TÜRK ŞAİRLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRK ŞAİRLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetini dinler gideriz
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz

Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz

Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden, bizden söz etsin
Yalanı doğruyu sezer gideriz

Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz

Sevgiye var olduk sevdik sevildik
Kavgalara girdik öldük dirildik
Bir anlam fırını icinde piştik
Anlamlı güzeli sever gideriz.

Özdemir ASAF




Nerede böyle hüzünlenmek o zaman;
İçip içip ağlamak,
Uzaklara dalıp şarkı söylemek;
Hafta sekiz ben eğlenti de;
Bugün saz, yarın sinema,
Beğenmedin Aile Bahçesi;
Onu da beğenmedin, parka;
Sevdiğim dillere destan;
Sevdiğim, 
Meyik verdiğim;
Ben dizinin dibinde elpençe divan,
Samanlık seyran.
Nerede,
Nerede,
Nerede böyle hüzünlenmek o zaman.



Orhan Veli KANIK






Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.
Her dağ yamacına kurduğum,
Beliren her su kenarında,
Pembe damlı, yeşil panjurlu, balkonlu,
Balkonuna tırmanan sarmaşık.
Gece, pencerelerinden sızacak ışık,
Kışın tütecek bacası.

Kapıyı ittiğinde çalacak bir çıngırak.
-Duyuyorum o sesi şimdiden, berrak-
Geçeceğim yol, çıkacağım üç basamak,
Ellerinden sıyırıp atacağım eldiven,
Her halin, gülüşün, kokun, bütün ruhunla sen!
Ah, bütün bir ömür bırakmayacağım el,
Okşayacağım saç, dinleyeceğim ses,
Bakmakla doymayacağım yüz...
Açık panjurlardan o gün dolacak gündüz,
O günkü hava,
Bir kapıyı açman, dolaşman sofada.
Şaşıracağım: Böyle gezinen kim?
-Evim! Evim!.. Ellerimle asacağım
Camlarına perdelerini.
Yatak odasında düsüneceğiz bir an
İki kişilik karyolanın yerini...
Yatak odamız, yemek odası, kiler
Raflarında ellerinle yapılmış reçeller.
Karşı karşıya oturacağımız sofra,
Sürahide ışıldayan su,
Yazın, rüzgâra koyacağımız testi;
Senin yatacağın öğle uykusu...
Sararacak bir yandan çardaktaki üzümler,
Kâh esecek rüzgâr, kâh dinleyeceğiz yağmuru,
Kâh karlarla bembeyaz kesilecek çimenler.
Hep geçireceğiz içimizden:
Hayat beraber, ölüm beraber...
Şu göklerin altında,
Olacağız o kadar bahtiyar
Ki çıkıp mezarlarından annemiz, babamız da,
Beyaz evimize yerleşecekler,
Uzun kış geceleri onlar da aramızda
Göz göze bakışacak, mangalı eşecekler..

Ziya Osman SABA




Dün akşam senden ayrıldıktan sonra
ilyas'lara gittim
oturup şu evlenme meselesini uzun uzun konuştuk
karısı da akla yakın şeyler söyledi
ben gerçi onu severim, dedi
beraberce yaşayıp gitmenizi kim istemez
ama, yoksulluğa alışkın değildir o
açlığa, yalınkat döşeklere pek katlanamaz
dinledikçe, kızcağıza hak verdim
bu iş olmayacak gibime geliyor, ne dersin

sen öyle görmüşsün büyüklerinden
dört kap yemekli sofralar görmüşsün
karpuz kollu yaz entarileri görmüşsün
yattığın yataklar herhalde somyalıdır
haftada bir-iki, sinemaya gidersiniz evcek
hayat pahalı, sana pabuç alamam
pabucu bırak, şöyle karın doyurucu bir şeyler de alamam
kitap alamam mesela
radyo alamam, tiyatro bileti alamam
gençsin birçok şeylerde gönlün kalacak

peşin söylemeli ki, sonra bana gücenmeyesin
benim cıgaram var, rakım var
alıştığım insanlar var bunca yıldır
sevdiğim, inandığım
onlarla görüşmeden edemem
hepsini kabullensen bile, günü nasıl kurtaracağız
memurluk bana gelmez
ticaret falan da yapamam, yaradılışım böyle
çelimsizim, taş kıramam
ben yazarak, çizerek geçinmek zorundayım
diyeceksin ki; ölme eşeğim ölme

sen bir aralık demiştin ki
gerekirse, ben de çalışırım, demiştin
ingilizceden tercümeler yaparım, dikiş dikerim
el işine koşmak gücüme gitmez
annem bana bunların hepsini öğretti
benim anam da iyi kadındır, biliyorsun
sana kaynanalık etmez tabi
ama, hastalıklı, eli işe varmıyor
bulaşık mı yıkayacaksın, tercüme mi yapacaksın
ortalığı mı süpüreceksin, dikiş mi dikeceksin
bir gün, beş gün değil ki bu
gençliğini de yitirince hayattan soğuyacaksın

ben şiir de yazıyorum, biliyorsun
şiirimde barış gibi, hürriyet gibi sözler geçiyor
buna içerleyenler olacak belki
bu güzelim işe bir kulp takıverecekler
cezaevlerine düşeceğim, sen yapayalnız dışarda

bu mektubu postaya vermeden önce
şöyle bir gözden geçirdim
başka kusurlarım olsaydı
emin ol, onları da yazacaktım

bak düşün taşın

Metin ELOĞLU






Seviyorsanız eğer; 
Geç kalmayın sakın aşkınızı 
söylemeye 
telgraf çekin, telefon edin, 
mektup yazın... 
Uçaklara, trenlere 
tüm taşıtlara binin... 
Koşun, arayın, bulun, 
haber gönderin, birine anlatın... 
Duvarlara yazın, ağaçlara kazıyın... 
Yani deneyin bütün olanakları, 
hiç olmazsa; iki yaprak 
samanlı kağıda yazın... 
Ama sakın geç kalmayın! 
AŞKINIZI SÖYLEMEYE...

Özdemir İNCE





Küçük, muttarid, muhteriz darbeler 
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz 
Olur dembedem nevha-ger, nagme-saz 
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz 
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler... 

Sokaklarda seylabeler ağlaşır 
Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır; 

Bulutlar karardıkça zerrata bir 
Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir; 

Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep, 
Numayan olur gündüzün nısf-ı şeb. 

Söner şimdi, manzur olurken demin 
Hayulası karşımda bir alemin. 

Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere; 
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere. 

Geçer boş sokaktan, hayalet gibi, 
Şitaban u puşide-ser bir sabi; 

O dem leyl-i yadımda, solgun, tebah, 
Surur bir kadın bir rıda-yı siyah 

Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek! - 
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek. 

Öter guş-ı ruhumda boş bir enin, 
Boğuk bir tezad-ı sukun u tanın; 

Küçük, pür heves, gevherin katreler 
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz 
Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz 
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz 
Küçük, pür heves, gevherin katreler... 

YAĞMUR 
(Günümüz Türkçe'siyle) 

Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar 
Kafeslerde, camlarda titreşerek 
Durmadan türkü söyler, ağıt yakar 
Kafeslerde, camlarda titreşerek 
Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar 

Sokaklarda seller ağlaşır 
Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır; 

Bulutlar karardıkca zerrelere bir 
Ağır, olgun dalgalanma gelir; 

Bir soğuk gölge çevreyi bürür, 
Gündüzden gece yarısı görünür. 

Söner şimdi, görünürken demin 
Maddesi karşımda bir alemin 

Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere; 
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere. 

Geçer boş sokaktan, hayalet gibi 
Koşarak bir çocuk, başı örtülü 

O sıra, andığım gece, solgun ve bitkin, 
Sürür bir kara çarşafı bir kadın 

Saçaklarda kuşlar - acıdır bu pek! - 
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek. 

Öter ruhumun kulağında boş bir inilti, 
Boğuk bir sessizlikle tınlamanın çelişkisi 

Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar 
Sokaklarda, damlarda hep titreşir 
Ezgi söyler durmadan, ağıt yakar 
Sokaklarda, damlarda hep titreşir 
Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar... 

Tevfik Fikret 
(1897)




Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.

Sesin nerede kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan yoldan,
Rüzgâr gibi ta eski Anadolu'dan
Sesin nerede kaldı? Kar içindesin!

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram.

Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın

Ahmet Muhip DIRANAS 





en gizli silahımla üstüme çevirdiğim
kendimi vuruyorum bir kuşluk vakti
çıkıp geliyorsun delibozuk suretinle
en güzel yerinde mürdüm erikleri

değil mi okyanus ortasında sürüklenen
bir ceviz kabuğu yaşamak
değil mi ölümle kol kola yürürken
korkusuzca kendinden korkmak
- bembeyaz çarşaflar üstüne her gece
alacabulaca bir ölüm düşüyor
her gece çarşaflar üstüne bembeyaz
ellerini
ver
ellerim
üşüyor

kendimi vuruyorum bir kuşluk vakti
çekildiği yerde bütün denizlerin
doğacak güne kavisler çizerken
el değmemiş oynak kalçaları yarin

değil mi aynalardan soyutlanmış bir bakış
büyük gedikler açıyor utanç duvarımda
değil mi rüzgarlara vuruldukça ben
ince bir yağmur büyüyor dudağımda
- bembeyaz çarşaflar üstüne her gece
alacabulaca bir ölüm düşüyor
her gece çarşaflar üstüne simsiyah
saçlarını
ver
saçlarım
üşüyor

Mehmet Ali YILMAZ




Türküler telli duvaklı, türküler gelin
Türküler sevda yeli, dost eli
Türkülerinde yazılı memleketimin kaderi
Bulunsun mezar taşımda dilerim
Türkülerin en güzeli

Üç tel, üç mısra şiir
Sabır taşını çatlatan çile
Anılarla avunduğumuz yetişir

Söz gümüştür
Sükut altın değildir yine de

İnan hiçbir şey güzel değil şu yeryüzünde
Sen olmasan
Ülke de senin için devlet de
Bunu bil kullan hakkını
Yaşa kardeşim özgürce

Gülmeyi bir kez unuttun mu
Neylersen gülemiyorsun bir daha

Ağaç içinden çürür
Elmayı oyar kurt, sineği yer örümcek
Ve insanı yer insan

Elif kızın gönülcüğün çalmışlar
Bir halden bilmeze vermişler

"yılan gibi eğrim eğrim mor belik
Soyka kalsın bu ayrılık ayrılık"

Acının ve korkunun
Önün ve sonun
Yani hiçbir şeyin aslı yok
Yalnızca büyüklük
Yalnızca yaşama sevgisi aşk sonra
Ve bir büyük dünya ortasında
Yüreğimde duyduğum yokluğum

Güneyden mi geldin böyle nedir
Portakal kokusu avuçlarında
Bu limon çiçeği ne saçlarında
Söyle durur mu o sıcak sihir
Turuncu renklerle dal uçlarında

Bir kahve fincanında
Bahtıma çıkan fal sensin
Yalan da olsa
Uydurduğum en güzel masal sensin

Yoksul bir kasabada doğan
Yalınayak büyüyen şair
Nerden bulacak yumuşak kelimeleri
O, dağ yeli gibidir
Sarsar

Ömür üç günlüktür biter
Şiirde sürer hayatın filizi
Sürekli bir aşktır çünkü şiir

Ah güz gelir kış yok işte yağan kardır
Yer duymaz gök sağır
Ben çekerim yüzyıllardır
Söyleyin anama ağlamasın

Ölüm bir kaçıştır yaşamdan

Gökyüzünde bir bulut
Nasıl giderse dağlara doğru
İnsan nasıl düşerse yollara usulca
Anılar da öyle
Yol alır gönlümüzde
Eskimez çocukluktaki düşler
İnsan eskise de
Doğa eskise de

Biliyorum, insan kavgayla büyür
Biliyorum, dümdüz değil yaşam

Ölüm, gençleri
Çok seviyor ülkemde

Kötü değildir ağlamak
Yüreğim boş bir kafes işte

Saçında güller, karanfiller, dünyanın en güzel kırları
Saçında gelincikler, sabah çiyi ve tarla kuşları

Yaşamanın ve ölümün karşısında her şey susar

Her şey bir eski zaman düşünde

Savrulup gitti günler…

Ali PÜSKÜLLÜOĞLU