Cep dikmeyi
unuttukları bir çocuk fistanı gibiyim;
Bu hasret nereme
sığacak? ..
Ellerim boşluğa
boşluğa gidiyor...
Dünyada basacak yer
bulamayan sarhoşun dolaşık ayakları gibi;
karışık parmaklarım
üzerimde sığınacak bir kuytu bulamıyor...
Aklım, yangında
gevreyip kalmış son dala tüneyen kuş gibi;
Şaşkın! ..
Sorma...
Bilmiyorum; bir gün
kaç gündür,
ve kaç günde biter
bir gün? ..
Sorma...
Bilmiyorum; gönül mü
sevdadadır,
yoksa sevda mı
gönüldedir? ..
Sorma...
Bilmiyorum, hasret
nerdedir? ..
Orda mı, burda mı? ..
İçinde midir kişinin,
dışında mı? ..
Yani onu bıraktığın
yerde midir özleyiş, yoksa senin gittiğin yerde mi? ..
Yoksa,
"kendini" götürmediğin zaman mı acır mesafeler?..
Üşüyen bir dinamit
kadar çaresizim!..
Açsam sana kollarımı,
ısınacağım... Ve ısınacak ortalık, ve duyacak cümle âlem kavuştuğumuzu...
Üşüyen bir dinamit
kadar korkuyorum;
Donarak
ölemeyeceğimden!..
İşte, belki de bunun
için, aynalar; koyunun seyrettiği kasap vitrini gibi!..
Şimdi, ben
"nereme" sığayım?..
Değil cebi unutulmuş
bir fistan, külliyen bir cep olsam; girebilemem,,, dolabilemem,,, sığabilemem
bildiğim mekânlara!..
İpinden göndere
çekilmiş gibi, bacağından vitrine asılmış gibi, ve bir branda gibi
"bütün" olarak...
Sarılacağım sana...
Ama bilmiyorum, sevda
mı yanlış bahçede açılmış bir çiçek gibi; yoksa hasret mi uzak yamaçlarda
tütüyor?..
Ceplerim mi olması
gereken yerlerde değil; yoksa ben mi?..
Şimdi, niye
soruyorsun ki bana; on gün kaç gün eder ve kaç günde biter on gün?..
Bilmiyorum!
Bildiğim; ateş
karşıdan ısıtır...
Ve yanarım;
Düşersem içine!
Muammer ERKUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum