YAŞARKEN DEĞERİNİ BİLMEK - Ş A İ R A N E

01 Temmuz 2012

YAŞARKEN DEĞERİNİ BİLMEK

Nazım Hikmet, bu kadar seviliyor muydu yaşarken?.. Onun ne sıkıntılar çektiğini bilenler acı acı gülümseyerek yanıt verecekler bu soruya…”Vatan Haini” diye yaftalandığını anımsayarak…Çağdaş Türk resminin en önemli ressamlarından Erol Akyavaş’ın , ölümünden yaklaşık 12 yıl sonra müzayedelerin gözde sanatçısı olması da hiç şaşırtıcı gelmedi bizlere…Nobel ve Plutzer ödülü sahibi Ernest Hemingway’in, hayatın boş olduğuna dair yoğun duygular içine girip 62 yaşındayken av tüfeğiyle intihar etmesi hiç de utandırmadı bizleri?.. İngiliz edebiyatı’nın en önemli kadın yazarı, Virginia Woolf’ün, “Yaşamak neden böyle içler acısı?..Neden bir uçurumun yan başından geçen daracık bir yol gibi?..Kendimi sana doğru savuracağım yenilmeksizin ve boyun eğmeden ey ölüm…” diyerek intiharı da ders olmadı bizlere?..Çünkü hâlâ bilmiyoruz, yaşayan sanatçıların değerini…Değer kazanmak için ölmeyi bekliyorlar dizi dizi, sıra sıra…Üzülüyorum, bunun farkında olduğum için…

Sanatçılarımızın yaşarken değerini bilmiyoruz, orası tamam da çok yakınınızdaki sevdiklerinizin değerini biliyor musunuz?..Olumlu yanıt vermekte zorlanıyorsunuz, öyle değil mi sevgili dostlar?..Çok sevdiğinizi söylediğiniz yakınlarınızı üzüp onları göz yaşlarına gark etmiyor musunuz?..Sitemleriniz, acımasız söylemlerinizle hırpalamıyor musunuz onları?..Şimdi bilmeyecekseniz değerini sevdiklerinizin ne zaman bileceksiniz?.. Ölmeleri mi gerekecek bunun için…

Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir an, evinizde, iş yerinizde, çevrenizde çok sevdiğiniz dostlarınızın öldüğünü varsayın…Artık, onları bir daha göremeyeceğiniz düşüncesi bile çıldırtır sizi…Hemen açarsınız gözlerinizi…Kabullenemezsiniz, bu yok olup gitmeleri…Evet! Sevgili dostlar!..Değerini yaşarken bilelim sevdiklerimizin, el üstünde tutalım onları…Yaşama sevincimizin kaynağı olduklarını asla unutmayalım…Onların özellikle manevi desteklerine öyle ihtiyacımız var ki bunu asla aklımızdan çıkarmayalım…

“Bir yakınımız severek evlendiği kocasından daha sonra kendine uygun bir eş olmadığı gerekçesiyle soğudu…Onu beğenmemeye, aşağılamaya başladı…Eşi ona göre olmayabilirdi; ama iyi bir insan olduğu her halinden belliydi… Sabırlı bir insan olduğu için de her şeye katlanıyor, hakaretlere karşılık vermiyordu…Bizi çok üzüyordu bu durum…Çocuklar da annelerinin telkiniyle babalarını saymıyorlar, tersine düşman gibi bakıyorlardı ona…Yine de o, çocukları için deli divane oluyor, kötü davranamıyordu… Bir babanın aşağılanması aslında çok kötü bir davranış biçimiydi ve ne anneleri ne de çocuklar bunun farkındaydı…Dışarıdaki tüm alışveriş işleri babaya aitti…Yine böyle alışverişe çıktığı bir gün trafik kazası sonucu hayatını kaybetti…Cenazesi defnedilirken ne eşi ne de çocukları üzgündü…Bir hafta sonra herkes cenaze evinden ayrıldı…Kocasının ölümünden sonra mutlu olacağını düşünen kadın, davranışları nedeniyle ona kızan akrabaları tarafından ziyaret edilmedi…Aradan yıllar geçti, çocuklarının da çeşitli nedenlerle evden ayrılmasından sonra yalnız kaldı ve bunalıma girdi…Öğrendiğimize göre şimdi iki günde bir eşinin mezarına gidip dua ediyormuş…Değerini bilemedim senin, diye ağlıyormuş…” neye yarar bu pişmanlık?..Çünkü, her şey şimdi boş ve anlamsız artık!..

Sabahleyin kalkar kalkmaz ilk işim eşime ve kızıma sarılmak olur… Her an değerlerinin farkındayım; çünkü…Onlar benim yaşama sevincim, hiç incitmek istemem …Kıyamam, onlara…Her sabah sağlıklı ve mutlu gördüğüm için Tanrıma şükrederim…

Yaşarken değerini bilelim sevdiklerimizin!..Elimizden bir sabun gibi kayıp gitmeden…


Asım ERDOĞAN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum