâdem ki râzı olmazsın, niçin geçim sıkıntısından şikâyette bulunursun? Fakirim diyorsun? Bu kadar altından daha kıymetli organlara sahipken, vücudun sıhhatte ve âfiyette iken, tencerende çorban da kaynıyorken niçin bunları sana bağışlayan ALLAH’a şükretmiyorsun?
Düşünmez misin ki, nice zenginler vardır ki sende olan bu nimetlerden mahrumdurlar. Elde edebilmek için bütün servetlerini feda etmek isterler de yine de mümkün olmaz.


Mevlânâ Mesnevi'sinde; "Zulmetten, gamdan, kederden sana her ne arız olursa, onun sebebi kayıtsızlık ve küstahlıktır." diyor.
Günümüzde insanlarımızın en büyük dertlerinden biri de can sıkıntısı. Yediden yetmişe kadar her kesimden duyabileceğimiz sözler: "Benim canım çok sıkılıyor, ne yapmam lazım?"
İnsanın bazen kalbinde bir sıkıntı, huzursuzluk doğabilir. Bu durum kimi zaman kısa sürer. Bazen de hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelir insana. O anları yaşarken sebebini kendimize de sorarız; ama cevabını bulmakta zorlanırız. İşte bu gibi durumlarda sevgi ve aşk sultanı Mevlânâ, sıkıntının reçetesini şu güzel beytiyle bizlere sunuyor:
"Kendinde gam hisseyleyince hemen istiğfar et. Gam emr-i ilahi ile müessir olur." der.
Mevlânâ, sıkıntının çoğaldığı, içimizi bir huzursuzluğun kapladığı, sanki kara bulutların bizim üzerimize akın ettiği zamanlarda samimi, ihlaslı bir gönülle günahlarımıza tövbe etmeye çağırıyor. Ruhumuzu yoran, inciten günahlar bize bir sıkıntı olarak geri dönüyor. İlacın ise ancak sıdk içinde tövbe etmekle olacağını söylüyor.
Yunus (as), balığın karnında karanlıklar içinde kalınca bu hale düşmesinin sebebini ALLAH (cc)'tan izin almadan kavmini terk edişinde bulur. Kendini Rabb'ine karşı suçlu hisseder. O haldeyken bütün karanlık ve zulmeti nuruyla aydınlatacak olan ALLAH'a (cc) sığınır. Onun yüce adını dili ve gönlüyle zikr eder. Onun güzel isminin nuruyla aydınlanır, balığın karnından kurtulur, felah bulur.
Resûlullah (saa) şöyle buyurdu: "Yunus'un balığın karnında iken yaptığı duâ olan: ‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.' Senden başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen, her şeyin üstündesin, doğrusu ben yapılması gerekeni yapmamak suretiyle kendime haksızlık edenlerdenim.' (Enbiya, 87) Bu duâyı herhangi konuda yaparsa ALLAH onun duâsını mutlaka kabul eder."

“Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun..
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir..
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”

Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin!

Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.

Aklın gücü, cennetteki sırlarla ulu:
Aşktan deliren, akıllıdır, sağduyulu.
Sevdaya kapılmış yüreğin zorlu yolu,
Görkemli yabancılıkla, özlemle dolu.

*******

Gitsin, güzelim, hepsi de, tek sen gitme.
Ey dost, ey gam ortağı-bizden gitme.
Ey gülbeşeker, şarap koy, iç, doldur, gül.
Dünya süsü saki, allasen gitme.

*******

Bir gün şu çiçekli dal, dolar meyvayla;
Bir gün döner istek adlı şahin, avla...
Aşk imgesi, şimdi, bir gelip gitse bile,
Bir gün gelir... artık hiç gitmez-asla!

*******

Bir tane canım var ama, yüz bin bedenim.
Can neymiş? Neymiş ki beden? İşte ben’im.
Bir başkası var ya: işte ben, ben! O, beni
Sevsin diye bir başkası oldum kendim.

*******

Cennet gelecek, derler, içersin bade,
Çevrende gülüp oynar huriler de...
Madem sonumuz bu, şimdiden hem içeriz,
Hem ellerimiz sevgilinin üzerinde.

*******

Biz aşkta reziliz: Bize hep yanlışlar,
Sarhoşluk, cinnet ve günah yazmışlar.
Sensin yaşamak, amaç, zaman sen-bu budur;
Ey dost, madem sen varsın, her şey var.

*******

Ben aşıkım aşka; aşk da sevdalı bana.
Aşık tene can-ten ise sevdalı cana.
Bazen dolarım boynuna ben kollarımı,
Bazen de sürükler beni canan yanına.

*******

Ben, işte dağım: sesim sözüm sevglimin.
Ben, işte resim: ressamı sensin resmin.
Benden geliyor sanma bu sözler-asla:
Ses, işte, anahtarla açılmış kilidin.

*******

Aşk, özge ateştir: ısınır onda ayaz;
Yandıkça o, taşlar yumuşar, sert kalamaz.
Varsın aşık günaha girsin, hoş gör:
Sevda şarabından içmiş-arlanmaz.

*******

Dön aşkın çevresinde: gün işte bu gün.
Dön. Dön. Çılgın kalbini yermez dönüşün.
Yangınla sınav-ölüm kalım-özge savaş:
Vuslat bu, kucaklaşma, zifaf, mutlu düğün.

*******

"Aşk bir kuru ses," derler.-Sunturlu yalan.
"Aşk umdun,"derler, "buldun, var oyalan."
Bizlerde saadet hep can içre olur...
"Cennet yedi kat arşta" mı derler? Bu yalan.

*******

Aşkın gönlümle cenkleşirken-tam o an-
Çırçıplak, yalnayak kaçıp gitti bu can.
Kim bende akıl var sanmaktaysa deli...
Benden sakınan: işte odur aklı olan.


--------------------------------------------------------------------------------
Aşk Rubaileri, Mevlana (Şiir - Kısmi)
Kaynak: "Candan cana" , Mevlana İş Bankası yay, 1999

Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun etme


Başka Bir Yâr Başka Bir Dosta Meylediyorsun.. Etme!

Sen Yadeller Dünyasında Ne Arıyorsun Yabancı
Hangi Hasta Gönüllüyü Kasdediyorsun.. Etme!

Çalma Bizi Bizden, Gitme Bizden O Ellere Doğru
Çalınmış Başkalarına Nazar Ediyorsun.. Etme!

Ey Ay Felek Harap Olmuş Alt Üst Olmuş Senin İçin
Bizi Öyle Harap Öyle Alt Üst Ediyorsun.. Etme!

Ey Makamı Var İle Yokun Üzerinde Olan
Sen Varlık Sahasını Öyle Terk Ediyorsun.. Etme!

Sen Yüz Çevirecek Olsan Ay Kapkara Olur Gamdan
Sen Ayında Evini Yıkmaya Kastediyorsun.. Etme!

Bizim Dudağımız Kurur Sen Kuruyacak Olsan
Gözlerimizi Öyle Yaş Dolu Ediyorsun.. Etme!

Aşıklarla Başa Çıkacak Gücün Yoksa Eğer
Aşka Öyleyse Ne Diye Hayret Ediyorsun.. Etme!

Ey Cennetin ve Cehennemin Elinde Olduğu
Bize Cenneti Öyle Cehennem Ediyorsun.. Etme!

Şekerliğimin İçinde Zehir Olsan Dokunmaz Bize
Sen Zehri Şeker, Şekeri Zehrediyorsun.. Etme!

Harama Bulaşan Gözüm Güzelliğinin Hırsızı
Ey Hırsızlığa da Değen, Hırsızlık Ediyorsun.. Etme!

İsyan Et Ey Arkadaşım Söz Söyleyecek An Değil
Aşkın Baygınlığıyle Ne Diye Meşk Ediyorsun.. Etme!

Hz.MEVLANA

Doganin padisahtan kaçip un eleyen kocakarinin evine gitmesi, bilgisizligindendir. O kadincagiz,
Çocuklarina tutmaç pisirmeye savasirken o cinsi güzel, Kendisi hos dogani görünce,tutup ayacigini
Bagladi, kanadini kesip güdük bir hale getirdi, tirnagini kesti, yesin diye de önüne saman koydu.”Ehil
Olmayanlar sana iyi bakamamislar, kanadin haddini asmis, tirnagin da uzamis. Na ehil kisiler seni hasta
Ederler. Ananin yanina gel ki sana iyi baksin!” Dedi. Arkadas, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda
Daima çarpik, daima yampiri gider.
Padisahin günü,dogani aramakla geçti, nihayet o kocakarinin çadirina yöneldi. Ansizin orada dogani, toz
Duman içinde gördü. Ona bakip aglamaya basladi. Dedi ki: Her ne kadar, bize dosdogru vefakarlikta
Bulunmadigin için bu hal sana layikti. Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadigindan gaflet
Ederek cennetten kaçtin, cehennemde karar ettin. Halinden haberdar olan padisahtan sersemce bu
Kokusuk kocakarinin evine kaçagin layigi budur”

Dogan kanadini padisahin eline sürmekte, hal diliyle Ben günah ettim”; Ey kerem sahibi, sen iyilerden
Baskasini kabul etmezsen kötü nereye varsin da halini arz edip aglasin? Padisah, her kötüyü iyi ettiginden
Onun lütfü cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptirmaktadir” demekteydi.
Yürü çirkin islerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
Hal bu ki sen ettigin hizmeti ona layik sandin da cürüm bayragini onun için yücelttin. Sana onu anmaya,
Onu çagirmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düstü. Kendini Tanri ile konusur gördün. Halbuki
Niceler vardir ki bu süphe yüzünden ondan ayri düser. Gerçi padisah seninle beraber yerde oturur ama
Sen kendini tani, haddini bil de daha iyi daha edepli otur!
Dogan dedi ki: padisahim, pismanim, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum. Sarhos ederek aslani bile
Tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettigin kisi sarhosluk yüzünden yolunu sapitirsa özrünü kabul et.
Tirnagimi kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, günesin bile perçemini
Koparirim. Kanadim gittiyse de beni oksarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karsi mat
Olur. Bana kuvvet kemerini bagislarsan dagi yerinden koparirim, bana kudret kalemini verirsen bayraklari
Yikar, ordulari kirarim. Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de asagi degil ya... Ben de Nemrut
Mülkünü kanadimla vurur, tarumar ederim. Tut ki zayiflikta Ebabilim, tut ki düsmanlarimin her biri bir fildir.
Bir findik kadar, fakat yakici kursun atarim, kursunum, yüzlerce mancinik derecesinde tesir eder.
Tasim nohut kadarsa da savasta ne bas birakir,ne migfer! Musa, savasi bir tek sopasiyla gitti ama o
Sopayla Firavunu da, kiliçlarini da kirdi geçirdi. Her peygamber, o kapiyi yalnizca dögmüs, bütün dünyaya
Tek basina saldirmistir. Nuh, ondan kiliç isteyince Tufan dalgasi, Tanri kudretiyle kiliç kesilmistir. Ey
Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak,ayin bile alnini yar! Bu suretle yildizlarin yomlu,
Yomsuz olduguna inanan bi,haberler, bu devrin senin devrin oldugunu,kamerin devri olmadigini anlasinlar.
Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelim olan Musa bile daima senin zamanini arzuladi. Musa, senin
Devrinin parlakligini, o devirdeki tecelli sabahinin zuhurunu gördü de;Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir,
Rahmetten de ileri ... O devirde rüyet var. Musa' ni denizlere daldir da Ahmet'in devrinde izhar et'' dedi.
Tanri dedi ki :Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtim”
Ey Kelm, sen o devirden uzaksin; ayagini çek, çünkü bu iklim uzundur. Ben kerem sahibiyim. Tamaha
Düsüp aglasin diye mahluka ekmek gösteririm. Ana, çocuk uyansin da gidasini istesin diye çocugun
Burnunu ovar. Çünkü çocugun, açligindan haberi olmaz, uyuyakalir. Fakat süt muhabbeti, ananin iki
Memesini de agritmaya baslar.
Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erismis bir ümmet gönderdim.” Can ve gönülle diledigim
Bütün keremleri sana Tanri gönderdi de sen onlara tamah ettin. Ahmet, ümmetleryarab” desinler diye
Dünyada nice put kirdi. Ahmet'in çalismasi olmasaydi sen de atalarin gibi puta tapardin.
Ahmet'in ümmetler üzerindeki hakkini bil, basin puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanin sükrünü söyle de Tanri, seni batin putundan da kurtarsin. O,
Nasil, basini putlardan kurtardiysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar. Dini babadan bedava bir miras olarak
Buldun da onun için basini sükretmeden çevirdi. Miras yedi. Mal kadrini ne bilsin?
Rüstem can verdi, Zal bedava seref kazandi! Ben, birisini aglatirsam rahmetim cosar; aglayip tasanda
Nimetime erisir. Birisine bir seyi vermek istemezsen o istegi göstermem. Fakat gönlünü kapattin mi artik
Açmam. Rahmetim, o aglamalara baglidir. Kul agladi mi rahmet denizi, kabarmaya,dalgalanmaya baslar.
Dogan diye, dönüp tekrar padisaha gelen dogana derler. Yolunu kaybeden kör dogandir. Bir dogan,
Yolunu kaybetti, bir viraneye düstü, Baykuslarin arasida kaldi. O riza nurundandi, bastanbasa nurdu; fakat
Kaza ve kader çavusu, gözünü kör etti; Gözüne toprak saçti, onu yoldan sapitti, viranede baykuslar
Arasina ugratti.
Padisahtan ayri düsmesi söyle dursun, baykuslar arasina ugratti. Padisahtan ayri düsmesi söyle dursun,
Baykuslar, basina vurmaga, güzelim kanatlarini yolmaya basladilar. Baykuslar arasina Kendinize gelin;
Dogan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düstü. Mahalle köpekleri gibi hepsi de kizgin,
Korkunç bir halde garip doganin basina üsüsüp hirkasini çekistirmeye basladilar.
Dogan,Ben baykuslara layik miyim?” Baykuslara bunun gibi yüzlerce virane bagisladim. Ben burada
Kalmak istemem, padisaha dönmek isterim. Tasalanip kendinize kiymayin. Ben burada durmam vatanima
Giderim. Bu harabe, sizin gözünüze hos bir yer görünüyor, bana degil. Benim naz ettigim yer, padisahin
Koludur” diyordu.
Baykus isedogan sizi evinizden, barkinizdan etmek için hileye sapiyor. Hile ile bizi yurdumuzdan ayirmak,
Yuvamizdan etmek niyetinde. Bu hileci tokluk gösteriyor ama Tanri hakki için bütün harislerden beterdir.
Hirsindan balçigi pekmez gibi yer. Ayiya kuyrugunuzu kaptirmayin. Bizim gibi saf kisileri yoldan çikarmak
İçin padisahtan, padisahin elinden dem vurmakta.
Bir kuscagiz, hiç padisahla düsüp kalkar mi? Bir parçacik akliniz varsa dinlemeyin bu sözü, O, padisahin
Cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarimsakla badem helvasi yenir mi? Padisah, adamlariyla beni
Ariyor demesi de hilesinden, fendinden. Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya. Bu, olmayacak bir laf,
Ahmak aldatmak için kurulmus bir tuzak! Kim buna inanirsa ahmakligindan inanir .
Zayif bir kuscagizin padisahla ne münasebeti olabilir? En asagi bir baykus , onun beynine vursa ona
Padisahtan yardimci gelecek ha! Hani, nerede?” Demekteydi. Dogan dedi ki:benim bir tüyüm bile kopsa
Padisah, baykus yuvasinin kökünü kazir. Baykus kim oluyor ki? Bir dogan bile beni incitir, gönlümü kirar,
Bana cefa ederse,
Padisah; her yokusta her iniste dogan baslarindan harmanlar yapar, tepeler yüceltir. Benim bekçim, onun
İnayetleridir. Nereye varirsam padisah arkamdadir. Hayalim, padisahin gönlündedir. O, bensiz duramaz.
Padisah beni uçurunca onun ziyasi gibi gönül yücelerinde uçarim. Ay gibi günes gibi uçup gök perdelerini
Asarim.
Akillarin aydinligi, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim yüzümdendir. Öyle bir doganim ki
Hüma bile bana hayran olur. Baykus kim oluyor ki sirimi bilsin. Padisah, benim kurtulmam için zindani
Açti, Yüz binlerce mahpusu azadetti. Bir zamancagiz beni baykuslara hemdem etti de benim yüzümden
Baykuslari doganlastirdi. Ne mutlu o dogana ki uçusuma uyar, talihi yar olur da sirrimi anlar. Bana yapisin
Da dogan olun, baykussaniz bile doganlasin! Böyle bir padisaha sevgili olan nereye düserse, düssün, nasil
Olur da garip olur.?
Padisah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasiz kalmaz. Ben mülk sahibiyim,
Baskasinin sofrasina oturup yemegimi yemiyorum. Padisah, uzaktan benim davulumu döven Ircii” sesidir.
Benimle davaya girisenlerin ragmine sahidim, Tanridir.
Padisahin cinsinden degilim, hasa bunu iddia etmiyorum. Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim.
Cins olus, sade sekil ve zat bakimindan degildir. Su, nebatta topragin cinsinden sayilir. Rüzgar, atesi
Yaktigi, yanmasina yardim ettigi için rüzgarin cinsi demektir. Nihayet sarap,tabiata nese verdiginden onun
Cinsidir. Cinsimiz, padisah cinsinden olmadigi için varligimiz onun varligina büründü, yok oldu.
Varligimiz kalmayinca da tek olarak onun varligi kaldi. Ben onun atinin ayagi önünde toz gibiyim, toz gibi!
Can da, canin nisaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.” Bu izi bulmak için ayagi altinda toprak ol ki basi dik kisilerin taci olasin. Sizi seklimin aldatmamasi için sözümü dinlemeden sarabimi için,
Mezemi yiyin. Nice kisiler var ki suret, onlarin yolarini kesti. Surette kastettiler, Allah'a çattilar.
Bu can da, bedenle birlesmistir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi? Göz nuru iç yagiyla es olmustur,
Gönül nuru bir katre kanda gizli. Nese cigerin kizilindandir, gam karasinda, akil bir mum gibi beynim
İçinde. Bu alakadar keyfiyetsiz bir tarzdadir. Akillar, bu keyfiyetsizligi bilmede acizdir. Külli can, cüzi cana
Alakalandi; can ondan bir inci alip boynuna koydu. Meryem nasil gönüller alan Mesih'e gebe kaldiysa can
Da onun gibi koynuna aldigi o inciden gebe kaldi.
Fakat o Mesih, kuru ve yas üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih degildir. O,Mesih'in sani
Seyahatten yücedir. Can, canlar canindan gebe kaldi ya. Iste cihan, böyle candan gebe kalir. Cihan da
Baska bir cihan dogurur. Bu mahser de baska bir mahser gösterir. Kiyamete kadar söylesem, saysam bu
Kiyameti anlatamam.
Bu, sözler, mana bakimindanyarab” nidasina benzer. Harfler, bir tatli dudaklinin nefesini avlamaga
Tuzaktir. Kulun Yarab” sözüne Tanrinin Lebbeyk” cevabi geldikten sonra, nasil olur dayarab” demekte
Kusur eder? Fakat bulebbeyk” öyle bir Lebbeyk” tir ki onu isitemezsin ama bastan asagiya kadar bütün
Vücudunla tadabilirsin.

MEVLANA
Mesnevi 1.Cilt

İsa ile bir ahmak yoldaş oldu. Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erişince, “ Yoldaş ölüleri diriltmek için okuduğun o yüce adı, bana da öğret de bir iyilikte bulunayım, o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi.

İsa dedi ki : “sus Bu senin sözünün harcı değil! Nefesin yağmurlardan daha arı, duru olması o nefes sahibinin melkelerden daha idrakli bulunması lazımdır. Adem ömürlerce yandı, yakıldı da arındı; felekler hazinesine emin oldu. Sende sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede” O ahmak “ Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku” dedi.

Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu. Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın baş köşesine geçip oturdu. Arkadaşlarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir (Allahnın manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur) Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama değildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz gönüldür. Alimin azığı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azığı ve sermayesi nedir? Ayak izleri!

Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer. Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir. Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır. Misk kokusunu duyup bir konak yol almak iz,izleyerek yüz konaklık yol almadan yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir. Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır.

Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci! Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür. Pir olanlar o kişilerdir ki bu alem yokken onların canları, kerem denizinde vardı. Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler,ekmeden önce meyveler devşirdiler! Nakıştan, suretten evvel canlandılar,deniz yarılmadan inciler deldiler!

Allah, alemi ve ademi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu. Melekler,buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar,onlarla alay ediyorlardı.

Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı. Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler; Akılsız, gönülsüz fikirlerde dolmuşlar, askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi. O apaçık anlayış,onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir. Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur

“Ruh üzümden şarabı,yoktan varı görür” Onlar da Keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler,madenden önce sağlamla kapı fark etmişlerdir. Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.

Üzümün gönlünde şarabı,tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler. Gök, onların işret meclislerinde ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer. Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin! Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgar,zahiren çoğaltır. Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde mahcup olan kişi şüphededir.

Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir. Hak onlara madem ki nurundan saçtı, Hakkın nuru artık ayrılmaz . Yoldaş bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım Onun güzelliği anlatılmaz, iki alem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi! Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor. Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum,hatta kendi cirmimden kendi haddimden fazla yük çekmekteyim

O aydınlığın bile hasedettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lazım ve farz olan sırları söyleyeyim. Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir.

Şimdi dinle, hikayenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti. Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı. Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikayeyi söylemek icap ediyor. Fakat ey aziz sofiyi,suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize,üzüme düşüp kalacaksın?

Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! Eğer sen geçmezsen Allahnın lütfu Allahnın keremi seni dokuz kat gökten geçirir. Şimdi hikayenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!

O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve mürakabeleri, vecit ve şevkle sona erince. Konuğa yemek getirdiler. Konuk o zaman hayvanı hatırladı, Hizmetçiye”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. Hizmetçi dedi ki :“ la havle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.” Sofi “önce arpayı ısla.

Çünkü eşek karttır,dişleri sağlam değil” dedi. Hizmetçi “ Lahavle Ey ulu bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi. Sofi “önce semerini indir,sırtına da ilaç koy” dedi. Hizmetçi “Lahavle ey hakim, benim senin gibi yüz binlerce konuğun geldi; Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler.

Konuk bizim canımızdır,bizdendir” dedi. Sofi “suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lahavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi. .Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lahavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi. Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.

Hizmetçi “Lahavle a babam, lahavle de Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle! Dedi. süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi. Hizmetçi “Lahavle a babam, lahavle de Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle! Dedi. Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi.

Hizmetçi “ Lahavle. Baba, artık utan.!” Dedi. Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim,önce arpa,saman getireyim”dedi. Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı. Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye onunla alay etmeye koyuldu.

Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı,rüya görmeye başladı: Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu Uyanıp “Lahavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.

Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gah, bir kuyuya, gah bir çukura düşüyor gördü. Türlü , türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazan Karia suresini okuyordu. “ çare ne ? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi. Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki ?

Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki? Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakar eder” diyordu. Sonra tekrar “ lütuf ve ihsan sahibi adem iblise bir cefada bulundu mu ki?

İnsan yılana, akrebe ne yaptı ki onlar,daima insanı sokmak öldürmek isterler. Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”, Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” Diye söylenmekteydi, Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?” Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!

Zavallı eşek; taş toprak içinde,semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur. Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz gah can çekişmekte,gah ölüm haline gelmekteydi. Bütün gece “Yarabbi,arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu. Hal diliyle “Ey şeyhler,bir merhamet edin,bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu. O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş,sele kapılırsa çeker duyar!

Nihayet biçare eşek açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı. Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti,sırtına vurdu. Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı. Eşek dayağın,şiddetinden sıçradı,kalktı. Dili yok ki halini söylesin!

Sofi merkebe binip yola düzülünce merkep,her an yüzüstü düşmeye başladı. Halk,merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu. Birisi kulağını burmakta,öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta, Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi. Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün,şükür olsun,bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler. Sofi (Geceleyin “lahavle” yiyen eşek, ancak böyle gider. Merkebin azığı geceleyin “lahavle” olur,Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder) dedi.

İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma! Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lafına pek kulak asma! Şeytanının ağzından çıkan “Lahavle”’ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer. Dünyada Şeytancın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hissîne kanarsa. O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslam yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.

Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör,emniyetle yürüme. Yüz binlerce “ Lahavle” okuyan Şeytana bak; ey adem, iblisi gör,bak nasıl yılanda gizlenmiş! Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitabe der. Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline! Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor,sana hitaplarda bulunur. Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da!

Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, Adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir. İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini,gör yabancı kişinin işini değil! Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin. Senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.

Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini,hakikatini semirmiş göremezsin. Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar. Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allahnın adı. O münafık miski tene sürer de ruhu külhanın ta dibine sokar. Dilin de Allah adı canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!

Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. O yeşillik orda ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir. Temiz şeyler temizlere aittir; pislere de pis şeylere... kendine gel! Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.

Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küllün cüzcüdür, dinin de düşmanı. Mademki sen cehennemin cüzcüsün; aklını başına al cüzü küllünün yanında karar eder. Ey adı sanı duyulmuş kişi! Cennetin cüzcüysen zevkin de cennet gibi ebedidir. Acı mutlaka acılara katılır. Batıl söz nasıl olur da Hakka ulaşır?

Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin. Düşünceden, manevi varlığın gülse, Gül bahçesisin; dikense külhana layıksın. Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.

Koku satanların tabaklarına bak her cinsi kendi cinsinin yanına korlar. Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler. Fakat mercimek,şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar. Tablalar kırıldı,canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.

Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi. Peygamberler,gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kafir, Müslüman, çıfıt. zahiren hepsi birdi. Alemde kalp akçala sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamimiyle geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk. Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.

Rengi göz ayırt edebilir; lali, taşı göz bilebilir. İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar. Bu kalpazanlar, gündüze aşıktır. Çünkü gündüz,kuyumcu ve sarraf,altını fark etsin diye altına aynadır. Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah kıyamete gün lakabını taktı. Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz onların aylarına nispetle gölgelere benzer. Gündüzü,Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.

Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur. Allah kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır. Yoksa fani olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fani şeyin Allahnın sözüne girmesi layık olur mu?

Halil “ Ben fani olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fani şeyi diler, sever? “Velley!” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir. Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “seni Rabb’in terk etmedi” dedi. Belanın ta kendisiden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti. Esasen her söz bir halete alâmettir. Hal ele benzer, söz de alete.

Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner. Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman,eşeğin önünde kemik gibidir. “Enel Hakkı” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah”Sözü, Firavunun ağzında yalan! Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı. İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Allahnın o yüce adını belletmedi. Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı? Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın. Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allahdır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Allahda şüphe yoktur.

İki diyenler,üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler. Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki üç diyenler de bir derler. Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgehanının etrafında dön dolaş! Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.

Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilaç ver! Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider. Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar. Hikmeti istediğin kadar tekrarla. ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak! İster yaz, beller. İster bahset, söyle! O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar. Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde,alışmış kuş haline gelir. Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.!


MESNEVİ
CİLT 2

Peygamber bir sabah Zeyd'e " Ey temiz ve saf arkadaş, sabahı nasıl ettin? Diye sordu. Zeyd: " Mümin bir kul olarak" deyince " İman bağın yeşermiş, çiçekler açmışsa nişanesi nerede?" dedi. Zeyd dedi ki: " Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri aşktan, yanıp yakılmadan uyumadım. Mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim. (onlar beni tutamadıkları gibi onlardan bana bir şey de bulaşmadı.)

Ondan dolayı bence bütün şeriatler, bütün dinler birdir. Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı. Ezelle ebet birleşti. Fakat akıl, kabiliyetsizliğinden buraya yol bulamaz." Peygamber "Peki, o yoldan, bu diyarın anlayışınca, bu diyar akıllılarının harcına getirdiğin bir hediye var mı, nerede? Çıkar bakalım!" dedi.

Zeyd dedi ki: " halk, gökyüzünü nasıl görürse ben de arşı, arştakilerle beraber öyle görüyorum. Benim önümde sekiz cennetle yedi cehennem, şaman önündeki put gibi apaçık ve meydanda. Halkı, değirmende buğdayı arpadan fark edercesine teker ,teker tanıyorum.

Cennetlik kim, yabancı nerede? Bence yılan ve balık gibi ap aşikar. " Kıyamet günü, bazı yüzler ak olur, bazıları kara..." Sırrı, şimdiden meydana çıktı. Bu halkın bir kısmının yüzü ak, bir kısmının kara."

Hakikatte bazı ruhlar, bundan önce de ( dünyaya gelmeden de) ayıplıydı. Fakat ana rahminde olduğu için hali, halka gizliydi. Şaki, ana karnında şaki olur (fakat bilinmez) Cisim alemindeyse cisimdeki hallerden, ruhun halleri de anlaşılır.

Vücut da ana gibi can çocuğuna gebedir. Ölüm, doğmak derdi ve kıyamettir. Bu dünyada geçmiş canların hepsi, " O ferahlı can acaba nasıl doğacak?" diye beklemektedirler. Zenciler, o mutlaka bizdendir derler. Beyazlar da, imkanı yok... O çok güzel olacak, derler.

Vücudun canı, ahiret alemine doğunca artık beyaz, kara ihtilafı kalmaz. Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan bu çocuğu, beyazlar alıp götürürler. Fakat doğmadıkça anlamak, alemdeki müşkül işlerdendir.

Çünkü henüz doğmamış çocuğun nasıl olduğunu bilen azdır. Bunu anlayan kişi, ancak Allah nuruyla bakıp gören kişidir. Böyle olan zat, batına da nüfuz edebilir. Nutfenin aslı beyaz renkli ve hoştur. Fakat beyaz kişinin canının aksi; Nutfeye renk verir, onu en güzel şekle sokar; kara kişinin canının aksi de bir kısım halkı, en aşağılık bir renge, en bayağı bir şekle sürer, götürür.

Bu söze nihayet yoktur. Sen yine atını sür de biz kervandan geri kalmayalım. Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün , dağ mı. Hindu musun, Türk mü? Meydana çıkar. Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat doğunca zayıf mı kuvvetli mi... herkes görür anlar.

Zeyd " Ben halkı, kadın, erkek... Herkesi, kıyamet günündeymiş gibi apaçık görüyorum. Hemen şimdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı?" dedi. Mustafa, dudağını ısırarak sus demek istedi.

Zeyd dedi ki: "Ey Allah Peygamberi, haşir sırrını söyleyeyim de bugün dünyada kıyameti koparayım mı? Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim güneş gibi parlasın; Güneş benim nurumdan tutulsun...

Hurma ağacı (gibi meyveliler) ile söğüt ağacını (gibi meyvesizleri) göstereyim. Kıyamet sırrını açayım, halis altın para ile ayarı bozuk parayı izhar edeyim. Elleri kesik Eshab-ı Simal-ı küfür rengiyle al rengi...

Tutulmayan, gidilmeyen ayın ziyasında yedi nifak deliğini... Şakilerin pırtıl elbiselerini göstereyim. Peygamberlerin davullarını, nöbetlerini duyurayım. Cehennemi, cennetleri, ikisinin arasındaki Araf'ı apaçık olarak kafirlerin gözlerinin önlerine getireyim.

Kevser Havuzunun çoşmakta olduğunu... suyunun, cennetliklerin yüzlerine vurmakta. "İç. İç!" diye seslenmekte ve bu sesin de kulaklarına gelmekte bulunduğunu... Susuzların, havuzun etrafında koşup durduklarını apaçık göstereyim.

Onların omuzları omuzlarıma sürünmekte, naraları kulağıma gelmekte. İşte gözümün önünde... Cennet ehli, dilekleriyle birbirlerini kucaklamışlar; Birbirlerinin ellerini ziyaret ediyor, musafahada bulunuyorlar, dudaklarından buseler yağmalıyorlar.

Aşağılık kişilerin hasret naralarından, " ah, ah" diye bağrışmalarından kulağım sağır oldu. Bu söylediklerim ancak işaretlerden ibarettir. Daha derin söylerim ama Peygamberi incitmekten korkuyorum."

Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu. Peygamber, yakasını büktü. Dedi ki: " Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. "Allah haya etmez" hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı. Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi?

Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı? Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve kadri yüce mihenklerdir. Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, ( diye yalvarsan bile) Onlar sana " Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?

Allah, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti. Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?" derler. Fakat sen, gönlüne Sina dağındaki Allah tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!"

Zeyd, " Allah güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı? Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!" dedi. Peygamber dedi ki: " Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün.

Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alamettir. Bir suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır. Dudağını yum, denizin dibine bak. Allah, denizi, insana mahkum etmiştir.

Nitekim selsebil ve Zencebil ırmakları da Allah'ın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır. Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir. Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Allah emriyle böyledir.

Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız. Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tabi bulunan iki göz çeşmesi gibi...

Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır. Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli şeylere akar. Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler.

Bu beş duygu da ( çeşmelerdeki lüleler, nasıl çeşmeye tabi ise) aynı tarzda gönle tabidir. Onun muradınca ve onun emrine göre iş görür. Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider.

Musa'nın elindeki sopa nasıl Musa'ya tabi ise el, ayak da apaçık gönlün emrine tabidir. Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavaş yürürken hızlı yürümeye başlar. Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girişir, yahut kitap yazar.

El gizli bir elin hükmündedir. O gizli el içerdedir, dışarıya teni dikmiş, kendisine onu vekil etmiştir. Gönül dilerse el, düşmana bir ejderha kesilir. Gönül dilerse sevgiliye yardımcı olur. Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz.

Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep! Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu beş duygunun yollarını istediği gibi işaret etmekte! Beş zahiri duygu dışarıda kolayca onun mahkumu olmuş, beş batıni duyguda içeride onun memuru...

On duygu bunlardan başka yedi endam... Daha da dille söylenmeyecek kadar çok kuvvetler... Gayri sen say. Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman'sın...Parmağındaki saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet! Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından yüzüğü alamaz.

Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar. Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü demektir. Allah kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak " Ah hasretlik!" der, durursunuz. Hadi, tutalım, kendi hileni inkar edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın?"

Lokman efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakir görünmekteydi. Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve getirmek üzere bağa gönderdi. Lokman, kullar içinde, adeta onlara tabi bir kuldu. İçi manalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.

Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler. Efendilerine de " Lokman yedi" dediler. Efendi, Lokman'a yüzünü ekşitti, ağır bir tavır takındı. Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir tarzda ağzını açıp.

" Efendi; hain kul, Allah yanında, onun rızasını kazanmış bir kul olmaz. Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et. Bize fazlasıyla sıcak su içir. Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar. Sen atlı olarak koş, bizi de yaya olarak koştur. O zaman kötülük yapanı gör, sırları açan Allah'ın işlerini seyret" dedi.

Efendi, kullara saki oldu, sıcak suyu içirdi. Onlarda korkularından içtiler. Sonra onları ovalarda koşturmaya başladı. Kullar aşağı yukarı koşup duruyorlardı. Nihayet iyice yoruldular, kusmaya başladılar. İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı. Lokmanın da gönlü bulandı, o da kustu. Fakat onun karnından halis su geldi.

Lokmanın hikmeti bunu göstermeyi bilirse, varlığın Rabbi olan Allah'ın hikmeti nelere kadir değildir? Kıyamet gününde bütün sırlar çıkacak, bilinip görülecek. Sizin de bilinmesini istemediğiniz sır meydana çıktı. Sıcak suyu içtikleri gibi kendilerini rüsvay edecek sırları tamamı ile açığa vurulmuş oldu.

Taş; ateşle sınanacağı ( ateş içinde parçalanıp yumuşayacağı, eriyebileceği) için kafirler, ateşe atılırlar, onların azabı ateşle olur. O taş gibi gönle biz kaç kereler yumuşak sözler söyledik, fakat öğüt almadı.

Damarda da kötü yara olursa oraya kötü ilaç konur, eşeğin başına köpeğin dişi layıktır. "Habis olan şeyler habisler içindir" hükmü bir hikmettir. Çirkine münasip olan çirkin eştir. Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al. Allah'ta mahvol, onun sıfatlarını kazan!

Nur istersen nura istidat kazan; Allah'tan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş! Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et de yaklaş!

Bu sözün sonu yoktur. Zeyd; kalk, natıka Burak'ını bağla! Söz söyleme kabiliyeti ayıbı açar; gayb perdelerini yırtar. Allah, nice yerlerde gaybı ister. Şu davulcuyu sür, yolu kapa. Atını hızlı sürme, yuları çek. Sıraların gizli kalması, herkesin gizli zannından mesrur olması daha iyi.

Hak kendisinden ümit kesenlerin de bu ibadetten yüz çevirmemelerini istemektedir; Onlar da bir ümide kapılsınlar, birkaç gün o ümidin maiyetinde koşup dursunlar; Allah'ın merhameti herkese şamil olduğundan diler ki o rahmet, herkesi aydınlatsın.

Her bey, heresir, ümit ve korkuyla Allah'tan çekinsin. Bu ümit ve korku: herkes bu perdenin ardında beslenip yetişsin diye perde ardına girmiştir. Ümit ve korku perdesini yırttın mı... Gayb, bütün şaşaasıyla ortaya çıkar.

Bir genç dere kıyısında balık tutan birisini görüp, "Bu balıkçı Süleyman olmalı" diye zanna düştü. Süleyman'sa neden yalnız ve gizlenmiş; değilse nasıl oluyor da bu derece Süleyman'a benziyor?"

Süleyman tekrar müstakil bir padişah oluncaya kadar gönlünde bu şüphe vardı. Dev onun tahtından, diyarından yıkılıp gitti; baht kılıcı, o şeytanın kanını döktü. Yine yüzüğünü parmağına taktı dev ve peri askerlerini yine başına topladı.

Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç de onların arasına katılıp huzura vardı. Süleyman'ın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı ile geçti.

Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır. Bu araştırma görünmeyen şey içindir. Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür. Fakat gaypta olana şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer.

Gerçi bir şeyin hakikatini izhar etmek esasen kemaldir ve canları kuruntudan kurtarır; Fakat gayba imanın, görünen şeye inanmaya nispetle bire yüz fazileti vardır. Bunu iyice bil de şüphe ve tereddütten kurtul! Nurlu gökyüzü yağışsız olmaz ama kara yeryüzü de nebatatı yetiştirmeden vazgeçmez.

Bana gayba iman edenler gerek... Onun için bu fani konağın penceresini örttüm. Nasıl izhar eder de gökleri yarar, açarım; eğer hakikatleri meydana korsam, nasıl " Bunda bir ayıp, bir noksan gördün mü?" diyebilirim?

Bu karanlıkta arayıp taradıkça herkes, yüzünü bir tarafa çevirir; İşler bir zaman aksine gider; hırsız, polisi dar ağacına sürükler... Böylece bir nice sultan, bir nice yüce himmetli, bir müddet kendi kuluna kul olur.

Kul, efendisinin huzurunda değilken de kulluğunu korur, itaatten çıkmazsa bu kulluk iyi ve hoş bir kulluktur. Bu padişahın önünde onu öğen kişi nerede, padişah yokken bile ondan utanıp çekinen nerede.

Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir kale dizdarı; Kaleyi düşmanlardan korur, orasını sayısız mal ve para verse bile satmaz, Padişah orada değilken, hudut boylarında, padişahın huzurundaymış gibi vefakarlıkta bulunursa; O dizdar; elbette padişahın yanında, huzurunda bulunan ve can feda eden kişilerden daha değerlidir.

Şu halde yarı zerre miktarı, fakat gaibane emir tutmak; emredicinin huzurunda kulluk etmek ve emrine uymaktan yüz binlerce defa üstündür. Kulluk ve iman, şimdi makbuldür. Fakat ölümden sonra her şey meydana çıkınca inanmak, bir işe yaramaz.

Hakikatın kapalı, örtülü olması ve gayba inanmak daha iyi, daha makbul olunca ağzın kapalı, dudağın yumuk olması elbette iyidir. Kardeş, sözden el çek ki bizzat Allah, sende Ledün ilmini meydana çıkarsın. Güneşin varlığına delil kendisi yeter. Allah'tan daha ulu şahit kimdir?

Hayır... söyleyeceğim çünkü Kuran'da şahadet hususunda hep beraberce Allah da anılmıştır, melek de alimler de. Allah da şahadet eder, melekler de, bilgili kişiler de: Şüphe yok ki Rabb, ancak daimi Allah'tır...

Hak, şahadet edince melek kim oluyor ki şahadette Allah ile müşterek olsun! Çünkü ziyaya tahammül edemeyen zavallı gözlerle biçare gönüllerin güneşin nuruna ve güneşe takatleri yoktur. Bu çeşit gözler, böyle gönüller, yarasaya benzerler. Yarasa güneşin ışığına, güneşin hararetine tahammül edemez, ümidini keser ( güneşten mahrum kalır)

Gökyüzünde cilve eden güneşe şahadette, melekleri de bize dost, bize eş bil! " Biz o tek güneşten nurlandık, güneşin halifesi gibi zayıfları nurlandık" diye şahadet ederler. Her melek; yeni ay, yahut üç günlük ay, yahut da dolunay gibi kemal, nur ve kudret sahibidir.

O şule; üçer, dörder kanatlı meleklerin her birine, mertebelerine göre vurmakta, onları nurlandırmaktadır. Meleklerin kanatları insanların akıl kanatlarına benzer. İnsanların akılları arasında da çok fark vardır. İyilikte olsun, kötülükte olsun her insana kendisine benzer bir melek arkadaştır. Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir, o da bu suretle yol bulur.

Peygamber " Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara taştır" dedi. Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı. Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne luzum kalırdı?

Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: "Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahiy geliyor. Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi. Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum. Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin

Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum. Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör."

Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde "Er Rahmanu alel arşisteva" sırrı zuhur etti. Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu. Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!

Artık Zeyd'i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı! Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı! Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hatta ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü!

Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu. (Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç alemde "Ledeyna Muhdarun" denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır.

Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar. Allah akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir. Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı "Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin" derler.

O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir; Kıyamet günü, şükrederek, yahut kafir olarak yokluktan varlığa hamle ederler. Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin?

"Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin. Allah'ın sun'u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek: Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı. O yokluk da daima Allah'a kuldur. Ey dev kulluk et. Süleyman diridir!

Dev havuzlar gibi kaseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin! Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir,tir titrer bil! Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar.

En güzel olan (Güzeller güzeli ) Allah'ın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hatta şeker yemek bile! Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek. Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.

Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider! O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap! Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Abıhayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır.

Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan kaldırabilir misiniz? Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören hırsız da hazırlığa koyuldu. Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun.

Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır. Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da ateşin canına düşmandır. Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür. Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır. Dış alemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider. Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır.

Şehvet ateşine ne çare var? Din nuru. Müminler ;nurunuz kafirlerin ateşini söndürdü. Bu ateşi ne söndürür? Allah nuru. Bu hususta İbrahim'in nurunu kendine usta yap. Ki öd ağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden kurtulsun!

Şehvet ateşi yanmakla eksilip bitmez. Yanmakla güzelce eksilir, nihayet yok olur. Bir ateşe odun attıkça o ateş nereden sönecek? Fakat odun atmazsan söner. Çünkü bu çekinme ateşe su serper. Yüzüne, kalplerin haramdan çekinmesinden kızıllık süren kişinin güzel yüzü, hiç ateşten kararır mı?

Ömer'in zamanında bir yangın oldu. Ateş, taşları bile kuru ağaç gibi yakmaktaydı. Yapıları, evleri yakmağa, hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını bile tutuşturmağa başladı. Alevler şehrin yarısını sardı. Su bile ondan korkmakta, şaşırmaktaydı!

Akıllı kişiler, ateşe kovalarla su ve sirke döküyorlar. Yangın inada gelip alevini artırıyordu. Ona Allah yardım etmekteydi.

Halk Ömer'e yüz tuttular, koşa koşa gidip "Yangınımız suyla sönmüyor?" dediler. Ömer "O yangın, Allah alametlerindendir. Sizin hasislik ateşinizden bir şuledir. Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın. Eğer bana tabi iseniz hasisliği terk edin" dedi.

Halk, Ömer'e " Bizim kapılarımız açık. Cömert kişileriz, mürüvvet ehliyiz, dediler. Ömer dedi ki: " Siz, adet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz, Allah için eli açık olmadınız. Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan. Allah'tan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!"

Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline verme! Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur! Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere) cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nadan kişi de bu suretle bir iş yaptım sanır.

MEVLANA
MESNEVİ
1.CİLT

Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir
Bundan evvelki bir zamanda bir padisah vardi. O hem dünya, hem din saltanatina malikti. Padisah, bir
gün hususi adamlari ile av için hayvana binmis, giderken ana caddede bir halayik gördü. O halayigin kölesi
oldu. Can kusu kafeste çirpinmaya basladi. Mal verdi o halayigi satin aldi.Onu alip arzusuna nail oldu.
Fakat kazara o halayik hastalandi.
Birisinin esegi varmis, fakat palani yokmus. Palani ele geçirmis, bu sefer esegi kurt kapmis. Birisinin ibrigi
varmis, fakat suyu elde edememis. Suyu bulunca da ibrik kirilmis!
Padisah sagdan, soldan hekimler topladi. Dedi ki: Ikimizin hayati da sizin elinizdedir. Benim hayatim bir
sey degil, asil canimin cani odur. Ben dertliyim, hastayim, dermanim o .Kim benim canima derman ederse
benim hazinemi, incimi ve mercanimi ( atiye ve ihsanimi) o aldi (demektir).
Hepsi birden dediler ki: Canimiz feda edelim. Beraberce düsünüp beraberce tedavi edelim. Bizim her
birimiz bir alem Mesih'idir, elimizde her hastaliga bir ilaç vardir.
Kibirlerinden Allah isterse (insaallah ) demediler. Allah da onlara insanlarin acizligini gösterdi.Insaallah
sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadim, insanlarin yürek katiligini ve magrurlugunu söylemektir.
Yoksa arizi bir halet olan insaallah'i söylemeyi unuttuklarini anlatmak degildir. Hey gidi nice insaallahi
diliyle söylemeyen vardir ki cani insaallah la es olmustur.
Ilaç ve tedavi nevinden her ne yapildi ise hastalik artti maksat da hasil olmadi.O halayikcagiz, hastaliktan
kil gibi olunca padisahin kanli göz yasi irmaga döndü. Kazara sirkengübin safrayi arttirdi. Badem yagi da
kuruluk tesirini göstermeye basladi. Karahelileyle kabiz oldu, ferahligi gitti; su, neft gibi atese yardim etti.
Padisah, hekimlerin aciz kaldiklarini görünce yalinayak mescide kostu.Mescide gidip mihrap tarafina
yöneldi. Secde yeri göz yasindan sirsiklam oldu.Yokluk istigrakindan kendisine gelince agzini açti, hos bir
tarzda medhü senaya basladi:
En az bahsisi dünya mülkü olan Tanrim! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey daima dilegimize
penah olan Tanri! Biz bu sefer de yolu yanildik.Ama sen Ben gerçi senin gizledigin seyleri bilirim. Fakat
sen, yine onlari meydana dök dedin.
Padisah, ta can evinden cosunca bagislama denizi de cosmaya basladi.Aglama esnasinda uykuya daldi.
Rüyasinda bir pir göründü.
Dedi ki: Ey padisah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarin bir yabanci gelirse o, bizdendir.O gelen hazik
hekimdir. Onu dogru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.Ilacinda kati sihri gör, mizacinda da Hak
kudretini müsahede et.
Vade zamani gelip gündüz olunca... günes dogudan görünüp yildizlari yakinca:Rüyada kendine
gösterdikleri zati görmek için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli, bilgili bir
kimse, gölge ortasinda bir günes;Uzaktan hilal gibi erismekte, yok oldugu halde hayal seklinde var gibi
görünmekte.

Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihani hayal üzere yürür gör!Onlarin baslari da, savaslari
da hayale müstenittir. Ögünmeleri de, utanmalari da bir hayalden ötürüdür.Evliyanin tuzagi olan o hayaller,
Tanri bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
Padisahin rüyada gördügü hayal de o misafir pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padisah bizzat
abeyincilerin yerine kostu, o gaipten gelen konugun huzuruna vardi.Her ikisi de asinalik (yüzgeçlik)
ögrenmis bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmis, baglanmislardi.
Padisah: Benim asil sevgilim sensin, o degil. Fakat dünyada is isten çikar.Ey aziz, sen bana Mustafa'sin.
Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin ugrunda belime gayret kemerini bagladim dedi.
Tanri'dan edebe muvaffak olmayi dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanri'nin lütfundan mahrumdur.Edebi
olmayan yalniz kendine kötülük etmis olmaz. Belki bütün dünyayi atese vermis olur.
Alisverissiz, dedikodusuz Tanri sofrasi gökten iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce hani
sarimsak, mercimek dediler.Ondan sonra gökyüzünün sofrasi, ekmegi kesildi; ekme, bel belleme, orak
sallama kaldi.Sonra Isa sefaat edince Hak, yemek sofrasi ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine
küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artigini asirdilar.
Isa bunlara yalvardi. Bu devamlidir, yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kisinin sofrasi basinda kötü zanna
düsmek ve harislik etmek küfürdür dedi.O rahmet kapisi, hirslarindan dolayi bu görmedik dilencilerin
yüzlerine kapandi.Zekat verilmeyince yagmur bulutu gelmez zinadan dolayi da etrafa veba yayilir.Içine
kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahliktan gelir.
Kim dost yolunda pervasizlik ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.Edepten dolayi bu felek nura
gark olmustur: Yine edepten dolayi melekler masum ve tertemiz olmuslardir.Günesin tutulmasi, küstahlik
yüzündendir. Bir melek olan Azazil de yine küstahlik yüzünden kapidan sürülmüstür.
Kollarini açip onu kucakladi, ask gibi gönlüne aldi, caninin için çekti.Elini, alnini öpmege, oturdu yeri,
geldigi yolu sormaya basladi.Sora sora odanin baskösesine kadar çekti ve dedi ki: Nihayet sabirla bir
define buldum.
Ey vuslati, her sualin cevabi! Senin yüzünden nisligin anahtaridir sözünün manasi, Ey vuslati, her sualin
cevabi! Senin yüzünden müskül, konusmaksizin, dedikodusuz hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onlarin
tercümanisin, her ayagi çamura batanin elini tutan sensin.
Ey seçilmis,ey Tanri'dan razi olmus ve Tanri rizasini kazanmis kisi, merhaba! Sen kaybolursan hemen
kaza gelir, feza daralir.Sen, kavmin ulususun, sana müstak olmayan, seni arzulamayan bayagilasmistir.
Bundan vazgeçmezse...O agirlama, o hal hatir sorma meclisi geçince o zatin elini tutup hareme götürdü.
Padisah, hastayi ve hastaligini anlatip sonra onu hastanin yanina götürdü.Hekim, hastanin yüzünü görüp,
nabzini sayip, idrarini muayene etti. Hastaliginin arazini ve sebeplerini de dinledi.
Dedi ki: Öbür hekimlerin çesitli tedavileri, tamir degil; büsbütün harap etmisler. Onlar, iç ahvalinden
haberdar degildirler. Körlüklerinden hepsinin akli disarida. Hekim, hastaligi gördü, gizli sey ona açildi.
Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastaligi safra ve sevdadan degildi.
Her odunun kokusu dumanindan meydana çikar. Inlemesinden gördü ki, o gönül hastasidir. Vücudu
afiyettedir ama o, gönüle tutulmustur. Asiklik gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalik gönül hastaligi gibi
degildir.
Asigin hastaligi bütün hastaliklardan ayridir. Ask, tanri sirlarinin usturlabidir. Asiklik ister cihetten olsun,
ister bu cihetten... akibet bizim için o tarafa kilavuzdur. Aski serh etmek ve anlatmak için ne söylersem
söyliyeyim... asil aska gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydinlaticidir, fakat dile
düsmeyen ask daha aydindir. Çünkü kalem, yazmada kosup durmaktadir, ama ask bahsine gelince;
çatlar, aciz kalir. Askin serhinde akil, çamura saplanmis esek gibi yatti kaldi. Aski , asikligi yine ask serh
etti.
Günesin vucuduna delil, yine günestir. Sana delil lazim ise günesten yüz çevirme. Gerçi gölgede günesin
varligindan bir nisan verir, fakat asil günes her an can nuru bahseyler. Gölge sana gece misali gibi uyku
getirir. Ama günes doguverince ay yarilir (nuru görünmez olur). Zaten cihanda günes gibi misli bulunmaz
bir sey yoktur. Baki olan can günesi öyle bir günestir ki, asla gurub etmez.
Günes gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. Ama kendisinden esir olan günes, öyle bir
günestir ki, ona zihinde de, disarida da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun sigacagi bir yer ki misli
tasvir edilebilsin!
Semseddin'in sözü gelince dördüncü kat gögün günesi basini çekti, gizlendi. Onun adi anilinca
ihsanlarindan bir remzi anlatmak vacip oldu.Can su anda etegimi çekiyor. Yusuf'un gömleginden koku
almis! Yillarca süren sohbet hakki için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat. Ki yer, gök gülsün,
sevinsin. Akil, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neseye dalsin (diyor). Beni külfete sokma,
çünkü ben simdi yokluktayim. Zihnim durakladi onu görmekten acizim. Ayik olmayan kisinin her söyledigi
söz... dilerse tefekküre düssün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkissin... yarasir söz degildir.
Esi bulunmayan o sevgilinin vasfina dair ne söyleyeyim ki bir damarim bile ayik degil! Bu ayriligin, bu ciger
kaninin serhini simdi geç, baska bir zamana kadar bunu birak!
(Can) dedi ki: Beni doyur, çünkü ben açim. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kiliçtir. Ey yoldas, ey
arkadas! Sufi, vakit ogludur (bulundugu vaktin iktizasina göre is görür). Yarin demek yol sartlarindan
degildir. Sen yoksa sufi bir er degilmisin? Vara veresiyeden yokluk gelir.
Ona dedim ki: Sevgilinin sirlarini gizli kapakli geçmek daha hostur. Sen, artik hikayelere kulak ver, isi
onlardan anla! Dilbere ait sirlarin, baskalarina ait sözler içinde söylenmesi daha hostur. O, Bunu apaçik
söyle ki dini açik olarak anmak, gizli anmaktan iyidir. Perdeyi kaldir ve açikça söyle ki ben, güzelle
gömlekli olarak yatmam dedi.
Dedim ki: O apaçik soyunur, çirilçiplak bir hale gelirse ne sen kalirsin,ne kucagin kalir, ne belin! Iste ama
derecesine göre iste; bir otun bir dagi çekmeye kudreti yoktur.
Bu alemi aydinlatan günes, bir parçacik yaklasti mi, her sey yandi gitti! Fitneyi, kargasaligi ve kan
dökücülügü arastirma, Sems-i Tebrizi'den bundan fazla bahsetme. Bunun sonu yoktur; sen yine hikayeye
basla, onu tamamlamana bak.
(Hekim) dedi ki: Ey padisah, evi halvet et, yakini da uzaklastir.Köseden , bucaktan kimse kulak
vermesinde ben bu cariyecikten bir seyler sorayim.
Oda bosaltildi, Hekim ile hastadan baska kimsecikler kalmadi. Hekim tatlilikla yumusak yumusak dedi ki:
Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkinin ilaci baska baskadir. O memlekette akrabandan kimler
var? Kime yakinsiniz; neye baglisiniz? Elini kizin nabzina koyup birer birer felekten çektigi cevir ve
mesakkati soruyordu.
Bir adamin ayagina diken batinca ayagini dizi üstüne kor. Igne ucu ile diken basini arar durur, bulamazsa
orasini dudagi ile islatir. Ayaga batan dikeni bulmak bu derece müskül olursa, yürege batan diken nicedir?
Cevabini sen ver! Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el
uzatabilir miydi?
Bir kisi, esegin kuyrugu altina diken kor. Esek onu oradan çikarmasini bilmez, boyuna çifte atar. Ziplar,
zipladikça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çikarmak için akilli bir adam lazim. Esek, dikeni
çikarabilmek için can acisi ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar. O diken çikaran hekim üstaddi .
Halayigin her tarafina elini koyup muayene ediyordu. Halayiktan hikaye yolu ile dostlarin ahvalini
sormakta idi. Kiz, bütün sirlarini hekime açikça söylemekte, kendi duragindan, efendilerinden, sehrinden
ve sehrinin disindan bahsetmekteydi.
Hekim kizin anlatmasina kulak vermekte, nabzina ve nabzinin atmasina dikkat etmekte idi. Nabzi kimin
adi anilinca atarsa cihanda gönlünün istedigi odur(diyordu). Memleketinde ki dostlarini saydi, döktü.
Ondan sonra diger bir memleketi andi. Memleketinden çikinca en evvel hangi memlekette bulundun?dedi.
Kiz bir sehrin adini söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi nabzinin atmasi baskalasmadi.Efendileri ve
sehirleri birer birer saydi;o yerleri, yurtlari, oralarda geçirdigi zamanlari, tuz, ekmek yedigi kisileri tekrar
tekrar söyledi.Sehir sehir, ev ev saydi döktü, kizin ne damari oynadi, ne çehresi sarardi.
Hekim seker gibi Semerkand sehrini soruncaya kadar kizin nabzi tabii haldeydi fazla
atmiyordu.Semerkand'i sorunca nabzi atti, çehresi kizardi, sarardi. Çünkü o, Semerkad'li bir kuyumcudan
ayrilmisti.O hekim, hastadan bu sirri elde edip o dert ve belanin aslina erisince:Onun semti hangi
mahallede? diye sordu. Kiz, Köprü basinda, Gatfer mahallesinde dedi.
Hekim, Hastaliginin ne oldugunu hemen anladim. Seni tedavi hususunda sihirler gösterecegim;Sevin, ilisik
etme, emin ol ki yagmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacagim;Ben, senin gamini
çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha sefkatliyim;Aman, sakin ha, bu sirri kimseye
söyleme; padisah senden bunu ne kadar sorup sorustursa yine sakla;Sirlarin gönülde gizli kalirsa o
muradin çabucak hasil olur;dedi.
Peygamber demistir ki: Her kim sirrini saklar ise çabucak muradina erisir. Tohum toprak içinde gizlenince,
onun gizlenmesi, bahçenin yesillenmesi ile neticelenir. Altin ve gümüs gizli olmasalardi... madende nasil
musaffa olurlar, nasil altin ve gümüs haline gelirlerdi? O hekimin vaadleri ve lütuflari hastayi korkudan emin
etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaadler ise insani istiraba sokar. Kerem ehlinin
vaadleri akip duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanlarin, kerem sahibi bulunmayanlarin
vaadleri ise gönül azabidir.
Ondan sonra hekim, kalkip padisahin huzuruna gitti.; padisahi bu meseleden birazcik haberdar etti. Dedi
ki: Çare sundan ibaret: bu derdin iyilesmesi için o adami getirelim. Kuyumcuyu o uzak sehirden çagir, onu
altinla, elbise ile aldat. Padisah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O
tarafa ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kisiyi elçi olarak gönderdi.
O iki bey, kuyumcuya padisahtan mustucu olarak Semerkand'e kadar geldiler. Dediler ki: Ey lütuf sahibi
üstad, ey marifette kamil kisi! Ögülmen sehirlere yayilmistir. Iste filan padisah, kuyumcubasilik için seni
seçti. Zira (bu iste) pek büyüksün, pek kamilsin. Simdilik su elbiseyi, altin ve gümüsü al da gelince de
padisahin havassindan ve nedimlerinden olursun.
Adam çok mali, çok parayi görünce gururlandi, sehirden çoluk çocuktan ayrildi. Adam neseli bir halde
yola düstü. Haberi yoktu ki padisah canina kastetmisti. Arap atina binip sevinçle kosturdu, kendi kaninin
diyetini elbise sandi.
Ey yüzlerce razilikla sefere düsen ve bizzat kendi ayagi ile kötü bir kazaya giden. Hayalinde mülk, seref ve
ululuk. Fakat Azrail Git evet, muradina erisirsin demekte!
O garip kisi yoldan gelince, hekim onu padisahin huzuruna götürdü; Güzellik mumunun basi ucunda
yakilmasi için onu, padisahin yanina izzet ve ikramla iletti.
Padisah onu görünce pek agirladi, altin hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: Ey büyük sultan o
cariyecigi bu tacire ver ki visali ile iyilessin, visalinin suyu o atesi gidersin.
Padisah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahsetti, o iki sohbet müstakini birbirine çift etti. Alti ay kadar murat
alip murat verdiler. Bu suretle o kiz da tamamen iyilesti.
Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir serbet yapti, kuyumcu içti, kizin karsisin da erimeye basladi. Hastalik
yüzünden kuyumcunun güzelligi kalmayinca kizin cani, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
Kuyumcu, çirkinlesip hastalaninca kizin gönlüde yavas yavas ondan sogudu.
Ancak zahiri güzellige ait bulunan asklar ask degildir. Onlar nihayet bir ar olur. Keske kuyumcu bastan
basa ayip ve ar olsaydi, tamami ile çirkin bulunsaydi da basina bu kötü hal gelmeseydi! Kuyumcunun
gözünden irmak gibi kanlar akti, yüzü canina düsman kesildi.
Tavus kusunun kanadi, kendisine düsmandir. Nice padisahlar vardir ki kuvvet ve azametleri helaklerine
sebep olmustur.
Kuyumcu,Ben o ahuyum ki göbegimin miskinden dolayi bu avci, benim saf kanimi dökmüstür. Ah ben o
sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzaga düsürüp tuttular, basimi kestiler. Ah ben o filim ki disimi elde
etmek için filci benim kanimi döktü. Beni benden asagi birisi için öldüren, kanimi döken; bilmiyor ki benim
kanim uyumaz! Bu gün bana ise yarin onadir. Böyle benim gibi bir adamin kani nasil zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kisminda yere) uzun bir gölge düsürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene
avdet eder.
Bu cihan dagdir, bizim yaptiklarimiz ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir dedi.Kuyumcu bu sözleri
söyledi ve hemen toprak altina gitti.
O cariyecik de asktan ve hastaliktan arindi, tertemiz oldu. Çünkü ölülerin aski ebedi degildir, çükü ölü
tekrar bize gelmez.
Diri ask ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin askini seç ki bakidir ve
canina can katan saraptan sana sakilik eder.
O ‘nun askini seç ki bütün peygamberler, onun aski ile kuvvet ve kudret buldular, is güç sahibi oldular.
Sen Bize o padisahin huzuruna Varmaya izin yoktur deme. Kerim olan kisilere hiçbir is güç degildir.
O adamin, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayi. Tanrinin emri ve ilhami
gelmedikçe hekim onu padisahin hatiri için öldürmedi.
Hizir'in o çocugun bogazini kesmesindeki sirri halkin avam kismi anlayamaz.
Tanri tarafindan vahiy ve cevaba nail olan kisi her ne buyurursa o buyruk, dogrunun ta kendisidir. Can
bagislayan kisi öldürse de caizdir. O, naibdir eli tanri elidir.
Ismail gibi onun önüne bas koy. Kilicinin önünde sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed'in pak cani,
Ahad'la ebediyse senin caninda ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsin. Asiklar, ferah kadehini,
güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
Padisah o kani sehvet ugruna dökmedi. Suizanda bulunma münakasayi birak. Sen onun hakkinda kötü ve
pis is isledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklikta bulaniklik ve tortu kalir mi, süzülüs suda tortu birakir mi?
Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocagin posayi gümüsten çikarmasi içindir.Iyinin kötünün imtihani, altinin
kaynayip tortusunun üste çikmasi içindir.
Eger isi tanri ilhami olmasaydi o, yirtici bir köpek olurdu, padisah olmazdi. Sehvetten de tertemizdi,
hirstan da, nefis isteginden de. Güzel bir is yapti, fakat zahiren kötü görünüyordu.
Hizir denizde gemiyi deldi ise de onun bu delisinde yüzlerce saglamlik vardi. O kadar nur ve hünerle
beraber Musa'nin vehmi, ondan mahçuptu; artik sen kanatsiz uçmaya kalkisma. O, kirmizi güldür, sen ona
kan deme. O, akil sarhosudur, sen ona deli adi takma. Onun muradi Müslüman kani dökmek olsaydi
kafirim, onun adini agzima alirsam! Ars kötü kisinin ögülmesinden titrer; suçlardan ve süpheli seylerden
korunan kisi de kötü methedilince, metheden kisi hakkinda fena bir zanna düser.
O padisahti, hem de çok uyanik bir padisah. Has bir zatti, hem de tanri hasi. Bir kisiyi böyle bir padisah
öldürürse onu, iyi bir bahta eristirir,en iyi bir makama çeker yüceltir.Eger onu kahretmede yine onun için
bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasil olurda kahretmeyi isterdi?
Çocuk hacamatcinin nesterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamindan sevinçlidir. Yari can alir,
yüz can bagislar. Senin vehmine gelmeyen o sey yok mu? Onu verir. Sen kendince aklindan bir kiyas
yapmaktasin ama çok, pek çok uzaklara düsmüssün; iyice bak!

MEVLANA


MESNEVİ-CİLT -I-