Nilgün Atar, Gazeteci Ayşe Arman’a anlatıyor:”Eşimle 30
yıllık çok mutlu, uyumlu sevgi dolu bir birlikteliğimiz vardı…Vardı diyorum;
çünkü artık yok…Bir Bayram sabahı, her zamanki gibi ”Günaydın!..Haydi kalkalım,
artık…” dediğimde cevap gelmedi…Dürttüm…”Hadi ama…” yine ses yok…Birden
doğruldum…Nefes almıyordu…Gözleri hülyalı ve yarı kapalı…Güzel bir şeye
bakarmış gibi gülümsüyordu…Ellerini göğsünde birleştirmiş, ayakları dümdüz ve
üzerindeki pikede bir tek kırışıklık bile yoktu…Sarstım…Şaka mıydı?..Dün hep
beraber güle oynaya, çoluk çocuk, neşeli bir akşam yemeği yemiş, sohbetler
etmiştik…Böyle apansız, durduk yerde neydi bu başımıza gelen?..O anı anlatabilmem
mümkün değil…Dünya ayaklarımın altından çekildi…Dudaklarına eğildim, buz
gibiydi…Nefesimi üfledim bedenine, belki nefesimle yeniden canlanır diye…Hiçbir
şey olmadı…Uykuda kalp krizi bizi bulmuştu…Kıpırtısız, ne olduğunu bile
anlamadan dünya değiştirdi sevgilim…Hem de yanımda mışıl mışıl uyurken…9 Eylül
2010’dan bu yana hâlâ alışamadım yokluğuna…Çünkü biz ruh ikiziydik onunla…” Eşi
Ferit Hikmet’in ölümüyle ilgili, insanın yüreğini burkan gerçek bir olaya
dayanıyor bu anlatılanlar...
Bu gerçek olay, beni doğrusu çok etkiledi…Empati kurarak
Nilgün Atar’ın hissettiklerini anlamaya çalıştım…İsterseniz bir an, bu vahim
olayı birlikte değerlendirmeye alalım ve düşünelim…Çok sevdiğiniz eşiniz
yanınızda uyurken kalp krizi geçiriyor ve sizin bundan haberiniz yok…Sabahleyin
her şey bitmiş ve siz ne yazık ki eşinize hiç bir şey yapamıyor ve büyük bir
şok yaşıyorsunuz…Yaşanan bu büyük acıyı anlatacak sözcük bulabilmek gerçekten
zor…Kabul edelim ki sözcüklerin aciz kaldığı nadir durumlardan biri bu
istenmeyen an…Kimsenin başına gelmesini istemediğim çok zor bir durum…Her şey
boş diyorsunuz o anda…Yarı yerinden bölünmüş bir hayat…Yarı yerinden bölünmüş
bir mutluluk…Anılardan başka elde kalan hiçbir şey yok…Birlikte yaşanacak
gelecek yok…Çıldırmaya az kaldı denilecek bir an…Dün ile bugün arasına çekilen
sanal dikenli bir tel…Yüreği acıtan yer yer kanatan pıtıraklı dikenli bir
tel…Sevginizin, aşkınızın yıkılan bir barajın suları gibi gürül gürül boşaldığı
an…Çaresizliğin, yalnızlığın, acının, hüsranın doruk noktasına ulaştığı an…
Sevdiklerimizi kaybettiğimiz anda anlıyoruz ki onlar bin yıl
yaşamayacaklar; ama ne yazık ki biz bin yaşayacaklar gibi davranıyoruz…Zaman
zaman onları kırıyor ve üzüyoruz…Oysa, bir nefes uzakta ölüm, hepimizi
bekliyor…Unutuyoruz bu değişmez gerçeği…Yaşadığımız her güzel an aslında
kârımız bizim…Öyleyse niye karartıyoruz sevecen ruhları?..Niye solduruyoruz
gülen yüzleri?..Öyle ya, sevdiğimizi alıp gidince mi göreceğiz ölümün soğuk
yüzünü?..Bakın sevdiklerinizin o güzel yüzüne…Sarılın doyasıya…Tutun ellerini…Yüreğinizi
yüreğiyle birleştirin…Zaman su gibi akıp geçiyor…Yarına ertelemeyin
isteklerinizi…Bir alıştınız mı ertelemeye, vazgeçemezsiniz, çünkü…”Bugün
olmasın yarın olsun!..” önemsiz gibi görülen duraksamalardır…Sevdiğimiz ve
kendimiz için bugünü yaşamalıyız doyasıya…Yarın çok geç olabilir…
Ruh ikizi ne demek çok iyi bilirim…Ben de eşimle ruh
ikiziyim…Aynı şeyleri düşünmek, aynı şeylerden hoşlanmak, hoş bir duygu…Ruh
ikizini kaybetmek de o ölçüde üzücü ve yıpratıcı…Birdenbire yapayalnız
kalıyorsunuz ruh ikizinizle birlikte nefes alıp verdiğiniz bu fani
dünyada…Ölümün acısı çöküyor onun yüreğini içine aldığınız yüreğinizde…Ben
şimdiden bu acının büyüklüğünü hissediyorum…O nedenle de eşimi elimden geldiği
kadar üzmemeye özen gösteriyorum…Onun da aynı özeni benim için gösterdiğine
inanıyorum…Yaşarken sevdiğinin değerini bilmek o kadar önemli ki…Sonradan
yükselen pişmanlık nidalarının kime ne yararı var?..
Sevdiğiniz bugün yanı başınızda…Yarın yanınızda olacağının
ya da sizin onun yanında olacağınızın garantisi var mı?..Elbette yok…O halde,
her günün yeni bir güne, her yeni günün de bilinmezlere gebe olduğunu asla
unutmayınız…
Asım ERDOĞAN
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum