Bütün aşk hikâyelerinin en unutulmaz en heyecan verici
sahnesi, sevenin sevgiliye ilk baktığı andır şüphesiz. Daha doğrusu, onun
yüzünü ilk gördüğü vakit. Âşıktaki içsel değişimin başladığı an, gözün
sevgiliye ilk takıldığı saniye dilimidir ve aşığın bütün biyografisi, bu “ilk
bakışın öncesi ve sonrası”ndan ibarettir. Kalpte ateşin yükselmesi, aklın ve
sabrın ateşe düşmesi o ilk bakış ile başlar. Kılıcın kınından sıyrılması yahut
okun yaydan fırlamasıdır bu. Sevgilinin yüzü kınında bir kılıç yahut sadakta
bir yay gibidir; bakış onu kınından ve sadağından çıkarır. Sevgili’nin yüzümü;
aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır.
Aşığın kalbi mi, ilk bakıştan sonra suda titreyen bir
mehtap.
Göz… Savaşı başlatan haberci.
Bakış… Elde olmayan kader; ilahi kaza.
Ve aşk… Kalp ile göz arasındaki kutlu bir hadise.
Çok sonraları kalp göze diyecektir ki, “Ben bu onulmaz derde
iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim
oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen,
dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlere
itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan. Sen emir ben esir.
Sonra devam eder:
- Ey göz! Sen ikisin ben birim. İki kişinin bir ferde
saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?… Şimdi ağla o halde; etiğin zulmün
cezasını çek bakalım.
Göz buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir: “Gerçek şu
ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur” (Hacc 46)
Göz görünce bir kez geriye ne kalır?
İskender PALA
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum