Aşka çok derin anlamlar yüklüyoruz hepimiz; olduğundan daha fazla, olabileceğinden daha yoğun…Beyaz atlı prens ya da olağanüstü güzellikte bir prenses gelecek ve bizi alıp uzak diyarlara götürecek ya da onu alıp uzak diyarlara gideceğiz sanıyoruz… Öyle inanıyoruz ki buna…Yaşadığımız ilişkinin tasarladığımız aşka hiç de benzemediğini gördüğümüzde afallıyoruz, tökezliyoruz hatta yıkılıyoruz…Dizilerdeki senaryo ile oluşturulmuş aşklara benzesin istiyoruz aşkımız…Deli divane olmayı, aşk sarhoşluğu yaşamayı, birlikte şarkı söylemeyi, el ele, gönül gönüle olmayı hayal ediyoruz…Bizim için şiirler yazılsın, şiirler okunsun, sevgimiz haykırılsın istiyoruz yürekten…Cümle alem duysun istiyoruz aşkımızı!..İsteklerimizin sonu yok, aşk söz konusu olduğunda…Bayılıyoruz, aşk öyküleri, aşk şiirleri okumaya, dinlemeye…Aldığımız her darbe, hem kendi içimizi yakıyor hem de aşk ile ilgili kurguladığımız düş dünyamızı karartıyor…Kelimenin tam anlamıyla düş kırıklığı yaşıyoruz…
Bailey: "Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır…" der…Öyle değil mi gerçekten?..Kuşlar gibi uçan birinin aniden yere çakılması her zaman mümkündür…Sevinçle üzüntünün iç içe olduğu sürekli gel-gitlerin yaşandığı çok karmaşık bir değişkendir aşk!..Neden olmadı sorusunu kendi kendimize sorarız, acı da olsa!.. Yanıtların çok farklı olduğu; ama sonuçların çoğunlukla birbirine benzediği bir durumla karşılaşırız…Aşktan aradığını bulamayan kalbi kırık bizler, enkazın altında sağlam kalabilen duygularımızı ararız…Yıkık dökük aşkımızın olanaksız tamirini üstleniriz ya da enkazı olduğu gibi bırakıp yalnızlığına çekiliriz…Yalnızlık, daha da acıtır yüreğimizi…Anılar canlanır, birlikteliğin tatlı anları anımsanır, gök kuşağı gibi hayran bırakan renkler içinde dalıp gideriz hülyalara…Terk eden ya da terk edilen sonucu yaşanmaz her zaman…Anlaşmalı ayrılıklar da bitirir ilişkiyi…Aşk, yaşanmış ya da yaşanmamış olabilir…Her iki halde de sonuç üzüntü vericidir…Teselli ararız, dostlarımız arasında…Yıkık dökük duygularla dolaşırız, derbeder bir halde…Akşamlar, sabahlara karışır, gecenin sessizliğini yırtar naralarımız…Biz, artık asla önceki gibi olamayız…Değişiriz, başkalaşırız…Yeni yaşantımızın başladığını hissederiz, aşkın yaşamımızı insafsızca kesip attığı yerden…
Kaç kişi aşkı doyasıya yaşayabilmiştir, bilmiyoruz…Bir elin parmakları kadar az olduğu kuşku götürmeyen bir gerçek…O nedenle aradığını bulamayanların geniş bir koro halinde hüsran şarkılarını söylemeleri çok doğal…Aşık olmaya kodladığımız için kendimizi, çoğu zaman düzeyli her birlikteliği aşk çemberi içine alıveririz kolayca…Oysa, her sevgi aşk değildir…Yıllarca süren evliliklerin sadece sevgi ile yürüdüğü, birlikte aşkı hiç tatmadıkları düşünüldüğünde, aşkın büyülü bir yönünün olduğunu söylememiz ve kabul etmemiz gerekir…
“Aşkı anlatabilmek için, yeryüzünde var olan dillerden bambaşka bir dil ister…” der Eugene Delacroix…O bambaşka dili kaç kişi biliyor dersiniz?..
Asım ERDOĞAN
Düşünce : Asım hocanın bu güzel paylaşımının üzerine Biz kadınlar açısından Moliere'in şu sözüne katılıyorum...
"Kadınların büyük tutkusu aşkı ilham etmektir. İnsanı aşkın güzellikleri yaşatır."
Bir kadının çocukluğundan ergenliğine kadar ve daha sonra ki dönemlerinde de en büyük arzusu aşk'ı yaşamak, yaşarken de karşısındakine yaşatmaktır. Ancak bunu yaşatırken aşk'ın söylediğini en iyi şekilde anlayıp, karşımızdakine de en güzel şekilde ulaştırmamız gerekir ki yanlış anlaşılmasın yoksa akordu bozuk bir müzik aletinin çıkardığı ses gibi sadece kulağı tırmalamakla kalmaz, kalbi de yorar diye düşünüyorum...Siz ne dersiniz ??? (Mehpare)...
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum