YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Bırakın hayalleriniz her geçen gün biraz daha büyüsün
Geleceğin size neler vaat ettiğini bilemezsiniz...
O yüzden,
Hayalleriniz ne kadar geniş olursa
Yaşamın size sunacğı fırsatlar da o denli büyük olacaktır...
Yeter ki,
Kapınızı her daim aralık tutun...


Mehpare ÖĞÜT

Hayat,
İlkbaharda dağlardaki karların erimesi kadar çabuk sona erer.
Anlamadan bitiverir.
Yaşadığımız her saniye bize bahsedilmiş birer mucize olsa gerek.
O kadar ki, geri alınması ve tekrar yaşanması olanaksız...
Bunu bil ve her sıkıntılı anında bunu anımsa.
Acıları ve üzüntüleri, hayatının büyük bölümüne yayarak kendini yıpratma.
Dolu dolu, heyecanla, severek, sevilerek yasa....
Sevmekten ve çok sevilmekten korkma.
Sevmek, en yüce değer; ölesiye, uçsuz bucaksız sevmek.
Sevilmekte bir o kadar...
Bir gün arkana baktığında, ki o gün mutlaka gelecek tüm benliğini pişmanlık kaplamasın.
Yapamadıklarının pişmanlığıyla değil, yapabildiklerinin hazzıyla yaşlan...

Susanna TAMARO  





“Düğünler de olmasa hiç oynayıp gülemeyeceğiz…İnanır mısın kaç yıldır içimden gelip de bir şarkı mırıldanmıyorum…Zorlasam da olmuyor bu…Oysa böyle değildik gençliğimizde…Birlikte şarkılar söyler, oyunlar oynar, bol bol kahkahalar atardık…Şimdi herkes bam teli gibi gergin…Neşesiz, asık suratlı, her an kavgaya hazır bir pozisyonda beklemede…Yanlış anlamalar, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenle oluşuveren tartışmalar öyle çok ki inan, çoğu yerde sıradan hale geldi bu tip olaylar…Şu cinayetlere bir bakın!..Katliam gibi…Acımasız katiller, çok şaşırtıyor bizi…Korkuyoruz…Kaybolan çocuklar, artık evlerine sağ dönemiyorlar…Sapıklar her tarafta kol geziyor…Çaresizlik, daha da çok karamsar yapıyor bizleri…Zaten çok az olan mevcut neşemizi de alıp götürüyor…Ne yapmalı bilmiyorum!..” diyordu bir sohbetimizde yakın dostum bana…Haklısın dedim…Hepimiz aynı kaygıları taşımıyor muyuz zaten?..Moralimiz bu nedenle bozuk değil mi?..Birbirimize dert yanıyoruz adeta bağıra çağıra…Nezaket kuralları da dikkate alınmaz oldu artık…Küfürler sıradanlaştı…
Kibar bir arkadaşım, üzüntüyle anlattı bana…”Ben de küfürbaz oldum Asım!..Vallahi hiç şaşırma!..Biliyorum bunu benden beklemezsin; ama gerçek bu…Küfrediyorum artık!..Her şeye kızıyorum…Siyasetçilerin kaba saba konuşmaları, tehditleri, şantajları, arsızlıkları, gamsızlıkları, hiçbir eleştiriye aldırmaz tutum ve davranışları, görsel ve yazılı basının yanlı ve yönlendirici yayınları, gazetecilerin herhangi bir görüşe saf tutuşları, objektif kriterlerin hiç dikkate alınmayışı çok rahatsız ediyor beni…Bile bile yalan söyleyen siyasetçi tipi adeta çıldırtıyor beni…İyi de bu yalanları hop diye yutanlara ne demeli?..İşte bu durum, ağzımdan çıkanları denetlememi engelliyor…Yaa biz bunları hak etmiyoruz diyorum!..Olamaz böyle şey diyorum…İsyan ediyorum!..Söyle haksız mıyım?..Düşün ben bu hale gelmişsem, normal vatandaşımız ne halde tahmin et!..” Haklısın diyorum ona da…Bozulmayan ne kaldı ki değerlerimizden?..Bir bir uçup gidiyorlar göz göre göre…Yapılacak bir şey olmalı elbette!..Her zaman yapılacak bir şey olur çünkü…Olmalı!..

Gençlerimize bakıyorum…Acıyorum onlara!..Acınacak ne var diye sormayın!..Gerçekten acınacak haldeler…İş sıkıntısı had safhada…İş bulabilenlerin çoğu düşük ücrete mecburen talim etmekte…Üstelik garantisi olmayan işler…Patronun iki dudağı arasında her şey!. İstemiyorum seni, muhasebeye uğra!..demeleri an meselesi…Söyleyin nasıl evlensin bu gençler?..Her an işten atılma kaygısı mevcutken…Pek çok genç biliyorum…Arkadaşlıkları var; ama gelecekleri belirsiz…Evlenenler anne ve baba desteğine muhtaç…Ayakta durabilmeleri, çocuk için karar verebilmeleri onlara bağlı…İyi de anne ve babaların sağlık durumları ve ekonomik durumları bu yardımı ne zamana kadar sürdürebilir?..Zihinleri kurcalayan en önemli soru da bu elbette!..

Fasıllı bir akşam yemeği, hiç fena olmaz dedi bir arkadaşım…Eğleniriz, şarkılar söyleriz, stres atar geliriz…Olur mu olur!.. Hoş bile olur diye düşündük…Gittik…Gayet güzel başladı akşam…Şarkılar hep iyi gelir bana zaten!..”Akşam oldu hüzünlendim ben yine!..” şarkısı ağlattı bizleri…İyi de biz neşelenmeye gelmiştik…Niye ağlıyoruz?..Arkadaşım eğildi kulağıma:”Şarkılar hüzün veriyor fark ettin mi?..” Evet dedim fark ettim…Hüngür hüngür ağlıyoruz, hep birlikte…Bir şarkıda vefat eden bir arkadaşım geldi aklıma…Yıllar önce aynı okulda çalışmıştık onunla…Aman her şey boooş!..deyip kahırlandım…Bir taraftan zorlamalı şak şak sesleri, bir taraftan bizi sarıveren hüzün tüneli…Şevkimiz kayboldu…Neşemiz kaçtı, zaten yemekleri de beğenmemiştik…Kalktık, dışarıya attık kendimizi…Havanın soğuk nefesi kendimize getirdi bizi…Vedalaştık ve herkes evine hareket etti…İçimiz istemiyordu, çünkü gergindik…Anladık ki keyif de içerden geliyor…
İçeriden gelmiyorsa dışarıdaki her şey gerçek anlamından çok uzak geliyor bize!..Tadımız olmuyor…Neşemiz kaçıyor…

İçimiz gülmeden yüzümüz de gülmüyor…


Asım ERDOĞAN




Kilit taşıyla döşenmiş virajlı bir yolda ilerliyoruz… Otomobilin açık camından içeriye nefis çiçek kokuları giriyor ve derin nefes alarak bu güzel mis gibi kokuları ciğerlerimize dolduruyoruz…Elimizde bir krokiyle ilerliyoruz…Çok site var bu bölgede…Kocaman demir kapıları hemen dikkati çekiyor…Her sitenin bir güvenlik birimi mevcut…Yanlış bir yola girmeyelim düşüncesiyle bu güvenlik birimlerinden birine elimizdeki adresi soruyoruz…Neyse ki doğru yolda olduğumuzu ve 2 kilometre sonra adrese ulaşacağımızı söylüyorlar…İçimiz ferahlıyor ve site binalarına hayran hayran bakarak 2 kilometre kadar gidiyoruz…Eşim, “İşte burası!..” diyor, krokiye tekrar bakarak…Site giriş kapısı tam karşımızda artık…Güvenlik bizi durduruyor…Telefon görüşmelerinden sonra içeriye girmemize izin veriliyor…Binalar A-B-C-D blokları şeklinde dizilmiş…Biz C bloğa doğru ilerliyoruz…Bina giriş kapısına ulaşıyoruz…Ev sahibi kapıdan girebilmemiz için gerekli şifreyi telefon ile bize iletiyor ve ancak bu şekilde içeriye girebiliyoruz…

Çıkacağımız 8.kat düğmesine asansörde basıp beklemeye başlıyoruz…Asansör kapısı açılıyor ve ev sahibinin daire kapısı açık bizi beklediğini görüyoruz…Kısa süren hoş geldiniz merasiminden sonra daireye giriyoruz…Öyle güzel bir daire ki bu gördüğümüz, şaşkınlığımızı belli etmeden salona doğru ilerliyoruz…Aman Tanrım!..Burası bir daire değil saray yavrusu…Salon kocaman ve mükemmel bir şömine ile hepimizi büyülüyor adeta…Salon penceresi enfes bir manzaraya açılıyor…Boğaz ayaklarınızın altında…Balkon sanki teras büyüklüğünde…Çiçeklerle bezenmiş…Sallanır koltuklar konulmuş…Tam bir dinlenme yeri…Boğaz manzarası harika!..Birbirimize bakıyoruz, gözlerimizle konuşarak…

Ev içinde hizmet eden bir görevli bayan geliyor saygılı bir selamlama ile…Bize ikram edecekleri yiyecek ve içecek çeşitlerini sorup ayrılıyor salondan…Çok şık giyinmiş bu bayan için hizmetçi tanımlamasını kullanamıyoruz haliyle…Tedirgin oturuyoruz…Resmi bir hava kol geziyor evin içinde…Bir ara şoför geliyor ve evin şımarık kızını alışveriş için götürmek üzere salondan da görülen giriş kapısında bekliyor…Kız eşyalarını otomobile götürmesi için ona veriyor ve şoför de selam vererek hızla çıkıyor açık kapıdan…Kız babasını ve annesini öpüp bize de belli belirsiz bir selam verdikten sonra ayrılıyor aramızdan…

Kaç odalı diye soruyorum bir ara…7 odalı olduğunu öğreniyorum…Merak etmiyor değiliz; ama ev sahibinden ev görmek ister misiniz teklifi gelmediğinden, sadece tasavvur ediyoruz bu 7 odayı…Dairenin içinde özel bir havuzun da olduğunu öğreniyoruz bir ara…Vay beee!..diyoruz içimizden…Ev sahibiyle ve hanımefendiyle ne konuştuğumuzu tam hatırlamıyorum…Bir şeyler sordu ev sahibi bize, biz de yanıtlar verdik otomatik…O kadar...Aklımız fikrimiz evin dekorasyonunda ve bize olağanüstü gelen büyüklüğünde…

İzin isteyip ayrılıyoruz evden, pardon saraydan…Yol boyunca bu sarayı konuşuyoruz…İçindekiler ne şanslı diyoruz…Dişimizden tırnağımızdan ayırarak zar zor sahip olduğumuz evimiz geliyor aklımıza…Nasıl kazanılabiliyor bu kadar para?..Aklımız almıyor…

Ankara’nın gecekondu bölgelerini bilirsiniz…Derme çatma evlerden oluşur…Çatıları eğretidir, kiremitler uçmasın diye üzerlerine ağır taşlar konulur…Otomobilimizle ilerliyoruz dar sokaklardan…Çocuklar bağıra çağıra oyun oynuyorlar…Adresi soruyoruz bir eve…Yarım yamalak anlatıyor bize…Sağa dön, oradan tekrar sola dön ve düz ilerle…Dediğini uyguluyoruz…23 numaralı ev görünüyor nihayet…Park edecek bir yer bulamıyoruz…Evin penceresine teğet bir biçimde yanaştırıyoruz otomobili…Sokağın çocukları sarıyor etrafımızı…”Biz o teyzeyi çok severiz!..” diyorlar…Gülümseyerek ilerliyoruz eve doğru…Kapı demeye bin şahit ister…Öyle kötü ki…Tokmağına vuruyoruz…Gıcırdayarak açılıyor kapı…Nur yüzlü teyze karşılıyor bizi…Evin içi çok karanlık…Dışarının bol ışığından sonra gözlerimiz etrafı göremiyor bir müddet!..Bir sedir, pencerede iki saksıda fesleğen var… Pencere camlarından biri kırık, mutfak bölümü hemen kenarda yıkılacak gibi duran bir tezgah ve onun üstünde birkaç raflı bir dolaptan ibaret…Yanda bir oda daha var; ama o odanın kışın damının aktığını söylüyor ve bu yüzden hep burada oturmak zorunda kaldığını söylüyor, bu temiz yüzlü teyzemiz…

Birer bardak çayını içiyor ve ayrılıyoruz evden…İçimiz acıyor…Oğlu lüks içinde yaşarken annenin bu perişan durumu, “Nasıl bir dünya düzeni bu!..” dedirtiyor bize…

Evet!.. boğaza nazır o saray yavrusunda oturan beyefendi, bu köhne, yıkılacak gibi duran gecekonduda oturan annenin öz evladı… Yanlış okunmadınız, öz evladı…

Yorum sizin!


Asım ERDOĞAN