Kör bir akrep zehrini zerk etti yüreğime, aşkın oldu panzehiri
Dağladı sonsuz acılarımı zaman, örümcek ağında oldum talan
Gecemin tarlalarına şiirler ektim, yıldızlaradır hep merhabam
Bütün mutlulukların ‘keşke’ kapsülünde erir hep sevdayla insan
Omuzlarındaki yüke aldırmadan hep aynı doğruya kırılı bu yaşam gemisinde ara sıra denizi izliyorsun sen. Dalgaların hırçın vuruşlarıyla sular çarpıyor yüzüne. Aynı gemideyim ve seni özlemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Gülüşlerini ısıtarak her gün ziyafet çekiyorum bu kahrolası labirentte. Sesinden uzak duruyor, ama yüreğinin gümbürtüsünü içimden atamıyorum.
Güneşe simit asıyor bir çocuk, yağmurda ıslanmayı düşleyerek. Soyunup denize bakıyor bir adam, aşkını özleyerek. Son umudunu denize düşürüyor ıslak bir tebessümle. Çığlığını dinliyor martıların yüreğindeki kutsal sessizliği dinleyerek. En bilinmez duruşların ütopyasında bir adam yüreğinin gümbürtüsüyle bembeyaz karları çiğniyor, uzak kentlerde sevdanın ellerini tutacağı günü bekliyor.
Yaşamın ve hayatın en büyük tadını tarayarak, yüreğinin en sağlam yapı taşını al kucağına şimdi. Bizi sürükleyen dağ rüzgârına siper et gönlünü. Bu rüzgârın kollarındayken her şey ne kadar hülyalı, ne kadar pembe olsa da nereye götürecek, nereye atacak bizi bir kere sor kendine. Günler ince bir sol ağrı gülüm işte. Bu zorlu sevdada, bu karmaşık aşk tufanında bulutlarımız asla yatak olmaz hazin sevgimize.
Düşüncelerinin en koyu ışığıyla senin ruhundayım günlerdir. Aynı tabaktan yiyor, aynı bardaktan sular içiyoruz. Her anımızda birbirimizi hissediyor, aynı duygularla dans ediyoruz. Sen ve ben yorgun bir akşamın kucağında hep aynı sevdayla aşkın duasına duruyoruz. Bütün alametlerin derbeder duruşlarıyla bir sel çeker bizi birbirine. Akıntıda sürüklenen bir dal gibi, yatağını arayan bir su gibi kendi bozkırlarımızı arıyoruz.
Bu gecenin düş tarlasına aydınlık gülüşlerini ektim sevdayla. En koyu renkleri sürdüm gözlerine aşkla. Bu gece yıldızlar seçtim gökyüzünden sana vefayla. Avuçlarını hissedeyim diye. Ay düştü toprağa, ısındı yatağım dilindeki gülüm şarkısıyla. Yangınım dağlarına sıçradı, yankım kulağında çınladı. Bu gece biz sustuk, bizim yerimize dinlediğimiz şarkılar ağladı.
Bütün gelişlerin ruhumuzda araladığı dalgalarla yıkarız biz yüzümüzü her sabah. Güneşi alırız gönlümüzden içeri ve arada bir yağmur yağar. En güzel bakışa, en kutsal gülüşe bir sevda şiiri olurum o an. Mevsimlerin geniş yatağına serilir tutkuyla çarşaflar. Bedenimiz acıkır birbirine, dudaklarımızdan kopar fırtınalar. Tenimizin tuzuyla kaynar en harlı kazanlar ve başlar sonra sevişmenin en ölümsüz dansı.
Derin bir uğultu sızıyor rehinlere bıraktığım isli lambalarımdan. En tanımsız kırılmaların rüzgâr kepeneğinde bir haller oluyor ağıtlarıma. Kaç isyan doldurdum, nice isyanları söndürdüm bu yürekte, kimi yürüdüm yalın kılıç aşka, kimi güller serptim kanla sulanan uçsuz bucaksız ovalarına. Kuşkularıma kanlar yürürken tenimi sıkan halatlarda direncimi çözdüm, umudun ve sevdanın en ölümsüz şiirlerini çiçek çiçek dizdim.
Biliyor musun, uzun bir hikâyenin hatıra tepelerinde sesinde titrerken gecenin düşü, beni gözlerinin duldasında konukla yeter. Oturdum sevincinin sofrasına ey ruhumun sahibi. Bütün zamanların coşkularını çağırıyorum sana, bütün günahlardan arınıp halaylara duruyorum seninle. Sessiz ve habersiz geçmiş bütün baharlar, ıhlamurlar kaç mevsim sensiz çiçeklere durmuş ve kaç yastıkta sensiz gözyaşım kalmış bilir misin? Öyleyse, gel yelken aç ruhundaki gemilerle, hevesim ol, tutkum ol, bir destan gibi şu isimsiz şiirlerime dol.
Bu çırılçıplak, insanı yiyip bitiren düş sahralarında her gece yıldızlara bakıp karanlığa gizlenen, şafağa sevinmek yerine karmaşık bir dünyanın haline ağlayan, kötürüm bir aşkla sevgisizliğe ağıtlar yakan insanlar topluluğuyuz biz. Deştikçe kanayan, kanadıkça kendini yeni afetlere salan ihanet izdüşümleriyle ne olur sevginin hırkasını çıkarma bedeninden. Yasak titreşimlerle gün yüzüne çıkardığın kalp atışlarımla sana sonsuz bir ateşle bağlanmışım işte. Gül sesinle çınlıyor kulaklarım, amber nefesinle tamlanıyor şiirlerim.
Bil ki, sen ruhumun zulasındaki en vuslat gökyüzü. Alaturka bir şarkıda topraklarımda güller büyür, soluğunun neminde yüce dağlarımın karı erir. Gözlerinin ırmağında yeryüzünün bütün canlıları beslenir. Bütün harfler seni yazar, saçlarının her teliyle bağlanır en leylim sevdalar.
Senin için bir düş mendili astım yaşlı gövdeme. Yaprakları rüzgâra direnirken dallarımızın, ben senin için toprağımı deştim. Ay vurmuş yüreğimi bir zaman, gecenin nuru yağmıştı bir mevsimde sızı bırakan. Sular hızlı yürüyormuş oysa, sevda denilen sanki eskiyen, tozlanmış bir hazan. Dal küsmüş gövdeye gülüm, aşk bildiğin gibi işte, eski tas, eski hamam.
Selahattin YETGİN
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum