Yüreğinizi yazıya dökün.
Asla konunuzdan ve konunuza karşı olan tutkunuzdan utanç
duymayın.
"Yasaklanmış" tutkularınız, büyük olasılıkla
yazmanız için sizi tetikleyecek. Tıpkı uzun zaman
önce ölmüş babasına karşı yaşamı boyunca öfke duymuş olan
Amerikalı büyük oyun
yazarımız Eugene O'Neill, yaşamı boyunca annesine karşı
öfke içinde olan Amerikalı büyük
akıllarını çelen baştan çıkarıcı Ölüm Meleği'yle mücadele
veren Sylvia Plath ve Anne Sexton
gibi. Dostoyevski'de şiddetli bir kendini yaralama ve
Flannery O'Corınor'da "inanmayanlar'ın
sadistçe cezalandırılmaları içgüdüsü. Edgar Allan
Poe'daki delirme ve geriye döndürülmez,
ağza alınmaz bir suç işleme korkusu bir ihtiyarı ya da
bir eşi öldürme, birisinin "çok sevilen"
kedisinin gözlerini çıkarma. Saklı kalmış benliğinizle ya
da benliklerinizle mücadeleniz
sanatınıza yol verir; bu hisler, yazmanızı yönlendiren ve
başkalarına belirli bir uzaklıktan
"çalışmak" olarak görünecek saatleri, günleri,
haftaları, ayları ve yılları olanaklı kılan ateştir.
Zar zor anlaşılan bu dürtüler olmasa, görünüşte daha
mutlu bir insan ve toplumunuzun daha
ilgili bir yurttaşı olabilirsiniz fakat muhtemelen esaslı
bir şeyler yaratmazsınız.
Daha yaşlı bir yazar, yeni bir yazara ne tür bir öneri
vermeye cesaret eder? Ancak yıllar önce
kendisine söylenmiş olmasını isteyebileceği şeyi:
Cesaretiniz kırılmasın! Etrafınıza yan yan
bakışlar atmayın ve kendinizi akranlarınız arasındaki
başkalarıyla kıyaslamayın! (Yazmak bir
yarış değildir. Aslında "kazanan" kimse olmaz.
Tatmin, çabada ve nadiren neticede gelen
ödüllerdedir.) Ve yine; yüreğinizi yazıya dökün.
Farklı şeyleri ve gerekçelendirme yapmadan okuyun. Okumak
istediğinizi okuyun,
başkalarının size okumanız gerektiğini söylediği şeyi
değil (Hamlet'in dediği gibi,
"'meli,malı'nın ne demek olduğunu bilmiyorum").
Sevdiğiniz bir yazara dalın ve onun ilk
yapıtları da dahil olmak üzere yazdığı her şeyi okuyun.
Özellikle de ilk yapıtlarını. Büyük bir
yazar, büyük, hatta iyi olmadan önce, belki de tıpkı
senin gibi bir yol arıyor, el yordamıyla bir
ses edinmeye çalışıyordu.
Özellikle kendi kuşağınız için değilse de, kendi
zamanınız için yazın. "Gelecek nesil" için
yazamazsınız öyle bir şey yok. Mazi olmuş bir dünya için
yazamazsınız. Bilinçsizce var
olmayan bir okuyucuya sesleniyor olabilirsiniz; memnun
olmayacak birini ve memnun
etmeye değmeyen birini memnun etmeye uğraşıyor
olabilirsiniz.
(Fakat kendinizi "yüreğinizi yazıya dökmek"
konusunda yetersiz hissederseniz ürkek,
utangaç, başkalarının hislerini incitmekten ya da
yaralamaktan korkmuş gibi, makul bir
çözüm bulmayı ve takma isimle yazmayı isteyebilirsiniz.
"Kalem adı"nda mükemmel bir
biçimde özgürleştiren, hatta çocuksu bir şey var: yazı
yazdığınız ve size ekli olmayan bir
araca verilen hayali bir isim Koşullarınız değişirse,
yazan kimliğinize her zaman sahip
çıkabilirsiniz. Her zaman yazan kimliğinizi terk edebilir
ve bir yenisini yaratabilirsiniz. Erken
yayımlanmak, şüpheli bir lütuf olabilir: hepimiz ilk
kitaplarını yayımlatmamış olmak için her
şeyi verebilecek ve var olan tüm kopyaları satın almak
için dolanan yazarlar tanırız. Çok geç!)
(Pek tabii ki, öğretmeyi, dersleri, okumaları içeren
profesyonel bir yaşam istiyorsanız toplum
içinde bilinecek bir isim kullanmak durumunda
kalacaksınız. Fakat yalnızca bir isim.)
Dünyanın size adil davranmasını beklemeyin. Hatta
merhametlice davranmasını bile
beklemeyin.
Hayat, tepe üstü yaşanır; tıpkı lunapark treninde yol
almak gibi: "sanat" soğukkanlı bir
biçimde seçicidir ve yalnızca geçmişe bakılarak
yaratılabilir. Fakat hayatı, onun hakkında
yazmak için yaşamayın çünkü böyle yaşanan bir
"hayat" yapay ve anlamsız olacaktır.
Büsbütün alternatif bir yaşam keşfetmek daha iyi. Çok
daha iy
Çoğumuz, hayatımızın akışı içinde pek çok kez sanat
yapıtlarına aşık oluruz. Kendinizi bir
başkasının yapıtına hayranlık duymaktan, hatta tapmaktan
alıkoymayın. (Degas Manet'ye
nasıl tapardı! Melville Hawthorne'a nasıl aşıktı! Ve
Whitman genç, tutkulu ve coşkuyla dolup
taşmış kaç şaire baba olmuştu!) Heyecan verici, dikkat
çekici, rahatsızlık verici bir ses ya da
düşünce bulursanız, kendinizi ona verin. Ondan
öğrenecekleriniz olacaktır. Hayatım boyunca
Lewis Carroll, Emily Bronte, Kafka, Poe, Melville, Emily
Dickinson, William Faulkner,
Charlotte Bronte, Dostoyevski gibi çok farklı yazarlara
aşık oldum (ve hiçbir zaman da aşık
olmaktan tam olarak vazgeçmedim). Bir süre önce, Mark
Twain'in Huckleberry Finn’ini
okurken, romanın tüm bölümlerini ezberlemiş olduğumu fark
ettim. James T. Farrell'in şimdi
adeta okunmamış gibi olan Studs Lonigan adlı üçlü
yapıtını yeniden okurken, tüm bölümleri
ezberlemiş olduğumu fark ettim. Emily Dickinson'ın, büyük
olasılıkla kendisinden bile daha
ayrıntılı bildiğim şiirleri var; bu şiirler belleğime
öyle bir biçimde kazınmışlar ki, onunkinde
böylesine yer edemezlerdi. William Butler Yeats'in, Walt
Whitman'ın, Robert Frost'un, D.H.
Lawrence'ın, ilk keşfedişimin üzerinden yıllar geçtikten
sonra bile içimi hala heyecanla
titreten şiirleri var.
Bir idealist olmaktan, romantik ve "arzulu"
olmaktan utanç duymayın. İlginize karşılık
vermeyecek insanları arzularsanız, arzunuzun muhtemelen
onlara dair en değerli şey
olduğunu bilmelisiniz. Karşılıksız olduğu sürece.
Klasikler hakkında çabucak peşin hüküm vermeyin. Çağdaş
eserler hakkında da. Okumak için
zaman zaman beğeninize ya da beğeniniz olduğuna
inandığınız şeye aykırı kitaplar seçin. Bu,
erkek dünyasıdır; duyarlılığı feminizmle ateşlenen bir
kadın, burada can sıkıcı ve rahatsız
edici pek çok şey bulur, fakat gözlerini dikip içeriye
bakan bir yabancı olmanın ne anlama
geldiğini bilmekte öğrenecek ve esinlenecek çok şey
vardır. Yirmi birinci yüzyılın bakış
açısıyla okunan ve biri kendi dehası içinde ilkel, diğeriyse
cesaret kırıcı bir biçimde "modern"
olan Homeros'un Odysseia'sı ve Ovidius'un Metamorfoz’u
gibi büyük yapıtlar, kadın ve erkek
okuyucuları çok farklı şekillerde etkiler. Bir kadın
acısının, öfkesinin ve "adalet" umudunun
gerçekliğini kabul eder; hatta intikam umudu bile,
yaşamında olmasa da yapıtlarında iyi bir
şey olabilir.
Dil, sayfa üzerinde buz gibi soğuk bir araçtır. Bizler,
oyuncular ve sporculardan farklı olarak,
dilersek yeniden hayal edebilir, gözden geçirip
düzeltebilir ve tamamen yeniden yazabiliriz.
Çalışmamız tıpkı bir taşa basılır gibi bir kitaba
basılmadan önce üzerindeki hükmümüzü
koruruz. İlk karalama tökezletebilir ya da bitkin
düşülebilir, fakat bir sonraki karalama ya da
karalamalar daha yüksek bir seviyeye geçirecek ve
ferahlatacaktır. Yeter ki inancınız olsun:
ilk cümle, son cümle yazılana dek yazılamaz. Ancak o
zaman nereye gittiğinizi ve nerede
olduğunuzu bilirsiniz.
Roman, tek çaresi roman olan bir derttir.
Ve son bir kez daha: Yüreğinizi yazıya dökün
Joyce CAROL QUATES
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum