Ayrılık ne biliyor musun? 
...Ne araya yolların girmesi, 
ne kapanan kapılar, 
ne yıldız kayması gecede, 
ne ceplerde tren tarifesi, 
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, 
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. 
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, 
duvarlara dalıp dalıp gitmesi. 
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. 
Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. 
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. 
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. 
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, 
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. 
Ben bulutları gösterirken, 
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, 
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” 
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, 
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, 
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” 
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını, 
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. 
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. 
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. 
Şiir yazmayacağım bir süre, 
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. 
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. 
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. 
Falcı kadınlara inanmayacağım artık. 
Trafik polislerine adres sormayacağım, 
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken, 
ömrüm azala azala önümden akarken, 
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. 
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, 
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü ERBAŞ



 iki gönül bir olunca...

yaşamak ne güzel 






Bir adam, odasına hırsız girdiğini gördü. Başladı onu kovalama­ya. Birkaç kere oda içinde dolandılar, adam iyice terledi. Nihayet hırsıza yaklaştı, bir sıçrasa tutacaktı. Dışardan birisi:

- Buraya gel de bela izlerini gör! Çabuk ol, buradaki ahvale bak! Adam:

Herhalde orada da bir hırsız var, diye düşündü, hemen gitmez­sem başıma bela olacak. Çoluk çocuğuma belki zarar verir, şimdi bunu tutmakta ne fayda var?! Bu Müslüman kerem edip beni çağırı­yor, hemen gitmezsem bir kötülüğe düşerim.
Böylece adam hırsızı bırakıp, sesin geldiği tarafa yöneldi.

- Aziz dostum, dedi, ne var, niye böyle feryad ediyorsun?

- Bak işte hırsızın ayak izi. Yürü, bu izi izle, ardından koş!

- Ey ahmak, sen ne söylüyorsun? Ben onu neredeyse yakalamış­tım, sen bağırınca bıraktım. Ben de seni bir adam sandım. Bu ne hezeyan! Ben kendisini tutmuşum, ayak izini ne yapayım?! Sen ya hile yapıyorsun ya da ahmaksın. Belki sen de hırsızsın.

- Ben işin aslını anladım, sana ayak izini gösteriyorum.

- Ey ahmak, vuslatta delil ve alamet olur mu?!



Mevlana Mesnevisinden Seçme Hikayeler


Mevlânâ, katırın ansızın silkinerek durması üzerine, daldığı tefekkür âleminden sıyrılarak başını kaldırdı. Esmer, yanık yüzlü, hiç tanımadığı bir adam yolunu kesmiş, katırın dizginlerine sarılmış, ateşli, keskin bakışlarıyla Mevlânâ'yı süzüyordu. Mevlânâ irkildi. Bu saçı sakalı birbirine karışık, yaşı altmışın üzerinde ihtiyar dervişin, birer kıvılcım gibi şimşeklenen bakışları altında ezilmişti. Ömründe böyle büyüleyici, keskin ve kararlı bakışlar altında hiç kalmamıştı. Yaşlı adamı ilk defa görüyordu. O anda bir kıvılcım çakarak, ikisini de ateşlemiş gibiydi. Kısa, fakat korkunç sessizliği, adamın tunç.gibi, tane tane sözleri dağıttı. Adam ciddi, yüksek bir tonla soruyordu:

-Sen Belh'li Sultan'ül-Ûlema oğlu Mevlânâ Celâleddin'sin değil mi?
-Evet.
-Bir müşkülüm var, söyle bana, Hazreti Muhammed mi büyük, Beyazıd-ı Bestamî mi? Ne dersin?

Beyazıd-ı Bestami, tasavvuf yolunda, (Enel-Hak, Ben Allah'ım) diyecek kadar coşkun ve cezbeli bir îslâm mutasavvıfı idi.

Mevlânâ, böyle cadde ortasında, etrafına toplanan halkın şaşkın bakışları arasında ansızın sorulan bu sualle tekrar irkildi. Sualin taşıdığı derin mânâyı hemen kavramış, adamın hiç de yabana atılır bir kişi olmadığını anlamıştı. Cevap verdi:

-Bu nasıl sual? Elbette Hazreti Muhammed büyük.

Adamın bakışları tatlılaştı. Dudaklarında bir tebessüm halesi dolaştı. Tekrar sordu:

-İyi ama Hazreti Muhammed: "Yarabbi, Seni tebcil ederim. Biz seni lâyık olduğun veçhile bilemedik" buyurur. Halbuki Beyazıd-ı Bestamî: "Ben kendimi tebcil ederim. Benim sânım çok yücedir. Zira, vücudumun her zerresinde Allah'tan başkası yok..." demekte. Buna ne buyrulur?

Mevlânâ, sualin bu mecraya döküleceğini önceden anlamıştı. Hemen cevap verdi:

-Çünkü Hazreti Muhammed mânâ âleminde her an sayısız makamlar aşıyor, her makam ve mertebeye varışında evvelki bilgi ve anlayışından istiğfar ediyordu. Böylece Peygamber hiç bir makamda ve hükümde kalmadan ebediyyen tenzih edilmesi gereken Rabb'i, onu, bütün tecelli cilveleri içinde dahi tecrid ve tenzih edebilmesinin mukavemetine malik bulunuyordu. Beyazıd-ı Bestami ise, ulaşabildiği ilk makamın sarhoşluğuna kapıldı ve kendisinden geçti. O makamda kaldı ve o sözü söyledi.

Adam, cevabın azameti ve ağırlığı karşısında sendeledi. (Allah!..) diye bir çığlık atarak yere düştü. Mevlânâ da heyecanlanmıştı. Katırından inerek, dervişi kucakladı, kaldırdı.

O anda, sanki iki umman burada birbirine kavuşuvermişti. Kur'an-ı Kerim'in Rahman Sûresi 19. âyetinde buyurulan "Merec'ül-bahreyn" yani iki denizin buluşması, burada tecelli etmişti sanki.

Birbirlerini ezelden tanıyan iki dost gibi kucaklaştılar. Mevlânâ dervişi buyur etti. Birlikte Mevlânâ'nın ev olarak ikâmet ettiği medreseye doğru yürümeye başladılar. Bu durumu seyreden öğrenciler, toplanan halk şaşırıp kalmış, olup bitenlere bir mânâ verememişlerdi. Birlikte yürüyüp giden iki adamın ardından baka kaldılar.

Kimdi bu adam? Mevlânâ'nın hem de cadde ortasında yolunu kesen, sorduğu bir çift suale aldığı cevap karşısında kendisinden geçen, derviş kılıklı, bu esrarengiz ihtiyar kim olabilirdi?

Mevlânâ'yı böyle cadde ortasında durduran, attığı okla kendisi de vurulan derviş, Tebrizli Muhammed Şemseddin'den başkası değildi. Mevlânâ gibi bilgin, temkinli bir sûfî'yi uçsuz bucaksız âşk denizine salıveren, onu pişiren, potasında yakan, kavuran, kısacası Mevlânâ'yı Mevlânâ yapan Tebrizli Şems.


Alıntı


gökyokuş solan penceresi çağrılmış
ölmüş ölünce ölü annesi çağrılmış

öyle ki bir kırgın çocuk gibi Konyalı
bayramlara hep bayramertesi çağrılmış

Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir
ergen gibi, Konyalı bir adam

Konyalı bir kocamış gibi kırda
kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış

gölgesi donuk sönük denize uzak
sanki babası bırakılmış eniştesi çağrılmış

ey solak hendese büyük yılkı
hazırlan çünkü artık kendisi çağrılmış



Turgut UYAR


●Bazen gelecek uzun sürer...

…O günden beri sanırım sevmenin ne olduğunu da öğrendim : atılganca kendi duyguları üstüne ‘abartmalı’ iddialara girmek değil , karşıdakine özenle davranmak , onun arzularına ve ritmine saygı göstermek ; hiçbir şey istememek , verileni kabul etmeyi öğrenmek; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek ; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca,hiçbir zorlamaya başvurmadan , karşıdakine de yapabilmek. Özetle, yalın özgürlük! Cézanne neden Sainte-Victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı ? 
Her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan.

Demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. Altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. bu iş yakında bitecek olsa da.

Evet, bazen gelecek uzun sürüyor...

Gelecek Uzun Sürer / Louis ALTHUSSER



Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır.Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir.
Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar.
Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın
önüne çöker ve yalvarmaya başlar:

'Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak
nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen
biraz sonra yakalayıp öldürecekler.'

Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına
vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra
da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp
görmediğini sorarlar, köylü 'görmedim' der ve
avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan
sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu
dışar salar.

'Çok teşekkür ederim' der kurt, 'Bana büyük bir
iyilik yaptın' 'Önemli değil' der köylü ve tarlasına gitmek üzere
yürümeye baslar.
'Bir dakika' diye seslenir
kurt: Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım,kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok. Köylü şaşırır: 'Olur mu, ben senin hayatını kurtardım.'
'Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan
bir şey yoktur' der kurt.

'Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.'

Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk
üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar
verirler.

Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. ' Ne vefası ' der kısrak,
'Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum,gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni
böylece kapıya kovdu...

Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe
rastlarlar. 'Ben hizmetin değerini bilen bir efendi
görmedim' der köpek, ' Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime koyunlarını korurum,yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur...'

Kurt köylüye döner, 'ışte gördün' der. Köylü deson bir çabayla 'Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni
ye' diye cevap verir.

Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri,tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.
'Her şeyi anladım da' der tilki 'Bu küçücük torbaya sen nasıl
sığdın?' Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar:
'Gözümle görmeden inanmam...'
İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki
köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar.
Köylü eline bir taş alır ve 'Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık' diyere torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar.

Sonra tilkiye döner,
'Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın'
der. Tilki de 'Benim için bir zevkti' diye cevap
verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır,
bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden
elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:
'Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey
yokmuş...'




Genç kadın cıvıl cıvıl çocukların, koşup oynadığı, eğlenceli çığlıklar attığı bir parka yaklaştı usul usul. Bu eğlenceli çığlıklar onun hayal kırıklığıyla dolu yaşantısında hiçbir anlam ifade etmiyordu. Yinede birşeyler okuyup vakit geçirmek maksadıyla oturdu bir banka.
Yaşadığı günün öncekilerden farksız, renksiz ve umutsuz olduğunu düşündüğü bir anda; küçük bir çocuk yaklaşıverdi yanına. Elinde bir çiçekle ansızın giriverdi düşleriyle gerçekler arasına. Başı önünde idi küçük çocuğun, "Bak ne buldum" dedi heyecanla. Umursamaz ve küçümseyen tavırla şöyle bir göz attı çocuğa.
Küçücük elleri arasında yaprakları yıpranmış, ya yağmur almamış ya da yeteri kadar ışık, solgun bir çiçekle bekliyordu başucunda.
Sahte bir gülüş fırlattı çocuğa, ölmüş çiçeğini de alıp bir an önce başından gitmesi tek dileği. Gitmek şöyle dursun iyice yerleşmişti çocuk kadının oturduğu banka. Çiçeği yaklaştırdı burnuna "Kokusuda güzel, kendisi de, bu yüzden kopardım onu, sizin için." deyiverdi bir anda.
Çiçek ne parlak kırmızı, ne de canlı ışıltılı görünmüyordu. Yine de alması gerektiğini düşündü çiçeği, yoksa gitmeyeckti bu küçük afacan başından. "Tam da istediğim gibi" dedi sevinmiş görünmeye çalışarak.

Çocuk çiçeği eline vermek yerine, nedeni olmadan havada tutmuştu öylece. İşte o zaman, o an farkına varmıştı çiçeği tutan çocuğun gözleriyle göremediğinin.
Boğazına bir şeyler düğümlenmişti. Göz yaşları engel tanımıyordu artık. Küçük çocuğa zorlukla "Dünyanın en güzel çiçeğini bana getirdiğin için teşekkür ederim." diyebildi ancak.
Küçük çocuk o mutsuz, karamsar kadına neler kazandırdığının farkında bile olmadan "Önemli değil" dedi ve tekrar karıştı arkadaşlarının oyununa neşe içinde.
Kadın oturup kaldı. Bu küçük çocuğun görmeyi nasıl başardığını düşündü öylece.
Eski bir söğüt ağacının salkım saçak dalları altında, kendisine acıyarak oturan bu kadının acı çektiğini nasıl hissetmişti? Belki de o küçücük yüreği ile görüyordu dünyayı. Bu küçük yürek ona öğretmişti hayattan tat almayı, güzellikleri keşfetmeyi. Sorun dünyada yaşananlarda değil, kendisindeydi. Güzellikleri görmeyi kendisi reddetmişti çoğu zaman. Bu küçük çocuk öğretmişti ona, taktir etmeyi hayatın her saniyesini.

Dünyası değişmişti yaşanan dakikalar içerisinde. Solmuş çiçeğin bütün kokusunu içine sindirirken; O an gülümseyerek baktı küçük çocuk, elindeki çiçekle yaklaşıyordu hayatını değiştirmek üzere yaşlı bir adama



Alıntıdır…


Bir kadın seni seviyorsa sana aittir.
Mutlaka bir fotoğrafın vardır bir yerinde odasının... onu kaldırtma!
Bir kadın seni seviyorsa uyumadan önce dua ediyordur... senin adınla başlayan dualar... ve biten senin adınla... onu susturma!
Bir kadın seni seviyorsa sana zarar veremez... yalnız genç adam, kadınlar vazgeçtikleri adamlara da acımayı beceremez bu da kalsın aklında..
Bir kadın seni seviyorsa koklayarak öper seni,
Seni seven bir kadın, sevdiği kadar sarılabilirse kemiklerin kırılır.
Ve bir kadın seni seviyorsa sen ne kadar güçlüysen o kadar güçlü hisseder kendini, onu yanıltma.
İlk darbede yere çakılma oğlum,
İlk imtihanda sınıfta kalma!
Ve asla,
Ama asla!
Araya umutsuzluğu sokma.
Orasıdır kadının şah damarı, umudu...
Kesildiği an, vazgeçer kadın.
Sevmekten,
Beklemekten,
Özlemekten,
Hatta dua etmekten...
Can havliyle, kaçar.
Yakalayamazsın.
Artık o kadını üstüne alınamazsın.
Sahip çıkamadığın kadına hesap da soramazsın.
Kadınları bomba gibi düşün genç adam... yanlış kabloyu kesersen onunla birlikte sen de patlarsın.
Bak oğlum!
Bu hayatta her şeyi alırsın, yalnız seni seven kadının yoktur fiyatı.
Seni her şeye rağmen sevebilen kadını satın alamazsın,
Cüzdanın kilo kaybettikçe, sevgileri eksilen sevgililerin olur en fazla...
Falan filan sonra,
Bilirsin ya...
Sen sen ol, o kadını satma!
Bir kadın seni seviyorsa kavga eder.
Hem birazdan boğazına yapışacak sanırsın, hem görürsün gözlerindeki korkuyu.
Kadınlar susmaz genç adam, susmuş kadın gitmiş kadındır.
Susmuş bir kadın için bitmiş bir adamsındır.
Bu kadınların değişmez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez olan maddelerinden biridir.
Kadın olmanın kuralıdır..
Bir şey daha vardır ki,
Kuştur kadın,
Ve bir gökyüzü vardır her kadının.
Öyle bir havan olmalı ki adamım,
Senden göçmediği için, onu dondurmamalısın.
Bunu, bir zamanlar seni gökyüzü ilan etmiş kadının, başka bir gökyüzünde kahkaha atışını duyunca anlarsın..


Nejat UYGUR

Kuşkusuz, insan kavga ettiği şey haline gelir... Kızgınsam ve siz de bana kızgınlıkla karşılık verirseniz sonuç ne olur? Kızgınlık artar. Ben neysem siz de o olursunuz. Ben kötü isem ve siz kötü bir şekilde benimle kavga ediyorsanız kendinizi ne denli haklı hissederseniz edin siz de kötü olursunuz. Ben acımasız isem ve siz beni haklamak için acımasız yöntemler kullanıyorsanız siz de benim gibi acımasız olursunuz. Ve biz bunu binlerce yıldır yapıyoruz. Nefreti nefret ile karşılamanın dışında bir yaklaşım yok mu? Kızgınlığımı yatıştırmak için şiddet dolu yöntemler kullanıyorsam doğru amaç için yanlış araç kullanıyorum demektir ve doğru amaç yok olur. Bu yaklaşımda kızgınlığın anlayışı yok; kızgınlığı aşmak yok. Kızgınlık hoşgörü ile incelenmeli ve anlaşılmalı; şiddet yöntemleri ile alt edilecek bir şey değil o. Kızgınlık birçok nedenin sonucu olabilir ve bunlar algılanmadıkça ondan kaçış yoktur.

Düşmanı, haydudu yarattık ve bizim de düşman olmamız, husumeti hiçbir şekilde sona erdirmeyecek. Husumetin nedenini anlamalı ve onu düşünce, his ve eylemlerle beslemeyi durdurmalıyız. Bu sürekli, benliğe dönük farkındalık ve zeki esneklik isteyen çetin bir iş, çünkü biz neysek toplum ve devlet de o. Düşman ve dost, bizim düşünce ve eylemimizin sonucu. Husumeti yaratmaktan biz sorumluyuz; o zaman kendi öz düşünce ve eylemimizin farkında olmak, düşman ve dost ile ilgilenmekten daha önemli, çünkü doğru düşünce bölünmeyi durdurur. Sevgi, arkadaş ve düşmanı aşar.

Krishnamurti






Dudaklarımı, aşktan bahsetmek için kutsal ateşle ağartmıştım; dudaklarımı açınca konuşmak için, kendimi dilsiz olarak buldum.

Aşk şarkıları terennüm ederdim aşkı bilmeden önce, onu öğrendiğim zamansa ağzımdaki sözler basit solumalara, göğsümdeki nağmeler derin bir sükûnete dönüştü.

Ve siz ey insanlar geçmişte bana aşkın garip ve tuhaf hallerinden sorardınız, ben de size anlatır sizi ikna ederdim. Ya şimdi, aşk beni örtüsüne bürüdü. Size onun yollarını huylarını sormaya geldim, aranızda beni yanıtlayacak var mıdır? Size neyim olduğunu sormaya, ruhumdan haber almaya geldim; aranızda kalbimi kalbime açacak, kendimi kendime açıklayacak var mı?

Haydi bana, göğsümde tutuşan, tüm kuvvetimi yutup duygularımı arzularımı eriten şu ateşin ne olduğunu söyleyin? Yalnızlık ve uzlet saatlerinde ruhumu sıkan ve ciğerime, hazzın acılığı, ve elemlerin tatlılığı katılmış bir şarabı döken bu tatlısert gizli eller nedir?

Gecenin sessizliğinde yatağımın etrafında çırpan bu kanatlar nedir? Bilmediğimi bekleyerek, işitmediğime kulak vererek, görmediğime gözlerimi dikerek, anlamadığımı düşünerek, farkında olmadığımı hissederek, inlemenin içinde benim nezdimde kahkaha ve sevinç seslerinden daha sevimli olan kaygılar olduğu için ah çekerek, güneş doğup da odamm köşeleri ışıkla doluncaya değin beni öldüren, dirilten sonra yine öldüren ve dirilten görünmeyen bir güce teslim olarak sabahlarım. Kurumuş gözkapaklarım arasında uyanıklığın hayalleri titreşirken ve taştan yatağımda düşlerin gölgeleri gezinirken artık uyurum.

Bizim aşk olarak isimlendirdiğimiz nedir?

Çağların ardına gizlenmiş, görünenlerin arkasına saklanmış, varlığın gizine yerleşmiş bu gizli sır nedir, bana haber verin.

Tüm sonuçların sebebi, tüm sebeplerin sonucu olarak gelen bu belirsiz mefhum nedir?

Bu, ölümü ve hayatı yiyen ve onlardan, hayattan daha tuhaf, ölümden daha derin bir rüya çıkaran uyanıklık nedir?

Haber verin ey insanlar, bana haber verin, aranızda aşk parmakuçlarıyla ruhuna dokunduğu zaman hayat uykusundan uyanmayan var mıdır?

Aranızda, kendisine kalbinin sevdiği bir kız seslendiğinde babasını, anasını, doğduğu yeri terketmeyen var mıdır?

İçinizde, ruhunun seçtiği kadına ulaşmak için denizleri aşmayan, çölleri geçmeyen, dağları vadileri geride bırakmayan var mı? Hangi genç, yeryüzünün en uzak yerlerine kadar, eğer orada nefeslerinin kokusunu hoş bulduğu, elinin dokunuşlarına güzel dediği, sesinin tınısını beğendiği bir sevgili varsa kalbinin peşinde gitmez?

Hangi insan, yakarışlarını işiten, dudaklarına karşılık veren bir tanrının önünde ruhunu tütsü olarak yakmaz?*

Dün tapınağın kapısında durdum ve geçenlere aşkın gizlerinden, meziyetlerinden sordum. Zayıf bünyeli, yüzü buruşmuş bir ihtiyar geçti önümden. Ah çekerek; "Aşk ilk insandan devraldığımız fıtrì bir yaratılış zaafdır" dedi. Derken güçlü kuvvetli, kolları çemrenmiş bir genç geçti. Şakıyarak, "Aşk, varoluşumuza sarılmış bir kararlılıktır. Ve insanların geçmişiyle geleceğini bizim şu anımıza ulaştırır" dedi.

Melül gözleriyle bir kadın geçti, sızlanarak, 'Aşk öyle öldürücü bir zehirdir ki, ateşli mağaralarda hüküm süren siyah yılanlar onu içine çeker sonra gökyüzünde dağılarak akar sonra yağmur damlalarına bürünerek düşer ve susamış ruhlar onu emer de bir dakikada sarhoş olurlar, bır yılda ayılır, bir asırda ölürler.' dedi.

Gül yanaklı bir kız geçti; gülümseyerek, "Aşk, gündoğumu perilerinin güçlü ruhlara döktüğü bir sudur ki o, ruhları gece yıldızlarının önünde dondurarak yükseltir ve gündüz güneşinin karşısında terennüm ettirerek yüzdürür." dedi.

Siyah giysileri olan, sakalı uzun bir adam geçti: abus bir çehreyle, "Aşk gözlerimizi aydınlatan ulvi bir bilgidir. Onun yokuyla biz şeyleri, ilâhların gördüğü gibi görürüz." dedi.

Asâsıyla atar bir âmâ geçti, öksürerek; 'Aşk, benliği her yönden kuşatan yoğun bir sistir. Ondan varlığın görüntülerini gizler ya da onu kayaların aralarında titreyen arzularının görünümlerinden başka bir şey görmez, vadinin boşluklarından gelen çığlığından başka bir ses işitmez hale getirir." dedi.

Gitar taşıyan bir genç geçti; şarkı söyleyerek, "Aşk, hassas ruhun derinliklerinden fışkıran ve onun yanını yöresini aydınlatan sihirli bir ışıktır. Onun sayesinde o ruh dünyayı yeşil kırlarda seyreden bir konvoy, hayatı iki uyanıklık arasında duran güzel bir düş olarak görür." dedi.

Sırtı kamburlaşmış, ayaklarını tıpkı iki bez parçasıymışlar gibi sürükleyen bir pir-i fâni geçti; titreyerek, "Aşk, bedenin mezar sessizliğindeki rahatı, ruhun ebediliğin derinliklerinde selâmet bulmasıdır." dedi.

Beş yaşlarında bir erkek çocuk geçti, gülerek seslendi; "Aşk babamdır, aşk annemdir. Ve aşk sadece babamla annemi bilir." dedi.

Gün döndü ve toprağın önünden insanlar, her biri aşktan konuşup benliğini tasvir ederek ve hayatın sırrından dem vurup arzularını açığa çıkararak geçtiler.

Akşam gelip de yoldan geçenlerin dağdağası sona erdiğinde tapınağın içinden gelen, şöyle diyen bir ses duydum: "Hayat iki kısımdır. Bir kısmı donuktur, bir kısmı ateşli. Aşk ateşli kısımdır."

O esnada tapınağa girdim ve eğilerek, yakararak, dua ederek, seslenerek yere kapandım: "Beni alevin yemeği kıl ya Râb, beni kutsal ateşin yiyeceği kıl ey Tanrım!

Amin."
(S.155)

Halil CİBRAN - Asi Ruhlar, Fırtına





Yalan zeka işidir, dürüstlük ise cesaret.
Zekan yetmiyorsa eğer yalan söylemeye, cesaretini kullanıp
dürüst olmayı dene...


Victor Hugo





Sevdiğin bir şeyi yapmaya devam etmelisin. Kimsenin seni durdurmasına, engellemesine ya da bunu yapman için vazgeçirmesine izin vermeden, bildiğin şekilde yoluna devam et.. Kim ne derse desin önemli olan sen ve senin yaptıkların, düşünce ve duyguların. Söylediklerini daha doğrusu senin düşüncelerini anlamayanlar illa ki olacaktır ama bu onların haklı olduğunu değil senin doğru yolda olduğunu gösterir, bunu bil.. Çünkü, birileri sürekli olarak senin yaptıklarınla ilgili vır vır ediyorsa sen doğrusundur, doğru yoldasındır. Çünkü, o vır vır edenler aslında elinden hiçbir iş gelmeyenler, kaldı ki seni gizliden gizliye beğenip de içinde hırs küpleri barındıranlardır unutma. Herkesin aklı kendine ve herkes kendi yaşamını kendi elleriyle kurmak zorunda. Sen başkasının yaşam modelini değil kendi yaşam modelini yaratmalı, geliştirmeli ve ona göre hayatına bir yön çizmelisin. Bu ana kadar hep başkalarının dedikleriyle yaşadıysan üzülme ! Hiçbir zaman geç kalmış değilsin. Bundan sonra ki hayatını kendi istediğin gibi şekillendir ve mutlu olmayı seç. Engeller çıksa bile önemseme. Çünkü her engel senin bir sonra ki basamağı çıkmana yardımcı olmak içindir. Nasıl mı ? Her engel senin yaşamla, olaylarla ve de insanlarla mücadele etmeni öğretecek birçok fırsatlar sunar ve sen bu fırsatları doğru şekilde değerlendirilebilirsen ki bu yüksek olasılıkla senin karar ve davranışların sonucu gelişecek bir süreçtir; işte o vakit sen, o engellerin birer birer kalktığını görecek ve üst basamağa çıkacaksın ve bu ta ki son basamağa varana dek böyle devam edecektir. Son basamağa geldiğinde ise geride bıraktığın basamaklara dönüp bakman gerekir. Çünkü o basamaklarda senin vazgeçtiklerin, kararların, şansızlıkları, sana sırtını dönenler ve senin yanında olup destek verenleri... göreceksin. Ve bundan bir an olsun pişman olmadan son basamağa ulaşmanın verdiği mutlulukla kendine güvenmenin tadını çıkar ve yaşamın güzelliklerinin keyfini sür. Bunu hakettin çoktan. İnanç, azim, kararlık sayesinde her işin üstesinden gelecebileceğini ve zor gibi görünen her şeye ulaşabileceğinin farkındasın artık değil mi !

Kural ; Yaşam sana bir şey vermiyorsa sen almalısın onu kendi ellerinle...



Mehpare ÖĞÜT
NİSAN 2015






Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler hepiniz geleceğin bir gülü,yıldızı ve ikbal ışığısınız.
Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz.
Kendinizin Ne Kadar Önemli, Değerli Olduğunuzu Düşünerek Ona Göre Çalışınız.Sizlerden Çok Şey Bekliyoruz. (Atatürk Albümü-1992)
______________________________

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığıyla, haklarıyla, birlik ve bütünlüğüyle çelişen tüm yabancı öğelerle mücadele zorunluluğu, milli görüşleri derinlemesine bilerek her karşı görüş önünde şiddetle ve özveriyle savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni kuşakların ruh gücüne bu nitelik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. Hayatlarını sürekli ve müthiş bir mücadele biçiminde belirleyen milletlerin felsefesi, bağımsız olmak ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu nitelikleri çok şiddetli olarak gerektirmektedir. (16.7.1921 Maarif Kongresi'ni açış konuşmasından)
______________________________

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
_______________________________

Cumhuriyeti biz kurduk, Onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz.

Nice Güzel Yıllara





Bazen kafamın içini samanla doldurmuşlar gibi.. Hiçbir şeyi anlamıyor, duymuyor, bilmiyor, düşünmüyor ve hatta düşünmekten korkuyor gibi hissediyorum. Aslında hiç de öyle biri değilim ve hatta değildim ama sanırım yaşın rüzgarına kapıldım ben de!
Evvelki yıllarda okuduğum kitabın sayısını hatırlamazken şimdilerde bir yıl içinde okuduğum kitapların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmışken, bu durum ne de çok rahatsız ediyor beni bir bilseniz. Evet, aylar öncesinden okumak için aldığım kitaplar, al beni oku diye adeta gözlerimin önünde çığlık ata dururken ben kendimi son iki senedir ders çalışmalarına adamış durumdayım. Kaldı ki dersleri bile seresim var şu son zamanlarda. Issız bir yere ihtiyacım var mümkünse insan ve şehir gürültüsünün olmadığı, sadece doğa ile başbaşa kalacağım ve bir de sevdiğim olsun yeter yanımda.
Ve yarın bir hafta daha var şu meşhur Pazartesi sendromuyla başlayacağımız...Halbu ki Pazartesi'nin ne günahı var. Haftanın ilk günü olmak onun suçu değil ne de olsa. Allah iyilerle karşılaştırsın diyelim de güzel geçsin bari. Tabii her zaman rahmetli babamın da sürekli bizi uyardığı gibi, yataktan kalkar kalkmaz besmele ile başlamak güne. Sonra aynanın karşısına geçip, bugün güzel bir gün olacak, olmaması için hiçbir sebep yok demek ve telkinde bulunmak kendimize. Aslında hep dediğim bir şey var ki insan evrene enerjisini nasıl gönderiyorsa o şekilde de karşılık buluyor bu kesin. Pek çok denenmişliğin olması nedeniyle söylüyorum bunu. O yüzden nasıl başlarsak öyle gider derler ya bir şeyler için... Güzel başlayalım güzel gitsin ve öyle de devam etsin hepimiz için.
Ve bir şiir böler geceyi ansızın... Birhan Keskin – Taş Parçaları... Şiir uzun ama bence dinlemek çok da keyİfli. Son zamanlarda takıntısı olduğum Eser Gökay yorumuyla hem de.
“Madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
Al bu taşlar senin olsun… O halde ve bundan böyle
Bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
Kan kusacağız.
Kan kusacağız.
Madem dünya bunca zalim
Madem yakışmıyor kalbimize.

Bütün davullar gümlesin
Boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
Boşluğa böğüreni
Vursunnnn.

Bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
Dünya görsün.

Ve dinlemek için burada ki https://www.youtube.com/watch?v=_5KrATs_2W0 linki tıklamanız yeterli olacaktır. Evet, gece gece, gecenin bir vakti. Şiirsedim sanırım belki de. O da ne öyle, ne söylüyorum ben. Şiirsedim, var mı Türkçe'de böyle bir kullanım. Mazur görünüz artık vakit epey geç oldu. Uyku zamanı ama bu şiir bitmeden uyumak haram bana.

Ben seni hep sevgilim ben seni hep

yüzünden geçen dalgalardan okudum.
Gözlerine sevgi okudum ellerine şefkat okudum
Annen seni inkâr etmişti
Aldım etime dokudum.


Bitmez şiirler, tükenmez... Sevdalar var oldukça, yaşam devam ettikçe ölmez hiçbir dize, yaşar her şair ve yazar. Okumayı sevdikçe, dinledikçe, anladıkça ve özümsedikçe...

Şiirleri seviniz, yazanları daha da çok seviniz. Hepsi ayrı bir yaşam, hepsi ayrı bir hikaye bizlere. Sarınız onları sımsıkı sarılınız bırakmamacasına.

Yaşasın şiirler, yaşasın dünya döndükçe...
Şiirle bitsin her gece...
Şiirle başlayalım her güne...

Şiire doyuyorum bu gece...

Mehpare ÖĞÜT







“Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş... 
Ne aradığımızı bilmeden aramak... 
Şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim... Dünyada bundan büyük bir saadet olur mu?” 

Sabahattin ALİ




Bazen birileri hayatınıza girer ve onların orada olmalarının, sizin bazı amaçlarınıza hizmet etmeleri, size ders vermeleri veya kim olduğunuz ya da kim olmak istediğiniz konusunda size yardım etmeleri demek olduğunu kesinlikle bilirsiniz.
Bu kişilerin kim olabileceklerini asla bilemezsiniz, bir oda arkadaşı, bir profesör, bir arkadaş, bir sevgili ya da tamamen yabancı biri ama gözleriniz onlarla kilitlendiğinde, işte o an hayatınızı çok derin bir şekilde etkileyeceklerini bilirsiniz.
Bazen, başınıza gelen şeyler ilk başta korkunç, acı verici ve adaletsizce görünebilir ama sonraları aksine o engelleri aşmadan potansiyelinizin, gücünüzün, iradenizin ve yüreğinizin asla farkına varamayacağınızı anlarsınız.
Hastalık, yaralanma, aşk, gerçek mükemmelliğin kayıp anları ve aptallıklar, hepsi sizin ruhunuzun sınırlarını test etmek için vardır. Bu küçük testler olmaksızın, her ne olursa olsunlar, hayat hiçbir yere varamayan, pürüzsüzce asfaltlanmış düz, yavan bir yol gibi olurdu. Güvenli ve rahat; ama aptalca ve tamamen anlamsız.
Tanıştığınız, hayatınızı etkileyen insanlar, tecrübe ettiğiniz başarı ve çöküşler, kim olduğunuzu ve kim olacağınızı bulmanıza yardımcı olurlar. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler öğrenilebilir. Aslında, bazen onlar en önemlileridir.
Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse, aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.
Her gününüzü önemseyin. Her anın değerini bilin ve onu bir daha asla yaşayamayacağınız için o anlardan alabileceğiniz her şeyi alın. Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun ve onların söylediklerini dinleyin!
Aşık olmanıza izin verin, kendinizi serbest bırakın ve görüşlerinizi yükseltin. Başınızı dik tutun; çünkü her türlü hakka sahipsiniz. Kendinize önemli bir kişi olduğunuzu söyleyin ve kendinize inanın; çünkü eğer siz kendinize inanmazsanız başkalarının size inanması güç olacaktır. Hayatınızda istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kendi hayatınızı yaratın ve daha sonra dışarı çıkıp hiç pişmanlık duymadan yaşayın! Ve eğer birilerini severseniz bunu onlara söyleyin; çünkü yarının neler sakladığını asla bilemezsiniz.
Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın! Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?

Sharon Zeff





Aldırmadan gidemiyorsa,

Aldırmadan kalmayı bilmeli insan.
Çünkü henüz icat edilmedi;
Anlamayana,anlamayı öğretecek bir lisan...



Pablo Neruda




Sen bugünü, onun nasıl bir gün olmasını istiyorsan öyle bir gün yapabilirsin. Sabah uyandığın ilk an, o günün seenin için nasıl bir gün olacağına karar verebilirsin. O, hayal edilebilecek en harika ve ilham verici gün olabilir; bu sana kalmıştır. Seçimi yapmakta özgürsün. Öyleyse, yüreğini açmak için şükretmeyle başlamaya ne dersin? Sen ne kadar şükran doluysan, bugünün getirebileceği harika olaylara da o kadar açıksın demektir. Sevgi, dua ve şükran kapıları ardına kadar açar, ışığın içeri girmesini sağlar ve yaşamın en iyi yanını ortaya çıkartır. Bugün en üst seviyede olumlu olmaya kararlı ol; en iyi olanı beklemeye ve onu kendine çekmeye kararlı ol. Onu yapabileceğine ve yapacağına dair mutlak inanç ve güven duy. Bunu yapabilme yeteneğinden hiç şüphen olmasın.


_Eileen Caddy_

Başarısızlık korkusunu herkes bilir. Ama insanlara ‘başarı korkun var mı?’ diye sorulduğunda tepki gösterirler: ‘Kim başarılı olmak istemez ki?’

Oscar Wilde’ın dediği gibi dünyada iki trajedi vardır: istediğiniz şeyi elde edememek ve istediğiniz şeyi elde etmek.
Yirmi üç yaşındaki delikanlı zekası ve yaratıcılığı sayesinde şirkette yaşının çok ötesinde bir konuma sahipti. Henüz diploması olmamasına rağmen, birçok diplomalının üzerinde ‘müdür’ pozisyonundaydı. Başka bir şirketten daha iyi koşullarda iş teklifi aldığının haftası işten kovuldu. Bu kovulma, yeni işindeki konumunu da etkiledi.
Genç adam başarıdan korkuyordu.
Başarılı olursa, hep başarılı olmak zorunda kalacaktı. Daha alt konuma düşemezdi.
Başarılı olursa, onu kötü koşullarda yetiştirmiş olan anne babası, hiç hak etmedikleri halde onunla iftihar edeceklerdi.
Başarılı olursa, herkes ondan bir şeyler talep edecekti.
Başarılı olursa, sevgilisinin onu kendisi için sevip sevmediğini asla anlayamayacaktı.
Genç adam, kendi kendini sabote etmişti. Ve neden işten son anda kovulduğunu bir türlü anlayamıyordu. Ona göre insanlar onu kıskanıyordu. Kız arkadaşı da onu kısa zamanda terk edecekti. Kadınlar ne de bencildi.

Ama işi kaybetmenin iyi bir yanı vardı. Artık ailesi ve kardeşi ondan borç para isteyemeyecekti. Kazancına göre ödediği vergi de yüksek olmayacaktı. Kızlar ona kendisi için yaklaşacaktı, geliri ya da konumu için değil.
Genç adam başarıdan korkuyordu. Ona göre serüven, yükselmek için dağa tırmanmaktı. Doruğa geldiğinde ise kendisini sabote ederek aşağıya düşmek istiyordu. Çünkü dorukta kalmaya kendini layık görmüyordu.
Genç kadın, üniversiteyi iyi dereceyle bitirmişti. Hemen diplomasına ve arzusuna uygun bir işi oldu. İki buçuk sene gibi kısa bir zamanda ‘müdür yardımcısı’ konumuna gelmişti. Ve aynı şirkette daha alt pozisyonda olan ama gelecek vaat eden bir adama aşık olmuştu.
Genç adam, ona pozisyonundan dolayı ilgi göstermiyordu. Çünkü bir kadın tarafından ezilmek istemiyordu. Genç kadın sevgilisiyle evlenebilmek için işinden ayrıldı. O, kadınların evlenebilmek için aptal görünmeleri gerektiğine inanıyordu. Zaten üniversiteye de ailesine uygun bir koca bulmak için gitmişti. Sevgi, konumdan daha önemli değil miydi?

Bilinçsizce başarı şanslarımızı nasıl sabote ediyoruz?
Sevgide, işte, sosyal yaşamda doyumlarımızdan nasıl vazgeçiyoruz? Çocukluk deneyimlerimiz, başarıyı nasıl da kendimizden uzaklaştırıyor?
Başarı; layık olma, değerli olma duygusunu harekete geçirir. Eğer çocukluğumuzda sevilmeye ve değerli görülmeye layık bir insan olmadığımızı hissetmişsek bu, daha sonra kocaman engeller olarak karşımıza çıkar.


Başarımızı, geç kalmakla sabote ederiz.
Başarımızı, mükemmeliyetçi olmakla sabote ederiz.
Başarımızı, yaşamı ertelemekle sabote ederiz.
Başarımızı, yakınlaşmaktan korkmakla ‘seni seviyorum’ diyememekle sabote ederiz.
Başarısızlık korkusunu herkes bilir. Başarı korkusunu ise herkes itiraf edemez.
Korkular aşılabilir: Onlarla yüzleşerek, onları kucaklayarak ve onları özgür bırakarak.
Engelleri yaratan biziz. Yıkan da! Yıkılan binaların yerine ne de güzel binalar inşa edilebilir! Yaşamlar da öyle. Eğer korku olmazsa.

Sevgiyle başarılı olun


Kaynak:
Yaşam Cesurları Sever & Nil Gün