ALINTI ŞİİRLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ALINTI ŞİİRLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

 

Tekrar tekrar duyumsuyorum

Yaşlı ya da genç olmam hiç fark etmiyor:

Gecenin içindeki bir sıradağı,

Balkondaki sessiz bir kadını,

Özlemle yüreğimi bedenimden söken,

Mehtapta usulca kıvrılan beyaz bir sokağı.

Ah yanan dünya, ah balkondaki beyaz kadın,

Vadide havlayan köpek, uzaklarda ilerleyen tren,

Ne kadar yalancıydınız, ne acı kandırdınız beni,

Ama yine de en tatlı rüya ve hayalime dönüştünüz giderek.

Önemli olan şeylerin meslek, hukuk, moda, finans olduğu

O korkutucu "gerçeklik" yolunu denedim çok kereler,

Ama hayal kırıklığına uğramış ve özgürleşmiş halde

Rüyaların ve kutsanmış çılgınlığın olduğu diğer tarafa kaçtım tek başıma.

Geceleri ormandaki boğucu rüzgar, esmer çingene kadın,

Budalaca özlemlerle ve şairin nefesiyle dolu dünyaya,

Sıcak şimşeğinizin beni çağırdığı, sesinizin çağırdığı

O muhteşem dünyaya döndüm daima!


Hermann HESSE

Çeviri: Osman TUĞLU



#PANİKYOK
#ÖNLEMAL
#SEVDİKLERİNİÇİNEVDEKAL
#EVDEHAYATVAR
#EVDEKAL
#ENGÜVENİLİRYEREVİNDİR
#COVID19
#HİJYENİNEDİKKATET
#ZİYARETYOK
#SOKAĞAÇIKMA





Uzun, karanlık bir çığlığın da ardına düşebilir insan,
Titrek, eğri büğrü bir yazının çağrısına da uyar.
Bırakıp her şeyi döner -
Aşk bir buluşmadır çünkü,
Her zaman gecikmiş bir buluşma.


Bitmeyen bir kavuşmadır da aşk -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Bazen kendi sevincinin kanat gölgesi,
Bazen nabzın hızı, yüreğin titreyişi,
Tüylerin telaşıyla besleniyor gibidir -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Çalışma saatleri, karşılıksız sorular.
Nereden bilebilir insan
Bunların hepsinin de aşk olabileceğini?


Çoğu kez aldatıcıdır da,
Bakarsın, herkes onun askeri, onun şehidi.
Oysa aşk hiçbir zaman bir yarış değildir ki.
Bu yüzden yanılır hep
Sayın muhbir vatandaş, köftehor okur, arsız yetkili.
Sararmış bir fotoğraf olarak da çıkabilir karşına,
Borulu bir fonoğraf kılığıyla da.
Bakarsın, ona da dadanmış
Gündelik hayatın sosyolojisi.


Yeniden duyulur bazen o uzun ve karanlık çığlık.
Çağıran o titrek yazı yeniden belirir -
Çünkü aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.


╚════════ Cevat ÇAPAN ════════╝




"Ormanı mesken edindin mi hiç benim gibi,
Sarayların yerine,
Irmaklar boyunca yürüdün mü
Ve kayalara tırmandın mı hiç?
Çiçeklerin kokusuyla yıkandın mı
Ve ışıkla kurulandın mı hiç?
Bir şarap misali içtin mi sabahın aydınlığını,
Sonsuz uzayın kadehlerinden?
Oturdun mu hiç akşam üstü benim gibi,
Üzüm asmaları arasında,
Altın avizeler gibi sarkarken salkımlar?
Susamışlar için birer pınardır onlar
Ve birer yemektir açlar için.
Birer baldır onlar, ıtırdır
Ve şaraptır dileyenlere.
Gece vakti çimenlere uzanıp
Gökyüzüyle örtündün mü hiç,
Geleceği boş verip
Geçmişi unutarak,
Ve bir denizken gecenin sessizliği
Dalgaları kulaklarına gelen,
Ve bir yürek varken gecenin sinesinde,
Senin yatağında çarpan?
Bana ney'i ver ve şarkılar söyle sen de,
Unut derdi de, dermanı da.
İnsanlar birer dizedir sadece,
Suyla yazılan birer dize."

Halil Cibran

Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana

Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
Bir resimli kitap bahçesinde
Kâğıt ağaçların gölgesi altından
Toprak yollarında geçip giden
Kurum mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
Sıralarında veremli okulların
Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
Ve karatahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
Uçup gittikleri
O andan
Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
Ve hâlâ başım
Dopdolu
Bir deftere toplu iğnelerle
Çakılan
O kelebeğin yabancı sesiyle

Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
Ve bütün kentte
Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
Aşkımın çocuksu gözlerini
Ve isteğimin acı şakaklarından
Fışkırdığında kan
Yaşamım artık
Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvar saatinin
tiktaklarından başka
Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
Çılgınca sevmekten başka

Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adını kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi
Ayaklarının altında titreyen yeryüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar art arda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
Aya vardığınızda!

Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
Şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben
Eski düşüncelerin gömütünde boy atmış yonca
Ve soruyorum saflığın ve bekleyişin kefeninde toprak olan o kadın
gençliğim miydi benim?
Çıkabilecek miyim yeniden o merak merdivenlerinden?
Merhaba diyebilecek miyim o iyi Tanrı’ya çatılarda dolaşan?

Seziyorum zaman geçip gitti artık
Seziyorum an, tarihin yapraklarından benim payıma düşendir
Seziyorum aldatıcı bir aralıktır bu masa saçlarımla o garip ve kederli
adamın elleri arasında

Bir şey söyle bana
Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
Ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda…

FÜRUĞ FERRUHZAD



Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.


Bedri Rahmi EYUBOĞLU



insanlarda tek sıcak kanun
üzümden şarap yapmaları
kömürden ateş yapmaları
öpücüklerden insan yapmalarıdır

insanlarda tek zorlu kanun
savaşlarda yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları
ölüme karşı yaşamalarıdır

insanlarda tek güzel kanun
suyu ışık yapmaları
düşü gerçek yapmaları
düşmanı kardeş yapmalarıdır

hep var olan kanunlardır bunlar
bir çocuğun tâ yüreğinden başlar
yayılır, genişler, uzar gider
tâ akla kadar

Paul ELUARD



Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

Her gece yeni bir savaş baslar
acı ses olur, ses deli yağmur

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.


Ahmet TELLİ





“Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığında hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icat ettik,
Avunamadık
Yoksa biz…

Bu dünyadan değil miydik?”

Orhan Veli KANIK

Orhan Veli’yi (13 Nisan 1914 – 14 Kasım 1950) en sevdiğimiz şiirleriyle anıyoruz.

DAĞ BAŞI

“Dağ başındasın;
Derdin günün hasretlik;
Akşam olmuş,
Güneş batmış,
İçmeyip de ne halt edeceksin”

**

AYRILIŞ

“Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.”

**

SEVDAYA MI TUTULDUM

“Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?”



Ayrılık ne biliyor musun? 
...Ne araya yolların girmesi, 
ne kapanan kapılar, 
ne yıldız kayması gecede, 
ne ceplerde tren tarifesi, 
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, 
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. 
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, 
duvarlara dalıp dalıp gitmesi. 
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. 
Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. 
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. 
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. 
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, 
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. 
Ben bulutları gösterirken, 
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, 
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” 
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, 
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, 
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” 
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını, 
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. 
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. 
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. 
Şiir yazmayacağım bir süre, 
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. 
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. 
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. 
Falcı kadınlara inanmayacağım artık. 
Trafik polislerine adres sormayacağım, 
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken, 
ömrüm azala azala önümden akarken, 
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. 
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, 
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü ERBAŞ


gökyokuş solan penceresi çağrılmış
ölmüş ölünce ölü annesi çağrılmış

öyle ki bir kırgın çocuk gibi Konyalı
bayramlara hep bayramertesi çağrılmış

Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir
ergen gibi, Konyalı bir adam

Konyalı bir kocamış gibi kırda
kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış

gölgesi donuk sönük denize uzak
sanki babası bırakılmış eniştesi çağrılmış

ey solak hendese büyük yılkı
hazırlan çünkü artık kendisi çağrılmış



Turgut UYAR



Muhabbet kuşumuz öldü
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna

Uyuyamadığım gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi...
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım.
Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben
Bir kenar süsünün gülü olsam ben
Sarı deftere tuttuğum bir günlük
Aşk olsam ben...

Sonra yazları
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu
Balkon yaseminlerle sevişirdi
Rüya hülyayla sevişirdi.
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında
Geceyle sevişirdim.
Bir davet gibi otururdum balkonda
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve ince
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.
Secde eden alnımı,
Şarap içen dudağımla öpmek istedim.
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı
Beyaz bir merhemle ovmak istedim.
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna...

İtiraf etmek gerekirse
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan
Kalp şeklinde kültablaları
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
Yetmezdi yeniden doğmaya.
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse
Bedelini ödedim ama Pollyanna
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Çimento, demir, çamur...
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
En üst kattan düşerdim her gün
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
Cevap beklediğim zamanlarda.

Benim bir köyüm olmadı.
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.
İstanbul'u evlat edinsem
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna
Bir kitaba bir cüz olamadım.
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı
Biri okşasam bir yumuşardı.
Bire "BİR" olamadım.

Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı
uyanmalıydım.
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.

Sana bu son mektubu,
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
yazıyorum Pollyanna
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

Didem MADAK


Yeryüzüne düşen üç tane cemrevarmış…
İnsanlar farkında olmazmış bunun pek.
Yani; bazı insanlar fark eder, bazısı olduğu gibi yaşarmış..
Ve ilk cemre düşmeden bir ay önce,takvime bakıp hangi güne denk geldiğini öğrenirdim ben.
Bu hiç şaşmadı..

Bir gün…
Tarihler karıştı.
Takvimden kopardığım sayfaların birine not düşülmüş, hayatıma gelişin.
Benim bayramım.
Benim bahar sevincim.
Başlangıcım.


Önceden bilseydim; etrafa çeki düzen verirdim.
Gecelerime sabahları katıp, türkülerle beklerdim seni.
Hoş gör, en olur halimle karşıladım sıcaklığını.
Hoş gör, seni her şeyden korumam gerekmiş gibi sarıyorum ruhumla.
Sarmaşık gibi boğmadan, güneşimizde aydınlansın yüzüm diye çırpınıyorum.


Gökyüzüm..
Senin dünyanda parlayan o yıldız benim.
Aynam.
Aynan.
Yönüm, senin baktığın yer.
Huzur.
Gel, dinleneyim gölgende.
'Sonsuza kadar mutlu oldular..' yazsın bizim hikayemizde..


Şirr : Sessizkadın



Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım
Beş oğul bir kızım için yaşadım
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi
Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi
Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı
Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı
Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı
O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı
İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı
Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

İmam usandı, tayin yaptırıp gitti
Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti
Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem
Gelinlerimi severim asla kin beslemem
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

‘’ OĞULLARIN ANA MEKTUBUNA CEVABI ’’
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz.
Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz
Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!
(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !
(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına,
Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!
(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !
(5. oğul)
Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın.
Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın!

(ortak çözüm)
Ana, ana dört kardeş hanımlarıyla bize geldiler.
Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler.
Bizler ne yapacağız diye düşünürken, akılı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler!



Mahir ODABAŞI

Eserin tüm hakları ve sorumluluğu eser sahibine ait olup sahibi istemediği takdirde yayından kaldırılacaktır.
Siirfm.com'a teşekkürlerimle


Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e
Bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine..... acele edin....
Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize...  

Can DÜNDAR




“Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
...
İnsan kendine olan güveni kadar genç,
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.

Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.

Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.

İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.

İnsan,
yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.”....

Alıntı  

Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır

Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Diz diz eden her sineğin bal'olmaz
Peteksiz arının balı yalandır

İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
İşleği ameli hâli yalandır

Cahil okur amma alim olamaz
Kâmillik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır

Aşık Veysel ŞATIROĞLU




Yüzünden bir harf düştü, kış bastırdı
Okuyamıyorum seni, uzaklar çok pahalı
Bilet bulamıyorum, kar çok seviyor ağaçları
Senin saçlarını, dudaklarından bir öpüş
Havalandı, korlaşıyor günlerin acısı
Yazım giderek okunaksızlaşıyor, yaşımı
En iyi sen bilirsin, bir gece alfabesiz
Yüzünden düşen bin parçayken, uzaklara
Araç bulamıyorum, çıkagelmiştim bomboş
Saçlarında kalıyor ellerim, bu bilet neresi
İçindir bilmiyorum, yuvasız, yurtsuz ellerim
Kar, ağaçlardan süzülüyor, çiçek tohumlarında
Bir açlık, bir sabırsızlık, boynunda gizlenen
Benlerin arasında ara beni, fotoğrafını kime
Vermiştim, kaybolan fotoğrafına sor beni
Gözlerine çarşılar sığmıyor, her yer don
Yüzünden düşen harfte gizle beni, gidemiyorum
Sensiz bir yerlere, kala kalıyorum cansıkıcı
Bu kentin ölügözü sokaklarında, evlerinde
Yüzünden bir harf düştü, aşk gelip beni buldu



Gültekin EMRE



Soracaksınız: Leylaklar nerede hani?
Gelincik yapraklı metafizik nerede?
Sözcüklerine incecik delikler açıp
onları saçan yağmur nerede?
Kuşlar nerede hani?

Her şeyi anlatayım.

Kent dışında yaşardım,
Madrid dışında, çanlarla,
saatlerle, ağaçlarla.

Görülürdü oradan
kurumuş yüzü Kastilya'nın
meşin bir okyanus gibi.
Evime
çiçek-evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı
duvarlarından çünkü:
güzel bir evdi
köpekleriyle, çocuklarıyla.
Hatırladın mı, Raul?
Rafael, hatırladın mı?
Hatırladın mı, Federico?
yerin altında,
hatırladın mı, balkonlarında o evin
Haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına.
Kardeşim, kardeşim!

Her şey
o kalın sesler, tezgâhların tuzu,
kabarmış ekmekler çıkaran fırın
ve heykelleriyle Argüelles pazarı
kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde:
yağ akardı kaşıklara,
ayakların, ellerin derin çarpıntısı
sokaklarda büyürdü,
metreler, litreler, temel
ölçüsü yaşamın,
balık yığınları,
rüzgâr gülünü bile şaşırtan
soğuk güneşiyle kiremitler,
patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı,
domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga.

Bir sabah tutuştu bunların hepsi,
bütün canlıları yutmak için bir sabah
fışkırdı topraktan
şenlik ateşleri,
silah vardı artık,
barut vardı artık,
artık kan vardı.
Haydutlar geldi uçaklarıyla,
yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,
takdisler dağıtan kara keşişleriyle
haydutlar geldi gökyüzünden
çocukları öldürmek için,
çocuk kanı aktı sokaklarda
düpedüz çocukların kanı aktı.

Çakalların bile tiksindiği çakallar,
kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar,
yılanları bile iğrendiren yılanlar!
Yüzyüze gelince bunlarla
kanını gördüm İspanya'nın,
kabarıyordu
bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri!

Hain
generaller:
ölü evimi görün,
bakın paramparça İspanya'ya:
erimiş maden akıyor her evden
çiçek yerine,
her çukurundan İspanya'nın
İspanya yükseliyor,
her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,
gören bir tüfek,
kurşunlar doğuyor her cinayetten,
o kurşunlar günün birinde
on ikisinden vuracak yüreğinizi.

Soracaksınız: Şiiri neden
düşleri anlatmıyor, yaprakları
ve büyük yanardağlarını anayurdunun?


Gelin görün kanı sokaklardaki.
Gelin görün
kanı sokaklardaki.
Gelin görün kanı
sokaklardaki.

Pablo NERUDA

Çeviren : Ülkü TAMER