YAŞAMA DAİR YAZILAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAMA DAİR YAZILAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hayat; Kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir. Kendin için neler hissettiğindir. Güven, mutluluk ve şefkattir. Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.Hayat; kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Neler söylediğin ve ne demek istediğindir,
söylediklerinin arkasında durmandır.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini, olduğu gibi görmektir.
...Her şeyden önemlisi; hayatını,
başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.
İşte hayat,
bu seçimlerden ibarettir.

Alıntı
________________________________________________________

Ve Spencer Johnson seçeneklerle ilgili olarak şunu söylüyor;

Hayat seçeneklerden ibarettir… Gereksiz ayrıntıları bir kenara bıraktığında her durumun bir seçenek olduğunu görürsün. Olaylara nasıl tepki vereceğini sen seçersin… İnsanların senin ruh halini nasıl etkileyeceğini kendin seçersin… Nasıl bir ruh hali içinde olacağını kendin seçersin… Hayatını nasıl yaşayacağın da senin seçimine bağlıdır...
" Bu hayatın sonu ne zaman olsa gelecektir. Bunu düşünmek insanlar için lazımdır. Ona ehemmiyet vermemek, kendinizi ondan uzaklarda bulundurmanız demektir. İnsanlar dünyadan kolay kolay ayrılmak istemezler. Bu, tabii bir arzudur. Fakat mukadderin önüne geçilemiyeceğini bildikten ve iyi hareketlerle hayatınızı çiçeklendirdikten sonra çekinecek bir şey kalmaz. Temiz ve diğerlerine yardımcı olanları Allah korur. Allah'ı kalbinizde taşıdıkça vücudünüzü çelik bir zırhla fenalıklara karşı korumuş olursunuz. İyi insanlar iyi varlıkların yardımına ve Cenabı Hakkın lütfuna daima mühtaçtırlar. Ve bu da onlardan esirgenmez. Siz de böyle düşünün. İyi olunuz sizi koruyacaklar. Siz de mesut olacaksınız..."

- Kadri - 
19 Temmuz 1948


Afrika’nın uçsuz bucaksız topraklarında ilkbahar yağışlarıyla oluşup yaz sıcağında yok olan geçici göller vardır.

İşte bu göllerin oluşumuna tanık olan yerlilerin şöyle bir sözü vardır :

“Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları…”

Yani üstünlük bugün karıncadaysa yarın balığa geçebiliyor ya da tam tersi. Karınca ya da balık olmanın sağladığı üstünlüğe sevinmek kendimizi kandırmaktan öte bir anlam taşımıyor, çünkü kimin kimi yiyeceğini gerçekte suyun hareketi belirliyor.

Amerikalı büyük bir ayakkabı firması Pazar araştırması yapması için bir elemanının Afrika’ya yollar. İncelemelerini bitirip Amerika’ya dönen çalışan genel müdürüne araştırma sonucunu şöyle açıklar :

“Müdür bey, Afrika’da kimse ayakkabı giymiyor ! Orada yatırım yapmak asla doğru olmaz”

Firma Afrika’da yatırım yapmaz. Başka bir ayakkabı firmasıda aynı şekilde bir elemanını Afrika’ya Pazar araştırması yapmaya yollar. Bu çalışan ise döndüğünde müdürüne sonucu gayet heyecanlı bir şekilde şöyle açıklar :

“Müdür bey, müdür bey ! Afrika’da çok büyük paralar kazanabiliriz ! Kimsenin ayağında ayakkabısı yok ! Herkese ayakkabı satabiliriz !”


Sonuç : İkinci firma mantıktan hareketle büyük paralar kazanmıştır, çalışanda bunun karşılığını maddi ve manevi terfi ederek almıştır…





Her insanın içinde keşfedilmemiş bir yetenekler hazinesi vardır. Bundan bütünüyle yararlanabilen insanların sayısı ne yazık ki çok azdır.  Bunun sebebi ya bu hazinenin farkına varamayışımız, ya da onu geliştirmek için gerekli bilgiye sahip olamayışımızdır.

Büyümemiz ve gelişimimiz tıpkı bir ağaç gibidir.  Bu  ağacın, üzerinde pek çok dal ve yaprakları olan sağlıklı bir ağaç mı,  ya da bodur bir bitki mi  olacağına karar vermek sizin elinizdedir.

Hayat ağacınız 4 Bölümden oluşur.

1-KÖKLER: Hayata bakış açınız

2-TOPRAK: Çevreniz

3-GÖVDE:  Kişisel hedefleriniz

4-DALLAR: Bilgi ve becerileriniz

KÖKLER: Hayata bakış açınız

Ağacınızın pek çok kökü vardır ya da başka bir deyişle birbirinden farklı birçok tutumunuz vardır. Bazı kökler diğerlerine oranla daha çabuk büyürler.

En etkin kökler hayata en olumlu bakış açısı; “daha pozitif olmaya çalışacağım, kendimi işe adamak istiyorum, iyiyim, hayatımın sorumluluğunu taşıyorum ve ben kazanan bir kişiyim”, sözlerini söyleyip yaşamaya başladığınız anlardır.

En verimsiz kökler ise; “hayata negatif bir yaklaşımım var, kendimi herhangi bir şeye adamayı düşünmüyorum, ben kaybeden bir kişiyim” sözleriyle yaşamaya başladığınız zamanlardır. Kökleriniz ne kadar etkin? Gelişiminize katkıda bulunuyor mu?

Gelişim için köklerin kendi içinde güçlü iletişimi ve etkinliği şarttır. Güçlü kökler ağacın gelişimini, fırtınalarda sapasağlam ayakta kalmasını ve uzun yıllar yaşamasını sağlar. Bu felsefede olumlu tutum yaratmaya verilen önemin bu derece ısrarla üzerinde durulmasının sebebi budur.

TOPRAK: Çevreniz

Ağacınızın büyümesi sadece köklerin güçlendirilmesine değil aynı zamanda içinde yetiştiği toprağın kalitesine de bağlıdır. Toprak gübrelenmek ister. Bir kök özellikle gelişiminizi, etkinliğinizi ve mutluluğunuzu belirler. Bu kök sizin öz saygınızdır, kendinizi iyi hissetmenizdir. Eğer kendinizi iyi hissederseniz iyi sonuçlar ortaya çıkartırsınız. Kendinizi ve başkalarını geliştirme ve olumsuz durumlarla başa çıkabilme becerinizi güçlendirirsiniz. Başkaları tarafından kabul edilmeniz, ”ben iyiyim” hissinizi geliştiren en uygun topraktır. İnsanlar için başkaları tarafından kabul edilme, onanma tıpkı bir ağacın ya da bitkinin toprağa duyduğu ,ihtiyaç kadar gereklidir. Doğal olarak herkes kendi gelişiminden sorumludur ve bazı insanlar başkalarından gördükleri küçücük bir ilgi ile bile kendilerini çok iyi hissedebilirler. Yapmanız gereken kendi kendinizde güven duygusunu kuvvetlendirerek ben iyiyim duygusunu geliştirmektir. Başkalarının hayat ağaçlarını besleme ve geliştirme gücü de sizin kendi elinizdedir.

GÖVDE: Hayattaki hedefleriniz

Hem tüm hedeflerinizin tanımı ve hem de bunları başarmak için gösterdiğiniz çaba yaşamınızda çok önemli bir rol oynar. Bunlar gelişiminizin, verimliliğinizin ve mutluluğunuzun temel taşlarıdır. Kişisel hedefleriniz hayat ağacınızın gövdesidir. İnsanların çoğu hayatları için daha fazlasını ister ancak daha fazlanın ne olduğunu bilmezler. İnsanlar “büyük bir hedefim var” dediklerinde bu genellikle yeni bir ev, iş ya da araba gibi maddi yeterliğe dayanan hedeftir. Hayattan daha çok keyif almak ya da insanlarla daha iyi ilişkiler kurmak gibi maddi olmayan hedeflerin tanımlandığına çok nadiren rastlanır.

Hedeflere ulaşabilmenin en etkin yolu çok iyi tanımlanmasından geçer. Hayatın her evresi farklı değişiklikler geçirdiği için hedeflerin düzenli olarak ve sık sık gözden geçirilmesi gerekir. Burada öğrenmemiz gereken, sağlığımız, mutluluğumuz, eğitimimiz, becerilerimiz işimiz, kariyerimiz gelirimiz, tutkularımız, ailemiz, arkadaşlarımız hakkındaki tüm hedeflerimizi tanımlayabilmek ve güncelleştirmektir.

DALLAR: Yaşam becerileriniz

Büyüyüp gelişebilmek için insanların bir dizi temel hayat becerisine ya da dallara ihtiyacı vardır. Nasıl plân yapacakları, öncelik belirleyecekleri, değişiklik yapmayı, farklı bakış açıları oluşturmayı, karar vermeyi ve yorumlamayı, öğrenmeyi, hatırlamayı, özetlemeyi, iletişim kurmayı, problem çözmeyi, kalite üretmeyi, delege etmeyi ve hatta öz disiplini kullanmayı, yaratıcı ve esnek olmayı, tolerans göstermeyi ve stresle yaşayabilmeyi öğrenmeleri gerekir. Bu dalların hayat ağacının gelişiminde çok önemli bir rolü vardır. Dallar gelişerek yeni dallara dönüşürler. Yaşam becerilerinin geliştirilmesinin kişisel gelişim için ne kadar önemli olduğunu görmek ve bu becerilerin gelişimi ile yaşam kalitenizi yükseltmek sizin elinizde olacaktır.

Claus MOLLE
 “Hayat Ağacım” adlı kitabından
 TMI Yayınları





“İyilik ne kadar gizliyse o kadar hayırlıdır.” “Fedakârlık yapıyorsanız, yalnız gönlünüzde kalmamışsa, dilinize düşmüşse iş, o yine kendinizi düşündüğünüzdendir. İyilik yapıyorsanız sizde kaldıkça iyiliktir.” ______Rehber Varlık

Çoğumuz zaman zaman birilerine iyilik yaparız, ama ille de bunu başka bir kimseye anlatıp, gizlice takdir edilmeyi bekleriz.

Cömertliğimizi ve iyiliğimizi bir başkasına anlatmak bize kendimizi çok düşünceli bir insan olarak hissettirdiği gibi, ne kadar iyiliksever olduğumuzu ve iyilik görmeye ne denli layık olduğumuzu da hatırlatır.

Yapılan her türlü iyilik güzeldir, ama bunu yaptıktan sonra hiç kimseye anlatmamanın çok daha büyülü bir yanı vardır, insan başkalarına bir şey verdiği zaman daima kendini iyi hisseder. Yaptığımız iyiliği başkalarına anlatarak bu olumlu duyguyu sulandırmaktansa, kimseye bahsetmeyin ve olumlu duygunun tümü sizde kalsın.

Gerçekten de insan bir şey vereceği zaman karşılık beklemeden vermelidir. Yaptığınız iyiliği başkalarına anlatmazsanız, tam anlamıyla karşılık beklemeden vermiş olursunuz; ödülünüz de, bu davranışın sizde yaratacağı gönül sıcaklığıdır. Bir daha birisine bir iyilik yaparsanız, bunu kendinize saklayın ve verme eyleminin sevinçli keyfini yaşayın.


Kaynak: Ufak Şeyleri Dert etmeyin
Dr. Richard Carlson
Alkım Yayınları, İstanbul, 2006




"Kader bazen yönleri değiştiren bir kum fırtınası gibidir. Sen yön değiştirirsin fakat kum fırtınası peşinden gelir. Tekrar yön değiştirirsin, ama fırtına yine seni bulur. Tekrar ve tekrar böyle devam edersin, tıpkı şafaktan önce ölümle yapılan meymenetsiz bir dans gibi. Neden? Çünkü fırtına uzak bir yerden sana doğru esen herhangi bir şey değil. Fırtına sensin. Senin içindeki bir şey. Bu yüzden yapman gereken şey kendini vermek, fırtınanın tam içine girmek. Kum girmemesi için gözlerini yummalı, kulaklarını tıkamalısın. Ve adım adım içine doğru yürümelisin. Orada güneş yok, ay yok, yön yok, zaman algısı yok. Beyaz kum taneleri tıpkı unufak edilmiş kemikler gibi gökyüzüne yükseliyorlar, işte bu hayal etmen gereken şey. Ve sen gerçekten bu şiddetli, metafizik, sembolik fırtınanın içine yürümek zorunda kalacaksın. Ne kadar metafizik ya da ne kadar sembolik olduğunun bir önemi yok, buna aldanma, yine de binlerce tıraş bıçağı gibi etini parçalayacak. İnsanlar, orada kanarlar, sen de kanayacaksın. Sıcak, kırmızı kan. Bu kanı avuçlarına alacaksın, kendi kanını, ve diğerlerinin kanını. Ve fırtına dindiğinde bunu nasıl yaptığını hatırlamayacaksın, nasıl hayatta kaldığını. Emin olamayacaksın, aslında, fırtına gerçekten dinmemiş de olsa. Ama şu kesin. Fırtınadan çıktığında fırtınaya giren kişi olmayacaksın artık."

Haruki MURAKAMİ


Bir çiçeğin, güneşe aşıkmış gibi, ışığa karşı manevi tebessümle açılması, geceleri kendini toplayarak, sanki ışıktan aldığı feyiz ve kudreti korumaya uğraşması, düşünme melekesine sahip olanları hayrete düşürecek bir güzelliktir.


Filibeli Ahmed Hilmi





Moralimiz bozukken, kendimizi iyi hissetmediğimiz
zaman, sürekli olumsuz düşünceler üretiriz. Oysa kendinizi
kötü hissettiğinizde psikologunuz (ya da herhangi biri) size

kendinizi nasıl hissettiğinizi soruyorsa, size aslında kötü ruh

halindeyken hayatı nasıl algıladığınızı soruyordur ve aynı soruyu kendinizi daha
hissettiğiniz bir zamanda soracak olursa tamamen farklı bir yanıt alır.
Kötü ruh halinin hiçbir değeri yoktur. Size verebileceği tek şey,
kendinizi kötü hissettiğinizin farkına vardığınızda, sağlıklı
düşünmediğinizi ve düşüncelerinize o an güvenmemeniz gerektiğini
belirtmesidir.
Moralimiz bozuk olduğunda, kendimizi kötü hissediyor
olmamıza binbir neden bulabilme yeteneğine ve ürettiğimiz
düşüncelerin doğru olduğuna inanma eğilimine sahip olduğumuzu
unutmamalıyız. Moralimiz bozukken ürettiğimiz düşünceler çarpıktır ve
duygularımız, düşüncelerimizin doğrudan sonucu olduğundan,
duygularımız da çarpık olur.
Duygular, kusursuz kılavuzlardır, duygularımıza her
zaman güvenmeliyiz. Hissettikleriniz, kıskançlık, hayal
kırıklığı, kızgınlık, yalnızlık, gerginlik, kaygı gibi olumsuz duygular bile
olsa duygularınıza güvenin. Olumsuz duygularınız, hayata, sahip olduğunuz
doğal bakış açınız yerine düşünce sisteminiz doğrultusunda
baktığınızı söyleyecektir. Aynı kısır bakış açısından bakmaya devam
edecek olursak, hiçbir zaman aradığımız yanıtları bulamayız.
Arabanın ısı göstergesi uyarı sinyali vermeye
başladığında, uyan sinyali vermesinin olası nedenleri, ilk anda,
lambanın uyarı sinyali veriyor olduğu gereğinden daha önemli değildir.
Bu örneği duygularımızın işleyişi ile karşılaştırabiliriz.
Kızgınlık, pişmanlık, sıkıntı, rahatsızlık duyduğumuzda,
herhangi bir şekilde kendimizi mutsuz hissettiğimizde hatırlamamız gereken,
bu türden hislerin düşünce sistemimizin ürünü oldukları ve gerçeği
olduğu gibi yansıtmadıklarıdır.
Ne olursa Olsun Mutlu Olabilirsiniz

Richard Carison,Ph.D


Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var. Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.

Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.

Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.

Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.

Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız. Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.

"Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür."

George CARLİN


Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar.
"İki kelime," demiş;
"Dogru kararlar"
Hepimizden farklı olarak, sürekli doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar.
"Tek kelime," demiş;
"Tecrübe"
"İyi de kardeşim, bu tecrübe denen şeyin sırrı nedir?" diye sormuşlar.
Usta, derin bir iç geçirmiş ve
"İki kelime," demiş;
"Yanlış Kararlar"





"Sanki bir miktar engellenmiş gibi duruyorlar, sabit ve iyi ayarlanmış tebessümler takınmışlar, fotoğraf makinesinin doğasında var olan bir şeyden şüphe eder gibi."

"Ölüm bir bekleme süresidir aslında. Bu arada ruh, doğumda kaybolan tanrısallığın izlerini yeniden toplar."

"Sistem görünmezdi, bu da onu daha bile etkileyici, uğraşmaya değmeyecek kadar yıldırıcı kılıyordu."

"Yolumu bulmaya, bedenimi görmeye, dünyaya yeniden girmeye mecalsizdim."

"Küçük inatçı bir hüznün nesnelerin dokusuna nüfuz ettiği bir mevsimdi."

"İnsanlar beyin erozyonuna uğrarlar. Bunun sebebi ise dinlemesini ve çocuklar gibi bakmasını unutmuş olmalarıdır."

"Gerçekler mutluluğumuzu ve güvenliğimizi tehdit ederler."

"Dünya üstündeki en üstün yaşam formu olduğumuza ama yine de sözcüklere sığmayacak kadar mutsuz olduğumuza, çünkü başka hiçbir hayvanın bilmediği şeyi, ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimize dair bir ironi."


Don DeLillo 
Beyaz Gürültü - Dost Yayınları


Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.

Ve başlamış anlatmaya:

"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...

Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......


Hiç unutmaman için, dua ettiğim birşey söyleyeyim sana… Bir insanın yaşayabileceği en büyük pişmanlık ; “ömrünün sonuna vardığında rüyalarını yaşamamış olduğunu görmektir…” Ömrünün sonuna hatta ortasına gelip bir sabah uyandığında, cesaretli davranmadığını, yıldızlara uzanmadığını, potansiyelinin onda birini bile gerçekleştirmediğini fark etmek, insanın kalbini kırar… Bu konuda bana güven! Örneklerini her gün görüyorum. Ömrümüzün sonunda yüreğimizi pişmanlıkla dolduran şey, aldığımız riskler değildir. En büyük hüznü hissetmemize yol açan şey, almadığımız riskleri, kaçırdığımız fırsatları, yapmadıklarımızı düşünmektir… Hayatını “çekingen” biri olarak yaşama dostum… Çık arenaya, eleştirileri unut! Sana verilen günlerin armağanıyla özgürce ve büyük oyna…

Hayat kısa, yıllar tıpkı sıcak kumsalda parmaklarının arasından akan kumlar gibi çabucak kayıp gidiyor… Sen parıldamak, yeteneklerini gün ışığına çıkarmak için yaratılmışsın…
Hayatta birtek başarısızlık vardır , o da denememektir…
En büyük başarısızlık, en yüce oyunu oynamak istememek, seni ürküten yerlere doğru yürümemektir…”

Robin SHARMA / Koza Kelebeği Bilmez


Siz bir kahramansınız, ya da olabilirsiniz… Mitosta, edebiyatta ve gerçek yaşamda kahramanlar yolculuğa çıkar, ejderhalarla ( yani sorunlarla) karşılaşırlar, ve gerçek benliklerinin hazinesini keşfederler. Yolculuk sırasında kendilerini çok yanlız hissetseler de, yolculuğun sonunda kazandıklari ödül kendileriyle, diğer insanlarla ve dünyayla birleşme duygusudur. Hayatta ölümle karşılaştığımız her seferinde, ejderha ile karşılaşırız. Yaşamamaya karşı yaşamayı seçtiğimiz ve kendimizi daha da derin bir biçimde keşfettiğimiz her seferinde kendimize, toplumumuza, kültürümüze yeni yaşam getiririz.

Bu yolculuğu yapma ihtiyacı insan türünün doğasında vardır. Eğer bu yolculuğu göze almazsak, bu yolculuğu yapmak yerine önceden berlirlenmiş toplumsal rolleri oynarsak, sonuçta hissizleşip uyuşuklaşabilir ve içimizde bir yabancılaşma, bir boşluk duyabiliriz. Sorunları ortadan kaldırabilecek cesareti bulamayanlar, bu dürtüyü içselleştirip kendi kilolarına, bencilliklerine, hassasiyetlerine ya da hoşa gitmediğini düşündükleri diğer niteliklerine karşı savaş ilan ederek kendilerini kılıçtan geçirirler.

Gerçek benliğimize karşı savaş açtığımızda, sonunda ruhumuzu kendimizi yitirmiş gibi hissedebiliriz. Eğer bu yeterince uzun bir süre devam ederse, büyük bir olasılıkla, hastalanır ve yeniden iyileşmek için mücadele etmek zorunda kalırız. Bu yolculuktan kaçındığımızda, yaşamamayı deneyimler ve, buna uygun olarak, toplumda daha az yaşam tezahür ederiz. Bu çorak arazi deneyimidir.

Carlos S. Pearson, PH.D.


Paylaşmanın kendini azaltmak olmadığını,
Yüz yüze konuşmanın, arkadan konuşmaktan daha etkili olduğunu,
"Günaydın" demenin borç para vermek olmadığını,
Yönetici olmanın emir vermek olmadığını,
İş yerinde şarkı mırıldanmanın suç olmadığını,
Astları ile aynı asansöre binmenin asansörü düşürmeyeceğini,
Saygının el pençe divan durmak olmadığını,
Gülmenin laubalilik olmadığını,
Saygı duyulacak ve duyulmayacak iş diye bir ayrımın olmadığını,
Yöneticiye duymak istediğini söylemenin iyilik olmadığını,
Eğitimin dinlenme olmadığını,
İletişim kurmanın yalnızca konuşmak olmadığını,
"Özür dilerim" demenin küçültücü olmadığını,
Yaşamda sevinçler denli hüzünlerin de olduğunu,
Mutluluk maskelerinin satılmadığını bilen
Kendisi ve tüm dünya ile barışık olan
Ve bunları tüm çevresine anlatıp aşılayacak kişiler aranmaktadır !!!
___________________________
Bütün Dünya Dergisi, Mart 2004
Eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır !
Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler.
Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler.
Görünüşleri bakımından, sıcak olmayı düşünürler.
Davranışlarında, saygılı olmayı düşünürler.
Konuşmalarında, doğru olmayı düşünürler.
Kuşkuya düştüklerinde, soruları nasıl soracaklarını düşünürler. Öfkelendiklerinde, sorunları düşünürler.
Kazancı gördüklerinde, adaleti düşünürler.





Yaşamınızda tüm kötü şeyler, istemediğiniz nesneler ya da olası sorunlar üzerinde sürekli olarak yoğunlaşırsanız; bu tip davranış ve sonuçları destekleyecek bir duruma düşersiniz.


Anthony ROBBİNS - Sonsuz Güç









Sen acı çekiyorsun; içinde bulunduğun durum bu...
Ona neyin neden olduğunu bul...
Kıskançlık mı, öfke mi, aşağılık kompleksi mi?
Acının içine girebilir ve en derinlerdeki köklerine kadar izleyebilirsen, yalnızca bu izleme sayesinde acı ortadan kaybolur... İzlemekten başka hiçbir şey yapman gerekmez.
Asıl nedeni izleyerek bulursan acı yok olacaktır ve eğer kaybolmuyorsa da bu yeterince derinden izlemiyor oluşundandır...


OSHO


Ancak bir yalnızlık vardır, o da büyüktür ve ona katlanmak güçtür. İnsanın öyle anları olur ki, bunlarda, hemen hemen herkes yalnızlığını, kolayca elde edilen herhangi bir beraberlikle değişmek ister. Hiç uyumadığı halde uyur gibi görünüp yanındakilerden herhangi biriyle, en düşük biriyle de beraber olmak ister. Ama yalnızlığın büyüdüğü anlar belki de işte bu anlardır.

Rainer Maria RİLKE