ŞİİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞİİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



I

Dalmışam şol bahra kim pâyânı yoh
Düşmişem şol rence kim hüsrânı yoh
Görmişem şol bedri kim noksânı yoh
Bulmışam şol genci kim vîrânı yoh

II

Bî-vefâ dünyâdan usandı gönül
Yok didi dünyâyı yok sandı gönül
Düşdi ışkın odına yandı gönül
Vahdetün kand-âbına kandı gönül


gökyokuş solan penceresi çağrılmış
ölmüş ölünce ölü annesi çağrılmış

öyle ki bir kırgın çocuk gibi Konyalı
bayramlara hep bayramertesi çağrılmış

Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir
ergen gibi, Konyalı bir adam

Konyalı bir kocamış gibi kırda
kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış

gölgesi donuk sönük denize uzak
sanki babası bırakılmış eniştesi çağrılmış

ey solak hendese büyük yılkı
hazırlan çünkü artık kendisi çağrılmış



Turgut UYAR

Bazen kafamın içini samanla doldurmuşlar gibi.. Hiçbir şeyi anlamıyor, duymuyor, bilmiyor, düşünmüyor ve hatta düşünmekten korkuyor gibi hissediyorum. Aslında hiç de öyle biri değilim ve hatta değildim ama sanırım yaşın rüzgarına kapıldım ben de!
Evvelki yıllarda okuduğum kitabın sayısını hatırlamazken şimdilerde bir yıl içinde okuduğum kitapların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmışken, bu durum ne de çok rahatsız ediyor beni bir bilseniz. Evet, aylar öncesinden okumak için aldığım kitaplar, al beni oku diye adeta gözlerimin önünde çığlık ata dururken ben kendimi son iki senedir ders çalışmalarına adamış durumdayım. Kaldı ki dersleri bile seresim var şu son zamanlarda. Issız bir yere ihtiyacım var mümkünse insan ve şehir gürültüsünün olmadığı, sadece doğa ile başbaşa kalacağım ve bir de sevdiğim olsun yeter yanımda.
Ve yarın bir hafta daha var şu meşhur Pazartesi sendromuyla başlayacağımız...Halbu ki Pazartesi'nin ne günahı var. Haftanın ilk günü olmak onun suçu değil ne de olsa. Allah iyilerle karşılaştırsın diyelim de güzel geçsin bari. Tabii her zaman rahmetli babamın da sürekli bizi uyardığı gibi, yataktan kalkar kalkmaz besmele ile başlamak güne. Sonra aynanın karşısına geçip, bugün güzel bir gün olacak, olmaması için hiçbir sebep yok demek ve telkinde bulunmak kendimize. Aslında hep dediğim bir şey var ki insan evrene enerjisini nasıl gönderiyorsa o şekilde de karşılık buluyor bu kesin. Pek çok denenmişliğin olması nedeniyle söylüyorum bunu. O yüzden nasıl başlarsak öyle gider derler ya bir şeyler için... Güzel başlayalım güzel gitsin ve öyle de devam etsin hepimiz için.
Ve bir şiir böler geceyi ansızın... Birhan Keskin – Taş Parçaları... Şiir uzun ama bence dinlemek çok da keyİfli. Son zamanlarda takıntısı olduğum Eser Gökay yorumuyla hem de.
“Madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
Al bu taşlar senin olsun… O halde ve bundan böyle
Bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
Kan kusacağız.
Kan kusacağız.
Madem dünya bunca zalim
Madem yakışmıyor kalbimize.

Bütün davullar gümlesin
Boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
Boşluğa böğüreni
Vursunnnn.

Bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
Dünya görsün.

Ve dinlemek için burada ki https://www.youtube.com/watch?v=_5KrATs_2W0 linki tıklamanız yeterli olacaktır. Evet, gece gece, gecenin bir vakti. Şiirsedim sanırım belki de. O da ne öyle, ne söylüyorum ben. Şiirsedim, var mı Türkçe'de böyle bir kullanım. Mazur görünüz artık vakit epey geç oldu. Uyku zamanı ama bu şiir bitmeden uyumak haram bana.

Ben seni hep sevgilim ben seni hep

yüzünden geçen dalgalardan okudum.
Gözlerine sevgi okudum ellerine şefkat okudum
Annen seni inkâr etmişti
Aldım etime dokudum.


Bitmez şiirler, tükenmez... Sevdalar var oldukça, yaşam devam ettikçe ölmez hiçbir dize, yaşar her şair ve yazar. Okumayı sevdikçe, dinledikçe, anladıkça ve özümsedikçe...

Şiirleri seviniz, yazanları daha da çok seviniz. Hepsi ayrı bir yaşam, hepsi ayrı bir hikaye bizlere. Sarınız onları sımsıkı sarılınız bırakmamacasına.

Yaşasın şiirler, yaşasın dünya döndükçe...
Şiirle bitsin her gece...
Şiirle başlayalım her güne...

Şiire doyuyorum bu gece...

Mehpare ÖĞÜT







Gerçekten bir şey oluyor burada. Gizemli bir şey.
Bir denizaltı kadar görkemli ve garip.
Gri bir günde camlardan yağmuru seyretmek.
Saydam yusufçuklar yavaşça uzaklaşıyor ve beni
sana getiriyorlar topaz tapınaklarda.
Sen bir güneş tanrısı gibi gülümsüyorsun.
Biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben
karmaşanın içinde. Bir türlü tutunamıyordum işte.
Bir tek senin yanında yürümüştüm ben
topaz bir günde ve suya yakın.
Geceleri üstümü örterdin. Sonra konuşmazdın hiç.
Uzun süre konuşmazdık. Gözlerinde kaybolurdum.
Bu suskunluk anlaşılır bir şeydi. Deniz
ve karanlık yerlerden geçen bir nehrin sessizliği gibi…

Biliyor musun bir şey oluyor burada. Garip bir şey.
Bulanık bir suda yokoluş gibi.
Gözlerimde beyaz kelebekler uçuşuyor
ve beni kendime getiriyorlar yavaşça
beyaz odalarda…

Unutuşum başka bir sendi. Ben ölüyordum Tropiko.
Unutuşun beyaz romansıyla ölüyordum.
Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.
Unutmak istemiyordum oysa.
Güzel kalan yaralarda vardır çünkü…
Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.
Hiç unutmayan kadınlar vardır… limon kokulu…
herşeye rağmen… yağmur kalan kadınlar vardır…

Ben iyiyim şimdi. Sen nasılsın?

Lâle MÜLDÜR



Şiir ne bir gerçek habercisi ne bir güzel ve etkileyici konuşan insan ne de yasa koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil; fakat duyulmak üzere var olmuş, müzikle söz arasında, sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir.

Düzyazının doğurucusu akıl ve mantık; şiirin ise algılama alanları dışında gizlerin ve bilinmezlerin gecesi içine gömülmüş, yalnız aydınlık sularının ışıkları, zaman zaman duyuşlarımızın ufuklarına yansıyan kutsal ve adsız kaynaktır.

Denilebilir ki şiir, düzyazıya çevrilemeyen nazımdır.

Şiir bir öykü değil, sessiz bir şarkıdır.

Şiirde her şeyden önce önemli olan, sözcüğün anlamı değil, tümcedeki söyleniş değeridir.

Doğrusunu söylemek gerekirse, şiirde anlam, uyumun yaptığı telkinlerden başka nedir? Şiirde konu şair için ancak şiir söylemek ve hayal kurmak için bir nedendir.

En güzel şiirler, anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir.

Özetle şiir, peygamberlerin sözleri gibi, çeşitli yorumlara elverişli bir anlam genişliği taşımalı. Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça, her okuyan ona kendi yaşamının da anlamını verebilir ve böylece şiir, şairlerle insanlar arasında ortak bir duygulanma dili olma aşamasına erişebilir.


Ahmet HAŞİM


1-
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.

İç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses...
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik vazoyu kırıyor
Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
Yapıştırsam da parçalarını hayatımın
Su sızdırıyordu çatlaklarından.
Karnabahar kızartmıyordu asla
Başrolde kadınlar.

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah...dedim sonra
Ah!

İç ses, diye söylendim
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:
Tanrım bana hiç erimeyen,
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
Kardeşimle kendimize durmadan,
Olmayan çayları,
Olmayan fincanlardan içerdik.
Olmayan kapıları açardık,
Olmayan ziller çaldığında.
Siyah papyonlu olurdu mutlaka
Resim defterimizdeki damat.
Yedi günde yarattığımız dünya
Mutlu olurduk pastel koksa.

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah...dedim sonra,
Ah!

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,
İçim sıkılmasa o kadar
Tek bir satır bile okumazdım.
Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı
Bir derdi var derdim.
Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.
Ninni derdim, ninni bebeğim!
Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.
Plastik gözkapaklarının ardında,
Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,
Gözyaşları da.
Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.
Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,
Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
İşte orası umudun tarlasıdır.
Ve orada başaklar ağırlaştığında,
Sayısız ah dökülür toprağa.

İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,
Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
Meyveleri tatsızdı
Eski bir lanetten dolayı
Herkes dişlerdi acı meyvelerini,
Ve herkes söverdi ona.
İsmini yazardı herkes onun bağrına,
Ah derdi o. Ah!

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘İnsan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
Tanrı şöyle derdi o zaman:
Ah!

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman:
Ah!

Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.

Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.

Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında
Ve ah... dedim sonra,
Ah!

Bazen ah diyorum durmadan,
Şimdi ben ahlatın başında,
Otuz iki yaşımda.
Ahlar ağacı gibi.
Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,
Mavi, mor, kırmızı ve yeşil,
İstedim, hep istedim,
Sen iste derdim, iste yeter ki
Vereyim.
Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım,
Eksikli yaşamaktan.
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla.
Başka bir şey istemem
Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,
Hesabımı vermekten başka.

Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

At arabasıyla kağıt toplardı
Her sabah çingene kadınlar.
Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar
Şaşırırdım
Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?

Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.
Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma
Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,

Yeniden doğmuş olurdum oysa,
Öldüğümü sandıklarında,
Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.

Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim.


2-
Bir göl vardı evimizin karşısında,
Mavi gözleri olan,
Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.

Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?

İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç
Annem sevindiydi hatırlarım.
Ah demişti.
Ah!
Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.

İç ses!
Bu bahsi kapa!

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.
Çoktandır öksüz olan mutfakta
Buğulandı ve ağladı camlar,
Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.
Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,
Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,
Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,
Sanki biraz rahatladım.
Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,
Artık kimse mutsuz olmayacaktı.
Ah...dedim sonra,
Ah!
İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,
Aynı vampir gibi çıkacağız.
Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,
Sanki biraz ferahladım.
Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:
Hala aç mısın?

Bir tren geçti yine tam o sıra
Ustura gibi kara,
Düdük çala çala,
Geçti şiirimin ortasından.
Kes şunu dedim, kes artık!
Oldu olacak,
Kan kardeşi olsun ruhumla yollar.
Merak ederdim,
Kesik başları ve sarı ışıklarıyla
Nereye gider bu insanlar?
Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce
Bir kara yılan gibi,
Bilemezdim menzil neresi?

Ah...dedim sonra
Ve acilen makas değiştirdim.
İç ses, diye söylendim,
Raydan çıkma bundan sonra.

Kuyruk sallardı,
annemden kalma maaşım
her üç ayın sonunda.
Sevinirdi,
Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.
Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,
Muhabbet ederdik kuyrukta.
Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,
Fötr şapkalı kelimeleriydik,
Çürük dişlerimizle bizler,
Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,
Saf ve pembe gülümserdik.
Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.
Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik,
Neden hep aynı yerdeyiz,
Hayattan söz edilirdi,
Zor denirdi,
Ve ardından susulurdu mutlaka.

Fötr şapkalı amcalardan biri
Ah derdi sonra,
Ah!
Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.

3-
“Bir Arap şairi şöyle demiş,
Savaşta yenilen halkına,
Ağlamayın, ağlamayın, acınız azalır”

Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma
Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,
Sorardı:
Daha yazacak mısın?
Hayır derdim,
Artık yazmayacağım.
Ama şöyle denir:
Kılıç çeken kılıçla ölür.
Ama şöyle denir:
Kaderden kaçılmaz.

Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.
Yıllarca biriktirdim
rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.
Aşık olduğumda,
Çikolata kokardı kırmızı yazgım.
hayatıma hayat diyemem artık.
sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı.
Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.

Kara yazgımı şimdi kim bilir
Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?
Ah.. dedim sonra
Ah!

İç ses, diye söylendim,
Başımda rüzgar vardı
Başımda uğultular...
Kalbim usulca kıpırdardı
Ve ses çıkarırdı dokununca
Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa.
Başımda rüzgar vardı,
Yine esiyordum
Hızla dönmeye başladı kalbim
Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa.
Başımda uğultular...
Fırtına çıktı sonra,
Yaşadığını anladı kalbim,
Böyle yaşanamaz derdi
Bir başkası olsa.

Bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum da bu hayatın.
Yalnızca iki harfini öğrendim:
A
H!

Ah benim nergis kokulu cehaletim...
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah!

İç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.

Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...


Didem MADAK

Didem MADAK'a ait bu şiiri sesli olarak dinlemenizi de tavsiye ederim. Yorumcu Eser GÖKAY farkıyla...








Yeryüzüne düşen üç tane cemrevarmış…
İnsanlar farkında olmazmış bunun pek.
Yani; bazı insanlar fark eder, bazısı olduğu gibi yaşarmış..
Ve ilk cemre düşmeden bir ay önce,takvime bakıp hangi güne denk geldiğini öğrenirdim ben.
Bu hiç şaşmadı..

Bir gün…
Tarihler karıştı.
Takvimden kopardığım sayfaların birine not düşülmüş, hayatıma gelişin.
Benim bayramım.
Benim bahar sevincim.
Başlangıcım.


Önceden bilseydim; etrafa çeki düzen verirdim.
Gecelerime sabahları katıp, türkülerle beklerdim seni.
Hoş gör, en olur halimle karşıladım sıcaklığını.
Hoş gör, seni her şeyden korumam gerekmiş gibi sarıyorum ruhumla.
Sarmaşık gibi boğmadan, güneşimizde aydınlansın yüzüm diye çırpınıyorum.


Gökyüzüm..
Senin dünyanda parlayan o yıldız benim.
Aynam.
Aynan.
Yönüm, senin baktığın yer.
Huzur.
Gel, dinleneyim gölgende.
'Sonsuza kadar mutlu oldular..' yazsın bizim hikayemizde..


Şirr : Sessizkadın



Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım
Beş oğul bir kızım için yaşadım
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi
Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi
Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı
Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı
Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı
O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı
İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı
Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

İmam usandı, tayin yaptırıp gitti
Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti
Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem
Gelinlerimi severim asla kin beslemem
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

‘’ OĞULLARIN ANA MEKTUBUNA CEVABI ’’
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz.
Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz
Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!
(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !
(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına,
Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!
(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !
(5. oğul)
Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın.
Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın!

(ortak çözüm)
Ana, ana dört kardeş hanımlarıyla bize geldiler.
Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler.
Bizler ne yapacağız diye düşünürken, akılı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler!



Mahir ODABAŞI

Eserin tüm hakları ve sorumluluğu eser sahibine ait olup sahibi istemediği takdirde yayından kaldırılacaktır.
Siirfm.com'a teşekkürlerimle





ben başkasının kağıdı olsaydım
yoksul gözlü sokaklar utanır diye
çilek, eski gazeteler gibi mahçup
bir kese kağıdı olur, herşeyi içime atardım

bir mektup kağıdı olurdum uçuk pembeden
"Yüksek bir Türk kızına takdim" edilen
ve harfleri terleyen bir askerin elinden 
çıkar, sılasına mahsus selam söylerdim

belkide boş bir kağıt: bana yağmur
sözden yağar!Böyle teselli ederdim 
vari yoğu boşluk olmuş cümlenin kederini,
bir harf denizi olurdum maviden daha derin

ben başkasının kağıdı olsaydım
kağıttan bir şairin eline sığınırdı kaderim





Haydar ERGÜLEN