Hep bir zamanlar diye başlıyor sözlerimiz ve yine bir zamanlar diye son buluyor tüm cümlelerimiz. Çünkü, şu an ki yaşantımızla, geçmiş arasında bir bocalama yaşıyor yüreğimiz. Ben 1974 kuşak bir insan olarak şimdi ki hayatımdan çok da mutlu olduğumu söyleyemem. Daha doğrusu değişen dünyada, değişen insanlar, değişik konuşma biçimleri, değişik müzik türleri ve yaşam koşulları beni hiç de cezp etmiyor. Benim çocukluk yıllarım hayatımın en güzel yıllarıydı diyebilirim. Eminim sizlerde öyle düşünüyorsunuzdur. Belki çok zengin değildik ama gönlümüz zengindi. Şimdilerde ise insanlar ne yazık ki gönül zenginliğinden çok cep zenginliğini tercih ediyorlar. Çünkü her kapıyı açacak anahtarın cüzdanlarındaki banknotlardan oluştuğuna inanıyorlar. Oysa gerçek ben ve benim gibiler için hiç de öyle değil. Allah’a şükürler olsun ki ben, paranın sadece bir geçim aracı olduğunu küçüklüğümden beri kabullenmiş bir insanım ve sadece harcamak için kullanıyorum. Yani esiri olmadım paranın ve param çok olsun diye bir uğraş içerisine de girmedim hiçbir zaman. Önemli olanın gönül zenginliği olduğunu çocukluk dönemlerinden itibaren öğrendim ben. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda,o dükkan senin, bu dükkan benim diyerek hiç durmadan alışveriş yapıp da elleri kolları dolu olmasına rağmen yüzleri bir türlü gülmeyen insanlarla doludur. Çünkü o tarz insanlar sadece ve sadece bir şeyler alarak giysi dolaplarındaki elbiselerinin sayısını artırarak mutlu olacaklarına inanıyorlar. Belki de giymeyecek bir çoğunu ancak benim de var demek adına alıyordur onları. Etrafa karşı benim ne kadar çok kıyafetim var gelin de görün demek için. Bu ve benzeri olayları çoğu tv programında da görüyoruz. Özellikle manken ve sanatçıyız diye geçinenlerde. Gördüklerimiz karşısında da çoğumunuz eminim ki dili uçukluyordur. En basitinden bir güneş gözlüğü. Sanki çok devasa bir şeymiş gibi bir kişinin ya bir hadi bilemediniz iki tane gözlüğü olur diyelim ama yok, siz her çıkan şeyden almak zorundaymışcasına bunun sayısını abartırsınız ve bu sayı 40-50 arasında gidip gelir. Her markayı almak ve her elbisenin rengine göre gözlük takma zorunluluğu varmış gibi davranırsınız ve bundan da hiç utanmadan bahsedersiniz. Ya da ayakkabılarınız. Örnekleri çoğaltmak her zaman için mümkündür. Çünkü, insan denilen varlık doyumsuzdur. Doyumsuz olması ile birlikte nispet denilen o insanın kemiren duyguya yenik düşer çoğunlukla ve siz etrafınızda bir ayakkabısı dahi olmayan insanları görmezden gelerek, hava atarsınız etrafa. Çünkü çoğu insan geldiği yeri unutabilmektedir. Babasının evinde görmediğini diye başlayan sözler kullandığımız bu insanlarda maneviyat duyguları ya azalmıştır ya da hiç kalmamıştır. Yaptıkları iş ve kazandıkları parayla etrafa caka satmak ve ben de buradayım demek adına, asıl zenginliğin anlamını unutarak devam eder yaşantısına. Ta ki elindekileri kaybedinceye kadar. İşte o zaman anlar ama iş işten çoktan geçmiştir. Artık ne cebinde para, ne onu yükseltecek bir işi vardır. Yenilerini alacağı için boşalttığı dolabında tek bir elbisesi kalmıştır sadece ve ömrünün sonuna kadar o elbiseye muhtaçtır artık.
İşte gönül zenginliği mi yoksa cep zenginliği mi siz karar verin hayatınızda. Bugünlerin gelip geçici günler olduğunu unutmadan yaşayalım ve kat kat artsın mutluluğumuzda…Eğer biz bu şekilde mutlu olursak dünya nimetleri biz istemesek de gelir ayağımıza zaten…
Mehpare ÖĞÜT
2007
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum