DİNİ BAYRAMLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİNİ BAYRAMLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Her gelen bayram ile birlikte anacağımız ne kadar çok şey; aradığımız ne çok insan oluyor. Ne garip öyle değil mi ? Aslında garip olan bir şey yok… Kaybettiğimiz her insan bir anıya dönüşüyor, özleniyor, gelmeyeceğini bile bile bekleniyor. Küçüklüğümüzde çok da idrak edemediğimiz bayram coşkusu sadece alınan bayramlık elbise, ayakkabı ve toplanan harçlıklarla sınırlıyken ilerleyen yaşlarda ne alınan bir elbisenin ne de bir ayakkabının geride bıraktığımız hiçbir anıdan daha önemli olmadığını gösteriyor bizlere… Kimilerine göre bayram tüm coşkusuyla yaşanmaya devam ederken kimileri de bayram gelmiş neyime deyip dertleniyor ve yalnızlığının verdiği acının sesiyle kederleniyor iyice. Bayram gelmiş neyime babam gitmiş bir kere… Babam gittiğinden beri geçirdiğimiz hiçbir bayram tat vermiyor bana. Mümkünse kendimi eve kapatmak, kimsenin de gelmesini istememek gibi bir ruh haline bürünmüş vaziyette geçip gitsin istiyorum bu bayramda sessizce. Oysa ki üç sene öncesine kadar ne kadar da keyifliydi bayramlar, ne kadar da mutluluk verici. Sabahın körlük vaktinde annemin bizi kaldırıp ev işini yaptırması, kardeşimin yataktan kalkmamak için verdiği mücadele ve babamın bizim tarafımızdan elini öpmek için beklemesi, annemin mutfaktaki telaşı… güzel şeylerdi velhasıl yine de güzel olabilir ama bir eksik varken arada öncekiler kadar değil. 
Mutfaktan gelen taze çayın kokusu birdenbire çocukluğumda memlekette geçirdiğimiz bayramlara götürdü beni. Anneannemin iki katlı bahçe içindeki evinde, kuzinenin üstünde demlenmiş taze çayın kokusu… Sıcak, huzurlu, sevgi dolu bayramlardı her biride. Hey gidi günler dedirten cinsten hem de. Teyzemler, dayımlar, biz ve bir de anneannem. Toplamda bir evin içinde 17 kişi.Sabah ezanı ile uyanmalar, biz çocukları yataklarından kaldırıp başka bir odaya almalar, herkesin evde iş paylaşımı yapması , anneannemin mutfakta hazırlanmaları… biten işin ardından “haydi uyanın çocuklar, kalkın, kahvaltı hazır” sesleri, yüzümüze vuran güneş, evin şeker mi şeker kedileri… Bahçedeki köpeğimiz. Ve tam kahvaltıya başlanacakken konu komşunun birer ikişer bayramlaşmak için gelme fasılları... kapı kapı dolaşıp şeker ve harçlık kapmaya çalışan çocuklar… Ardından fırsat bulup cümbür cemaat yapılan ev ziyaretleri… Şimdi hepsi de birer anı olarak yaşıyor yüreğimde ve ömrümce silinmeyecek hiçbir şekilde. O günlere duyulan özlem, o sıcaklık, o huzur, o sevgi dolu ev… mazide kalan hoş bir seda gibi her geçen gün tazelenerek devam edecek anılarımla birlikte. Ama yine de kalanlarla birlikte mutluluğu yakalamak ve bugünlere sağlıklı bir şekilde ulaştığımız için Yaradan’a şükretmek, hiçbir anısı olmayanı bile düşünerek kendi adımıza mutlu olmamızı sağlıyor en nihayetinde. Ve bayramlara en büyük anlam katan mezar ziyaretleri, okunacak olan Yasin’ler, Tebareke’ler, Amme’ler ve daha nice dualar ise bayramları bayram yapan en büyük özellik değil mi sizce de  Bir yerde okumuştum. Kaybettiğimiz yakınlarımız bizler hakkında belli bir dereceye kadar çoğu şeyden haberdar edilirlermiş ve kaldı ki onlarda bizim gelmemizi beklerlermiş. Ayak sesimizden kim olduğumuzu tanırlar ve ayrılış sırasında da gidiyorlar diye hüzünlenirlermiş. Bunların hepsi elbette Yüce Yaradan’ın takdiri. 
Onlar bile başka bir boyutta bizlerin ziyaretini beklerken ya yaşayan yakınlarımız, bir yerde unuttuklarımız, onlar beklemezler mi bizleri ! Bu kadar mı sıkıldık onlardan, bu kadar mı ağır geldi bize yükleri! Hiç kimsenin bu konuda bahanesine kılıf uydurmasına gerek yok aslında. Çünkü hiçbir bahane haklı kılmayacaktır bizi. Cebimizdeki paraya güvenip onları bir yerlere bırakıyoruz ya her şeyi hallettik sanıp övünüyoruz kendimizle bir de. Ama hiç düşünmüyoruz şunu ! Biz onları bırakırken o yurtlara, barınma evlerine onlar bıraktı mı bizleri  bir köşeye ! Ve arada sırada bir bayram hatırlayıp da eşe dosta ayıp olmasın diye gidilir ya bir de ziyarete… Neyse. Evet bu bayram doluyum. Çünkü duydukça bu tarz olayları iyice üzülüyor, kederleniyorum. Bu tarz insanların nasıl bir vicdan taşıdığını anlamak da zorlanıyorum inanın ve sonrasında, sonrasını boş verin işte. Diyecek çok şey var ama bugün bayram erken kalkmamız lazım çocuklar… Giyelim en güzel giysilerimizi, gidelim ziyarete tüm sevdiklerimize…


Mutlu, umutlu, sevgi dolu bir bayram geçirmen dileğiyle TÜRKİYE’m !
Olduğunca / Olabildiğince…



Mehpare ÖĞÜT










Bayramlar sevinçtir, mutluluktur,berekettir.
Kırgınların barıştığı, küslüklerin unutulduğu…
Her bayramda gelenektir büyükleri ziyaret etmek, el öpmek, tatlı yemek…
Ama her şeyden önce de kaybettiklerimizi ziyaret etmek…

Ve bir bayrama daha erişmenin mutluluğu içerisinde başta güzel ülkemin güzel insanlarının, ardından tüm İslam aleminin ve de tüm blog camiasının mübarek Kurban Bayramını en içten dileklerimle kutluyor;
Tüm seven ve sevdiklerinizle birlikte nice bayramlar geçirmenizi diliyorum…

Her şey gönlünüzce olsun !
Saygı ve Sevgilerimle

Mehpare ÖĞÜT

Mehmet Dede - 123 Yaşında
Bir bayram sabahı daha…
Ezanlar okunacak, namazlar kılınacak, mezarlıklar ziyaret edilecek…
Ev ziyaretleri başlayacak…
Eller öpülecek, çikolata ve kolonyalar ikram edilecek…
Tatlı sohbetler…
Tatlı ikramları, şerbetler, çaylar, kahveler…
Kaybettiklerimiz anılacak, üzerlerine Fatiha’lar okunacak, dualar edilecek…
Kimsesizler hatırlanacak, yakınsa ziyaretlerine gidilecek…
Kırgınlıklar bitecek, küsler barışacak..
Bir bayramı daha gönül rahatlığıyla geçirmenin keyfi ile,,,
Kısmetimizde varsa diyerek; bir sonra ki bayrama erişmek dileğiyle son bulacak…

Tüm Arkadaş ve Dostlarımla Birlikte Tüm Blog Dünyasının Ramazan Bayramı Kutlu Olsun!
Nice Bayramlara….
Mehpare ÖĞÜT





Bayramlar, İnsanlar Arasındaki Karşılıklı Sevgi Ve Saygının Perçinlendiği Günlerdir.
Bayramlar, İnsanların Birbirleriyle Olan Dargınlıklarını Unuttukları, Barıştıkları, Kardeşçe Kucaklaştıkları Günlerdir.
Bayramlar,Milli Ve Dini Duyguların, İnançların, Örf  Ve Adetlerin Uygulanıp Sergilendiği, Bir Toplumda Millet Olma Şuurunun Şekillendiği, Kuvvetlendiği Günlerdir.
Hep Bir Arada, Sevgi Dolu Ve Huzurlu Nice Bayramlar Geçirmek Dileğiyle,

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun!




M. R. Bawa Muhaiyaddeen Alıntılanmıştır !...


İbrahim (a.s.) insanlara Allah’ın güzel davranışlarını ve kudretini göstermek üzere peygamber olarak gönderilmişti. Ve ateşe atıldığı zaman, imanının, kararlılığının ve gayretinin kuvvetini insanlara, meleklere ve diğer peygamberlere göstermişti.
Sonra bir gün Allah ona İsmail adında bir evlat verdi. İbrahim oğluna çok alaka ve sevgi gösterdi ve ona olan bağlılığı zamanla artmaya başladı.
Allah bu bağlılığa baktı ve dedi ki, İbrahim, oğlunu bana kurban etmelisin. Sana bunu nasıl yapman gerektiğini anlatacağım. Gözlerin kıpırdamamalı, bedenin titrememeli ve kalbin tereddüt etmemeli. Burnun ve gözlerin nemlenmemeli bile. Yüzün bitkin görünmemeli. Bu kurbanı tebessüm eden bir çehreyle yapmalısın. Oğlunun yüzüne doğrudan bakmalısın ve o da senin yüzüne bakmalı. Önce üzerine bir miktar su serp ve Bismillahirrahmanirrahim de: Sen yaratansın, koruyansın ve besleyensin. Sonra, oğlunun gözlerine bakarken bıçağı almalı, onu boğazına yerleştirmeli ve boğazına üç kere sürmelisin.
Bıçağı kullanırken elin sallanmamalı, parmakların titrememeli ve destek almak için hiç bir yere tutunmamalısın. Kalbinin atışı hızlanmamalı. Yüzünde mutluluk ifadesi olmalı ve oğlunu öldürmelisin. Allah tüm bu sebat edilmesi gereken şartları ona bildirdi ve dedi ki, İbrahim, oğlunu bu şekilde Bana kurban etmelisin ve bu kurbanın manasını anlamalısın.
İbrahim (a.s.), yapmak zorunda olduğu şeyi düşündükçe cesareti kırıldı fakat oğlu dedi ki, Ey babacığım, ne kadar yaşadığım önemli değil, Allah’ın beni kabul edeceği bir hale asla gelemeyebilirim. Eğer beni çağırdığı anda O’na gidemezsem, bir daha böyle bir şans elde edemeyebilirim. Bu sebeple, kederini bir tarafa koy ve Allah’ın emrettiği şekilde beni kurban et. Eğer sen yapmazsan ben kendimi O’na kurban edeceğim. İsmail’in (a.s.) babasına söyledikleri bunlardı.

İbrahim oğlunun kalbindeki bu imanı ve kararlılığı görünce dedi ki, Pekala İsmail. Allah’ın murad ettiği şekilde seni kurban edeceğim. Kurban etmemi buyurduğu dağa çıkalım Ve birlikte dağa tırmandılar.
Sonra şeytan yanlarında beliriverdi. İbrahim, sen bir insan değil misin? Sen bir baba değil misin? Hiç merhametin yok mu? Allah, Allah olabilir fakat bu çocuk senin öz evladın. Onu nasıl öldüreceksin? Hiç mi acıman yok? Hangi Tanrı böyle bir şey isteyebilir?
İbrahim bağırdı, Defol git şeytan! Ve ona bir taş fırlattı. Fakat şeytan geri geldi ve İbrahim ona bir taş daha attı. Sonra üçünü defa geri gelince İbrahim ona tekrar bir taş attı ve Defol git şeytan! diye haykırdı.
Sonra, Allah’ın emrettiği gibi oğlunun üzerine su serpti ve gülümseyen bir yüz ile onu kurban etmeye hazırladı. Birden bire Allah’ın emri yankılandı, Dur İbrahim! Şimdi senin oğlun İsmail’i kabul ettim. Onun yerine kurban etmen için sana bir koyun gönderiyorum. Ve böylece İbrahim oğlu yerine koyunu kurban etmiş oldu.

Sevgili torunlarım, bu hikayede anlatılmak istenileni kavramalıyız. Bu olay hakkında Kuran’dan, hadislerden ve İncil’den okuyabilirsiniz. Fakat bunlar sadece dış manalardır. Daha derinliğe inmek zorundayız. Allah’ın neden İbrahim peygamberden oğlunu kurban etmesini istediğini anlamak zorundayız. Bunu Allah’ın zenginliği olan ilim ile anlamak zorundayız. İlmin içindeki ilim ile ve irfanın içindeki irfanla bunu idrak etmeliyiz. Bu içsel (enfüsi) manaları anlamak zorundayız. Allah insanı anlayabilme kapasitesiyle en şerefli varlık olarak yarattı. Meleklerin bile bilmedikleri şeyleri insanın bileceğini söyledi. Ve çünkü bu irfan ihsan edildiği için, insan her zaman iç manaları da araştırmalıdır.

Bu hikayeye irfanınızla bakın ve daha derinlemesine düşünmeye çalışın. Allah bir zalim yahut katil mi? İnsan kurban edilmesini ister mi? Bize hiç başkalarının hayatlarını kurban etmemizi söylemiş midir? Hayır, Allah bir katil değildir. Kurban kabul etmek O’nun görevi değildir. Tüm hayatlardaki hayat O’dur. Tüm irfanlardaki irfan ve tüm sevgilerdeki sevgi de O’dur. O merhametteki merhamettir. Tüm varlıkları koruyan yaratıcıdır.

Bismillahirrahmanirrahim: Yaratır, korur ve besler. Bu O’nun görevidir. Tüm hayatlarda yaşayan O’dur. Tüm canlarda can olan katil olabilir mi? Eğer öyle olsaydı, kendisini öldürüyor olacaktı çünkü gerçekte hayat sahibi olan O’dur. Allah intihar mı edecek? Hayır. Bu yalnızca bir hikaye, dışsal bir örnek. İç manası çok farklı.
Eğer irfanımızla düşünürsek anlarız ki, İbrahim (a.s.) Allah’ın peygamberidir, yeryüzündeki temsilcisidir. O zamanda yeryüzünde başka peygamber yoktu. Allah tüm yönlerdeki kulları için bu tek peygamberi göndermişti. Ve hepsinin peygamberi olarak, adalet için tüm varlıkları kendi canı gibi görmesi önemliydi. Tüm hayat sahiplerini kendi hayatı gibi sevmek zorundaydı, tüm açlıkları kendi açlığı gibi hissetmesi, tüm hastalıklara kendisininki gibi muamele etmesi ve tüm dertleri kendi derdi gibi bilmesi gerekiyordu. Allah’ın sevgi ve adaletini hepsine eşit olarak verebilmek zorundaydı.
Fakat İbrahim oğluna fazla bağlandı, hatta Allah’tan bile fazla. Bu bencilce bağlılığı geliştirdi ve bundan dolayı birisi oğluyla boğuştuğunda yahut ona düşman olduğunda tarafsız kalamadı. Böyle bir mücadele karşısında gerçek bir adaletle duramadı. Oğlunu o kadar çok sevdi ki, tüm hayatları eşit düşünmeyi başaramadı. Diğerlerini İsmail’den daha az değerli gördü. Başka hayatların değer ve zenginliğini göremedi ve Allah’ı artık gerektiği biçimde sevmeyi başaramadı. Böylece başkalarına olan adalet, sevgi, güzel amel ve eşitlik duyguları azalmaya başladı.

Oğluna olan bağlılığıyla, İbrahim (a.s.) dünyayla ve vehimle bir bağ kurmaya başlamıştı. Yanılsama ve kan bağları onu değiştirmeye başlamıştı, bu sebeple artık Allah’ın vasıflarına ve adaletine uygun davranamıyordu. İşte bu sebeple Allah İbrahim’den kurban kesmesini istedi. Fakat gerçekte öldürülmesi gereken oğlu değildi, bağlılığıydı. Ey İbrahim, dedi Allah, başkalarının sıkıntılarını kendininki gibi görmedin. Ben seni peygamberim olarak gönderdim fakat buna rağmen oğlunla olan münasebetini, cahil bir insanın oğluyla olan münasebetinden farklı bulmadım. Bu aşırılıktan dolayı adaletten sapacaksın. İşte bu sebeple Benim emirlerim geldi, senin bencil sevgini kesmek için. Adaleti ancak Allah’tan başkasına bağlanmadığın zaman gösterebilirsin.

Eğer Allah’ın sıfatlarına sahipseniz ve herkesi eşit seviyorsanız, tüm varlıklara adil olabilirsiniz. Fakat eğer kan bağlarınız varsa, adil olamazsınız. Bu sebeple Allah, İbrahim’den
oğlunu kurban etmesini istedi. İbrahim gönüllü/ hazır olunca Allah dedi ki, Ey İbrahim, oğlunu kabul ediyorum. Sana bağlılıklarınla yeryüzünde toplamış olduğun neşe ve kederleri temsil eden bir koyun gönderiyorum. Bunlar senin önünden gitmiş ve seni mahşer gününde bekliyor olacaklar fakat Ben onları sana bu koyun suretinde gönderiyorum. Şimdi bu sevinçleri ve kederleri kurban et. Hazır ol!

Böylece, onu düzeltmek ve adaletini, eşitliğini, huzurunu ve sıfatlarını tekrar peygamberinde tesis etmek üzere, Allah İbrahim’ bağlılıklarını, karmasını, kan bağlarını, sevgisini ve bencilliğini kesmesini istedi. Ancak o zaman tüm varlıklara eşitlik gösterebileceği bir huzur haline erişebilecekti.
Bu hikaye hakkında düşünmelisiniz sevgili yavrularım. Eğer bencil bağlılık halindeyseniz, her durumda kararınız adalete ters düşecektir. Eğer bir hakim olsanız ve karınız komşunun karısıyla kavga etmiş olsa, hep karınızın tarafında olacaksınız. Eğer çocuğunuz komşunun çocuğuyla kavga etse, kararınız çocuğunuzdan taraf olacaktır. Annenizle başkasının annesi arasındaki bir ihtilafta bu adalet kılıcını kullanamayacaksınız. Böyle bağlılıklarınız olduğu sürece, nasıl bir durum ortaya çıkarsa çıksın adil olamayacaksınız.
İşte bu sebeple İbrahim (a.s.) bu dersi öğrenmiş oldu. Ona gerçekte İsmail’i değil, kendi bağlılıklarını kurban etmesi söylendi. Bunu yapınca da Allah, mükemmel bir dereceye erişmiş olan İsmail’i kabul etti.

Bu hikaye gerçek adaleti açıklamaktadır. Bir peygamber için adaletsiz olmak düşünülebilir mi? Bir peygamberin davranışlarına bu durum ters düşmez mi? Allah’ın bir peygamber aşırılık gösterebilir mi? Eğer böyle yapmışsa başkasından ne farkı kalır? Allah’ın adaletiyle nasıl davranılır? Allah’ın sevgisi nasıl olur? İnsanlara Allah’ın sıfatları nasıl verilir? Bunu gerçekten düşünmek zorundayız. Bu hikayedeki manaları anlamak zorundayız. Bu durum İbrahim peygamberin başına, bir şeyi kesip uzaklaştırmak ve ötesine götürmek için geldi. Doğru olanı almalı ve yanlış olanı uzaklaştırmalıydı.
Torunlarım, bu durum bir hakim, alelade bir insan, bir bilge ve herkes için doğrudur. Bu hikaye size kendi hatalarınızı kesmeyi öğretebilir, böylece bulunduğunuz durumdan daha yüksek bir hale geçebilirsiniz. Böylesi bir hikayenin dersi budur.
Sevgili torunlarım, bir kere Allah’ın emirlerini ve peygamberlerin davranışlarını anladık mı, Hakkın seviyesine yükselmeye çalışmalıyız. Bunun gibi, kamil bir insanın sözlerini anlamaya başladığımızda da, onun içinde bulunduğu hali görmeli ve ona ulaşmaya çalışmalıyız. Aynı halde kaldığımız sürece, gün doğumundan gün batımına kadar her şeyi biliyor olsak da, hiçbir şeyi tam olarak anlamamış olacağız. Onun halinde olmadığımız sürece, onun konuştuğu zamana ve ortama kendimizi götürmeli ve şartları dikkatle düşünmeliyiz. O zaman mana bize gelmeye başlar. İşte kutsal ilmi bu şekilde çalışmalıyız. Bunları yapmadan, kamil bir insanın sözlerini anlayamayacağız.

Bunu anlamalıyız. Peygamberlere olan şeyler hakkında dünyanın pek çok farklı görüşleri vardır. Ve bazı insanlar bu yorumlar yüzünden peygamberlere olan inançlarını kaybetmişlerdir. Peygamberlerin ve Allah’ımızın sözlerini, konuşulduğu zaman ve yer düşünülerek ve nasıl bir ortamda cereyan ettiği anlaşılarak değerlendirilmelidir. Kendimizi gerçekten oraya koymalı ve iç manasını bulmaya çalışmalıyız. Başka türlü anlayamayız.
Allah size güzel vasıflar ve irfan versin



Ve bir bayramı daha karşılamanın mutluluğuyla;
Siz değerli dostlarımla birlikte tüm ziyaretçilerimin ve de güzel ülkemin güzel insanlarının Mübarek Ramazan Bayramlarını canı gönülden kutluyorum...
Tüm sevdiklerinizle birlikte şeker tadında daha nice bayramlar dileklerimle,,,


İyi Bayramlar TÜRKİYE’m….


Mehpare ÖĞÜT




"Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir."

(İsra :1)



MİRAC GECESİNDE NELER OLDU?


Mirac Gecesi, Recep ayının 27. gecesidir. Mirac mucizesi, hicretten bir buçuk yıl önce, 621 yılı başlarında vuku bulmuştur. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.v) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.v)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis-i şerifde ayrıntılı biçimde anlatılır.


Hadis kitaplarında rivayet edildiği üzere:

Hz. Peygamber (s.a.v) Burak ile Beytü'l Makdis'e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin durumlarını gördü, Sidre-i Müntehâ'ya geçti, Allah'ın melekût âleminden bir çok acaib şeyler gördü. Nihayet beş vakit namazın farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü.

Sabahleyin Mescid-i Haram'a çıkıp Kureyş'e haber verdi. Hayret etmek ve kabul etmemekten kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman etmiş olanlardan bazıları dönüp dinden çıktı. Birtakım erkekler Ebû Bekir'e koştular.

Ebu Bekir;

"Eğer o, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur" dedi.

Onlar:

"Onu bu konuda da mı tasdik ediyorsun?" dediler.

O da:


"Ben onu bundan daha ötesinde tasdik ediyorum, sabah akşam gökten getirdiği haberleri yani peygamberliğini tasdik ediyorum" dedi. Bunun üzerine kendisine Sıddık unvanı verildi.


Kureyşliler içinde Beytü'l-Makdis'i o zamanki haliyle bilenler vardı. Bunlar, onun vasıfları ve durumuyla ilgili sorular sordular, tanımlamasını istediler. Derhal Hz. Peygambere Beytü'l-Makdis gösterildi. Bunun üzerine ona bakıp anlatıyordu.

"Gerçi Beytül-Makdis'i tanımlamada isabet etti." dediler.

Sonra:

"Haydi bakalım bizim kervandan haber ver, o bizce daha önemlidir, onlardan bir şeyle karşılaştın mı?" dediler.

Peygamber (s.a.v)

"Evet, falancanın kervanlarıyla karşılaştım, Revhâ'da idi. Bir deve kaybetmişler arıyorlardı. Yüklerinde bir su kadehi vardı. Susadım onu alıp su içtim ve yine eskiden olduğu gibi yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım kadehte suyu bulmuşlar mı?" buyurdu.

"Bu da diğer bir alâmettir" dediler. Sonra sayıların, yüklerini ve görünüşlerini sordular.

Bu defa da kervan olduğu gibi Hz. Peygambere gösterildi ve sorduklarının hepsine cevap verdi ve buyurdu ki:

"İçlerinde falan ve falan önde, boz renkte bir deve üzerinde dikilmiş iki harar olduğu halde falan gün güneşin doğması ile beraber gelirler".

Bunun üzerine:

"Bu da diğer bir âyettir" dediler ve o gün hızla Seniyye'ye doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi:

"Güneş doğdu!" diye haykırdı. Diğer birisi de:

"İşte kervan geliyor, önünde boz bir deve ve içlerinde falan ve falan da var, tıpkı (Hz. Muhammed'in) dediği gibi" dedi. Böyle olduğu halde yine iman etmediler de:

"Bu apaçık bir büyüdür." dediler. Bazıları göğe yükselmenin de "Burak" üzerinde meydana geldiğini söylemişler ise de gerçek olan şudur: Mescid-i Aksâ'ya kadar İsrâ (gece yolculuğu) Burak ile olmuş. Ondan sonra Mirac, asansör kurulmuştur.

Ebu Sa'îd-i Hudrî'den rivayet olunduğu üzere Resulullah buyurmuştur ki:

"Beytü'l-Mak-dis'te olanları bitirdiğim zaman Mirac getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. Ve o, odur ki, ölünüz can çekişme vaktinde gözlerini ona diker. Arkadaşım, beni, onun içinde kapılardan bir kapıya ulaşıncaya kadar çıkardı ki, ona "Koruyucu melekler kapısı" denir. Koruyucular kapısı, gök koruyucularının beklediği dünya göğü kapısıdır.


Nitekim bu konuda : "

Ve onu, her kovulmuş şeytandan koruduk" buyurulmuştu.
(Hicr, 15/17)


Ve Ebu Sa'îd-i Hüdrî'nin diğer bir rivayetinde şu detaylı açıklama vardır:

"Sonra Mirac getirildi -ki insanların ruhu onda göğe yükselir. Baktım ki, gördüğüm şeylerin en güzeli; görmez misin ölmek üzere olan kimse, ona nasıl gözünü diker? Bunun üzerine dünya göğü kapısına kadar yükseltildik. Cebrail kapının açılmasını istedi. "O kimdir?" denildi.

"Cibril" dedi.


"Yanındaki kim?" denildi.


"Muhammed" dedi.


"Öyle mi?


O Peygamber olarak gönderildi mi?" denildi.


O, "evet" dedi.


Hemen kapıyı açtılar ve beni selamladılar. Bir de ne bakayım görevli bir melek gördüm ki göğü koruyor ve ona İsmail deniliyor, emrinde yetmişbin melek ve her birinin emrinde yüzbin melek var.

"Burada Resulullah (s.a.v) şu âyeti okudu:


"Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin:



"Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür."
(Müddessir, 74/31)



ve buyurdu ki:

Derken bir adam ile beraberim ki, şekli Allah'ın yarattığı günkü gibi, ondan hiçbir şey değişmemiş, kendisine soyundan olan insanların ruhu arzediliyor: "Mümin ruhu, hoş ruh, hoş kokuludur. Bunun kitabını (iyilerin defterin)de kılın" diyor. "Kâfir ruhu ise; kötü ruh, kötü kokuludur. Bunun kitabını (kötülerin defterin) de kılın" diyor.

"Ey Cibril! bu kim?" dedim.

"Baban Âdem" dedi. Ve o, bana selam verdi, gönlümü aldı, hayır ile dua etti

"Hoş geldin salih peygamber ve salih evlad" dedi.

Sonra baktım bir toplum gördüm ki, dudakları deve dudağı gibiydi. Onlara bir takım memurlar görevlendirilmişti, dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar, bu taşlar makadlarından çıkıyordu.

Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim.

O: "Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir" dedi.

Sonra baktım bir toplum vardı ki, derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor. Ve yediğiniz gibi yiyiniz deniliyor. Ve bu onlara en iğrenç bir şey oluyor.
"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim.

"Bunlar o koğucular, fitnecilerdir ki, insanların etlerini yerler ve sövmek ile ırz ve namuslarına saldırırlar." dedi. "
Sonra baktım bir toplum var ki, önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var, etraflarında da leşler var. Onlar, o güzel etleri bırakıp bu leşlerden yemeğe başladılar.

"Bunlar kim? Ey Cebrail!" dedim.



O:


"Bunlar zinakarlar" dedi. "Allah'ın helal kıldığını bırakırlar da haram kıldığını yerler."

Sonra baktım bir toplum var ki, karınları evler gibidir. Bunlar Firavun ailesinin yolu üzerinde bulunuyor. Firavun ailesi sabah ve akşam ateşe atılırken bunlara uğruyor, uğradı mı bunlar bir fırlıyorlar, fırlayınca her biri karnının ağır basması ile düşüyor ve bunun üzerine Firavun ailesi bunları ayaklarıyla çiğniyorlar.

"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim...

Dedi ki:

"Bunlar, karınlarında faiz yiyenlerdir. "onların misali kendisini şeytan çarpmış olan kimse gibidir".

Sonra birtakım kadınlar memelerinden asılmış ve birtakım kadınlar, baş aşağı ayaklarından asılmış.

"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim. O:

"Bunlar zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlardır" dedi.

Sonra ikinci göğe çıktık. Orada Yusuf ile buluştum. Ümmetinden kendine tabi olanlar da etrafında idi. Yüzü, ayın ondördündeki dolunay gibiydi. Bana selam verdi, hoş geldin dedi.

Sonra üçüncü göğe geçtik. Orada iki teyzeoğlu; Yahya ve İsa ile buluştum. Giyimleri ve saç sakalları birbirine benziyordu. Bana selam verdiler. Hoş geldin dediler.

Sonra dördüncü göğe geçtik. İdris ile buluştum. Bana selam verdi, hoşgeldin dedi. Nitekim yüce Allah:


"Biz onu yüce bir yere yükselttik" (Meryem, 19/57) buyurmuştur.


Sonra beşinci göğe geçtik. Orada milletine sevdirilmiş olan Harun ile buluştum. Etrafında ümmetinden birçok tabileri vardı, uzun sakallı idi. Sakalı hemen hemen göbeğine değecekti. Beni selamladı, hoşgeldin dedi.

Sonra altıncı göğe çıktık, Orada Musa b. İmran ile buluştum. Çok kıllı idi. Üzerinde iki gömlek olsaydı kılları onlardan çıkardı. Musa dedi ki:

"İnsanlar beni "Allah katında en şerefli olan yaratık" diye iddia ederler. Bu ise Allah katında benden yalnız daha şerefli olsaydı aldırış etmezdim. Fakat her peygamber ümmetinden kendine uyanlarla beraberdir. "

Sonra yedinci göğe geçtik. Ben, orada İbrahim ile buluştum. Sırtını Beyt-i Ma'mur'a dayamıştı. Beni selamladı.

"Salih Peygamber ve Salih evlad hoş geldin" dedi. Bunun üzerine bana denildi ki:

"İşte senin yerin ve ümmetinin yeri."

Sonra Resulullah,


"Gerçekten İbrahim'e insanların en yakını, zamanında ona tabi olanlarla şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah müminlerin yardımcısıdır."



(Al-i İmran, 68) âyetini tilavet etti ve buyurdu ki:



"Sonra Beyt-i Ma'mur'a girdim, içinde namaz kıldım. Ona her gün yetmişbin melek girer, Kıyamete kadar geri de dönmezler. Sonra baktım bir ağaç var ki bir yaprağı bu ümmeti bürür. Bunun kökünde bir kaynak akıyor, iki kola ayrılıyordu.

"Ey Cibril! Bu nedir?" dedim. O:


"Şu rahmet nehri, şu da Allah'ın sana verdiği Kevser'dir" dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım, geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Sonra Kevser'in akış istikametini tuttum ve nihayet cennete girdim. Bir de ne bakayım orada hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, insan kalbine gelmeyen şeyler var.



Namaz Emri

Sonra yüce Allah bana emrini emretti ve elli namaz farz kıldı. Ondan sonra Musa'ya uğradım.
"Rabbin ne emretti?" dedi.


"Üzerime elli namaz farz kıldı" dedim.


O:


"Dön, azaltması için Rabbine yalvar. Çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz" dedi.


Rabbime döndüm, azaltması için yalvardım. O benden on vakit namaz indirdi. Sonra Musa'ya döndüm. Bu şekilde Musa'ya uğradıkça Rabbime dönüyordum. Sonunda beş vakit namaz farz kıldı.


Musa, yine:


"Rabbine dön, azaltmasını iste" dedi.


Ben:


"Çok müracaat ettim, artık utandım." dedim.


Bunun üzerine bana denildi ki:


"Sana bu beş vakit namaz, elli namazdır. Bir iyilik on katı iledir. Her kim iyilik yapmaya gayret eder de onu işlemezse, onu bir iyilik yazılır, işleyene de on iyilik yazılır. Her kim de bir günah yapmaya teşebbüs eder de işlemezse bir şey yazılmaz, işlerse bir günah yazılır."

SİZE KARANFİLİN SADAKATİNİ, SÜMBÜLÜN BAĞLILIĞINI, MENEKŞENİN TEVAZUSUNU, LALENİN GURURUNU, LEYLEĞIN SAADETİNİ VERSEK, BİZE DE DUA EDER MİSİNİZ?

KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN...

Kurban, kurban etmek; Allah’a şükretmek adına yapılan duaların ve kabul olan isteklerin karşılığını Yüce Yaratan’a sunmak olarak tanımlayabiliriz. Kurban etmek ile ilgili olarak,
Yıllardır çocuk özlemiyle yanıp tutuşan ve sürekli Allah’a yalvaran Hz.İbrahim’in dualarının kabul olması sonucu dünyaya gelen oğlu İsmail’i biraz büyüyüp serpildikten sonra, rüyasında onu kurban etmesi gerektiğini görür ve Oğluna ;

RESİM - Rembrandt Harmensz. van Rijn

"Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi.

O da,

“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” der

Peygamberlerin rüyaları normal insanların rüyalarından farklı olduğundan bu bir emir olarak kabul edilmiş ve İbrahim peygamber oğlunu kurban etmeye götürmüştür. Ancak Allah'ın emriyle bıçak çocuğu kesmez. Bu esnada Cebrail kucağında bir koç ile gelir. Bu imtihan başarı ile geçildikten sonra tüm İbrahimi dinlerde Zilhicce ayının 10. günü aynı şekilde kurban kesilerek kutlanan bayram olmuştur.

Bu nedenle biz de Yüce Rabbimize şükrederek tüm dualarımızın kabul ve günahlarımızın af olması dileklerimizle;

Tüm İslam Aleminin, Ülkemizin ve Siz Değerli Dostlarımızın Mübarek Kurban Bayramlarını Kutluyor ;
Sağlık ve Mutluluk Dolu, Sevdiklerinizle Birlikte Nice Güzel Bayramlar Geçirmenizi Diliyorum…


Mehpare ÖĞÜT

Kurban Bayramı (Arapça: عيد الأضحى; 'Īd al-'Adhā, Farsça: عید قربان; Eid-e Gorbān), Müslümanlar tarafından Hicri Takvime göre Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün boyunca kutlanan bir dini bayram. Zilhicce ayın onuncu, onbirinci ve onikinci günlerine ' Eyyâm-ı nahr ' (Kesme günleri) ve bir önceki gün olan Zilhicce ayın dokuzuncu gününe Arefe denir. Kurban Bayramı, aynı zamanda İslam âleminin her yıl Mekke'de hac farizasını ifa ettikleri vakittir.

Kurban Bayramı, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olun birçok ülkede dinî bayram olmasının yanı sıra resmî tatil ilan edilir. Ramazan Bayramı ile beraber İslam dinindeki en önemli iki bayramdan biridir.

Bayramda Bayram Namazı kılınır ve Bayram hutbesi okunur.

Arefe günü ikindi namazından itibaren bayramın son ikindi namazı dahil her farz namazdan sonra teşrik tekbirleri okunur:

Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd

Kurban Bayramı adını Müslümanların büyük veya küçük baş bir hayvanı Allah rızası için kurban etmesinden alır. Kurban, Arapça kökenli bir kelime olup Türkçe'ye Farsça'dan geçmiş bir sözcüktür[1]. Arapça "K-R-B" kökünden türemiş olup [2] akraba kelimesiyle aynı kökene sahiptir. "Yakınlık" veya "Yakınlaşma" demektir. Kurban kelimesiyle "kul'un Allah'a yaklaşması" veya yakınlaşmasını sağlama anlatılır.

KURBAN'IN ISTILAHI ANLAMI

]Istılahta, yani bir İslam dini terimi olarak Kurban, Allah’a yaklaşmak ve Allah rızasına ermek niyetiyle kesilen, kurban edilen, hayvan demektir. Kur'an'da geçen İbrahim peygamber ve oğlu İsmail ile ilgili kıssadan yola çıkarak, kurban kavramı, çok daha genel bir adanmışlığı, Allah için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını, Allah'a teslimiyeti ve ona karşı şükür içinde olmayı ifade etmektedir. Kur'an 'da Hac Suresinde geçen şu ayet, kurbanın islam inancındaki yerini özetler:

"Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir." (Hacc 22/36;37)

DİĞER DİLLERDE KURBAN

Kurban Bayramı farklı dillerde ve farklı kültürlerde, kültürel etkilerle de, farklı isimlerle anılmaktadır. Arapça İyd-el Adha şeklinde okunan tüm dünyada yaygın olan bir isimdir. Türkçede Kurban Bayramı olarak anılırken, Hindistan ve Pakistan'da bayrama genelikle Bakra Eid denir ki bunun anlamı "Keçi Bayramı"dır; bu ülkelerde sıklıkla kurban edilen hayvan keçidir. Bakra Eid Güney Afrika'da da kullanılan bir isimdir. Bangladeş'te kullanılan yaygın isimlerse Id-ul-Azha ve Korbani Id'dir. Türkçe ismine benzer bir şekilde Bosna-Hersek, Bulgaristan da Koç bayram, Arnavutluk'ta Kurban Bajram şeklinde anılır. Nijerya'da Babbar Sallah, Somali'de ve Kenya ile Etiyopya'nın Somalice konuşan bölgelerinde ise Ciidwayneey olarak anılır.

TARİHÇE

Tevrat'a göre İbrahim, ikinci oğlu İsmail'ı (büyük oğlu ishak ise bundan önce kovulmuştu) Allah'a kurban etmek ister. Ancak onun yerine bu manevi adanışın kabulü sebebiyle kendisine gönderilen bir hayvanı kurban eder. (Yaratılış: 22)

Kur'an metinlerinde bahsi geçen çocuğun "yumuşak huylu bir erkek çocuk" olmasından bahsedilip ismini belirtilmemiştir (Sâffât Sûresi: 101). Fakat genelde İsmail olarak tefsir edilir ve müslümanlar çocuğun İsmail olduğuna inanırlar.


Diğer İslami kaynaklara göre, İbrahim Peygamberin eşinin kısır olması nedeni ile bir çocuğu olmayınca (bazı rivayetlere göre 125 yıl[kaynak belirtilmeli] ) Allah'a yalvarır, dua eder. Kendisinin ve eşinin yaşlı olduğu bir zamanda mucizevi bir şekilde oğlu olur. [3] Çocuk biraz büyüdüğünde, İbrahim peygamber rüyasında onu kurban etmesi gerektiğini görür. Oğluna "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” der [4] Peygamberlerin rüyaları normal insanların rüyalarından farklı olduğundan bu bir emir olarak kabul edilmiş ve İbrahim peygamber oğlunu kurban etmeye götürmüştür [kaynak belirtilmeli]. Ancak Allah'ın emriyle bıçak çocuğu kesmez. [kaynak belirtilmeli] Bu esnada Cebrail kucağında bir koç[kaynak belirtilmeli] ile gelir. Bu imtihan [5] başarı ile geçildikten sonra tüm İbrahimi dinlerde Zilhicce ayının 10. günü aynı şekilde kurban kesilerek kutlanan bayram olmuştur. İslam peygamberi , Hac gibi terkedilen İbrahim' geleneği, tekrar hayata geçirmiştir.


DİPNOTLAR

1-^ "kurban" maddesi. Güncel Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu. URL erişim tarihi: 12 Aralık 2007.
2-^ Hughes, Thomas Patrick. A Dictionary of Islam. W.H. ALLEN & CO., 13 WATERLOO PLACE, PALL MALL S.W. Londra, orijinal basım tarihi: 1895. URL erişim tarihi: 12 Aralık 2007.
3-^ Hud Suresi 71. Ayet: "İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın arkasından da Yakûb’u."
4-^ Saffat Suresi 102
5-^ Saffat Suresi 103-106: "Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, diye seslendik."