HALİL CİBRAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HALİL CİBRAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



"Ormanı mesken edindin mi hiç benim gibi,
Sarayların yerine,
Irmaklar boyunca yürüdün mü
Ve kayalara tırmandın mı hiç?
Çiçeklerin kokusuyla yıkandın mı
Ve ışıkla kurulandın mı hiç?
Bir şarap misali içtin mi sabahın aydınlığını,
Sonsuz uzayın kadehlerinden?
Oturdun mu hiç akşam üstü benim gibi,
Üzüm asmaları arasında,
Altın avizeler gibi sarkarken salkımlar?
Susamışlar için birer pınardır onlar
Ve birer yemektir açlar için.
Birer baldır onlar, ıtırdır
Ve şaraptır dileyenlere.
Gece vakti çimenlere uzanıp
Gökyüzüyle örtündün mü hiç,
Geleceği boş verip
Geçmişi unutarak,
Ve bir denizken gecenin sessizliği
Dalgaları kulaklarına gelen,
Ve bir yürek varken gecenin sinesinde,
Senin yatağında çarpan?
Bana ney'i ver ve şarkılar söyle sen de,
Unut derdi de, dermanı da.
İnsanlar birer dizedir sadece,
Suyla yazılan birer dize."

Halil Cibran



Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma…

Kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de…

Unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez.

Yolcuya bakıp, yolunu tanıma.

Yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver.

Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil;

Asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır;

Yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal…

“En doğru yol: en dikensiz yoldur” diyenler seni aldatıyorlar.

Onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır.

Aldırma…

Halil Cibran


Dudaklarımı, aşktan bahsetmek için kutsal ateşle ağartmıştım; dudaklarımı açınca konuşmak için, kendimi dilsiz olarak buldum.

Aşk şarkıları terennüm ederdim aşkı bilmeden önce, onu öğrendiğim zamansa ağzımdaki sözler basit solumalara, göğsümdeki nağmeler derin bir sükûnete dönüştü.

Ve siz ey insanlar geçmişte bana aşkın garip ve tuhaf hallerinden sorardınız, ben de size anlatır sizi ikna ederdim. Ya şimdi, aşk beni örtüsüne bürüdü. Size onun yollarını huylarını sormaya geldim, aranızda beni yanıtlayacak var mıdır? Size neyim olduğunu sormaya, ruhumdan haber almaya geldim; aranızda kalbimi kalbime açacak, kendimi kendime açıklayacak var mı?

Haydi bana, göğsümde tutuşan, tüm kuvvetimi yutup duygularımı arzularımı eriten şu ateşin ne olduğunu söyleyin? Yalnızlık ve uzlet saatlerinde ruhumu sıkan ve ciğerime, hazzın acılığı, ve elemlerin tatlılığı katılmış bir şarabı döken bu tatlısert gizli eller nedir?

Gecenin sessizliğinde yatağımın etrafında çırpan bu kanatlar nedir? Bilmediğimi bekleyerek, işitmediğime kulak vererek, görmediğime gözlerimi dikerek, anlamadığımı düşünerek, farkında olmadığımı hissederek, inlemenin içinde benim nezdimde kahkaha ve sevinç seslerinden daha sevimli olan kaygılar olduğu için ah çekerek, güneş doğup da odamm köşeleri ışıkla doluncaya değin beni öldüren, dirilten sonra yine öldüren ve dirilten görünmeyen bir güce teslim olarak sabahlarım. Kurumuş gözkapaklarım arasında uyanıklığın hayalleri titreşirken ve taştan yatağımda düşlerin gölgeleri gezinirken artık uyurum.

Bizim aşk olarak isimlendirdiğimiz nedir?

Çağların ardına gizlenmiş, görünenlerin arkasına saklanmış, varlığın gizine yerleşmiş bu gizli sır nedir, bana haber verin.

Tüm sonuçların sebebi, tüm sebeplerin sonucu olarak gelen bu belirsiz mefhum nedir?

Bu, ölümü ve hayatı yiyen ve onlardan, hayattan daha tuhaf, ölümden daha derin bir rüya çıkaran uyanıklık nedir?

Haber verin ey insanlar, bana haber verin, aranızda aşk parmakuçlarıyla ruhuna dokunduğu zaman hayat uykusundan uyanmayan var mıdır?

Aranızda, kendisine kalbinin sevdiği bir kız seslendiğinde babasını, anasını, doğduğu yeri terketmeyen var mıdır?

İçinizde, ruhunun seçtiği kadına ulaşmak için denizleri aşmayan, çölleri geçmeyen, dağları vadileri geride bırakmayan var mı? Hangi genç, yeryüzünün en uzak yerlerine kadar, eğer orada nefeslerinin kokusunu hoş bulduğu, elinin dokunuşlarına güzel dediği, sesinin tınısını beğendiği bir sevgili varsa kalbinin peşinde gitmez?

Hangi insan, yakarışlarını işiten, dudaklarına karşılık veren bir tanrının önünde ruhunu tütsü olarak yakmaz?*

Dün tapınağın kapısında durdum ve geçenlere aşkın gizlerinden, meziyetlerinden sordum. Zayıf bünyeli, yüzü buruşmuş bir ihtiyar geçti önümden. Ah çekerek; "Aşk ilk insandan devraldığımız fıtrì bir yaratılış zaafdır" dedi. Derken güçlü kuvvetli, kolları çemrenmiş bir genç geçti. Şakıyarak, "Aşk, varoluşumuza sarılmış bir kararlılıktır. Ve insanların geçmişiyle geleceğini bizim şu anımıza ulaştırır" dedi.

Melül gözleriyle bir kadın geçti, sızlanarak, 'Aşk öyle öldürücü bir zehirdir ki, ateşli mağaralarda hüküm süren siyah yılanlar onu içine çeker sonra gökyüzünde dağılarak akar sonra yağmur damlalarına bürünerek düşer ve susamış ruhlar onu emer de bir dakikada sarhoş olurlar, bır yılda ayılır, bir asırda ölürler.' dedi.

Gül yanaklı bir kız geçti; gülümseyerek, "Aşk, gündoğumu perilerinin güçlü ruhlara döktüğü bir sudur ki o, ruhları gece yıldızlarının önünde dondurarak yükseltir ve gündüz güneşinin karşısında terennüm ettirerek yüzdürür." dedi.

Siyah giysileri olan, sakalı uzun bir adam geçti: abus bir çehreyle, "Aşk gözlerimizi aydınlatan ulvi bir bilgidir. Onun yokuyla biz şeyleri, ilâhların gördüğü gibi görürüz." dedi.

Asâsıyla atar bir âmâ geçti, öksürerek; 'Aşk, benliği her yönden kuşatan yoğun bir sistir. Ondan varlığın görüntülerini gizler ya da onu kayaların aralarında titreyen arzularının görünümlerinden başka bir şey görmez, vadinin boşluklarından gelen çığlığından başka bir ses işitmez hale getirir." dedi.

Gitar taşıyan bir genç geçti; şarkı söyleyerek, "Aşk, hassas ruhun derinliklerinden fışkıran ve onun yanını yöresini aydınlatan sihirli bir ışıktır. Onun sayesinde o ruh dünyayı yeşil kırlarda seyreden bir konvoy, hayatı iki uyanıklık arasında duran güzel bir düş olarak görür." dedi.

Sırtı kamburlaşmış, ayaklarını tıpkı iki bez parçasıymışlar gibi sürükleyen bir pir-i fâni geçti; titreyerek, "Aşk, bedenin mezar sessizliğindeki rahatı, ruhun ebediliğin derinliklerinde selâmet bulmasıdır." dedi.

Beş yaşlarında bir erkek çocuk geçti, gülerek seslendi; "Aşk babamdır, aşk annemdir. Ve aşk sadece babamla annemi bilir." dedi.

Gün döndü ve toprağın önünden insanlar, her biri aşktan konuşup benliğini tasvir ederek ve hayatın sırrından dem vurup arzularını açığa çıkararak geçtiler.

Akşam gelip de yoldan geçenlerin dağdağası sona erdiğinde tapınağın içinden gelen, şöyle diyen bir ses duydum: "Hayat iki kısımdır. Bir kısmı donuktur, bir kısmı ateşli. Aşk ateşli kısımdır."

O esnada tapınağa girdim ve eğilerek, yakararak, dua ederek, seslenerek yere kapandım: "Beni alevin yemeği kıl ya Râb, beni kutsal ateşin yiyeceği kıl ey Tanrım!

Amin."
(S.155)

Halil CİBRAN - Asi Ruhlar, Fırtına


 

Sonra Almitra tekrar konustu: 'Peki ya beraberlik? '

Ve o cevap verdi:

'Siz beraber dogdunuz ve hep öyle kalacaksiniz.
Ölümün beyaz kanatlari, sizin günlerinizi
dagittiginda da beraber olacaksiniz.

Siz Tanri'nin sessiz belleginde bile beraber olacaksiniz.

Fakat birlikteliginizde belli bosluklar birakin.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgarlari aranizda dans edebilsin...

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bag olmasin,
Daha ziyade, ruhlarinizin sahilleri arasinda
hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarini doldurun;
ancak ayni bardaktan içmeyin...
Ekmeklerinizi paylasin; ama
birbirinizinkini yemeyin...

Beraberce sarki söyleyin, dans edin, cosun;
fakat birbirinizin yalnizligina izin verin;
Tipki bir lavtanin tellerinin ayri ayri olup,
yine de ayni müzikle titresmeyi bilmeleri gibi...

Birbirinize kalbinizi verin; ama digerinin saklamasi için degil;
Çünkü yalnizca Hayat'in eli, sizin kalplerinizi kavriyabilir...

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakin degil,
Çünkü bir mabedin ayaklari arasinda mesafe olmalidir;
Ve mese agaciyla, selvi agaci,
birbirinin gölgesi altinda büyüyemez.'

Halil CİBRAN
(1883-1931)