NE YAPARSAN YAP YARANAMAZSIN, SEVDİĞİNDE OLSA KARŞINDAKİ...




-“Bana bir ton kızıyor” dedi teyze…

-Niye, diye sordum.

-“Hastalandığım için sürekli gelip gidiyoruz ya hastaneye” dedi, gözleri doldu. Söylemek istediği çok şey vardı ama sustu.

Üzülmüştüm. Yetmiş yaşının üzerinde vardı teyze. Hayatının sonbaharında meme kanseri teşhisi konulmuştu kendisine. Mecburen gelip gidecekti tedavisi için. Birilerinin de gelip götürmesi lazımdı haliyle.

-Amca da aynı durumda olabilirdi ve hala da olma ihtimali var, dedim. Boynunu büktü, ağlamaklı baktı gözlerime içim yandı.

-Bırak teyze, duyma onun söylediklerini. Bir kulağından girsin diğerinden çıksın, dedim.
Sen tek gelip gidemiyor musun diye sorunca da ;

-“Tek gelemiyorum ki” dedi.

-Çoluk çocuk yok mu ?

-“Biri doğuda görevli, diğeri de evli konuşmuyorlar, küs bize” deyince fazla üstelemek de istemedim daha çok morali bozulmasın diye…

O kırılgan, ha ağladı ha ağlayacak gözleriyle bakarak bana,

-“Bana sen ne yaptın diyor” dedi ve ekledi. “Her sabah uyandığım da bir bakıyorum ki yine yaşıyorum.”

Şaşırmıştım, doğrusu söylediğine. Çünkü bir kadın canını da verse bir erkeğe, yaraşlanmak mümkün olmuyordu sevdiğine. Sonra,

-“50 yıllık evliyiz, ne yaptın ki bugüne kadar diyor” diyerek ekledi.

Ne yaptın ? Ne kadar tuhaf bir soru, sanki 50 yıldan değil de 5 gün, 5 saat hatta 5 dakikadan söz eder gibi.

-Daha ne yapacaktın ki teyze, dedim. Çocuklarını doğurdun, önüne yemeğini koydun, temizliğini yaptın, kadınlık vazifelerini de yerine getirdin. Daha ne yapmalıydın ki !

Teyze bunları söylerken yılların kırgınlığı hem fiziksel hem de manen öyle belli oluyordu ki çok üzülmüştüm haline. Bir kadının kocasına ve evine verdiği koca bir ömür, yarım asır, dile kolay. Kimbilir daha sormaya devam etseydim neler anlatacaktı bana. Ama sormaya gönlüm razı olmadı. Çünkü her soru onun gönlünün yarasının daha çok açılmasına, daha çok üzülmesine sebep olacaktı.

-Boşver teyze, getirip götürecek seni… Duymazdan gel dediklerini, diye yineledim.

Demek böyle oluyordu evliliklerde… O cicim ayları geçip gittikten, hani şu hepimizin yanıp yanıp tutuştuğu aşk ateşi söndükten sonra insanlar birbiri için adeta yük olmaya başlıyordu.  Ve hasta olmaları bile suçtu birinin diğeri için. Eee ne de olsa gel-git yapılıyordu sürekli. Gerçi bu tek örnek değil di. Bu teyzeye kadar daha niceleri var toplumumuzda. Dayak yiyenler, şiddete ve işkenceye maruz kalanlar, öldürülenler, sövülenler. Sanki bir insan değil de evlenirken tepe tepe kullanılsın diye yaratılmış bir metaydı kadın. Sonuçta insan da değildi. Sadece erkeğinin dediklerini yapmakla yükümlü kılınmış, komutlarla çalışan, erkek gel derse gelen, git derse giden, sev derse seven. Olay bundan ibaretti sadece…

Demek ki bu kadar basitti her şey. Aşığım, seviyorum, ölüyorum dediğimiz insanlar günün birinde “niye hastalandın” diyecek kadar hem de….Bu sadece tek bir örnek. Ve istisnalarda yok değil hani ama onların da sayıları her geçen gün git gide azalmakta. İnsanın birbiri için en gerekli olduğu bir zamanda, yola çıktıkları o ilk gün söylenen söz çınladı birden kulaklarımda…

Hastalıkta ve sağlıkta.. İyi günde ve kötü günde…

-Yok teyze, suç senin. Hasta olan sensin. Olmasaydın. Niye hasta oldun ki. Sonuçta sen hiçbir şey de yapmadın zaten. Amca haklı… Senin peşinde sürekli koşturmaktan yoruluyor ne de olsa. O da yaşlı ne yapsın…! Gel en iyisi mi vazgeç sen yaşamaktan. Yol yakınken bu hastane işlerini filan da amca da yorulmasın daha fazla, sen de duymazsın böylelikle bu sözleri… Benden sana söylemesi…!

-Ne yaparsan yap yaranamazsın, sevdiğinde olsa karşındaki...!


Mehpare ÖĞÜT






0 Comments: