SEN ÇOK ÖZELSİN...

Bir masal ülkesiydi onlarınki Hepsi aynı köyde yaşayan, tahtadan yapılma, kısa boylu varlıklardı. Feni ismini taşıyan bu tahta varlıkları Sani isminde bir oyma ustası yapıyordu ve Sani'nin atölyesi fenilerin köyüne hakim bir tepenin üzerine kuruluydu. Feniler farklı farklıydı. Kimisinin burnu büyüktü, kimisinin gözleri. Bazıları uzun, bazıları kısaydı. Kimi çok zekiydi, kimi daha az zeki. . Anlaşılan, Sani, hepsini tek tip yapmak yerine, çeşit çeşit sanatlarını göstermek istiyordu. Gelgelelim, feniler zamanla bu farklılıkları yanlış anlamaya başladılar. Sonradan sonraya bir âdet edindiler: her Allah'ın günü sabahtan akşama kadar bıkmadan usanmadan birbirlerine etiketler yapıştırıyorlardı. Her bir feni, bir kutu altın yaldızlı etiket, bir kutu da donuk gri noktalı etiket edinmişti. Sokaklarda, evlerde, okullarda, işyerlerinde, kısaca her yerde birbirlerine etiketler yapıştırıp duruyorlardı. Herkesin uymak zorunda olduğu bir de kural vardı: Üzerine yapıştırılan etiketi kimse söküp atamazdı! Güzel fenilere, yani tahtaları pürüzsüz, boyaları kaliteli olanlara, hep parlak altın yaldızlı etiketler veriliyordu. Bir feninin tahtası pütürlü mü, boyası dökülmüş mü; ona ancak gri noktalı etiketler lâyık görülüyordu. Yetenekli feniler de yaldızları kapıyordu tabii ki. Bazıları kafalarının üstünde büyük etiketler taşıyabiliyor, bazıları ise büyük sözler etme hünerini sergileyebiliyor veya güzel şarkılar söyleyebiliyordu. Elbette, herkes de onlara altın yaldızlar veriyordu! Öyle ki, bazı feniler sabahtan itibaren yapıştırılan yaldızların altında kaybolabiliyordu. Böyleleri akşamları evlerine gittiklerinde üzerlerine yapıştırılan bu yaldızlı etiketleri özenle büyükçe bir kutuda biriktirir, evlerine gelen misafirlere gösterip ne kadar önemli kişiler olduklarını sergilerlerdi. Aralarında gizli bir anlaşma varmışçasına, birbirlerine karşılıklı yaldızlar yapıştıranlar da yok değildi. Bu arada, çok parlak olmayan, ya da diğerlerine o kadar yaranamayan feniler de vardı. Onlara koyu gri noktalar düşüyordu ancak. Hele bunlardan Mezlem isminde bir feni vardı ki, durumu içler acısıydı. Arkadaşları gibi yaldızlı etiketlere lâyık olmak için, meselâ yükseğe zıplamak ister, ama her defasında düşerdi. O yere düşünce diğer feniler etrafına toplanır ve ona gri noktalar verirlerdi. Kimi zaman düşmelerin sonucunda tahtasında izler oluşur, o zaman diğer feniler ona yine gri noktalar verirlerdi. O, niye düştüğünü açıklamaya çalışınca, bu defa işler tamamen sarpa sarar, aptal durumuna düşer ve tabii yine gri noktalar alırdı. Bir süre sonra, Mezlem'in o kadar çok gri noktası oldu ki, hiç kimseyle konuşmak, dışarı çıkmak içinden gelmedi. Çünkü, diğer fenilerin, yaldızlı etiket kazanayım derken yapacağı sakarlıklar yüzünden ona gri noktalar vermesinden korkuyordu. Gerçi, Mezlem gibilerin çoğu kez fazladan bir sakarlık ya da yanlışlık yapmalarına ihtiyaç kalmıyordu. Üstlerindeki o kadar çok gri noktayı gören diğerleri, durup dururken yeni gri noktaları yapıştırıp gidiyorlardı. Neden diye soracak olsanız verecekleri cevap hazırdı: "O daha çok gri noktayı hakediyor. İşin kötüsü, bir zaman sonra Mezlem de onlara inanmaya başladı. "Ben iyi bir feni değilim" diyordu sürekli. Dışarıya çıktığı nadir zamanlarda, üzerlerinde bir sürü gri noktalı etiket bulunan fenilerin arasında geziyor, böylece kendisini daha iyi hissetmeye çalışıyordu. Ve... Bir gün, Mezlem, o güne kadar gördüklerine hiç benzemeyen bir feniyle tanıştı. Bu feninin üzerinde ne koyu gri noktalar vardı, ne de parlak altın yaldızlar. O da tahtadan yapılma bir feniydi, ama öylesine rahattı ki. Diğerleri, adı Ebid olan bu feniye de etiket yapıştırmak istiyorlardı. Ama onların şaşkın bakışları altında, bu etiketler onun üzerinden kayıp yere düşüyordu! Bazıları üzerinde gri noktalar bulunmadığı için Ebid'e hayran kalıp ona altın yaldızlar yapıştırmak istiyor, ama bu yaldızlar hemen düşüyordu. Bazıları da üzerinde hiç yaldız olmadığı için ona tepeden bakıyor ve gri noktalar yapıştırmak istiyor, ama bu noktalar da ona asla yapışmıyordu! "Ben de böyle olmak istiyorum" dedi kendi kendine Mezlem. "Hiç kimsenin etiketlerini istemiyorum. Etiketleri onların olsun!" Sonra, binbir utangaçlıkla Mezlem'e bunu nasıl başardığını sordu. "Kolay," dedi Ebid, "Her gün Sani'yle görüşüyorum." "Sani mi?" diye şaşkınlıkla sordu Mezlem. "Sani de kim?" "Sani, tahta oyma ustasıdır. Onun atölyesinde oturuyorum ve Onunla birlikte vakit geçiriyorum." "Neden böyle yapıyorsun?" "Neden bu sorunun cevabını kendin bulmuyorsun? Tepeye çık ve Onu ziyaret et. O orada!" Ebid, başka birşey söylemeden Mezlem'in yanından ayrıldı ve gözden uzaklaştı. "Ama O beni görmek ister mi bakalım?" diye Ebid'in ardından haykırdı Mezlem. Ancak, Ebid çoktan uzaklaştığından onu duymadı bile. Mezlem de evinin yolunu tuttu. Penceresinin önüne oturup tahtadan varlıkların birbirlerine alelacele altın yaldızlar veya gri noktalar yapıştırmalarını seyretmeye başladı. "Bu doğru değil," diye mırıldandı kendi kendisine. Sonra da ne olursa olsun Sani'yi görmeye karar verdi. Ne var ki, kolay birşey değildi bu onun için. Çünkü, köydeki söylentilere göre, kim köyün dışına çıkarsa başına kötü şeyler geliyordu. Hele hele o tepeden çok tehlikeli diye bahsediliyordu. Çoğu feniye göre, köyden kısa bir süre de olsa tepeye çıkmaya çalışanlar akıllarını kaybedip dönüyordu. Ama Mezlem bütün cesaretini topladı ve köyün çıkışına kadar geldi. Onun köyün dışına çıkmaya hazırlandığını gören bazı feniler "Çıldırdın mı, ne yapıyorsun?" diyerek yakasına gri noktalar yapıştırıverdi. O bunlara aldırmadan tepeye uzanan dar yolda yürümeye başladı. Hayret, yürüdükçe içi ferahlıyor ve yüreğini buran sıkıntılar hafifliyordu! Sonunda, Sani'nin büyük büyük oymacı dükkanına ulaştı. Kapının eşiğinde içini garip bir ürperti kapladı. İçerde kendisini nelerin beklediğini bilmiyordu. Nasıl olup buralara kadar geldiğini bile bilmiyordu. "İçeri giremem" diyerek dönüp gidiyordu ki, arkasından kendisine seslenildiğini işitti: "Mezlem!" Ses öylesine derinden ve güçlü geliyordu ki. Mezlem olduğu yerde kalakaldı. "Mezlem, buraya gelmen ne kadar güzel" dedi ses bu defa. "Gel de sana bir bakayım." Mezlem yavaşça arkasına döndü ve tahta oymacısına baktı. Şaşkınlık içinde şöyle dedi: "Şey, ama, siz benim ismimi biliyorsunuz efendim." "Elbette biliyorum. Çünkü seni ben yaptım." Sani Mezlem'i tuttuğu gibi atölyesine götürdü ve tezgahının üzerine oturttu: "Hımmmm," dedi Sani, onun üzerindeki gri benekleri incelerken. "Sana çok fazla gri nokta verilmişe benziyor." "Şey, Sani, aslında öyle olsun istemedim. Çok çabaladım, ama..." "Kendini savunmak zorunda değilsin Mezlem" dedi Sani. Ben diğer fenilerin ne dediğine aldırmam." "Sahi mi? Aldırmaz mısınız gerçekten?" "Hayır. Senin de aldırmaman gerekir. Kim kime yaldız ya da nokta veriyor? Onlar da senin gibi feniden başka birşey değil ki! Onların ne düşündüğü hiç ama hiç önemli değil. Önemli olan Benim ne düşündüğüm. Ve ben senin çok özel birisi olduğunu düşünüyorum." Mezlem güldü. "Ne, ben özel miyim? Ben nasıl özel olabilirim?" Ne hızlı yürüyebilirim, ne de zıplayabilirim. Ne sesim güzel, ne de yüzüm. Boyalarım dökülüyor. Üstelik, sürekli aptalca hatalar yapıyorum. Ben nasıl özel olabilirim ki?" Sani Mezlem'e sevgiyle baktı ve ellerini onun küçücük omuzlarına koyarak tane tane şunları söyledi: "Özelsin, çünkü sen benimsin. Bu yüzden benim için önemlisin." Mezlem daha önce kimsenin kendisine böyle baktığını görmemiş ve kendisine böyle güzel konuştuğunu duymamıştı. Ne söyleyeceğini bilemedi. "Mezlem, her gün beni görmeye gelmeni bekledim" diye devam etti Sani. "Geldim, çünkü üzerinde hiç etiket olmayan akıllı Ebid'le tanıştım." "Biliyorum, Ebid senden bahsetmişti." "Peki etiketler neden Ebid'e yapışmıyor?" "Çünkü, Ebid benim düşündüklerimin başkalarının düşündüklerinden daha önemli olduğuna karar verdi. Etiketler ancak sen izin verirsen sana yapışırlar." Mezlem'in aklı karışmıştı: "Nasıl?" "Evet, etiketler ancak sen onlara önem verirsen senin üzerinde kalırlar. Benim sevgime güvendikçe, o etiketlere daha az aldırırsın." "Anlattıklarınızı anladığımdan emin değilim." "Anlayacaksın, ama bu biraz zaman alacak. Üzerinde çok fazla gri nokta var. Şimdilik her gün beni görmeye gel, benim yanımda olmadığın zamanlarda ise beni düşün. Benim sana ne kadar önem verdiğimin farkına var." Sani Mezlem'i kaldırıp yere koydu ve şöyle dedi: "Unutma, sen özelsin, çünkü seni ben yaptım ve ben hata yapmam." Mezlem'in aklında hâlâ sorular vardı, ama yüreğinde şunları hissediyordu: "Söylediklerinde çok ciddi." Ve Mezlem köyün girişinde kendisine ayıplayan fenilerin bakışları altında köyüne geri döndü. Sani'nin kendisine söylediklerini her hatırlayışında ve onu her ziyaretinde ve onunla sohbetinde, Mezlem'in üzerindeki noktalar teker teker döküldü. Döküldüler, döküldüler ve sonunda Mezlem'in üzerinde hiç nokta kalmadı. Ona etiket yapıştırmak istiyenler de hep başarısız oldu...

(İlham Öyküleri)

1 Comments:

Afet Ergü Şaşmaz dedi ki...

Selamlar,

Daha önce "hobicell" adıyla yayın yapmakta iken, google ın sorunları yüzünden adres değişikliği yapmak zorunda kaldım. Yeni adresim şu anda size yazdığım isimledir. Beni buradan takip ederseniz çok sevinirim. Sevgiyle sağlıcakla kalınız.

Berat kandiliniz kutlu, dualarımız kabul ve makbul olsun...

http://hobibox.blogspot.com/

Hobibox-Afet Ergü