SİNEMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİNEMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Yönetmen: Burak Cem Arlıel
Oyuncular: Murat Yıldırım, Selma Ergeç, Baki Davrak
Yapım: Türkiye
Vizyon Tarihi: 12 Aralık 2014

Film ile ilgili düşüncelerimi yazmadan önce, filmi anlamamız açısından olayın geçtiği tarihsel geçişe değinmekte fayda görüyorum.

28 Mayıs 1944'te 450 bine yakın Tatar bir gece yarısı trenlere bindirilerek Kırım'dan Orta Asya'nın çeşitli bölgelerine gönderilmiştir. Bu sürülmenin Kırımlıların Almanlarla bir işbirliği içinde olduğu ve Stalin tarafından jenoside (soykırım) benzer şekilde sürülmesinin sanki bir haklılığı varmış gibi gösterilmiştir. Tarihsel zincire baktığımızda da Almanların petrol yataklarına gidebilmek için tarihsel ticaret yollarından birinin Kırım'dan geçmesi sebebiyle, kendi egemenliklerine kavuşturmak sözünü verdikleri Kırımlıları, Ruslara karşı kullanmak maksadıyla kendi taraflarına çekmelerini sağlamak amacıyladır.
Madalyonun diğer tarafında ise Rusların Stalin döneminde Kırım sürgünü ile başardığı bu bölgeyi Türksüzleştirme projesinin daha önceleri de Katerina döneminde de söz konusu olmasıdır.
Sonuç itibariyle de amaç her iki emperyalist grubun bu bölgedeki Tatar varlığını süpürüp atmak planında ortak olmalarıdır.

Bu küçük ayrıntı sonrasında filmin konusuna gelirsek; Rus devrimi sonrasında evlerinden, yurtlarından sürgün edilen insanların, yeniden kendi özgürlüklerine kavuşmak adına verdiği mücadeleyi anlatan dramatik ve tarihsel konusu olması açısından da izlenesi bir film.
Aslında tarihsel konusu olan filmleri seyretmeyi sevarim. Çünkü tarihsel bir geçmişi olan ve bir şeyleri öğretmesi açısından o dönemde yaşayan insanların duygularını kısmen de olsa içinizde hissedebilmek, o dönemde yaşayan insanları anlamak açısından çok önemli. Film gerçekten konusu ve oyuncuları itibariyle güzel. Fakat her nedense ben o duyguları içimde bir türlü hissedemedim. Bilmem neden ! O yüzden filmin konusu ile ilgili bir şeyler yazmıyorum ki gidip kendiniz izleyin ve değerlendirin diye. Ama Türk filmi olması açısından da onca saçma sapan, konusu bile olmayan hayal ürünü filmi izlemektense bunu izlemeyi yeğlerim. Elbette ki karar sizin... Gidin izleyin ve güzel olup olmadığına sizler karar verin..


Şimdiden iyi seyirler dileğiyle,,,

Mehpare ÖĞÜT



Uşak'ta İstanbul Sineması, açık hava sinemalarının en bakımlısı, en güzeliydi, 70’li yıllarda…Büyük bir sarmaşık, kapalı sinema salonunun bulunduğu binayı tamamiyle sarmıştı…Aralarına konulan, çeşitli renklerdeki lambalar bir yanar, bir sönerdi…Oluşan renk cümbüşü harika bir görüntü sergilerdi…Mavi renkli tahta sandalyeler intizamla dizilmişti…Yerler, toz kaldırmasın diye, film başlamadan önce sulanırdı…İçeri girdiğinizde, sizi yer gösterici karşılar, çoğu ona para vermemek için, iteler, kendi arar bulurdu sandalyesini…Hava durumu çok önemliydi, açık hava sinemalarını işletenler için…Gündüzden akşamki hava durumu, film afişinin yanına asılırdı…”Lütfen dikkat! Bugün hava açık olacak, yağmur yağmayacaktır…Duyurulur…” yazısını okuyan, gönül rahatlığıyla biletini alırdı…Babam, Hülya Koçyiğit’in filmlerini çok severdi…Elinde biletlerle eve geldiğinde, biletleri bana göstererek, bir sağa bir sola sallar, benim sevinç çığlıklarımı duymak isterdi…Annem, her zamanki titizliğiyle hava raporuna inanmaz, şemsiyelerimizi de mutlaka yanımıza alırdı…Çekirdek çitlemek, olmazsa olmazlardandı o zaman…Bakkaldan öncelikle o alınır, annemin özel çantasına yerleştirilirdi…

Biletimizi aldığımız akşam, erkenden akşam yemeğini yedik, son hızla sofrayı toplayıp yola koyulduk…Yürüyerek 10 dakikalık yolumuz vardı…Konuşa konuşa İstanbul Sineması’na ulaştık…Gecenin karanlığında sinema, aydınlatılmış haliyle çok hoş görünüyordu…Biletimiz, girişte ikiye bölündü ve yazlık sinema’nın beyaz büyük perdesinin olduğu, bahçe bölümüne ulaştık…Babam, Uşak’ta tanınan biri olduğu için, selam vererek ilerleyebiliyordu…Bu nedenle yerimize hemen ulaşamıyorduk…Ön sıraları annem hiç sevmezdi; babam bunu bildiği için, bilet alırken orta bölümde olmasına özen gösterirdi…Bazı seyirciler, yerlerini almış, çekirdek çitlemeye başlamışlardı bile…Hemen yerimize oturduk…

Tahta sandalyeler uzun süre oturunca çok rahatsız ederdi…Minder kiralanırdı bu nedenle…Babam minderciye işaret etti ve bir süre sonra rahat minderlerimiz, sandalyelerin üzerinde hazırdı…Yavaş yavaş seyirciler sandalyeleri doldurdu…Sağa sola koşturan çocukların sesi, çok rahatsız ediciydi…Anne-babaların ilgisizliğinden söz etti annem…Doğrusu, çok haklıydı… Ve beklediğimiz an geldi…Işıklar 3 defa yanar sönerdi film başlayacağı zaman….Nihayet film başladı….Bir taraftan film devam ediyor, diğer taraftan da çekirdek çitleme sesleri, kendine has bir melodi oluşturuyordu…Bu arada sivrisinekler de canınızı yakabilirdi…İyi ki o akşam, böyle bir sorun yaşanmadı….

Film arasında kasaların içinde çamlıca gazozları getirildi ve tuzlu çekirdek yiyenler haliyle gazozlara saldırdı…İkinci bölüm kısa bir aradan sonra yeniden başladı…Çok duygusal bir filmdi, o akşam seyrettiğimiz film; ne yazık ki şu an adını anımsayamıyorum…Hıçkırık sesleri başlayınca, çekirdek çitlemeye de ara verildi, zorunlu olarak…Büyük beyaz perdenin arkasında görülen yıldızlara baktım ara sıra…Ne güzel bir tablo oluşturmuştu, yıldızlar ve beyaz perde…Film biter bitmez, sarmaşıklar arasındaki ışıklar yeniden yandı…Seyirciler çıkış kapısına yönelirken, filmin kritiği yapıldı…Mutlu bir şekilde döndük evimize… Güzel günlerdi o günler!

Öğrendiğime göre, İstanbul’da şezlong ve minderli yeni açık hava sinemaları, geçmiş günlerde açık hava sinemaları’nın bizlere yaşattığı hazzı gençlerimize de yaşatmayı amaçlıyor…Ben, şezlong ve minderde hiç film izlemedim…Çok rahattır kuşkusuz…Ama rahatlık mı sadece önemli olan… Hiç sanmıyorum… Tahta sandalyelerin olduğu bizim dönemimizdeki hava gerçekten bir başkaydı …Zaman da mekan da yeni kuşaklar da artık çok farklı…Açık hava sinemaları da tarih oldu ne yazık ki…Eski havasıyla birlikte geri dönmesi de bence mümkün görülmüyor…


Asım ERDOĞAN




Sermiyan MİDYAT’ın yazıp yönettiği, Demet AKBAĞ’ın başrolde oynadığı “Hükümet Kadın”…

Yıl 1956…Güneydoğu’da yaşayan ve sekiz çocuklu Xate’nin, belediye başkanı olan eşinin geçirdiği kaza sonucu ölmesinin ardından belediye başkanlığı koltuğuna geçişinin hikayesi… Oldukça önemlidir çünkü Xate kendisi bilmese de aslında "O" Güneydoğunun ilk kadın belediye başkanıdır…

Ben çok keyif aldım. Bir taraftan gülerken diğer taraftan ağlamaklı oldum…

Konusu ve işleniş itibariyle, oyuncularının kalitesiyle bence güzel bir filmdi. Herkesin izlemesini isterim ve de tavsiye ederim…

İzlemek isteyenlere ve de izleyecek olanlara iyi seyirler dilerim….

Mehpare ÖĞÜT