TÜRK ŞİİRLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRK ŞİİRLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.


Bedri Rahmi EYUBOĞLU

“Kimbilir hangi ürkek mevsimi alırsın
gizlice odalara,
saçların balkonları terk edeli kimbilir
ne kadar olmuştur?
annene göstermeden aşağı akardı saçların
kaç kez eksilip çoğalırsın dişlerini fırçalamayı
ezbere bildiğin günlerde…
Mor bir kedi geceyi sıyırarak geçiyordur
kuyruğunda teneke yıldızlar
düşlerinle buluşurken lanetli aynalarda
söylesene hangi ürkek mevsimi alırsın
gizlice odalara…
Ne gece yer rüşveti ne ben
Söz! Annene söylemem…

Yüzüm
hangi dağa baksam
içinde öfkelerinden habersiz
korkunç atlar gezdiren
bu sessiz , yıldızsız.
Yüzüm
hangi yola çıksam
bu yetim avlusu , bu ateş
bu ağlamaklı şey…

Hiç gürbüz
hiç pembe yanaklı
sayfalarımız olmadı mı bizim?
Biz hiç mavi kalacak bir mevsime
çıkmamış mıydık yorgun yokuşlarından
kışın?
Kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirliğini
ne çok severdin,
Nasılsın…
Bugünlerde ben iyi gibiyim
yorgun gri kaideler arasında
hüzünlü bir yeşilim,
Ya sen…
Sen… Nasılsın?
Göğsündeki ağrılar nasıl?
İyi misin?

Ben hangi kelimeye açsam ağzımı
Ben hangi kelimeyi nereye koysam
Bir sonbahar konaklar sesimde.
Ben hangi kelimeyle girsem akşama
Ben hangi kelimeyle nereye gitsem
Yokluğunun renginde depremler düşer boynuma.
Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm

Sen hangi sersem haydut…”

Birhan KESKİN





Çocukluğuma geri dönmek istiyorum Allah’ım !
Mümkünse, şu an, lütfen…
Kirlenmiş insanların sahte yüzlerine  bakmaktan yoruldum.
Taş olmuş kalplere istemiyorum hiçbir yoluculuk…
Gönlümden vermek gönülden almak tek niyetim…
Ne yazık ki insanların hiçbirinde kalmamış o ruh.
Yalan olmuş sözlerde kaybolmak var
Girdiğin yollarda unutulmak
Çizilen kaderde sıkışmak…
Biliyorum Allah’ım yanmak da var yanılmak da
Ama ben kötü biri değilim bilinsin istiyorum…

Duy beni Allah'ım lütfen duy...!
Çocukluğuma dönmek istiyorum...

Mehpare ÖĞÜT
24 Ekim 



Ayrılık ne biliyor musun? 
...Ne araya yolların girmesi, 
ne kapanan kapılar, 
ne yıldız kayması gecede, 
ne ceplerde tren tarifesi, 
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, 
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. 
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, 
duvarlara dalıp dalıp gitmesi. 
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. 
Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. 
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. 
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. 
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, 
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. 
Ben bulutları gösterirken, 
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, 
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” 
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, 
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, 
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” 
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını, 
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. 
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. 
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. 
Şiir yazmayacağım bir süre, 
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. 
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. 
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. 
Falcı kadınlara inanmayacağım artık. 
Trafik polislerine adres sormayacağım, 
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken, 
ömrüm azala azala önümden akarken, 
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. 
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, 
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü ERBAŞ


Yüzünden bir harf düştü, kış bastırdı
Okuyamıyorum seni, uzaklar çok pahalı
Bilet bulamıyorum, kar çok seviyor ağaçları
Senin saçlarını, dudaklarından bir öpüş
Havalandı, korlaşıyor günlerin acısı
Yazım giderek okunaksızlaşıyor, yaşımı
En iyi sen bilirsin, bir gece alfabesiz
Yüzünden düşen bin parçayken, uzaklara
Araç bulamıyorum, çıkagelmiştim bomboş
Saçlarında kalıyor ellerim, bu bilet neresi
İçindir bilmiyorum, yuvasız, yurtsuz ellerim
Kar, ağaçlardan süzülüyor, çiçek tohumlarında
Bir açlık, bir sabırsızlık, boynunda gizlenen
Benlerin arasında ara beni, fotoğrafını kime
Vermiştim, kaybolan fotoğrafına sor beni
Gözlerine çarşılar sığmıyor, her yer don
Yüzünden düşen harfte gizle beni, gidemiyorum
Sensiz bir yerlere, kala kalıyorum cansıkıcı
Bu kentin ölügözü sokaklarında, evlerinde
Yüzünden bir harf düştü, aşk gelip beni buldu



Gültekin EMRE