DENİZE SUNULAN ADAK


Yüreğin, dalgalar kadar kırılgansa, ne olur sus, dedi adam. Hiç bir zaman, böyle tuhaf isteklerde bulunmadığı geldi aklına.

Sustu, ama konuşması gözlerindeki şimşeklerde parlıyordu. İki adım attı, durdu birden. Döndü, çok şey söylemek ister gibi, açtı ağzını, boğazı düğümlendi, kollarını savurdu, hızla döndü. Yürümek istedi, ama adımını atamadı.

Adam susuyordu. Yer gök susuyordu. Suskunluk, intikam olmuştu. İki damla gözyaşı, konuşmanın adı oldu artık. Gitmeyen ayaklar paylaştı acıyı. Denizin kalbi doldu, dalgalar ortak oldu o ana.

Genç kız, denizin kendine çağıran sesiyle irkildi. Adımları değilse de ruhu gitti, geldi. Hiç bir şey o anı anlatmaya güç yetiremezdi. Her şey sustu, her yer sustu. Gözyaşları umut oldu o ana. Yürekleri dağlayan sözler hiç söylenmemiş gibi durdu. Kelimeler anlamını yitirdi birden. Susmak, yüce dağ gibi göründü konuşmanın üzerine.

Bu denizin, dedi genç kız, tüm uzakları yakın ettiğini söylerdi, dedem. Bana denizler üzerine çok hikâyeler anlatırdı. Denize, öğrendiklerimi anlattım rüzgâr eşliğinde. Çoğu zaman karşı kıyıya geçtim. Çok arkadaş edindim, dillerini anlamasam da hep konuştuk yüreğimizle. Şimdi, seni anlayamıyorum. En kırılgan pozlara bürünmek istemiyorum. Ama en büyük olan şahit ki, yüreğini yüreğim belledim. Seni hep görmek ve seni tanımak istedim. Kimin kanı, kimin canı olduğumu bilmek istedim. Ama sen, sen…

Adam, denizin gökyüzüyle birleştiği yere gözlerini dikti. Aranan tüm cevapları bulmuş gibi döndü birden, çok şey söyleyecekmiş gibi açtığı ağzı yine kapanmak zorunda kaldı. Genç kızın, kalbinden süzülen acı vardı ortada. Genç kız yoklukta var olmak istiyordu.

Bana, anlatmadığın şeyler geldi aklıma, diye devam etti genç kız. Annemin ölümü, bana senin söylemen gereken ama bir türlü söylemediğin şeyleri söyledi. Acının, her şeyi öğreten bir bilge olduğunu anladım. Aşkın, hayata kattığı anlamı anlatmadın bana. Gözyaşlarımın yanaklarımı kızartacağını, hıçkırıklarımın durmak bilmeyeceğini, hüzne konuk olacağımı hiç anlatmadın. Sen bana, hiçbir şey anlatmadın, anlatamadın. Çünkü sen yoktun hayatımda, olman gereken yerde değildin. Oysa ne çok isterdim, seninle bir seher vakti denizin şarkısını dinlemeyi. Ama bütün bunları dedemden öğrendim. Her şeyi senden dinlemek isterdim, ama hiç bir zaman yanımda olmadın, olamadın…

Yine suskunluk, en acı haliyle. Her şey yine susmakta. Adam, genç kızın söylediklerini düşündü. Geçmiş birden, intikam alır gibi belirdi. Denizin sakinliği, en deli dalgalara bıraktı yerini. Sarsıldı adam, dalgalar ayaklarının altındaki kumları çekiyordu. Bir boşlukta hissetti kendini. Karısının, yavaş yavaş denizin içinde yok oluşu geldi gözünün önüne. Her şeyin, yok olduğu görüntü geldi aklına. Uzun süren evliliklerinden, geriye kalan, sadece o hatıra vardı.

Oysa ne güzel başlamıştı her şey. İlk tanışmalarında, hayatı beraber yaşamak için dünyaya geldiklerini söylemişlerdi birbirlerine. Bakışlarındaki güzellik, hayata yansıyordu. Mutluluktu her şeyin adı. Mutsuz olmak için, insanın mazereti olamazdı.

Aylar, yılları kovaladı. Bakışlarındaki ışık, yıllar ile birlikte sönmeye başladı. Güzel bir kız çocuklarının, dünyaya gelmesi, o ışığın artmasını sağlayamadı. Hayatın tüm renkleri soldu, her şey donuktu nedense. Her şeye sahiptiler ama bir şey eksikti hayatlarında. Bilinmeyen, bulunmayan bir şeydi o. Gitgide birbirlerinden uzaklaştılar. Kumar masalarında, çılgın partilerde, dolu kadehlerde aradılar birbirlerini, bulamadılar. En son, başkası ile yakalayınca karısı kendisini, ikisine ait olan hatıraların silindiğini anladı. Artık eskiye dönmek zordu. Yeni olan ise kirliydi, mutsuzdu, umutsuzdu. Karısının kumarda kaybettiği paralarda eklenince bu mutsuzluğa, hayatın artık verecek bir şeyi kalmamıştı kendilerine. Güzel yüzlü bir bebek bile, umut verememişti karısına. Sonunda karısı denizin karanlığına sığınmıştı. Daha sonra, kızını da büyükannesine vermek zorunda kalışı, hayata dair her şeyi karartmıştı.

Yıllar, geldi geçti. Kızı büyüdü, kendisi yaşlandı. Omuzları çilelere boyun eğmişti. Şimdi, karşısında kendisini sorgulayan, yıllardır görmediği kızıydı.

Ben, dedi, korkuyordu konuşmaktan, ya da konuşamamaktan. Kendini zorladı, gözlerini ufka dikti. Yutkundu ama gözyaşlarına engel olamadı. Ben, çok günahlar işledim, diyebildi, kısık sesle. Annene karşı, sana karşı, kendime karşı… Silmedi gözyaşlarını, arkası gelecekti nasıl olsa. Uzun zamandır açamadığı duygularıydı bunlar. Konuşmak güzeldi, sorgulanıyor olsa da, konuşmaya ihtiyacı vardı, yoksa her şey eskisi gibi kalacaktı. Döndü, kızına baktı, gözlerini kaçırmıyordu artık. Bir an kızını süzdü, ne kadar yabancı olsalar da, kendi öz kızıydı, karşısında duran. İnsanın, kendi kanından olana bu kadar yabancı olması, tam bir zulümdü. Anlamaya başlıyordu, kaçmak, hiç bir zaman çare olmayacaktı. Görmezlikten gelmek, umursamamak daha da kötüydü. Konuşmalıydı, var olan her şeyi, konuşabilmeliydi. Yaşadıkları kendisine aitti, kaçamazdı.

Çok güzel başlamıştı her şey, hep öyle devam edecek zannetmiştik, dedi. Zaman bazen en sadık dost, bazen en amansız düşman oluyor. İnsan elinde bulunanların kıymetini bilemiyor, sıradanlaşıyor en istisna zannedilen şeyler. Ne zaman kaybetmeyi yaşasa insan, o zaman kazanmaya koşuyor. Ama geçiyor hepsi, elde sadece bir hiç kalıyor.

Biz, annenle her şeye sahiptik ama aslında hiçbir şeye sahip olmadığımızı anlayamadık. O zaman oldu olanlar, hata üstüne hata yaptık. Derken birbirimizden soğuduk, mutluluğu başka şeylerde aradık. İkimize ait olan her şey önemini kaybetti. O, en sonunda denize sığındı. Onun cesedi bile, benim ruhumu diriltmeye yetmedi. Her şeyi bıraktım, seni bile çıkardım hayatımdan…

Sustu, konuşamamaktan değildi suskunluğu. İçindekileri anlatmanın rahatlığını hissetti. Uzun zamandır, böyle duygular yaşamadığı geldi aklına. Yüreğindeki tebessüm, yüzüne yansıyamadı ama eskisinden daha iyi olduğuna kanaat getirdi.

Sen, dedi, sen artık bana ait değilsin. Sen, benden daha iyi ellerdesin. Kekeliyordu, zorla konuşuyordu ama konuşmak istiyordu. Ben, artık bir hiçim, diye devam etti. Bu gün buradayım, yarın nerede kim bilir? Beni unutmanı istemek, belki de hakkım değil ama bensiz bir yarının olsun. Sana, sadece acı veririm ben, çünkü hep öyle yaptım. Ağlıyordu, şimdiye kadar hiç böyle gözyaşı dökmemişti.

Genç kız, gözyaşları içinde dinliyordu. İçini çekti, döndü, babasına baktı. Sarılmak istedi bir an, dalgalar aman vermedi. Sadece, dalgalar değildi aman vermeyen, onulmaz yaralarıyla, peşinde, koskoca bir geçmiş vardı.

Bacaklarının titrediğini hissetti. Kumların üzerine yığıldı, artık hiç bir şeye engel olmak istemiyordu. Koşup sarılmak istiyordu ama yapamıyordu. Babam, diyebilmeyi o kadar arzu etmesi de yetmiyordu. Babasıydı sonuçta, hatalarını da kabul ediyordu. Başını ellerinin arasına aldı, hıçkırıklarına engel olmuyordu artık. Yılların biriktirdiği acılar, şimdi tamamen gözyaşlarındaydı. Ağladı, ağladı! Ne kadar zaman geçtiğini bilemedi, dalgaların kendisiyle konuşan sesini hissetti. Bir şeyler anlatıyorlar gibi geldi kendisine. Başını kaldırdı, yavaşça doğruldu. Gözyaşlarını sildi, durdu, dinledi. Sessizlik vardı. Sanki her şey hayret içindeydi. Döndü, geriye baktı, yoktu. Sağa sola döndü, baktı, babası yoktu. Az önce konuştuğu, sarılmamak için kendini zor tuttuğu babası, yerinde değildi. Bırakıp gitmişti. Bir an, olanların, olmadığını varsaydı. Babasıyla karşılaşmamış ve konuşmamışlardı. Sadece kendisinin kurguladığı bir şey, bir hayaldi olanlar. Olmuyor, yapamıyordu. Gerçekti her şey. Babası yıllar önceki gibi, onu yine terk etmişti. Başı döndü, gözleri karardı, ellerini ileri doğru uzattı. Dizleri taşıyamadı bedenini, yığıldı kaldı.

Kimseler yoktu ortalıkta. Koskoca sahilde, kumlarla dost küçük bir beden yatıyordu sadece. Dalgaların sesini bile duymuyordu artık. Her şeyden uzak, her şeye yakın… Ama habersiz, güçsüz ve umutsuzdu. Uyanacak, yine dalgaları duyacak mıydı? Gözlerini açtığında, babası, başucunda gülümsüyor mu olacaktı? Yoksa gerçek miydi olanlar? İçindeki boşluğu dolduracak, bir aydınlık var mıydı, bilmiyordu.

Ne kadar zaman geçti, bilemedi. Belki bir kaç dakika, belki bir kaç saat ya da bir gün. Önemi yoktu geçen zamanın. Gerçekler, zamana yenik değildi ne de olsa.

Gözlerini hafifçe araladı, başını kaldırdı, denizin, mavi sonsuzluğuna eşlik eden martıların sesleri, hiçte yabancı değildi. Etrafına, bir şeyleri görmek adına, belli belirsiz baktı, babası yoktu. Bu yokluğun, ebedi olacağını anladı, yüzünü denize döndü. Kalbini, aklını da eşlik etti ona. Olanları, hızlı bir şekilde hatırladı. Yüzündeki serinliğin, gözyaşına mı yoksa denizin dostluğuna mı ait olduğunu ayıramadı. Bütün olanlara rağmen, yine de ayakta durabildiğini hissetti.

Bir an, genç kızın içini, denizin büyüsü sardı. Sanki uzaktan gelen bir davet vardı. Şimdiye kadar, böyle bir büyüye kapılmamıştı. Bir ses duydu, ya da duyduğunu sandı. İsmini fısıldıyordu kendisine. Bütün dikkatini topladı, bekledi, yine duydu. Derinlerden gelen bir sesti bu. Önce ürperdi, sonra dikkat kesildi. Bu açık bir çağrı idi. Kimdi bu, kendisini neden çağırıyordu? Kafasında, cevabını bilemediği sorular dolaşıyordu. Yoksa yıllar önce, annesini çağıran ses miydi duyduğu. Annesi de mi, böyle bir sese kulak vermiş ve hayatını sonlandırmıştı? Aynı ses, şimdi kendisini davet ediyordu. Kuşatılmışlık içindeydi, iki adım attı, ayaklarının ıslandığını hissetti. Durdu, ses devam ediyordu. Bir adım daha atacak oldu, yapamadı. Yüreği gitmek istese de ayakları gitmiyordu. Başını geriye çevirdi, baktı. Karmaşık duygular içindeydi. Dalgalar, ayaklarına, daveti hatırlatırcasına dokunuyor, gözyaşlarının arkası, kesilmiyordu. Her şeye son vermek elinde idi, bir kez daha adım atmayı denedi. Ayakları kuma saplanmıştı. İleriye gitmek istiyordu, yapamadı, suya, baktı, baktı… Bir süre sonra sesin kesildiğini, denizin eski halini aldığını gördü. Oysa ne çok arzu etmişti. Tıpkı, annesi gibi, acılardan denize sığınmak, her şeyi unutmak istemişti. Ama olmadı, yapamadı.

Büyükannesi ve dedesi geldi aklına. Yüzlerinden eksik etmedikleri gülümsemelerini hatırladı. Şu anki halini görseler, neler düşünürlerdi acaba? Kendisine söylenen ninnileri, saçlarında gezinen ellerini hatırladı. Düştüğünde koşturmalarını, bağırlarına basmalarını, acısına ortak olmalarını… Onlarla yaşadıkları, gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti. Utandı, kızardı yüzü. Kumlara doğru birkaç adım attı. Yaşadıkları kendisini yormuştu, olduğu yere çöküverdi. Hayat bazen, insana sürpriz yapıyordu. Tek düze değildi hiçbir şey, inişler çıkışlar çoktu. İnsan, bu sürprizler içinde boğulabilir, ya da kıyıdan boğulmaları seyredebilirdi. Yaşadıkları, kendisini altüst etmişti. Ama her şeye rağmen, kendisine kol kanat geren insanlar vardı. Bu da bir imtihandı onun için. Yaşanacak varsa yaşanmalı, çekilecek çekilmeliydi.

Bu duygular içinde, uzun zaman bocaladı, gelgitler yaşadı. Güneşin battığını, ufku muhteşem bir kızıllığın kapladığını fark etti. Uzun uzun baktı kızıllığa, kızıllıktan da güzelliğin doğabileceğine şahit oldu gözleri. Manzarayı, kendi hayatına yordu, kendince bir anlam verdi olanlara. Her insanın hayatında, kendisinin yaşadıklarına benzer şeylerin olabileceği, geldi aklına. Her şey, duygusal çalkantıların, insanı kuşattığı anlarda idi. Var olmak ve yok olmak, işte o zaman ortaya çıkıyordu. Rahatladığını hissetti, kalktı. Ağır adımlarla, kumlarda yürümeye başladı. Denize bakmak istemiyordu artık, patikaya yöneldi. Bir aileden bir kurban yeter, diye geçirdi içinden. Adımlarını hızlandırdı, kendisini bekleyen sıcak yüzlerin varlığı, içini ısıttı.

Karanlık iyice çökmüş, sokak lambaları, karanlıkta var olmaya çalışan bir genç kıza, arkadaşlık ediyordu.




Cemil KÖKSAL
Ay Vakti
Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi

0 Comments: