BEKLEMEK



Balad’ta bir Arnavut kaldırımı dik yokuşta...
masalsılık diye tutturmuş, şehrin Haliç sularına sahici yalanlarımı atmışım
sararmış bir fotoğraftayım, anla
azınlığım, her şey kadar ahşap ve eski ve biraz terkedilmiş
nadirliğim mekân kadar, kendime dairdir -bütün geçmişimle- anlattıklarım
bir eski zaman kalıntısı... beklerim



Durağa geleli yarım saat olmuştu. Beklemekten bacakları sızlamaya başladığından küçük mesafede gidip gelmeyi denedi. “Neden bu kadar gecikti?” diye düşündü. Daha önce hiç bu kadar beklememişti. “Hep aynı saatte geliyorum” diyerek saatine bir daha baktı. Dörde geliyordu işte. Otobüs bozulmuş olmalıydı. Belki de lastiklerden biri patlamıştı. Yine de hiç bu kadar uzun süre beklediği olmamıştı. Yere oturup biraz dinlenmeye çalıştı. Karşısındaki yüksek binaları süzdü bir süre. Onlar bitince arkalarındaki binalara göz attı. Sonra altı şeritli yola takıldı bakışları. Yolda gidip gelen arabalar garip görünüyordu. Hiçbir yerde hiçbir zaman durmuyorlarmış gibi sürekli hareket hâlinde olduklarını varsaydı birden. İnsanı çileden çıkaracak derecede can sıkıcı bir ayrıntıydı bu. Herkes nereye gidiyordu böyle?

Otobüs hâlâ görünmüyordu ortalıkta. Birilerine sorsa iyi olacaktı ama görünürde birileri de yoktu. Bu duraktan bir tek kendisi biniyordu zaten. Daha önce başka bir yolcuyla da karşılaşmamıştı. Yolun karşısındaki gündüz vakti ışıkları yanıp sönen markete gidip sormayı geçirdi aklından, ama bu risk almak demekti. En az yirmi adım ilerideki yaya geçidine gitmek, ışığı beklemek, altı şeritli yolu geçmek, markete girip sormak, sonra geri dönmek çok uzun sürebilirdi ve bu süre içinde de otobüs gelip gidebilirdi. İşte o zaman iş işten geçerdi. Üstelik sorularına yanıt alacağı da kesin değildi. Markette karşılaşacağı kişinin buradaki duraktan habersiz olma ihtimâli bile vardı. “Pardon, anlayamadım. Durak mı dediniz? Nerede, hani? Daha önce hiç otobüse binmedim. Demek yolun tam karşısında bir durak var. İnanın hiç bilmiyordum. Kusura bakmayın size yardımcı olamayacağım. Ama isterseniz müşterilere sorabilirsiniz. Belki konuyla ilgisi olan çıkar...” Falan filan... Yarım saat sürme ihtimâli olabilecek bir duruma girmemeliydi. “Düşünmesi dahi tahammül edilir gibi değil” diye mırıldandı. Vazgeçti.

Biraz daha beklemeliydi, nasılsa gelirdi. Hiç gelmediği olmamıştı, aslında geciktiği de hiç olmamıştı. Kesin önemli bir sorun çıkmıştı. Saat beşi geçiyordu işte. Beklemek korkunçtu. Berbat hissediyordu insan kendisini. Bunu ancak bekleyen anlayabilirdi. Hayatında hiç beklememiş olan bilemezdi. Çantasını başının altına koyup uzandı. Gökyüzünü gezindi bir süre. Berrak mavide dolanan beyaz öbekleri saydı. Ama hâla otobüs gelmemişti. “Ne olacak şimdi?” diye düşündü. Sağda solda, kaldırımda, bu tarafta, karşı tarafta hiç yürüyen insan yoktu. Kimse yürümeyi denemiyordu burada. Belki de bu yüzden otobüs gelmekten vazgeçmişti. Neden olmasındı. Mümkündü tabiî. “Ben varım ama, otobüs bunu çok iyi biliyor. Her gün aynı saatte burada bekliyorum” diye düşündü. Sanki biraz da öfkelenmişti. Düşüncesinden geçen kelimeler biraz sert vurgu yapmış gibi geldi ona. Sakinleşmeliydi. Şimdi bir otobüs yüzünden gerilmenin hiç sırası değildi. Dünya hâli. Her şey, her zaman yolunda gidecek diye bir kaide yoktu sonuçta. Ara sıra değişiklik yaşamanın tadına varmalıydı. Yine de biraz sıkıcıydı. Yani işin içinde beklemek olmasaydı belki keyifli olabilirdi ufak değişiklikler. Beklemenin sinirleri bozan tarafı ağır basıyordu.


Gözlerini kapattı. Uyuyakaldığında arabalar hâlâ yolda akıyordu. Anlık rüyasında büyük beyaz bir otobüsü kovaladığını gördü. Dar sokaklardan geçerken otobüs çarpmamak için bir incelip bir kalınlaşıyor, bazen karşısına çıkanların üzerinden zıplıyordu. “Hiç böyle otobüs görmemiştim” diye düşündü. Arkasından koşarken bir yandan da ona sesleniyordu var gücüyle: “Hey dur! Beni almayı unuttun!” Ne çok bağırmıştı ki kısık sesini kendisi bile duyamamıştı. Çok zamandır otobüs önde o arkada bu vaziyette idiler demek ki. Birden şehir bitti. Yol bitti. Zemin bitti. Uçmaya başladılar. Neredeyse bir kelaynak ile çarpışıyordu. “Önüne baksana, uçmayı bilmiyorsan ne işin var burada? İn aşağıya!” diye çıkışan kelaynak ile konuşabilmeyi diledi bir an. Tam bir şey söyleyecekken otobüsün karanlığın içinde kaybolmak üzere olduğunu farketti. “Eyvah! Kaybedeceğim” diyerek uçuşunu hızlandırdı. Otobüs bir kara deliğin içine atlamıştı.

Yoldan hızla geçen itfaiye arabasının siren sesiyle korkuyla yerinde zıplayarak uyandığında önce nerede olduğunu anlayamadı. “Burası da neresi böyle? Ne işim var benim burada?” diye mırıldandı. Otobüs durağında olduğunu farkedince rüyasındaki otobüs hayâl meyal canlandı gözünde. Ayağa kalkıp çantasını sırtına aldı ve yürümeye başladı. “Hiçbir şeyi beklememeliyim” dedi. Bekleyerek kim bilir neleri kaçırmıştı. Bu kadar hızlı bir hayatta beklemek gerilemek demekti. Şimdi, nelerden geri kalmış olabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Ama ne kadar düşünürse düşünsün bunu bilebilmesi mümkün değildi.




Balad’ta bir Arnavut kaldırımı yokuş...
masalsılıkla karışık, Haliç sularına sahici yalanlarımı atmışım
sararmış bir fotoğraf kenarında, anla
azınlığım, her şey kadar ahşap, eski, terkedilmiş
nadirliğim mekân kadar,
bir eski zaman kalıntısı... beklerim


Naz FERNİBA
Kaynak - dergibi.com

0 Comments:

Yorum Gönder

Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum