ÇANAKKALE ZAFERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇANAKKALE ZAFERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mustafa Kemal Atatürk anlatıyor:

Bombasırtı Olayı


“Bombasırtı olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’anı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i Şehâdet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak, cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

10 Ağustos Conkbayırı Muharebesi

Ian Hamilton’un Anafartalar Bölgesi’ne açmış olduğu yeni cephenin amacı Kocaçimentepe idi. Bunun yanında Kocaçimen’in bir parçası olarak ta Conkbayırı’ydı. Albay Mustafa Kemal’in Anafartalar Bölgesi’ndeki başarının Kocaçimen bölgesinin tutulmasını garanti altına almadığı düşüncesi ile bu bölgeyi Anzac ve İngiliz birliklerine kaptırmamak için kuvvetlerini bu zirve bölgesine yerleştirmeyi planlar. Bunun üzerine Mustafa Kemal ve Kurmayları Çamlıktekke’den Conkbayırı’na yönelirler ve düşman uçaklarının takibi altında zorlukla 8. Tümen karargahına ulaşırlar.
Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal, tümen karargahından almış olduğu bilgiler ışığında 10 Ağustos sabahı saat 04.30’da baskın şeklinde bir taarruza karar verir. Conkbayırı’nda ise 8. Tümene bağlı 23. ve 24. Alaylar bulunmaktaydı. Taarruza iştirak edecek iki alay ise daha gelmemişti. Bu alaylar ise 28. ve 41. alaylar idi.
Mustafa Kemal O geceyi 8. Tümen karargahında geçirir. Tümen Komutanı ve Kurmaylarına taarruzun nasıl yapılacağını anlatır. Mustafa Kemal’e göre taarruz şu şekilde yapılacaktı. “Hücum cephesinde 24. Alay’la bazı perakende erlerden bir avcı hattı vardı. Bu hattın düşmana mesafesi azami 20-30 adımdı. İhtiyatta bulunan 24. Alay Conkbayırı’na karşı ve yeni gelmekte olan 28. Alay bunun solunda olarak, Şahinsırt’a karşı karanlıkta fevkalade sükunet ve disiplinle, avcı hattının 20-30 adım kadar gerisinde taarruz cephesi boyunca harp safı düzeninde bir vaziyet alacaktı. Gecikmiş olan 41. Alay da gelişindeki vaziyete göre kullanılacaktı. Düşmana katiyen tüfek ve tabii ki top ateşi yapılmayacaktı. Erler süngü takacaklardı. Kararlaştırılacak anda harp saf düzenindeki asker hücum yürüyüşüyle düşmana atılacak ve önündeki avcı hattı da ona katılacaktı.”
Bu karar üzerine Mustafa Kemal, 10 Ağustos sabahı yapılacak taarruz için 8. Tümen komutanına alınacak düzen hakkında direktifi verir. Bunun üzerine askerler düzenlenir. Bütün askerler süngü takmış bir vaziyette siperlerinde beklemekteydi. Artık hücum zamanı yaklaşmıştı. Albay Mustafa Kemal o anı bizlere şu şekilde anlatır, “Gün doğmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun yapılmasını bekleyecektim. Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anıydı. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tamamen ağaracak ve düşman askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı düzende duran askerimiz üzerinde bir defa patlarsa, hücumun imkansızlığına şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Tümen Kumandanı’na rastladım. O da ve her ikimizin refakatimizde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet seri ve kısa bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki: “Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.” Kumandan ve subaylara da işaretime askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim. Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretimi verdim.”
İşaretin verilmesi üzerine süngü takıp hazır halde bekleyen Mehmetçik ok gibi siperlerinden fırlayarak karşı siperlere daldılar. Conkbayırı sırtlarında olan Yeni Zelanda askerlerinin iki taburluk kuvvetinden kurtulabilenler, yamaçtan aşağıya doğru düzensiz bir şekilde geri çekildiler.
Yine bu anı bizlere Albay Mustafa Kemal (Atatürk) şu şekilde anlatır: “Bütün askerler, subaylar, artık her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini, verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız, kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir şey işitilmiyordu: Allah, Allah, Allah!..”
Ön siperlerde bulunan düşman askerleri bu seri saldırının üzerine silahına davranamadı ve kısa sürede imha edildi. Sağ kanattan ise 23. Alay askerleri, geriye çekilen Yeni Zelanda ve İngiliz askerlerini takibe aldı. Ağıldere kesimine saldıran Türk askerleri ile Tuğgeneral Boldwin komutasındaki dört taburluk bir kuvvet saat 10.00’da şiddetli bir çarpışmaya tutuştu. Bu saldırı sonucu General Boldwin ve Kurmay Başkanı da hayatını kaybetti. Ağıldere kesimi nihayetinde Türk tarafının eline geçmişti.
Muharebe şiddetini sürdürürken, Çanakkale Muharebesi sonucunda Türk milletinin gönlüne taht kuracak olan Mustafa Kemal ise ölümün eşiğinden dönecekti. Yaşanan olayı 64. Alay Komutanı olan Yarbay Servet bize şu şekilde anlatır: “Süngü hücumu sırasında Conkbayırı tepesinde Mustafa Kemal’in yanındaydım. Düşmanın şiddetli topçu ateşi başladıktan sonra elini birden göğsüne götürdüğünü gördüm. Heyecanımı sezen o metin asker, parmağını ağzına götürerek ve başını kaşlarını yukarıya kaldırarak bana sessiz olmamı işaret etti.”  Mustafa Kemal’in göğsüne isabet eden şarapnel, O’nun göğsünde bulunan saatine çarpmıştı. Saat parçalanmıştı ve göğsünde küçük bir morluk oluşmuştu. İşte bu saat Mustafa Kemal’i Türk milletine bahşetmiştir.
Taarruz saat 12.15’te Mustafa Kemal tarafından durdurulur. Akşama doğru Mustafa Kemal Kurmay Başkanı ile birlikte 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in yanına giderek saldırı hakkında bilgi verir. Muharebe esnasında göğsüne bir şarapnel parçasının çarptığını ve şarapnelin saatine isabet ettiğini söyler. Saati ise o günkü başarının hatırası olarak Liman Von Sanders’e hediye eder. Liman Paşa ise Mustafa Kemal’e kendi altın saatini hediye eder.
10 Ağustos 1915 günü yapılan Conkbayırı Türk saldırısı, düşman askerlerinin Conkbayırı’nı ele geçirme ümidini kursağında bırakmıştır. Ayrıca Mustafa Kemal’in dahi bir komutan olduğunu bizlere tekrardan göstermiştir.
Kazandığımız an bu andır

(Atatürk’ün Çanakkale Savaşı anıları içerisinden önemli bir savaş taktiği anısı)
Albay Mustafa Kemal anlatıyor:
“…Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat (erat) o müşkül araziyi bilâ tevakkuf kat’etmek (hiç durmadan geçmek) yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umku (derinliği) pek ziyade derinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden mestur (örtülü) olarak on dakika kadar tevakkuf edecekler, sonra beni takip edeceklerdi. Ben de, orada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi’nden Conkbayırı’na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabitim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebel topçu tabur kumandanı olduğu halde evvelâ atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı’na vardık.
Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim ânı bence budur.
Bu esnada Conkbayırı’nın cenubundaki (güneyindeki) 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren (gözetleme ve korunması göreviyle) orada bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Bizzat bu efradın önüne çıkarak:
- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
- Efendim düşman! dediler.
- Nerede?
- İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemal-i serbesti ile (tamamen serbest olarak) ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki, düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena vaziyette duçar olacaktı (düşecekti). O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakeme-i mantıkiye (mantıki durum tartışması) midir, yoksa şevki tabiî (içgüdü) ile midir, bilmiyorum; kaçan efrada:
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa, süngünüz var, dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım, yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.” 




Albay Mustafa Kemal



Çanakkale Savaşı sonrası rapor veren İngiliz Generali, mektubunda:
"Ölmek için savaşan bir orduyu yenmemiz imkansızdı. İstifamızı hoşgörün." yazmıştı..
****
Çanakkale Zaferi'nin 99. yıldönümü dolayısıyla
Başta Ulu Önderimiz Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüz ve silah arkadaşları olmak üzere tüm şehitlerimizi, saygı ve şükranla anıyoruz...








Türk'ün en büyük kurtuluş destanı olan bu savaşta binlerce kayıp verdik belki ama hiçbir zaman yast tutmadık. Çünkü verilen canlar bu topraklar içindi, verilen can kutsal bir amaç uğruna, vatan, millet, bayrak. Allah aşkınaydı. Arkalarında gözü yaşlı analar, babalar, eşler, yetimler bırakıldı belki ama, bu toprak için verilen can bir değil binlerce kez verilmeye değerdi...

Ben bir şehit torunuyum. Annem ise hem şehit kızı hem şehit torunu. Bu nedenle belki de bir insanın hayatında ki en büyük gururlardan birini taşıyoruz yüreğimizde, şehit yakını olarak. 
Onlara çok şey borçluyuz, herşeyden önce soluduğumuz havayı, bastığımız toprağı kısacası vatanımızı...

Ne diyordu büyük şair Necmettin Halil ONAN;  

"Dur Yolcu ! Bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir."


Evet, bilmeden gelip basmışlardı bu toprağa ama bilmiyorlardı ki geldikleri gibi de gidecekler...Çünkü Türk askerinin yüreğindeki iman gücü, vatan ve millet aşkı ile dolu yüreğinin karşısında durabilecek hiçkimse yoktu bu dünya üzerinde. Ve öyle de oldu geldikleri gibi de gittiler. Anladılar ki Türk'e karşı savaşmak bir delilikti gördüler. Çünkü şairimizin de şiirinin son dizesinde söylendiği gibi Hürriyet aşkını tadan milletler asla ve de asla esir olma yolunu seçmezler. Kaybedecekleri canları da olsa vatanları uğruna feda ederler...

Bu sebeple Çanakkale Zaferi’nin 98. yıldönümünde, başta 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte, bu zaferde emeği geçen Mehmet Çavuş’ları, Seyit Onbaşı’yı ve isimsiz kahramanlarımız Mehmetçiklerimizi saygıyla anıyor, hepsine Allah’tan rahmet diliyor, şükranlarımı sunuyorum…

Sizleri Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız... !

                                                               Mehpare ÖĞÜT

                                          NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE !




Not : Çanakkale Geçilmez adı altında ve iki bölüm halinde vermiş olduğum bilgiler, internet ortamından toplanılan çeşitli kaynaklardan yola çıkarak paylaşılmıştır. Resimler ise yine internet ortamından sağlanmıştır...

“Bir Tümen Komutanı’nın üç ayrı yerde tek başına giriştiği hareketlerle bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek nadirdir.”

                                                                 İngiliz Generali Aspinal


I. Dünya Savaşı başladığında Bulgaristan Sofya’da “ateşemiliter” olan Atatürk, oldukça rahat bir yaşam sürmesine karşın, vatanına ve de milletine duyduğu sevgiden dolayı üstüne düşen bir borcu olduğunu düşünüyordu ve bu borcu ödemenin de en güzel yolunun Çanakkale Savaşı’na katılmak olduğunu biliyordu. Atatürk, 1914 Kasım’ında Başkomutanlık vekaletine müracaat etmiş ve cephede aktif bir göreve getirilme isteğini bildirmiştir. Ancak kendisine verilen yanıtta “Sizin için orduda her zaman bir görev vardır. Ancak Sofya Ateşemiliterliği’ni daha önemli gördüğümüzden sizi orada bırakıyoruz” Bu yanıt karşısında 1914 Aralık ayında Sofya’dan Başkomutan vekili Enver Paşa’ya yazdığı mektupta ; “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz.” Diyerek yenilemiştir. (Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara, 1999, s.33,34).
Atatürk kendi ısrarları üzerine 20 Ocak 1915’te Esat Paşa komutasındaki 3.Kolorduya bağlı, Tekirdağ’da kurulacak 19.Tümen Komutanlığı’na atanmıştır (Kocatürk, age, s.34)

Atatürk, Çanakkale Savaşı’na “yarbay” olarak başlamıştır, fakat beş hafta sonra 1 Haziran 1915’te “albay” olmuştur (Kocatürk, age, s.50).

2 Şubat 1915’te Tekirdağ’a gelen Atatürk, 19. Tümeni kurma çalışmalarına başlamış, 25 Şubat 1915’te, Tekirdağ’daki 19. Tümen Komutanlığı, Maydos (Eceabat)’a nakledilmiş ve Atatürk, 19. Tümen ve Maydos Bölge Komutanlığı’na getirilmiştir. (19. Tümene ek olarak, 9. Tümen’in 2 piyade alayı bazı topçu birlikleri de Maydos Bölge Komutanlığı emrine verilmiştir).

23 Mart 1915’te Maydos Bölgesi Komutanlığı genişletilerek, “Müstehkem Mevki Rumeli Bölgesi Komutanlığı” adını almış ve komutanlığına Albay Halil Sami Bey getirilmiştir. Atatürk’ün komuta ettiği 19. Tümen, ordu yedeğine alınarak 3. Kolordu Komutanlığı’nın emrinde yine Maydos’ta bırakılmıştır. 24 Mart 1915’te Atatürk, bir aydır devam ettirdiği Maydos Bölgesi Komutanlığı’nı Albay Halil Sami Bey’e bırakarak 19. Tümen Komutanlığı’na dönmüştür.

 18 Nisan 1915’te, Atatürk’ün komutasındaki 19. Tümen, Çanakkale’ye yeni atanan Mareşal Liman von Sanders’in komutasındaki 5. Ordu’nun “yedeğine” alınarak Bigalı köyüne gönderilmiştir. Böylece Atatürk, Maydos’tan Bigalı’ya geçmiştir.

Çanakkale Savaşı öncesinde, Osmanlı ordusunun başındaki Alman General Liman von Sanders, Çanakkale’ye İngiliz çıkarmasının, Saroz Körfezi ve Anadolu kıyılarından, özellikle Bolayır’dan yapılacağını düşünürken, Yedek Tümen Komutanı Yarbay Atatürk, Çanakkale’ye İngiliz çıkarmasının Anafartalar bölgesinden; Alçıtepe ve Kocaçimen’den yapılacağını belirtmiştir.Gelişmeler, Atatürk’ü haklı çıkarmıştır.

25 Nisan 1915’te İngiliz, Fransız ve Anzak birlikleri Çanakkale’ye sabaha karşı Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale sahillerinden çıkarma yapmaya başlamıştır. Seddülbahir’e çıkan düşman, kıyı topçusunun yoğun ateşi ve kuvvetlerimizin karşı taarruzuyla durdurulmuş, Kumkale kıyılarından yapılan çıkarma gelişememiş, Arıburnu’na çıkan düşman ise, Atatürk komutasındaki birliklerce geri püskürtülmüş ve bozguna uğratılmıştır (Kocatürk, age, s.38,39). Çanakkale’ye 25 Nisan 1915’te, saat 05:30 civarında ayak basan düşman çıkarma birlikleri, 09:45’te karşılarında Atatürk’ü ve 57. Alayı bulmuşlardır. 25 Nisan 1915’teki ilk çıkarma başladığında Çanakkale Bigalı Köyü doğusunda Değirmenlik mevkiindeki karargahında bulunan 19. Tümen Komutanı Yarbay Atatürk, çıkarmayı haber alıp, (Maltepe’deki 77. Alay ve 9. Tümenden aldığı raporlarla), harekete geçmeden önce, Gelibolu’daki 3. Kolordu Komutanlığı’na saat 07:00’da şu raporu yazmıştır: “Kabatepe ile Arıburnu arasında karaya çıktığı öğrenilen düşman kuvveti, henüz anlaşılamadı. Düşmanın Kocadere batısındaki sırtları işgal etmesine meydan vermemek için 57. Alay ve bir dağ bataryasını şimdi o tarafa hareket ettiriyorum. Düşmanın kuvvet ve durumunu anlamak, ona göre gerekli tedbirleri almak üzere Tümen Kurmay Başkanını karargaha bırakarak bizzat oraya gidiyorum. Büyük kısmını kullanılmasını gerektirecek bir hal olunca tümenin başına geleceğimi arz ederim”. Bu raporu yazdıktan sonra, inisiyatif kullanarak, 07:45’de karargahından hareket etmiş ve 57. Alayla birlikte saat 09:40’da Kocaçimen’e varmıştır (Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, İstanbul, 2008, s.272-275; İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, (1912-1922), Ankara, 1993, s.83). “Bu güzergahta yol yoktu. Arazi sarp ve derin derelerle kesilmişti. Her tarafı yüksek ve çok sık fundalıklar sarmıştı. Tüm çabalara karşın yaklaşma yürüyüşü biraz gecikti. Saat 09:40 sularında Kocaçimen tepesine ulaşıldı. Asker bir hayli yorulmuş ve yürüyüş kolunun derinliği de uzamıştı.” (Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, s. 276). Atatürk Kocaçimen tepesinde yaklaşık 10 dakika 57. Alayı dinlenmeye bırakarak kendisi atına atlayıp sarp araziden Conkbayırı’na gitmiştir. Buraya geldiğinde, 27. Alay 2. Taburun “Balıkçı Damlarındaki”savunma müfrezinden arta kalan erlerin, 261 rakımlı tepeye (Conkbayırı’nın güneyindeki platonun üzerinden kuzeye) doğu geri çekildiklerini görmüştür. İşte tam o an atından inen Atatürk, düşmandan kaçan Türk erlerinin tam önünde durarak o ünlü “düşmandan kaçılmaz” konuşmasını yapmış; kaçan erlere süngü taktırıp yere yatırarak, bozguna uğramış bir birlikten arta kalanlardan bir savunma hattı kurmuştur. Ve habercileri aracılığıyla 57. Alay komutanına hızla bölgeye intikal etmesi emrini ermiştir. Bu emri alan 57. Alay’ın öncüleri saat 10:00 sularında Conkbayırına varmışlardır. Balıkçı Damlarından kaçan Türk ordusunun yeniden savaş durumuna geçtiğini gören düşman kuvveti neye uğradığının şaşkınlığını yaşarken yetişen 57. Alay ve 8. Tabur düşmana saldırmıştır. Atatürk komutanlara verdiği emirde: “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi  emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” demiştir. Karaya çıkan Anzaklar sekiz taburdan fazladır Hemen süngü taktırarak düşmana saldırı emri veren Atatürk kendisi Conkbayırı’ndan hareketi yönetmiş; sağdaki ve soldaki birliklerle bağlantı kurmaya çalışmıştır. Atatürk anılarında Conkbayırı’ndaki o mücadeleyi “Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.” sözleriyle anlatmıştır. Conkbayırı sırtlarında yaşanan boğaz boğaza çatışma sonunda 57. Alay’ın neredeyse tamamı şehit olmuş, ama düşman çıkarması da sonuçsuz kalmıştır. Atatürk’ün ifadesiyle “kazandığımız an bu andır.” (Mütercimler, Gelibolu, s. 288-306). Yarbay Atatürk, tümeninin diğer alaylarını da bölgeye getirip 27.Alay’ı da emrine aldıktan sonra saat 16:00’da yeniden karşı taarruza geçmiştir. Atatürk, 15.000 kişilik düşman kuvvetine 5.000 kişilik bir kuvvetle direnmiş ve düşmanı geri çekilmek zorunda bırakmıştır. Atatürk, taarruzlara gece de devam etmiştir. Atatürk, yönettiği, 25 Nisan 1915 taarruzunu, gece saat 10:00’da 3. Kolordu Komutanlığı’na çektiği telgrafta şöyle anlatmıştır: “Sağ kanatta Alay 57, sol kanatta Alay 77, Alay 27, Arıburnu istikametinde taarruz etmektedir. Düşman mavnalara binip kaçmaya başladı. Umum cephede düşmana taarruz ve (düşmanı) takip ediyorum. Sağ kanatta taarruz eden Alay 57’yi Alay 72’den bir taburla takviye ederek hücuma sevk ediyorum.” (Kocatürk, age, s.39, 40).


25/26 Nisan 1915’te düşman Arıburnu ve Conkbayırı’ndan yeni çıkarmalar yapmış ve her seferinde karşısında Atatürk’ün komutasındaki Mehmetçiği bulmuştur. Örneğin, 26 Nisan tarihinde Conkbayır’na yapılan taarruzu Atatürk, daha sonra Kemalyeri diye adlandırılacak yerden yönetmiş, Kanlısırt-Kırmızısırt hattında düşmana ağır kayıplar verdirerek, düşmanı kıyıya çekilmeye zorlamıştır (Kocatürk, age, s.40). Atatürk anılarında, “Diyebilirim ki benim için en kritik durum 26 Nisan günü idi” demiştir. Şüphesiz bunun bir anlamı vardır. Tümen cephesinin asıl yükünü çeken 57. ve 27. Alaylar , kendilerinden sayıca ve silahça çok üstün durumdaki düşmanla savaşmaktan yorgun, aç ve uykusuz düşmüşlerdi. Birkaç gece üst üste hücum üstüne hücum etmişlerdi. Atatürk, “En kritik dönem 26 Nisandı” derken birliklerinin çok hırpalanmış ve güçsüz duruma düşmüş olduklarını ifade etmek istemiştir. Müttefik güçlerin 26 Nisan sabahı yaptıkları saldırıda 57. Alay’ın geri kalan askerleri de ya “şehit” ya da “sağır” olmuşlardı. 19. Tümen Komutanı Atatürk, 26 Nisan akşamı verdiği emirde, “Bütün birliklerin bulundukları kıtaları tahkim etmelerini, muharebe hazırlıklarını tamamlamalarını, Kocadere köyünden tümen cephane dağıtım yerinden gerekli ikmalin erkenden yapılmasını, erlerin sıcak ve kuvvetli yemekle doyurulmasını…” istemiştir (Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, s. 286,287).

1 Mayıs 1915’te, Atatürk’ün komutasındaki 19. Tümen, Arıburnu cephesinde düşmana taarruz etmiş, istenen sonuç alınamayınca, Atatürk, 2 Mayıs’ta taarruzu durdurmuştur. Atatürk, muharebe sonunda, yayınladığı emirde: “Bizimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesinlikle bilmelidirler ki bize verilen namus görevini tam olarak yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur. Düşmanı denize dökmedikçe yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine şüphem yoktur.” demiştir.

 9/10 Mayıs 1915’te Arıburnu cephesinin sağ yanından taarruza geçen düşman, Atatürk’ün 19. Tümeni’ne bağlı birliklerce durdurulmuş ve geri püskürtülmüştür.

14 Mayıs 1915’te Bombasırtı’nı ele geçirmek isteyen İngilizler, gece saat 01:30’da çok şiddetli bir şekilde, Bobasırtı-Cesarettepesi kuzeyindeki Türk mevzilerine saldırmışlardır. Kanlı süngü çatışmalarından galip çıkan Mehmetçik siperlerini korumayı başarmıştır. Atatürk, Çanakkale Savaşlarına ait anılarını anlatırken Bombasırtı’na ayrı bir önem vermiş, Mehmetçiğin oradaki kahramanlığını ve inancını şöyle ifade etmiştir: “Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size, Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz, on metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine geliyor, fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?.. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok… Okuma bilenler Kuran’ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

19 Mayıs 1919 taarruzunda Türk ordusu çok büyük bir bozgun yaşamıştır. Enver Paşa, 11 Mayıs 1915’te yaptığı gizli görüşmede verdiği bir direktifle, Alma Liman von Sanders önderliğinde Türk savaş tarihindeki en en ağır yenilgilerden biri olan “19 Mayıs taarruzu” planlanmıştır. Türk tarafı, birkaç saat içinde, 3000’i şehit olmak üzere 9000 kayıp vermiştir (Mütercimler, age, s.293,294).

30 Mayıs 1915’te, Çanakkale Ağıldere’de İngilizlerle şiddetli çarpışmalar yaşanmış, Atatürk’ün komuta ettiği ordular Ağıldere muharebesini kazanmıştır.

4/5 Haziran 1915’te İngilizlerin gece Arıburnu cephesindeki siperlere saldırmaları üzerine başlayan mücadeleyi, sabaha karşı Düztepe’deki karargahından Tümen cephesine gelen Atatürk yönetmiştir. 19.Tümen birlikleri, işgal edilen siperleri düşmandan geri almıştır.

7 Haziran 1915’te Atatürk, Kemalyeri’ne giderek 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’yla görüşmüş ve tümeni için yeterli miktarda el bombası istemiştir.

6 Ağustos 1915’te Yeni Zelandalıların Sazlıdere ile Ağıldere arasından Conkbayırı’na doğru ilerlemeye başladıkları anlaşılmıştır. Bu bölgeden gelen silah sesleri üzerine 19. Tümen Komutanı Atatürk, emrindeki 18.27.57. ve 72. Alay komutanlıklarına gece saat 01:10 itibariyle şu uyarı emrini yayınlamıştır: “Genel durum pek önemlidir. Komutanlar ve subaylardan her zamankinden çok olağanüstü uyanık fedakarca çalışma isterim” Atatürk, Enver Paşa, Liman Paşa ve Esat Paşa ile görüş ayrılığı içindedir. Atatürk’ün Esat Paşa ile olan görüş ayrılığının nedenlerini, Hamilton’un, Suvla limanına yaptığı çıkarmanın hemen öncesinde Atatürk ile Esat Paşa arasındaki konuşmalardan anlamak mümkündür. Atatürk bunu “Anafartalar Hatıraları”nda anlatmıştır. Atatürk, düşman kuvvetlerinin Arıburnu’nun kuzeyinden çıkacaklarını üst makamlara üç kez söylemiştir: Kendi komuta yerine ziyarete geldiğinde 1 Haziran’da Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Kazım’a söylemiş; 3 Haziran’da Kuzey Grubu Komutanlığı’na yazmış; 9 Haziran’da da telefonla Grubun Kurmay Başkanı’nı (Kazım Bey’i) arayarak konuyu komutanına (Liman Paşa’ya) anlatmasını istemiştir. Ancak Atatürk’ün bu istekleri, bu bölgeye bir tabur verilmesiyle sonuçlanmıştır. Oysa ki Atatürk işi çok daha geniş çapta düşünmektedir: Arıburnu cephesinin bir komuta altında, bunun kuzeyinin (Arıburnu ve Anafartalar arası) başka bir komuta altında, Kabatepe bölgesinin de başka bir komuta altında bulundurulmasını istemiştir. Bunu 1 Haziran’da Ordu Kurmay Başkanı’na anlattıktan sona, sorun, 9-12 Haziran arasında yazışmalara konu olmuş ve sonunda Kuzey Grubu Komutanı ile Kurmay Başkanı, Yarbay Fahrettin, Atatürk’ün Düztepe’deki komuta yerine gelerek arazi üzerinde tartışmışlar ve kendilerine göre Atatürk’ü içine düştüğü saplantıdan çıkarmak istemişlerdir!Atatürk’ün yazışmalarında ısrarla önemini vurguladığı Sazlıdere’nin yatağı tam ayaklarının dibinden başlamaktadır. Hemen sağ taraflarında ise Sarıbayır silsilesinin üç önemli tepesi yükselmektedir. Bir süre Düztepe’den altlarındaki manzarayı seyreden Kolordu Kurmay Başkanı düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Bu arazide ancak çeteler yürüyebilir” Esat Paşa Atatürk’e dönerek, “Düşman nereden gelecek?” diye sormuştur. Atatürk, eliyle Arıburnu bölgesini göstererek “Buradan!” yanıtını vermiştir ve eliyle Arıburnun’dan başlayarak Kocaçimen tepeye kadar olan alanı göstererek “Düşman buradan hareket edecek” demiştir. Kolordu komutanı gülüp omzunu okşayarak, “Merak etme beyefendi, gelemez!” diyerek karşılık vermiştir. Artık daha fazla konuyu uzatmanın bir işe yaramayacağını anlayan Atatürk, “İnşallah sizin dediğiniz gibi olur” demekle yetinmiştir. Atatürk, Hamilton’un hareket planını doğru tahmin etmiştir. Çanakkale Savaşlarında onun sezgi gücü birkaç kez ortaya çıkmıştır ama buradaki durum farklıdır. Çünkü, sezginin dışında askeri bilgi ve yorum gücü devreye girmiştir. Fakat, sezgileriyle yoğrulmuş askeri bilgilerinden çıkan sonuçların uygulanması için “daha yüksek bir rütbe” gerekiyordu; ama rütbesi buna yeterli değildi. Anzaklar, Suvla’ya bir çıkarma yapıp Sazlıdere yatağından Sarıbayır tepelerine tırmandığında defterine şunları yazmıştır: “6 Ağustos’tan itibaren düşman taarruzları, iki ay önce sorumluluk sahiplerine boşu boşuna açıklamaya çalıştığım şekilde gelişmeye başladığı zaman onların neler hissettiğini bilmeyi çok isterdim




Olaylar, onların kendilerini bekleyen şeylere karşı zihnen hazırlıksız olmak suretiyle, milleti çok büyük tehlikelerle karşı karşıya bıraktığını göstermişti”.Atatürk’ün uyarıları Esat Paşa tarafından dikkate alınmamış bunun sonucunda hem Sazlıdere’den kuzeydoğuya uzanan engebeli arazi savunmasız kalmıştı, hem de Kemikli burnuna doğru uzayan ova, eksik kadrolu üç taburun savunmasına bırakılmıştı. Esat Paşa, Atatürk’ün, Sazlıdere’nin önemi nedeniyle ayrı bir kuvvet tarafından korunması konusundaki ısrarlarına verdiği yanıtta, Arıburnu cephesinin kuzeyinden Tuzla’ya kadar uzanan bölgeyi, yeni oluşturacağı bağımsız bir müfrezenin sorumluluğuna vereceğini bildirmiştir. Ancak bu taburları Alman Bibaşı Willmer komuta edecekti. Atatürk, buna da itiraz etmiştir. Ona göre, Sazlıdere’nin önemi dikkate alınarak buraya kuvvetli birlikler ayrılmalıdır. Atatürk’ün, Tümgeneral Esat Paşa ile yaptığı tartışmada söyledikleri bir bir gerçekleşmiştir: Atatürk, Anzakların geleceği yönü bilmiş, bu hattı tutamayan Türk ordusu onun öngördüğü gibi gerileyip Şahinsırt’a kadar çekilmiş ve Anzak kuvvetleri Türk hatlarının gerilerine sarkmıştır (Mütercimler, age, s.299-301)

6/7/8 Ağustos 1915’te İngilizlerin Arıburnu cephesine ve Conkbayırı’na saldırmaları üzerine çok kanlı çarpışmalar olmuştur. Atatürk, 7 Ağustos 1915’te saat 05:05’te, Kuzey Gurubu Komutanlığı’na yazdığı raporda: “Düşman gece yarısından başlayarak topçusuyla şiddetli ateş altına aldığı 18. ve 27. Alay cephelerine, saat 04:30’da hücum etmişse de Tanrı’nın yardımıyla ağır kayıplar verdirilerek hücum sonuçsuz bırakılmıştır.” Demiştir (Kocatürk, age, s.55).

8 Ağustos 1915’te, Conkbayırı İngilizlerin eline geçmiştir. 8 Ağustos sabahı saat 04:00’te solda bulunan Avustralya piyadesi Azmakdere’den Abdurrahmanbayırı’na doğru sağa çark ederek Kocaçimentepesi’ne saldırmıştır. Saldırı sırasında 14. 64 ve 25. Türk Alaylarının askerleri birbirine karışmış, 9. Tümen Komutanı yaralanmış ve 16. Kolordu Komutanı da cepheye gelip düzenleme yapmamıştır. Bu karışıklık içinde Atatürk, emrindeki 10. Alayı Conkbayırı’na koşturmuştur. Bu sırada telefonla orduların içinde bulunduğu karışıklığı Kuzey Grubu Komutanlığı’na bildirmiştir. Conkbayırı’ndaki durum o kadar kritik bir hal almıştır ki, Fahrettin Altay Paşa, Conkbayırı bölgesine “kudretli” bir komutanın tayin edilmesi gerektiğini anılarında şöyle ifade etmiştir: “8 Ağustos öğle vaki durum son derece tehlikeli hale geldi. Derhal Esat Paşa’yı görerek durumun şiddetle kötüye gitmekte olduğunu ve Conkbayırı bölgesine kudretli bir komutanın tayini lazım geleceğini, onun için de Mustafa Kemal Bey’in Kolordu Kumandanı olarak bu bölgeye verilmesini söyledim. Teklifimi uygun buldu, yalnız bilmem neden kendisinin bu teklif ordu komutanıa yapması lazım gelirken bana, ‘Siz bunu ordu kurmay başkanına teklif ediniz..’ dedi. Telefonla Kazım (İnanç) Bey’i buldum. Conkbayırı’ndaki tehlikenin büyümekte olduğunu izah ederek oraya Mustafa Kemal’in Kolordu Kumandanı olarak tayinini teklif ettim. Bu teklifi Esat Paşa’nın yanından yaptığımı da bildirdim. (...) Conkabayırı’ndaki tehlike gittikçe büyüyor ve önüne geçilmez bir hal almaya başlıyordu. Saat 20:00’da tekrar telefonla Kazım Bey’i aramıştım ki, hat kesilmiş, Kazım Bey, Mustafa Kemal’le konuşurken araya girdim…” (Mütercimler, age, s.302,33). Atatürk, saat 19:00’da Kuzey  Grubu Komutanı Esat Paşa’ya, Conkbayırı bölgesindeki kritik durumu anlatarak 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’i ikaz etmesini istemiştir. Conkbayırı’ndaki durumun iyice kötüleşmesi üzerine, 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders adına Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç), Atatürk’ü telefon başına çağırarak “Durumu nasıl gördüğünü?” sormuştur. Atatürk, bu soruya: “Bütün mevcut kuvvetlerin, komutam altına verilmesinden başka çare kalmamıştır!” diye cevap verince, şaşıran Kurmay Başkanı, “Çok gelmez mi?” diye sorunca, Atatürk, “Az gelir!” yanıtını vermiştir. İşte o kritik aşamada Atatürk gece saat 21:45’te Mareşal Liman von Sanders’in emriyle Anafartalar Grubu Komutanlığı’na getirilmiştir. Atatürk, o gece saat 01:30’da Anafartalar Grubu Komutanlığı karargahı’nın bulunduğu Çamlıtekke’ye giderek grubun komutasını eline almış ve 9 Ağustos günü sabahın ilk ışıklarıyla taarruz emri vermiştir (Kocatürk, age, s.56).  Burada üzerinde durulması gereken çok önemli bir nokta vardır: 8 Ağustos sabahı saat 09:00’da Anafartalar Grup Komutanlığı’na Saros Grubu Komutanı olan Beylerbeyli Ahmet Fevzi getirilmişti. Peki ne oldu da on üç saat sonra komutan değişti? 8 Ağustos’ta, Liman von Sanders, Kolordu Kumandanı Fevzi, 12. Tümen’in hemen Mestantepe’ye hücum etmesini istemiştir. Bu isteğe Fevzi, “Asker cebri yürüyüşten ve uykusuzluktan halsiz düşmüştür. Bu halde güpegündüz yapılacak bir taarruzdan başarı beklenemez. Yarın dinlenmiş askerlerle ve şafakla birlikte yapılacak bir hücumun başarı şansı çok daha fazladır.” diyerek geri çevirmiştir. Albay Fevzi, daha sonra Liman von Sanders’in bu yöndeki sözlü ve yazılı emirlerini de uygulamayınca Liman Paşa, onu görevden alarak yerine Atatürk’ü getirmiştir. Liman von Sanders anılarında bu görev değişikliğinin nedenini şöyle açıklamıştır:“Albay Fevzi’ye taarruzun akşam güneş battıktan sonra yapılmasını emrettim… Kolordu Komtanı’na gecikme sebebini sordum. Aldığım cevapta çok yorun olan birliklerin halen bir taarruz yapacak durumda bulunmadığını bildiriyordu. Bu nedenle daha o akşam Anafarta civarında toplanan bütün birliklerin komutasını Arıburnu cephesinin kuzey kanadında bulunan 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Bey’e verdim.” (Mütercimler, age, s.304,305).

9 Ağustos 1915’te Atatürk’ün komutasındaki kuvvetler Anafartalar bölgesinde düşmana saldırmıştır. 9 Ağustos günü hem Conkbayırı Muharebeleri devam etmiş hem de Birinci Anafartalar Muharebesi yapılmıştır. Atatürk, 7. ve 12. Tümenlerin sabaha karşı başlayan taarruzunu, Anafartalar  bölgesindeki bir tepeden başından sonuna kadar yönetmiştir. Düşman bozguna uğrayarak kaçmıştır. Taarruz sonrasında Atatürk akşamüzeri Anafartalar’dan ayrılıp Conkbayırı’na hareket etmiştir. Yol üzerinde Çamlıtekke’de, Liman von Sanders ile görüşerek akşam, Conkbayırı ile Suyatağı arasındaki 8. Tümen Karargahı’na gelmiştir. Burada son durumu inceleyerek, 10 Ağustos şafağında yapılacak taarruzun son hazırlıklarını tamamlamıştır (Kocatürk, age, s.57). Atatürk, 9 Ağustos Muharebelerini şöyle yorumlamıştır: “Elde edilen esirlerin ifadesinden, yalnız Suvla limanına çıkarılmış, 10. ve 11. Tümenlerden oluşan bir kolordu olduğu ve 7. Tümen ile Kocaçimen mıntıkasındaki diğer tümenlerimizin karşısındaki kuvvetin başlıca Avustralya ve Yeni Zelanda kıtaları bulunduğu anlaşıldı. Düşmanın fevkalade sayı üstünlüğü ve muharebe araçlarının bizimkilerle kıyaslanamayacak derecede çokluğu ve mükemmelliği karşısında bugün kazandığım başarı, amacımı tamamen gerçekleştirmişti. Hakikaten düşmanın bir kolordusunu zayıf bir tümenimle, Kireçtepe-Azmak arasında yenmiş ve Tuzla gölüne kadar takip edip orada durdurmuştum. 7.Tümen de Damakçılı istikametindeki düşmanın ilerlemiş bazı kısımlarını geriye attıktan başka, Conkbayırı ve Kocaçimen sırtlarına yönelen düşman kuvvetlerini üzerine çekerek orada durdurmuş bulunuyordu. Bu şekilde düşmanın asıl hedefi olduğuna şüphe kalmayan Conkbayırı ve Kocaçimen silsilesine sahip olması ertelenmiş oldu. Conkbayırı elinde bulunan düşman bugün orada faaliyetine devam edebilseydi şüphesiz bizim için vaziyetin düzeltilmesi zor bir şekil alırdı. Fakat bugünkü başarıyla, Conkbayırı düşman elinde kaldıkça bu tehlike bertaraf edilmiş sayılamazdı. Dolyaısıyla 12. ve 7. Tümenlerle başladığım taarruzu durdurmaya ve Conkabayırı tarafında ciddi tedbir almaya karar verdim.” (Mütercimler, age, s.310).

10 Ağustos 1915’te, Atatürk, İngilizlerin 8 Ağustos’ta ele geçirdiği Conkbayırı’na taarruz etmiştir. Atatürk, “Taarruzun Conkbayırı’ndan yapılmasını gerekli buluyordum. Bu taarruza çok fazla önem verdiğim için ve benden önce çeşitli kumandanların burada yaptıkları tearuzlarla sonuç alamadıklarını bildiğim için iş bu yeni taarruzu bizzat başında bulunarak kendim idare etmeye karar verdim” demiştir. Bu karar doğrultusunda, Atatürk ve tüm kurmayları, Çamlıtekke’den Conkbayırı’na doğru atlı olarak hareket etmiştir. Büyük Anafarta kasabasının doğu hizasında tam tepelerinde bir İngiliz uçağı belirmiştir. Yanında bulunanlar hedef oluşturmamak için hemen ağaçların arasına dağılmalarına karşın Atatürk ve yanında bulunan bir asteğmen, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmiştir. Uçağın takibinde Kurtgeçidi’ne yaklaştıkları zaman Conkbayırı tepesinden ve onun daha kuzeyindeki boyun civarından Anzakların piyade ateşi altında 8. Tümen karargahına ulaşmışlardır. Buraya ulaştığında Atatürk’ün yanında bir tek Süvari Asteğmen Zeki (Doğan) vardır. Kurmaylarından ve yaverlerinden hiçbiri daha gelmemiştir. Yolların olmayışı, arazinin engebeli oluşu, İngilizlerin topçu ateşi ve uçak takibi nedeniyle ancak bir kısmı gece yarısına doğru bir kısmı da ertesi gün karargaha gelebilmişlerdir. Atatürk, sabah saat 04:30’da baskın şeklinde bir taarruza karar vermiştir. Taarruzda kullanacağı kuvvet, 8. Tümene bağlı 23, 24. ve 47. Alaylardır. Atatürk, anılarında Conkbayırı taarruzu’nun başlamasını şöyle anlatmıştır: “Gün doğmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun yapılmasını bekleyecektim. Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anıydı. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tamamen ağaracak ve düşman askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı düzende du8ran askerlerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun imkansızlığından şüphe etmiyordum.Hemen ileri koştum. Tümen kumandanına rastladım. O da ve her ikimizin refakatimizde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet kısa ve seri bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki: ‘Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.’ Kumandan ve subaylara da işaretimle askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretini verdim. Bütün askerler, subaylar, artık her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini, verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir şey işitilmiyordu. Allah, Allah, Allah…Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca mücadele sonunda ilk hatta bulunan düşman tümüyle imha edildi”. 8.Tümen alaylarınca sadece süngü hücumuyla gerçekleşen bu taarruzda, 4 saat süren kanlı süngü muharebeleri sonunda Conkbayırı’nıın tamamı ele geçirilmiştir. “10 Ağustos’ta saat 04:30’daki, Türk tarafının yalnızca süngüsünü kullanarak yaptığı kanlı taarruz sonucu Kocaçimentepe-Conkbayırı hattı güven altına alınmış, tüm İngiliz ve Anzak birlikleri taarruz gücünü yitirmiştir.”Düşmana çok büyük kayıplar verdirilen bu savaş sırasında General Boldwin ve Kurmay Başkanı’nın öldüğü çarpışmada Atatürk de göğsündeki saate isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralanmıştır. Atatürk, Conkbayırı’nı geri aldıktan sonra öğleden sonra 8. Tümen’e veda ederek Anafartalar Grubu Karargahı’na dönmüştür (Kocatürk, age, s. 58). Resmi kayıtlara göre 5 gün süren Conkbayırı taarruzunda; Türk tarafı 20 bin (Kanlısırt’ta 2 bin, Conkbayırı’nda 12 bin, Anafartalar’da 8 bin 400, 19 Tümen cephesinde 2 bin 600), düşman tarafı ise 25 bin kayıp vermiştir. Yani toplam kayıp 45 bin civarındadır (Mütercimler, age, s.317). 10 Ağustos 1915 tarihindeki Conkbayırı taarruzu hakkında, Fahrettin Altay Paşa’nın şu yorumu, Cumhuriyet tarihi yalancılarına kapak olacak niteliktedir: “Mustafa Kemal, 10 Ağustos’ta yalnız İstanbul’un değil, bütün bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan İngilizler, iki ay sonra Gelibolu Yarımadasını boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı.”

15 Ağustos 1915’te, İngilizler, Kireçtepe yükseklerini denizden ve karadan her türlü silahla dövdükten sonra 54. Tümenlerinden dört taburla saat 15:30’da Aslantepe’ye karşı saldırıya geçmişlerdir. Burada Gelibolu Jandarma Taburu ile 127. Alay’dan küçük bir Türk kuvveti vardır. Tümen komutanın da çok geride olması nedeniyle geç haber alındığından Aslantepe’ye zamanında kuvvet gönderilememiştir ve Kanlıtepe düşmüştür. Bu durumda yerinde duramayan Atatürk, Turşun köyüne, 5. Tümen komuta yerine gitmiştir. Buradan 5. ve 9. Tümenlerden kuvvet göndererek Kanlıtepe’yi geri aldırtmış ve büyük bir tehlikeyi önlemiştir. Burada 17 taburluk İngiliz gücü etkisiz bırakılmıştır. Atatürk, bu günkü savaşta birliklerin en ön çizgilerine gitmek istemiştir. İleriye sürdüğü birliklerden bazılarının bir sırtın başındaki yolu, iki düşman torpidosunun yaptığı ateşler yüzünden geçemeyerek orada tıkanıp kaldıklarını görünce, “Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitabında yazdığı, “Savaşta yağan mermi yağmuru o yağmurdan ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ıslatır” sözüne uyarak, kendisi, bu ölüm kusan yolu sıçrayıp geçmiştir. Arkasından da kurmay başkanıyla emir subayları ve sonra da onları gören askerler geçmiştir (Celal Erikan, Komutan Atatürk, İstanbul, 2001, s.140).

16 Ağustos’ta İngilizler, Anafartalar cephesindeki Kireçtepe’ye taarruz etmiş, Atatürk, ateş hattında 5. Tümen Karargahı’nın bulunduğu 161 rakımlı tepeden savaşı yönetmiştir (Kocatürk, age, s.58,59).

7 Kasım 1915’te, İngiliz Savaş Kabinesi Çanakkale’yi boşaltma kararı almıştır.

11 Aralık 1915’te Atatürk, İstanbul’a gelirken, onun yerine Anafartalar Grubu Karargahı’na Fevzi (Çakmak) Paşa atanmıştır.

19/20 Aralık 1915’te İngilizler, Çanakkale’deki siperleri boşaltarak çekilmeye başlamışlardır.


Çanakkale Zaferi’nin 98. yıldönümünde, 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte, bu zaferde emeği geçen Mehmet Çavuş’ları, Seyit Onbaşı’yı ve isimsiz kahramanlarımız Mehmetçiklerimizi saygıyla anıyor, hepsine Allah’tan rahmet diliyorum…

Ve tarihe altın harflerle isimlerini yazdıran tüm Mehmetçiklerimizle birlikte hayatlarını kaybederek şehit düşen Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934 senesinde kaleme aldığı ve dönemin İçişleri bakanı Şükrü Kaya tarafından Çanakkale’de hayatlarını kaybeden yabancı şehitlere okunan nutukla Avustralya ve Yeni Zelanda’da ki şehit yakınlarının hislerine tercüman olmak adına bir kez daha tüm şehitlerimize şükranlarımızı sunuyor; saygı ve sevgiyle anıyoruz...

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçikle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen Analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır. “
(Uluğ İğdemir, Atatürk ve Anzaklar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1985, s. 6)