SEVGİLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEVGİLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Her günü bir umutla tüketmenin
Yanında olmayan birinin düşlerine sarılarak uyumanın
Ve kendi kendinle yaptığın iç hesaplaşmaların
Nereye varacağını bilmeden, sevebilir misin sevgili !
Sevebilir misin aradaki mesafelere aldırmadan görmediğin
…ve belki de hiç görme umudunun olmadığı birini…
Adını yüreğine yazıp başkalarına yer vermeden,
Belki de bir ömrü adamaya yemin ederek
Sevmeye söz verebilir misin sevgili !
Bekleyebilir misin belki bir gün diyerek…
…ve o bir günün hesabını verebilir misin hiç düşünmeden kendine…

Oysa ki ben her günümü, gönlümü sana adadım…
Seninle yatıp sensizlikle uyandığım her günü;
Kendime haram kıldım ey sevgili…
…ve aklıma düşen gözlerini her düşündüğümde;
Senin hayallerinde yüzer buldum kendimi.
Belki de seviyorum dediğim zamanlardan bile daha çok sevdim seni…
Sana ulaşamadığım her anın acısından olsa gerek,
Sensizlikle geçirilen her günü yas ilan edip,
Heybeme attığım yalnızlık tohumlarını ekiyorum gönlüme…
Belki bir gün diyerek geçirdiğim her günün ardından açıp da ellerimi semaya;
Seni istiyorum şu garip gönlüme !
Kimbilir dualarım kabul olurda düşersin cemre gibi yüreğime…

…ve seni yaşıyorum her anımda, her günümde…
Tohumların çiçek açtığı, güneşin ısıttığı ve nisan yağmurlarının mevsiminde;
Sen de açar mısın benim gönlümde !
Verir misin yüreğini, katar mısın benimkine !

Mehpare ÖĞÜT
2013    
Sensiz aldığım her nefes haram bana, bil istedim…






Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak,
yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek,
zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz?
Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?
Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.

Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
  
Acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en büyük yaralarımızı,
en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba ?
Rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en büyük mutluluklarımızı,
en çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor?..
Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak, rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba ?

"Tanrıyı ve insanları deneme," diyen Nietzche'ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz? İnsanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi gizlediğimiz, hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dünüyor ?
Schiller'in o muhteşem "Eldiven" şiirinde anlattığı hikâyeyi belki daha iyi okumalıydık,
oradaki şövalyenin adım seslerini belki daha çok duymalıydık.
Hep erken öleceğini düşünen, hayatı bu düşünce nedeniyle telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen Schiller'in söylediklerine biraz daha dikkat etmeliydik, kendi ölümünü bilen birçok şeyi bilebilir çünki.
Arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar.
Borazanlar çalıyor ve aslanlar çıkıyor arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor.
- Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim.
Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor.
Bir şövalye diğerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor,
parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor.
Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şövalyeye bakıyorlar,
o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor.
Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese
bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor.

Nietzsche "Tanrı ve insanları deneme" diyor.

Schiller, eldiven şiirini yazıyor. Biz, herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve herşeyini tehlikeye atsın ve
bunu binlerce kez yapsın istiyoruz.
Kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz.
Belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz.
Mutlulukla aramıza korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.
Aragon'un dediği gibi eğer "mutlu aşk yoksa," bu aşkın suçu değil.
Aşkı, acısından, kederinden, tedirginliğinden, ayrılığından, üzüntüsünden,
yarasından ayıklamaya çalışanların aşkı, mutlu olmayan aşklar.
"Ben acıya, aldatılmaya, kedere razıyım," diyenlere verilebilecek bir armağan mutlu aşk...
Aşk iki eli dolu bir eski ilahe, birinde mutluluğu birinde acıyı veriyor. Acıyı almadan öbürünü almak mümkün değil. Çok mu korkuyoruz acıdan ve yaradan ve kederden? Korku bizi acılardan koruyor mu peki?
Aşk, o eski ilahe, acıdan korkana inadına acıyı verip öbür elini kapatıyor.
Acısız mutluluk olmuyor. Lermontov, çocukluğumun müthiş yazarı, "Zamanımızın Bir Kahramanı" isimli kitabını yazdığında Rusya'yı birbirine katmıştı...
Hiçbir kadını sevmeyen, ama bütün kadınları kendine aşık etmekten hoşlanan birini anlatıyordu...
Şu hiç unutmadığım Peçorin'i, Lermontov'un ve hepimizin zamanının kahramanı olan
yalnız ve sevgisiz adamı.
Ne kadar şanslıydı Peçorin, bütün kadınlar onu seviyor, ona aşık oluyor, ama o kimseyi sevmiyordu, duyguları çelik gibi zırhlarının içine hapisti, dokunulmazlık ve yaralanmazdı, insafsızdı, kadınları kendine aşık edip kaçıyordu, kendi duygularına yaklaşılmasına bile izin vermiyordu.
Çocukluğumun kahramanı bir korkaktı.
Ve mutsuzdu.
Ve Lermontov, yalnızca tek bir roman yazabilmiş, ikincisinin yarısındayken,
yirmi yedi yaşında bir düelloda öldürülmüş o uzun saçlı şair, sanırım o da mutlu değildi.
Peçorin, edebiyatın unutulmaz kahramanları arasına girdi, korkulardan örülmüş bir kahramana ilgiyle baktı insanlar. Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz?

Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?
  
Her sınamada onlar biraz daha fedakâr,
biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.
Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
Ama korkulardan kurtulmak da ne kadar zor.
Her seferinde hep acıyan yerimiz aklımıza gelir.
Aşkı her gördüğümüzde, hemen kendi üstümüze kapanmamız,
hep o acıyan yerimizi korumak istememizden.
Kendimizi bu kadar sakınarak nasıl yaşayabiliriz hayatı?
Bu kadar güçlü, bu kadar akıllı, bu kadar zırhlı olarak nasıl değebiliriz hayata?
Bir Peçorin mi olmalıyız? Yoksa kendi aşkında yanan bir Anna Karenina mı?
Peçorin kimseyi sevmedi.
Anna Karenina istediği kadar sevilmedi.
Peçorin, Anna Karenina'ya aşık olsun isterdim,
sevmeyi bilen ve sevmekten korkmayan o kadına tutulsun isterdim...
Peçorin, eminim o zaman "Ya o beni sevmezse" diye soracaktı...
Ben de ona, "Anna Karenine, Anna Karenina'ysa eğer, seni sever," derdim.
Aşık bir Peçorin... Mutlu olurdu herhalde,
ama büyük bir ihtimalle onu edebiyat kahramanları arasından silerdi o zaman.
Hangisini tercih ederdi acaba, unutulmaz bir roman kahramanı olmayı mı,
yoksa korkusuzca seven ve sevilen mutlu bir aşık olmayı mı?
Siz hangisini seçerdiniz?
Hayat seçimlerle dolu ve Pascal'ın dediği gibi
"her seçim bir kaybediştir," bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz.
Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz.
Bu da bir seçim...
Bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi,
hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi? Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız,
hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor,
aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor...
Ve en akıllı, en güç, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz,
en çok istediğimiz bizden en uzağa düþüyor.
Kendi seçimimizi yapamadığımız için de insanları sınayıp duruyoruz.
Eldivenlerimizi aslanların arasına atıp
"Beni seviyorsan onu getir," diyoruz.
Bir eldivene bir aşk gidiyor.

Nietzsche, "Tanrıyı ve insanları denemeyin," diyor. Schiller, eldiven şiirini yazıyor.
Peçorin, Anna Karenina'yı sevmiyor.
Anna Karenina, aşık olmayı hayatıyla ödüyor.
Peçorin mi olmalı Anna Karenina mı?
Her seçim bir kaybediş.
Hele, hem Peçorin'i hem de Anna Karenina'yı seviyorsanız.
Bütün kitapları okuyorsunuz, hayatın karmaşık yollarından dolanıyorsunuz
ve çıka çıka hep aynı mısraya çıkıyorsunuz.
"Ten hüzünlü heyhat...
Ve okudum bütün kitapları." Heyhat ten hüzünlü, bütün kitapları okusanız da. En büyük yaraları kendinizi en çok savunduğunuzda alıyorsunuz, en büyük budalalıkları en akıllıca davrandığınızda yapıyorsunuz, en güçlü olmayı en çok korktuğunuzda istiyorsunuz ve mutluluk hep uzaklarda kalıyor.

Savunmasız, güçsüz ve hesapsız olmak belki de mutluluğun kapısını açacak. Ama bunun için Peçorin'in Anna Karenina'ya aşık olacağı bir kitap bulmak gerek. Anna Karenina, Peçorin'e sevmeyi öğretmeli.
Ve, ten bu hüzünden kurtulmalı.


Osman MÜFTÜOĞLU







Gördüğüm her postacıda
Seni hatırlarım...
Yazardın ya bir zamanlar?
Hani ucunu yakıp,
Har sayfasına bir tel bağışlardın saçından,
Unutmadım...

Okuldan çıkıp da eve gelince
Annem verirdi mektuplarını....
'Hadi gözün aydın' derdi.
Nasıl sevinirdim bir bilsen.
Sığmazdım bu şehre.
Bir güzel kafayı çekip
Adımlardım kaldırımları...
Sarhoş halimle sana şiirler yazardım.
<3 p="">
 umarım iyi geçmiştir sende yıllar.
Albümlerde güzelsin de
Ben pek bakamıyorum.
Kaldırmıyor bunu yüreğim.
Güçlü değilim eskisi kadar...

Şimdi kim bilir kimin zarfını kapatıyor,
ıslak dudakların...
Belki mektup atacak kadar
Uzak değilsindir sevdiğinden?
Yanı başındadır...
Zaman alnındaki ismimi silip
Başkasının adını çoktan yazmıştır...

Sahi anlatsana,
Nasıl bir şey sevdiğinin her an yanında olması?
Ben sen de bunu pek tatmadım.
Ne güzel olurdu değil mi,
Zamana aldırmadan, acele etmeden
Yavaş adımlarla Kızılay'da yürümek.
Olmadı işte, ne yapalım...
Hep bizim payımıza düştü,
Kalkacak otobüsün saatine göre sevişmek...

Son bir mektup yaz bana.
İçinde Diyarbakır olsun.
Sen on beş yaşında ol?
Okulun arka bahçesine
Sigara içmeye çağır beni?

Ankara'dan bahset biraz da
Tunalıda beni bekle
Kadere inat,
Yaz adımı lisenin duvarlarına.

Sonra Kırşehir'ı anlat.
Üniversiteli genç kızın
Mayıs gecesinden kalma burukluğunu dök kağıda.
Saat sabahın altısı olsun,
yolcu et gideyim,
bana son kez el salla...

Tabi ki unutmadım
Bursa'yı da yaz.
Kadehte beyaz şarap, yılbaşını kutlayalım.
Güneş doğsun
Ve seninle bir kez daha ayrılalım.

Son bir mektup yolla bana
Aynı adresteyim.
Islak dudaklarınla zarfı kapamayı
Sakın unutma....

Okan SAVCI   



Sana dair bir şeyler yazmak istedim bugünüme özel..

Sana özel..

Belki diyorum mesafelere inat yine de
sevgilisini en çok yanında hisseden/hissedebilen benim!

Böyle sevmeyi öğrenmişim bir kere… yanımda olsan nasıl olurdu ?

Uzakken bile varlığın vazgeçilmezim olmuşken yakınım olsan ölümsüzlüğüm olurdun!
"Aşk" ı bulduğum "Aşk"ı sunduğum(sun)..

Seni Seviyorum Çok Uzaklardan Seni Seviyorum Çok Uzaklardan

Seviyorum seni bir insanin bir insani sevebileceğinden çok.
Bütün sınırları zorluyorum iste seninle!
Sen benim ölümden uzak yasamdan öte sevdiğimsin.

Herkesten çok bildiğim tek gerçeğim..
Gözlerimi her açışımda sen olmasan da yanımda;
bir gün sen’li günlere uyanabilmek için kapıyorum o gözleri bunu unutma
...

Seni Seviyorum Çok Uzaklardan

Ve dediğim gibi eğer ölene kadar biri olacaksa yanımda..
Bu sen ol diye dua ediyorum Allah‘a. c.c
Başkası ol(a)masın..
kimsenin sevgisi yansımaz uzaklardan böylesine bana..

Sevdanın en güzel rengisin ..Benim’se tümüm!
Yarım bırakma hiçbir şeyi ömrümde..
ne renkleri ne beni!..Ben sen oldun mu ben’im..
Sen oldun mu kendim’im..

Tarif edil(e)mesen de kelimelerin en özelini seçip biraz yansıtabilmek istedim seni bembeyazlara..
Öyle güzel duruyorsun ki… her şey sana öyle yakışıyor ki !
İçimde öyle güzelsin ki..seni çok seviyorum en kıymetlim..

Seni Seviyorum Çok Uzaklardan

Nefesin nefesimden uzak olsa da kalbim kalbinde..
Ben dokunmadan seviyorum yüreğimle…

Nasip olursa ellerin ellerime..
tutarsan/bırakma!..
Tek tutunduğumsun sen..
salıverme elini..düşürme bizi….

Seni seviyorum..
Çok Uzaklar’dan…

Alıntı, Yazarı Bilinmiyor…


♥ ♥

Sesini, nefesini,
Yaşadığı ülkesini ,
Gözlerinin bebeğini ,
Emeğini, rüyasını, dünyasını fethedersin .
Sağlığı da sen olursun, hastalığı da ,
Oğlu da sen olursun, babası da ,
Yaşama hevesi çabası da .....


Bir kadının yüreğine girebilirsen
En büyük şairi
İnanılmaz mucizesi ve sihri olursun
Herşey yalan, sen zahiri
Herşey vesairse, sen cevahiri,
Herşeyden ötesi
Yüreğinin içinde ahiri olursun

Bir kadının yüreğine girebilirsen
Yaşaması da sen olursun, ölümü de
Bir kadının yüreğine girebilirsen
Ya helalliği olursun
Ya veballiği
Bir kadının yüreğine girebilirsen
Ya adamı olursun
Ya haramı


Bir kadının yüreğine girebilirsen
Ya kaybolursun
Ya da gerçek olan seni bulursun

İhsan TURHAN





Sen olmasan...
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..

Sen olmasan...
Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?

Sen olmasan...
Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten? ...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat! ..

Tevfik FİKRET






En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Sezai KARAKOÇ