Etrafım kalabalık, telefonlar çalıyor, insanlar evrak getiriyor. İş yerinde
uğultu var. Herkes harıl harıl çalışıyor. Koşuşturma içinde zaman geçiyor.
Her gelene cevap veriyorum.
*Kalabalıklar İçinde Yalnızım!*
Telefonda konuşuyorum. Sorun şu ki, kendimi dışarıdan izliyormuş gibi
hissediyorum. Televizyon seyreder gibi....
İş yerinden çıkıp otobüse biniyorum. Orası da gerektiğinden fazla kalabalık.
İş çıkış saati,uzun süren trafik çilesi, yanımda ayakta duranlar konuşmak
istiyorlar belli ki, yanıt veriyorum. Sonunda eve ulaşıyorum. Markete
uğrayıp, yemeklik malzeme alıyorum. Kasada duran kız beni tanıyor. Ayaküstü
iki sohbet de onunla ediyorum.
Evin kapısını açıyorum. Kedim beni bekliyor. Bütün gün yalnız olduğundan aç
ve sevilmek istiyor. Sürekli mırıldanıyor. Karnını doyuruyorum, sevip
okşuyorum. Onun da gönlünü yapıyorum. Duşa girip yıkanıyorum. Güzel bir
kahve pişiriyorum. Henüz acıkmamışım. Dinlendirici bir müzik koyuyorum. Bir
sigara yakıyorum, telefon çalıyor. Kız arkadaşım, sevgilisi ile kavga etmiş.
Dakikalar, belki saatler süren aşk derdini dinliyorum. Gereken şeyleri
söylediğime eminim. O da mutlu ve rahatlamış bir şekilde kapatıyor. Tam
elime kitabımı alacakken, kapı çalıyor. Karşı komşum, fal için kapatılmış
kahve fincanıyla geliyor. Kocası geç kalacakmış, laflarız diye düşünmüş.
Buyur ediyorum, falına iki yalan atıyorum. Seviniyor. O da uzun uzun
anlatıyor, dinliyorum. Sonunda gidiyor.
Balkona çıkıyorum. Bir sigara daha yakıyorum. Derin bir nefes çekiyorum.
Dumanı rüzgardan dağılıyor. Dışarısı biraz serin. Yaz tam olarak gelmedi,
geceleri biraz üşütüyor. İçeri giriyorum. Yatağa uzanıyorum. Bugün herkes
mutlu oldu mu? Bana ihtiyacı olanlara tam olarak yardımcı olabildim mi?
Peki, ruhum neden içimde değil? Nasıl oluyor da kendimi dışarıdan
izleyebiliyorum?
İçinde ruh olamayan bir beden, ne kadar yaşıyor sayılır? İçinde aşk olmayan
bir kalp ne kadar sayılırsa! Yalnızım! Şehrin gürültüsü bitmiş. Işıklar tek
tek sönüyor. İnsanlar sevdikleri ile uykuya dalmak üzereler. Eski bir şarkı
geliyor aklıma, mırıldanıyorum: "Bir ben uykusuz, bir ben huzursuz, bir ben
çaresiz, bir ben sensiz..."
Etrafım insan doluyken, üstelik seviliyorken, dostlarım, ailem, sosyal
hayatım varken; bu kadar yalnız hissetmek garip değil mi? Değil! Aşkın
boşluğunu dolduracak ne bir kişi, ne bir olay var. Birini seviyor olmak,
kocaman yatakta sarmaş dolaş uyumak, gece kabus gördüğünde, "geçti canım,
ben yanındayım" diyecek birine sahip olmak çok büyük bir lükstür. Kimileri
buna sahiptir, kıymet bilmez.
İnsanoğlu sahip olduklarına sahip çıkamıyor. Değerini kaybedince anlamak
gibi bir akılsızlığımız var. Özlediğimiz, hasret çektiğimiz her şey,
elimizin altında olunca önemsizleşiyor. Oysa elde etmek için ne savaşlar
vermiştik? Yalnız doğduk, yalnız öleceğiz diyorlar. Elbette, tam olarak
öldüğün an yalnızsın. Bunu kimseyle paylaşmak gibi bir çabamız da olamaz.
Ancak o ana gelene kadar geçecek süreyi yalnız geçirmek için gösterilen bu
çaba neden? Huzur azgınlığı yapıyoruz. Sevgimize, aşkımıza gerektiği kadar
sahip çıkmıyoruz. Gün gelip kaybedince, pişmanlık duyuyoruz ama çok geç
oluyor.
Ben bu gece de yalnızım.
*Siz, uyurken üstünüzü örten birine sahipseniz,
iki elle tutun.
Bir gün çok geç olabilir...
Alıntıdır…
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum