SEVMEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEVMEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bir insanı sevmekle bitmiyordu her şey...Onun yanında olmak, elinden tutmak, saatler boyunca gözlerine bakmak... Kokusunu içine içine çekmek, sarılıp uyumak, bir film koyup seyretmek ya da hiçbir şey yapmadan sessizce birbirini seyretmek.

Bir gün öyle biri gelir ve girer ki hayatınıza, unutturur kendisinden öncekileri. Yaşadığınızı anlamaya başlarsınız onunla. Sevginin ne demek olduğunu tattırıverir bir anda. Onunla olacağınız saatleri iple çeker, yelkovanın akreple yarıştığı gibi yarışırsınız zamanla. En kötü, en mutsuz, en berbat halinizi bile görmesine izin verir, onun tek bir dokunuşuyla, tek bir sözüyle unutursunuz her şeyi. Seviyorsunuzdur ve seviliyorsunuzdur. Var mıdır bundan daha ötesi...

Yaşınız kaç olursa olsun, hayaller kurarsızın onunlayken de onsuzken de...
Birlikte yapabileceklerinizden, birlikte yapmak istediklerinizden konuşursunuz saatlerce...
Resmini çizersiniz olmayan kağıtlara hayali kalemlerle...
Güneşin doğuşu kadar gerçek, Ay'ın ışığı kadar beyaz...
Olmasa da olur dersiniz güler geçersiniz
Olmasa da olur birlikteyiz ya deriz...
Sonsuz hayalleriniz olsun varsın
Varsın gerçekleşmesin hiçbiri de
Ne kadar önemli olabilir ki bizden daha çok
Önemli olan değil mi ki aynı hayalin içinde olabilmek
Bir sabah pencereyi açtığınızda içeri giren kış soğuğuna rağmen
Varsa eğer yanıbaşınızda sizi ısıtan ve yatağınızı sıcak tutan
Size sarılıp içine sokan
Gözleriyle gözlerinizi delip de geçen
Ellerinizi tuttuğunda güven veren
Korkmayın o zaman yaşamaktan ve sevmekten yana...
Sarılın ona...
Sarılın ve bırakmayın asla...
Ve farkına varın sizi gerçekten sevenin
Kıyaslayın öncekilerle anlayın değerini
Kim ne derse desin umursamayın
Sevin alabildiğinizce...
Sevin içinizden geldiğince...
Yollarda şarkılar söyleyin isterseniz
Hatta dans bile edebilirsiniz.
Yeter ki içten olun ve içten sevin siz de...
İşte o zaman anlayacaksınız ki seviliyorsunuz siz de....
Sevin kardeşim sevin...Sevilmek istediğiniz gibi hem de....


Mehpare ÖĞÜT





Uzat ellerini sevgilim
onlar ne kadar da sıcak bilemezsin
güven yüklü ellerin...
hele ki gözlerin yok mu
bir içimlik değil ömürlük kahve dolusu...
seninle huzurluyum yanındayken
daha özgür, daha barışcıl ve daha güzel
seninle mutluyum yanındayken
daha sevecen, daha kadınsı ve daha coşkulu
seninle mutluyum yanındayken
daha, daha ve daha çok seven...

Mehpare ÖĞÜT








Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde, idareyi eline alıp kendi hakimiyetini yerleştirmek için bir süre orada kalmış. Bu sırada bir çadırda kalıyormuş. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye varmış ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyormuş.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görmüş ve Ona âşık olmuş. Ama ümitsiz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca cihan padişahı Halife-i Rûy-i Zemîn, diğer tarafta basit bir cariye...

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hâle gelince, ne yapacağını bilmez hâlde Halife'ye açılmaya karar vermiş. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokuyor, kararsız hale getiriyormuş. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devasa farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye, Halife'nin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilanı aşk etmeye karar vermiş. Ve 3 kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakmış. Notta şöyle yazıyormuş:

DERDİ OLAN NEYLESİN

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlamış. Ve kağıdın arkasına cevabını yazmış:

DERDİ NEYSE SÖYLESİN

Kağıdı, sabah aynı yere bırakmış ve çıkıp gitmiş. Bir müddet sonra Cariye, temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kağıdı aramış. Kağıt bıraktığı yerde duruyormuş. Kaparcasına kağıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artmış. Halife'nin cevabından cesaretlenen cariye, kağıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi eklemiş:

KORKUYORSA NEYLESİN

Akşam olmuş. Halife çadıra dönmüş. Kağıdı okumuş. Cevabı yazmış:

HİÇ KORKMASIN SÖYLESİN

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiş: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halife'yi beklemeye başlamış.
Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulmuş. Cariye, Halife'yi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durmuş. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturmuş. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuş. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahçup bir sesle: "Efendim!" demiş. Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalmış.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında koca halife etrafındakilere dönerek gözyaşları içinde şu irade-i kelamda bulunmuş:


"Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür."

&&&&





Harf harf, cümle cümle düşüyorsun yüreğime ey yar...! Bilmezdim, bilemezdim gerçek sevginin bu denli güçlü olabileceğini. Anladım ki aşk geçici bir derya imiş; dalgasında boğulduğum. Anlık heveslerden kurulu bir aldatmacaymış, büyüsüne vurulduğum.

Ey yar...! Geldin... Beklediğimdin sen, sevdiğim, sevenim... Belki gecikmeliydi gelişin ama olsun. Çok da önemli değildi gecikmeler mutluluk varsa sonunda. Önemli olansa gerçek sevenin ulaşmasıymış sevilenin varlığına....Ve şimdi sen düşüyorsun yüreğime ilmek ilmek, satır satır.. Yormadan, bir an olsun bıktırmadan, doluyorsun gönlüme ırmak ırmak. Ve “Sev” diyor bana ilahi bir ses. “Sev, O'nu ! Her geçen gün artan bir sevgiyle sev...!


Mehpare ÖĞÜT






Önemlidir ve çok şeydir; bir zamanlar sana açtığı ufuklar, verdiği emekler, içindeki heves, aldığı her nefes, seni çok sevmiş olması, onu çok sevmiş olman.

Ama ”iş”te de, “aşk”ta da, “düş”te de “şu an”dır, “bir zamanlar”dan daha önemli olan.

Yaşamsal hatadır – bunu “vefa”yla karıştırıp, “şu an”a razı olman, yarını anılarda araman.

Aksi iddia edilse de, öyle inanman istense de; bir tek sana aittir yaşam bisikletin.

Enerjisini, pedalına bastıkça elektrik üreten şarj dinamosundan alır kalbin.

Bisikletine aldığın yol dostun, sana pedallara hevesle bastırdıkça, yükünü paylaşıp yol göstermek, yolunu açık etmek için yanıp tutuştukça anlamlıdır.

Yokuşu birlikte tırmanmak da, kanatlarının altındaki rüzgarla birlikte süzülmek de, büyük ödülün tadını paylaşmak da, birlikte sarf edilen emekle güzeldir.

Ne çekerse anılarından çeker insan.

Emek artık esirgendiğinde, niyet tükendiğinde, arkandaki - kucağındaki ağır bir bohçaya dönüştüğünde, yağmur damlaları sadece senin başına düştüğünde, bir tek frene basmadiğı kaldığında, hatta onu bile yaptığında ve artık sana da, ona da yazık olmaya başladığında; “bir motosiklet bulması”nı dileyerek yola tek başına devam etmendir uygun olan.

** ** **

Vefa” başka bir şeydir.

Vefa; elinden geldiğince – artık elinden gelmese bile – yüküne, emeğine ortak olabilmek için hala yanıp tutuşana sahip çıkmaktır.

Niyeti değil - gücü tükenmiş yol dostunu seve seve sırtında taşımak, tıkandığın, tükendiğin yerde inip bisikletinden bir ağacın dibinde birlikte yatmaktır...
Düş Hekimi Yalçın ERGİR



Resim-Vıcente ROMERO

Gün ışımasında seninle olmak var yan yana
dağınık bir yatak içinde
sarmaş dolaş
uykuya yenik düşmüş bedenlerimizde
karşılamak her sabahı birlikte...
bıkmak nedir bilmeden
bakmak birbirimize
dokunmak
öpmek
okşamak
sarılmak
sevmek..
Her gün ilk günmüşcesine
hayata ışığımızı vermek
dokunduğumuz her şeyde bir güzellik yaratmak belki de
hoşlandığımız şeyleri paylaşmak sevgimizle
alışagelmiş tüm sözcükleri rafa kaldırıp
yeni kelimelerden yeni cümleler kurmak söylemek için birbirimize
almak kadar vermek
ya da almadan vermeyi becerebilmek
gözün gördüğü değil
gönlün gördüğünü dilinden düşürmemek
unutup bildiğin tüm şeyleri
bilmiyormuşcasına sil baştan başlamak belki de hayata
birlikte, yan yana, kol kola
yürümek
yorulsak da birlikte soluklanmayı becerebilmek her köşe başında
dinlenmek sırt sırta bir parkta bir ağaç gölgesi altında
konuşmak uzun uzun
ya da sadece bakışmak söylemek istediklerimizi anlatırcasına
farkına varabilmek sevmenin ve sevilmenin
doyamamak tadına
istemek her an yanı başında olmasını
ayrılmamak ayrı kalmamak adına
ve sadece biz diyebilmek
atıp sen ve ben'leri bir yana
bir olmak, birlikte olmak, bütün olmak
bir elmanın iki yarısı gibi
bu dünyada...


Mehpare ÖĞÜT







Sevenler büyük insanlardır.
Sevgi, iyi ya da kötü yönde olmak üzere, sevenleri ve sevilenleri değiştirir. Daha dışarıdan bakıldığında, sevenler yüksek bir düzenin üreticileri olarak görünürler. Tutkuludurlar ve engel tanımazlar; yumuşak başlıdırlar; ama zayıf değildirler. Her zaman ne gibi sevecen davranışlarda bulunabileceklerini araştırırlar -ve bunu yalnız sevdikleri için değil, herkes için yaparlar- Sevgileri için sürekli olarak yapıcıdırlar; sanki bir gün gelip de tarihini yazacakmışcasına, o sevgiyi tarihsel kılarlar. Sevenler için hiç yanlış yapmamakla tek bir yanlış yapmak arasındaki fark çok büyüktür; oysa dünya böyle bir fark üzerinde rahatlıkla durmayabilir. Sevgilerini olağanüstü kıldıklarında, teşekkür edecekleri yalnızca kendileridir; başarısızlığa uğradıklarında ise, nasıl halkın yöneticileri, halkın kusurlarını ileri sürerek kendilerini aklayamazlarsa, sevenler de sevdiklerinin kusurlarıyla kendilerini aklayamazlar. Sevenlerin üstlendikleri görevler, kendilerine karşı görevlerdir; bu görevlerin yüklediği borçları yerine getirmek için gösterdikleri titizliği kimse gösteremez. Sevenlerin başkalarının ciddiye almadığı pek çok şeyi, en küçük dokunmaları ve en algılanamaz gibi görünen sesleri bile ciddiye almaları, gerek sevginin gerekse başka büyük üretimlerin özünden ileri gelir. Sevenler arasından en iyileri, sevgileri ile başka üretimler arasında tam bir uyum sağlamayı başarırlar; o zaman sevecenlikleri genel bir nitelik kazanır; yaratıcı yetenekleri çoğunluğa yarar sağlar ve bu türden sevenler, üretici olan ne varsa desteklerler.



Bertolt BRECHT




İsmi tarafından terk edilmiş bir şehir gibi yüreğim.
Her ne kadar adını koymaya çalışsam da ; yokluğunun eş anlamlısı hiç bir imla kitabında geçmiyor…
Sanki Türk Dil Kurumu yasaklamıştı yokluğunu…
Gittiğin günden bu yana bu şehir çok değişti.

Hunharca katledilmiş hayallerim, boyası dökülmüş umutlarım ve dünden kalma yarınlarla ayakta durmaya çalşıyorum…
Gitme diye bütün pabuçlarını dama atmıştım halbuki…
Biliyorum, bir gün bu şehir getirecek seni bana.
Kim bilir belki de bir dolmuşta ‘şuradan bir öğrenci uzatır mısınız?’ diye vurduğum omuz senin ki olacak…
Şimdi hangi şehir alıp basar bağrına bizi ?
Hangi şehir hikayesine kahraman yapar ?
Hangi şehir büyütür çocuksu düşlerimizi ?

Sen gittin… Bu şehiri ayaklar altına alıp kalbimin sokaklarına basa basa gittin…
Ve ben pabucunu kaybetmiş bir çocuk edasıyla seni aradım bomboş sokaklarda…
Kaldırım taşlarında ki ayak izlerini, inzivaya çekilmiş kuytu düşlerini ve doğmayan çocuğumuzu parklarda aradım…
Yalnızlık bir ananın nasıl ilk göz ağrıysa yokluğunda benim ilk göz ağrım…
Hani küçükken kalbine ne koyarsan seninle beraber oda büyürmüş ya ;
Ben büyüttüm seni işte kalbimde annen falan hikaye…

Şimdilerde adın, adım adım sürükleniyor kalbimin bomboş sokaklarında.
Hatırlar mısın bir ara sormuştun ‘beni neden seviyorsun’ diye,
Bende o an heyecanlanıp cevap verememiştim…
Hala geçerliyse o soru’n cevap vermek isterim..
Seni neden seviyorum biliyor musun ?
Gözünün üstünde kaşın varda ondan…
Keşke ‘gidiyorum’ dediğinde ‘gelirken ekmek almayı unutma’ diyecek kadar hafife alabilseydim gidişini..
Olmadı işte…

Ben kahvaltını hazırlayıp senin gelmeni bekledim.
Bir çocuğun babasının yolunu gözlediği gibi…
Periler için bile çocukluk titik bir cennetten ibaretse ben ne yapabilirim ki…
Sen en iyisi gitme…
Hem nereye gidiyorsun bu şehri peşine takıp ?
Yalancı bahara aldanıp nereye gidiyorsun ?
Şimdilerde adın kadar aklımdasın…
Adın ; benim için ‘oku’ emri…
Hadi gel dolaştır kestane rengi saçlarını kılcal damarlarıma…
Kalbime giden her kan pıhtısında saçlarının kokusu olsun…
Yağmurlu havalarda bile kapatmıyorum pencerelerimi..
Sen geldiğinde belki duyamam diye…
İyiyim ben, merak etme…

Ordan burdan bir kaç dal sigara, birisinden kibrit, otlanıyoruz işte…
İyiyim ben, yara’m da çok iyi, çok iyi bakıyorum ona…
Mesela her nefeste biraz daha büyüyor, başkalarının ateşinde…
Parmağına sürecek oje bulamayışın mı hala tek derdin ?
Yada kırmızı ile pembe arasında kalman mı hüzünlendiriyor seni ?
Hani bana bazen her aklına geldiğinde ‘seni seviyorum’ diyordun ya,
O an kendime olan öfkem kızıl bir duman gibi yayılıyordu içime,
Sonra yavaşça soğuyarak küçülüyor küçülüyor ve yerini yine hasrete bırakıyordu..
Şimdilerde o iki kelime kulağıma küpeden ibaret…
‘Gidiyorum’ dediğin günden bu yana yoksun bu şehirde..
Kuru bir ‘gitme’ sözcüğü dökülmüştü o an dudaklarımdan göz yaşlarıyla karışık..
Öyle kuru, öyle ıslak, öyle uzak..
Sahi bu kadar kolay mıydı her şey, bu kadar yakınmıydık bu ayrılığa..
Her neyse…

Özledim be kadın ! Özledim…
Saçlarında ki ‘ben’ kırıklarını özledim…
Gözlerinde boğulmayı özledim…
Dudaklarında haram’ı özledim…
Ellerinde sevabı özledim…
Sorma bana ‘beni özledin mi ?’ diye…
Özledim ulan ! Özledim…
Ama her şeye rağmen başardığımız şeyler vardı..
Mesela sevdik, çok sevdik ; yada öyle sanıyorduk..
Amacım yıldızları göstermek değil ; binlerce yıldıza rağmen ayın güzelliğini göstermek..
Bitti deyişin öylesine değil ölesiyeydi, şakacıktan…
Ve kıyametler koptu, sadece sen öldün…
Sakın ayrıldık diye bana verdiğin sözleri unutma sevgilim…
- Sıkı giyin.
- İlaçlarını aksatma.
- Geceleri üzerini ört.
- Sevgilinle iyi geçin.
- Kendine iyi bak.
- Ve sende ki bana iyi bak…


Yunus Emre ÜNDAR
Siirfm.com'a teşekkürlerimle...