SEVGİLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEVGİLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
01 Şubat 2019
17 Ağustos 2018
İnceden inceye içime işlenen
Nakış nakış dokunuyorsa sevdan yüreğime
Bil ki beklenensin gönlüme giren
Gönlümde yer edinen
En güzel duamsın sevginle
Çaresiz kalınan gecelerde
Kaçışlarımın diğer yanı
Söylediğim şarkıların en güzel nakaratı
İçtiğim su kadar aziz
Bastığım toprak kadar kutsal
Gökyüzü kadar derin
Yeryüzü kadar güzel
Söylediğim şarkılarda
Hüznümün diğer adı
Mutluluğum
Eksik yanım
Kalp hırsızım
Ve daha binlerce kelimeye sığdırmaya çalıştığım
Gideni aratmayan sevdam
Kollarında kaybolduğum
Sarıldığımda her şeyi unuttuğum
Biriciğim, özüm, sözüm, iki gözüm
Ömrümün kalan yüzü
Birlikte daha nice yıllara…
Seni Seviyorum…
Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
15 Ağustos 2018
20 Mart 2018
Ey sevgili! olur da çehrene bir bakış atabilirsem ve yüz
yüze gelebilirsek,
Gönlümde taşıdığım derdini anlatırım sana, nükte nükte,
ince ince…
Ayrılığında kalbimin kanı, şu iki gözümden akıyor,
Dicle nehri, denizler, çeşmeler, dereler misali…
Ey sevgili! olur da çehrene bir bakış atabilirsem ve yüz
yüze gelebilirsek,
Gönlümde taşıdığım derdini anlatırım sana, nükte nükte,
ince ince…
Hüzün dolu gönlüm, aşkını can kumaşına dokumuş,
İplik iplik, sicim sicim, tel tel, aheste aheste…
O güzel yüzünü görebilmek ümidiyle sabâ rüzgârı misâli
dolaşıp durmuşum,
Ev ev, kapı kapı, sokak sokak, mahalle mahalle…
O nazik dudaklarının çevresi…yanaklarında misk-i anber
kokan tüyler…
Gonca mı gonca, gül mü gül, lâle mi lâle kokular…
Ey sevgili! olur da çehrene bir bakış atabilirsem ve yüz
yüze gelebilirsek,
Gönlümde taşıdığım derdini anlatırım sana, nükte nükte,
ince ince…
Ayrılığında kalbimin kanı, şu iki gözümden akıyor,
Dicle nehri, denizler, çeşmeler, dereler misâli…
Hüzün dolu gönlüm, aşkını can kumaşına dokumuş,
İplik iplik, sicim sicim, tel tel, aheste aheste…
Tâhire, kendi gönlünü dolaştı da senden başkasını
bulamadı,
Sayfa sayfa, perde perde, kat kat…
Ey sevgili! olur da çehrene bir bakış atabilirsem ve yüz
yüze gelebilirsek,
Gönlümde taşıdığım derdini anlatırım sana, nükte nükte,
ince ince…
Ayrılığında kalbimin kanı, şu iki gözümden akıyor.
Dicle nehri, denizler, çeşmeler, dereler misâli…
**********
1814-1852 yılları arasında yaşamış olan ''Tahirih
Kurretu'l-âyn'' diye bildiğimiz İranlı kadın şair Fatimih Baraghani tarafından
yazılmış bir şiir, rûberû. Farsça, yüz yüze anlamına gelmekte… Günümüzde de
Mohsen Namjoo tarafından bestelenip seslendirilmiş.
04 Aralık 2017
Bilseydin nasıl da sevdiğimi…
Gözlerin için ölebileceğimi
Yeri göğü yıkıp da
Sensiz bir yere gitmeyeceğimi…
Dursun
istiyorum zaman
Sadece
sen ve benle dönsün dünya
Çılgınlık
bu değil mi
Varsın
olsun…
Seviyorum
işte
Aşk
bunun adı…
Gökyüzünden
kalbime inen
Senelerdir
beklediğim
Ve sonunda
gelen
En sevdiğim
Beklediğim
Özlediğim
Her şeyim
Biriciğim,
Ve daha
nicesini barındıran
Seviyorum
seni…
"Eşime"
Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
@ ARALIK 2017
04 Ağustos 2017
İnsanın içindeki yalnızlığını
başka birinin yalnızlığı ile paylaşmak istemesi kadar doğal ne olabilirdi ki !
Gördüğüm gördüğün olsun, dokunduğum dokunduğun ve öptüğün dudaklarım. Bir tek,
bir tek kalbim var sana verebileceğim. Bir de tutman için sana doğru uzanan
ellerim.
Geç kalınmış bir birliktelik
belki de bizimkisi. Yıllar içerisinde acıları yoğurduğumuz, hüzünlerde
boğulduğumuz, mutluluğun adını bile unuttuğumuz. Unuttuğumuz diyorum, sahi biz en son ne zaman mutlu olmuştuk. Ne zaman ağız dolusu gülmüş ve ne zaman bir “ohh”
çekmiştik. Çok gerilerde kalmıştı
muhtemelen ve o gün bugün değin yalnızlığımızla birleştirip ruhumuzu, amaçsızca
dolaşıp durmadık mı yeryüzünde.
Hep bir arayış içerisinde, hep
bir sorgulayışın peşindeydik bunca zamandır. Peki ne geçti elimize. Koca bir
hiç değil mi! Oysa, onca arayış içerisinde beklentilerimizi karşılayacak bir
şeyler olmalıydı bu hayatta! Olmalıydı ama olmadı. Üzüldük, kahrolduk ya
sonra, ne geçti elimize! Hiçbir şey.
Demek ki bunca üzülmeye, bunca düşünmeye
değmezmiş yaşadıklarımız. Olsun varsın. Bunların hepsi de bizim için bir
deneyimdi. Deneyim olmadan yaşamı öğrenmek ise mümkün değildi. Çünkü yaşam deneyimler
sonucu oluşuyordu ve her deneyim, kişiliğimizi geliştirmek ve ruhumuzu
yüceltmek adına önemliydi, gerekliydi… Ve işte şimdi, tam da olmak istediğimiz
gibi, ait olduğumuz yerdeyiz.
Sen Ben’de Ben Sen’deyim… Var
mı ötesi…
Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2017 “Sana Dair Karalamalarım”
13 Nisan 2015
Bazen birileri hayatınıza girer ve onların orada olmalarının, sizin bazı amaçlarınıza hizmet etmeleri, size ders vermeleri veya kim olduğunuz ya da kim olmak istediğiniz konusunda size yardım etmeleri demek olduğunu kesinlikle bilirsiniz.
Bu kişilerin kim olabileceklerini asla bilemezsiniz, bir oda arkadaşı, bir profesör, bir arkadaş, bir sevgili ya da tamamen yabancı biri ama gözleriniz onlarla kilitlendiğinde, işte o an hayatınızı çok derin bir şekilde etkileyeceklerini bilirsiniz.
Bazen, başınıza gelen şeyler ilk başta korkunç, acı verici ve adaletsizce görünebilir ama sonraları aksine o engelleri aşmadan potansiyelinizin, gücünüzün, iradenizin ve yüreğinizin asla farkına varamayacağınızı anlarsınız.
Hastalık, yaralanma, aşk, gerçek mükemmelliğin kayıp anları ve aptallıklar, hepsi sizin ruhunuzun sınırlarını test etmek için vardır. Bu küçük testler olmaksızın, her ne olursa olsunlar, hayat hiçbir yere varamayan, pürüzsüzce asfaltlanmış düz, yavan bir yol gibi olurdu. Güvenli ve rahat; ama aptalca ve tamamen anlamsız.
Tanıştığınız, hayatınızı etkileyen insanlar, tecrübe ettiğiniz başarı ve çöküşler, kim olduğunuzu ve kim olacağınızı bulmanıza yardımcı olurlar. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler öğrenilebilir. Aslında, bazen onlar en önemlileridir.
Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse, aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.
Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse, aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.
Her gününüzü önemseyin. Her anın değerini bilin ve onu bir daha asla yaşayamayacağınız için o anlardan alabileceğiniz her şeyi alın. Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun ve onların söylediklerini dinleyin!
Aşık olmanıza izin verin, kendinizi serbest bırakın ve görüşlerinizi yükseltin. Başınızı dik tutun; çünkü her türlü hakka sahipsiniz. Kendinize önemli bir kişi olduğunuzu söyleyin ve kendinize inanın; çünkü eğer siz kendinize inanmazsanız başkalarının size inanması güç olacaktır. Hayatınızda istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kendi hayatınızı yaratın ve daha sonra dışarı çıkıp hiç pişmanlık duymadan yaşayın! Ve eğer birilerini severseniz bunu onlara söyleyin; çünkü yarının neler sakladığını asla bilemezsiniz.
Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın! Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?
Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın! Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?
Sharon Zeff
11 Mart 2015
27 Mayıs 2014
Harf harf, cümle cümle düşüyorsun
yüreğime ey yar...! Bilmezdim, bilemezdim gerçek sevginin bu denli
güçlü olabileceğini. Anladım ki aşk geçici bir derya imiş;
dalgasında boğulduğum. Anlık heveslerden kurulu bir
aldatmacaymış, büyüsüne vurulduğum.
Ey yar...! Geldin... Beklediğimdin
sen, sevdiğim, sevenim... Belki gecikmeliydi gelişin ama olsun. Çok
da önemli değildi gecikmeler mutluluk varsa sonunda. Önemli olansa
gerçek sevenin ulaşmasıymış sevilenin varlığına....Ve şimdi
sen düşüyorsun yüreğime ilmek ilmek, satır satır.. Yormadan,
bir an olsun bıktırmadan, doluyorsun gönlüme ırmak ırmak. Ve
“Sev” diyor bana ilahi bir ses. “Sev, O'nu ! Her geçen gün
artan bir sevgiyle sev...!
Mehpare ÖĞÜT
03 Mayıs 2014
Resim-Vıcente ROMERO
Gün ışımasında
seninle olmak var yan yana
dağınık bir yatak
içinde
sarmaş dolaş
uykuya yenik düşmüş
bedenlerimizde
karşılamak her sabahı
birlikte...
bıkmak nedir bilmeden
bakmak birbirimize
dokunmak
öpmek
okşamak
sarılmak
sevmek..
Her gün ilk günmüşcesine
hayata ışığımızı
vermek
dokunduğumuz her şeyde
bir güzellik yaratmak belki de
hoşlandığımız şeyleri
paylaşmak sevgimizle
alışagelmiş tüm
sözcükleri rafa kaldırıp
yeni kelimelerden yeni
cümleler kurmak söylemek için birbirimize
almak kadar vermek
ya da almadan vermeyi
becerebilmek
gözün gördüğü değil
gönlün gördüğünü
dilinden düşürmemek
unutup bildiğin tüm
şeyleri
bilmiyormuşcasına sil
baştan başlamak belki de hayata
birlikte, yan yana, kol
kola
yürümek
yorulsak da birlikte
soluklanmayı becerebilmek her köşe başında
dinlenmek sırt sırta bir
parkta bir ağaç gölgesi altında
konuşmak uzun uzun
ya da sadece bakışmak
söylemek istediklerimizi anlatırcasına
farkına varabilmek
sevmenin ve sevilmenin
doyamamak tadına
istemek her an yanı başında
olmasını
ayrılmamak ayrı kalmamak
adına
ve sadece biz diyebilmek
atıp sen ve ben'leri bir
yana
bir olmak, birlikte olmak,
bütün olmak
bir elmanın iki yarısı
gibi
bu dünyada...
Mehpare ÖĞÜT
09 Şubat 2014
İsmi tarafından terk edilmiş bir
şehir gibi yüreğim.
Her ne kadar adını koymaya çalışsam da
; yokluğunun eş anlamlısı hiç bir imla kitabında
geçmiyor…
Sanki Türk Dil Kurumu yasaklamıştı
yokluğunu…
Gittiğin günden bu yana bu şehir çok değişti.
Hunharca katledilmiş hayallerim,
boyası dökülmüş umutlarım ve dünden kalma yarınlarla ayakta
durmaya çalşıyorum…
Gitme diye bütün pabuçlarını dama
atmıştım halbuki…
Biliyorum, bir gün bu şehir getirecek
seni bana.
Kim bilir belki de bir dolmuşta ‘şuradan bir
öğrenci uzatır mısınız?’ diye vurduğum omuz senin ki
olacak…
Şimdi hangi şehir alıp basar bağrına bizi ?
Hangi
şehir hikayesine kahraman yapar ?
Hangi şehir büyütür çocuksu
düşlerimizi ?
Sen gittin… Bu şehiri ayaklar altına
alıp kalbimin sokaklarına basa basa gittin…
Ve ben pabucunu
kaybetmiş bir çocuk edasıyla seni aradım bomboş
sokaklarda…
Kaldırım taşlarında ki ayak izlerini, inzivaya
çekilmiş kuytu düşlerini ve doğmayan çocuğumuzu parklarda
aradım…
Yalnızlık bir ananın nasıl ilk göz ağrıysa
yokluğunda benim ilk göz ağrım…
Hani küçükken kalbine ne
koyarsan seninle beraber oda büyürmüş ya ;
Ben büyüttüm
seni işte kalbimde annen falan hikaye…
Şimdilerde adın, adım adım
sürükleniyor kalbimin bomboş sokaklarında.
Hatırlar mısın
bir ara sormuştun ‘beni neden seviyorsun’ diye,
Bende o an
heyecanlanıp cevap verememiştim…
Hala geçerliyse o soru’n
cevap vermek isterim..
Seni neden seviyorum biliyor musun
?
Gözünün üstünde kaşın varda ondan…
Keşke
‘gidiyorum’ dediğinde ‘gelirken ekmek almayı unutma’
diyecek kadar hafife alabilseydim gidişini..
Olmadı işte…
Ben kahvaltını hazırlayıp senin
gelmeni bekledim.
Bir çocuğun babasının yolunu gözlediği
gibi…
Periler için bile çocukluk titik bir cennetten ibaretse
ben ne yapabilirim ki…
Sen en iyisi gitme…
Hem nereye
gidiyorsun bu şehri peşine takıp ?
Yalancı bahara aldanıp
nereye gidiyorsun ?
Şimdilerde adın kadar aklımdasın…
Adın
; benim için ‘oku’ emri…
Hadi gel dolaştır kestane rengi
saçlarını kılcal damarlarıma…
Kalbime giden her kan
pıhtısında saçlarının kokusu olsun…
Yağmurlu havalarda
bile kapatmıyorum pencerelerimi..
Sen geldiğinde belki duyamam
diye…
İyiyim ben, merak etme…
Ordan burdan bir kaç dal sigara,
birisinden kibrit, otlanıyoruz işte…
İyiyim ben, yara’m da
çok iyi, çok iyi bakıyorum ona…
Mesela her nefeste biraz daha
büyüyor, başkalarının ateşinde…
Parmağına sürecek oje
bulamayışın mı hala tek derdin ?
Yada kırmızı ile pembe
arasında kalman mı hüzünlendiriyor seni ?
Hani bana bazen her
aklına geldiğinde ‘seni seviyorum’ diyordun ya,
O an kendime
olan öfkem kızıl bir duman gibi yayılıyordu içime,
Sonra
yavaşça soğuyarak küçülüyor küçülüyor ve yerini yine
hasrete bırakıyordu..
Şimdilerde o iki kelime kulağıma
küpeden ibaret…
‘Gidiyorum’ dediğin günden bu yana yoksun
bu şehirde..
Kuru bir ‘gitme’ sözcüğü dökülmüştü o
an dudaklarımdan göz yaşlarıyla karışık..
Öyle kuru, öyle
ıslak, öyle uzak..
Sahi bu kadar kolay mıydı her şey, bu
kadar yakınmıydık bu ayrılığa..
Her neyse…
Özledim be kadın !
Özledim…
Saçlarında ki ‘ben’ kırıklarını
özledim…
Gözlerinde boğulmayı özledim…
Dudaklarında
haram’ı özledim…
Ellerinde sevabı özledim…
Sorma bana
‘beni özledin mi ?’ diye…
Özledim ulan ! Özledim…
Ama
her şeye rağmen başardığımız şeyler vardı..
Mesela
sevdik, çok sevdik ; yada öyle sanıyorduk..
Amacım yıldızları
göstermek değil ; binlerce yıldıza rağmen ayın güzelliğini
göstermek..
Bitti deyişin öylesine değil ölesiyeydi,
şakacıktan…
Ve kıyametler koptu, sadece sen öldün…
Sakın
ayrıldık diye bana verdiğin sözleri unutma sevgilim…
- Sıkı
giyin.
- İlaçlarını aksatma.
- Geceleri üzerini ört.
-
Sevgilinle iyi geçin.
- Kendine iyi bak.
- Ve sende ki bana
iyi bak…
Yunus Emre ÜNDAR
Siirfm.com'a
teşekkürlerimle...
25 Aralık 2013
Bir hayatım daha olsaydı yaşayacağım ve sen düşündüğümden ya da şimdikinden daha erken gele bilseydin,
-Yine aşk kokar mıydı tüm kelimeler, bunu bilmek isterdim...
Ve söylenmeyen hatırı kalan onca cümleyi
-Gün gelir de lazım olur diye saklar mıydım tavan arasına, eşik altına ya da yüreğime...
Ve ne yazıktır ki başka bir hayatım olmayacağını bile bile
-İnsan düşünüyor yine de...
Aramızda asırlar varmışcasına
-Gelip geçen zamanın acısını çıkartmak istercesine sevmek istiyor bir yüreği
Düşlerine yerleştiriyor her şeyden de önce ...
-Zamana bırakmak geliyor içinden olacak gibi, olmuş gibi
Olmasa bile, olmasa bile alışkın değil mi ki bu yürek vedalara...
-Ahh şu vedalar, ah şu vedalar olmasa...!
-Ama bu sefer bırakmak istemiyorum sırayı vedalara...!
Kapım kapansın ayrılık sahnesine ve sadece ve sadece sıcacık bir merhaba duyulsun dudaklarımdan,
Sen den ve de benden...
Hoş geldin diyelim birbirimize...
Hoş geldin sevgilim, hoş geldin yüreğime...
Bu ev senin...
Mehpare ÖĞÜT
Aralık 2013
19 Kasım 2013
Gel… Ey beni bana bırakan sevgili; öyle yorgun öyle garip ki
biçare gönlüm bir bilsen… Alaca karanlıklarda gölgene hasret yığıldım gönül
sokağında. Bir adım atsan ezilecekken kimsesiz benliğim,uzat yüreğini uzat ki
tutayım. Yetimliğim seninle avunurken umutlarımı iliştirdim yağmurlara. Bir
yudumluk muhabbetine hasretim. Gülen yüzünü benden esirgeyip, güllere mi sundun
bilmem ki. Kokunu getirecek rüzgarlar , bekliyorum, gelecekler biliyorum. Gönül
sofranda umut kırıntılarına muhtaçken geldim kapına. Atma bakışlarımı
bakışlarınla dışarılara.Üşüyorum. Ne kadar kovsan da gidemiyorum. Peki ,sahte
gülüşlere mi bırakayım solgun yüzümü, kahpe bakışlara mı hapsedeyim benliğimi.
Seninle sensizliği yaşatma bana.Aşkının ateşinde çaresiz bedenim.Umut
ışıklarını görmeye muhtaç gözlerim biçare körler misali. Gel gel… Gel ki beni
benle azat et…
Emine ÖZCAN
16 Kasım 2013
Konuş yüreğim! bir sen bir de ben varız bu akşam.
Söyle içindekileri, dökül, bileyim ben de.
Kaç kere atar bir kalp...!
Ya duran bir kalp çalışır mı hiç ardından
Yetmedi mi sence de bu yalnızlık
Tükenmedin mi bunca yılın sonrasında
Hala mı umut var
Hala mı beklediğin
Hala mı sevdiğin
Anlat, anlat ki bileyim ben de
Ortak olayım derdine bu akşam…
Konuş yüreğim
Hangi yangından sonra böyle oldun anlat bana
Kör mü olmuştu gözlerin de tutuldun bu aşk’a
Yaraların ne durumda
Yoksa kanıyor mu hala!
Kim bilir imkansızlığın içinde bir yalandı bu aşk’ta…
Söyle bana yüreğim söyle, çekinme, korkma!
Sevdim onu de, utanma…
İstersen haykır, ağla..
Yeter ki anlat bana, anlat da ortak olayım bu aşk’a…
……..
Madem merak ediyorsun geç otur karşıma..
Anlatayım merak ettiklerini bir bir sana…!
Ben, şu gördüğün ben var ya…
Belki de bu dünyada ki en yalnız kişiyim aşk’ta
Seviyorum diyenin bir sözüne kanıp da
Elini aşk’a bulayan bir budalayım bu dünyada…
Tükenmedim mi sanıyorsun, yanmadım mı, ağlamadım mı…
Tükendim de, yandım da, ağladım da
Ama bir de pişman mısın sor bana
Hadi sorsana!
Sana vereceğim tek cevap; pişman değilim asla!
Madem sordun söyleyeyim!
İlk yangınımdı benim hatırladığım ve en büyük yangınım
Yıllarımı elimden çalan
Evet kör olmuştum haklısın
Belki de istemeden..
Belki de beklemeden..
Belli ki sevdiğimden…
Dinlersen her akşam bahsederim sana ondan…
Ve ben öyle sevdim ki öyle yandım ki
Cehennemi yaşarken gördüm
Öldüm öldüm de dirildim onsuzlukta
Bak haykırıyorum evet yandım, evet ağladım
Hatta sevdim, hem de büyük sevdim.
Ve isteyerek buladım elimi bu aşk’a…
Ama bir de şimdi sor bana!
Seviyor musun hala!
Sana vereceğim tek yanıt
Hayır olacaktır unutma !!!!!
“Geçmişte kalan bir mazidir aşk’ta”
Mehpare ÖĞÜT
“Geçmişte kalan bir mazidir aşk’ta”
19 EYLÜL 2013
09 Ekim 2013
Ben kışları anlatırım, gözlerin baharları
Beyhude telaşlarımda kalır geçmiş
Ben yalnızlıkları susarım, sen eğdirirsin önünde sultanları
Sultanlar eğilince de bilesin, unutmazlar saltanatını
Güç bela düştüğüm yollarda kaldırırım önümden tüm
unutulanları
Ben senin bildiğin gemilerden değilim
Rüzgarında devrilirim de bir dalgalarında boğuşurken kendimi
bilirim
Issızlığım, çevremi kuşatsa da haykırıyorum denizi
İdam sehpasına giderken gocunmam ben, ölüm bir kar tanesi
Cellâdımsın diplere inmekten korkmam
Tarihim seni kovalamaktan örülü
Senin rengini başka bir renkle bozmam
Gözümde bir yaştır sonsuzluk evrenine dökülen
Binlerce yılın sürgünlük ıstırabını çıkarma benden
Hayatımı küçümseyen gözlerini uzak tut
Bir korkudur bakışların, müebbet zamanları tüketen
Bir gülün içimde devinen dikenisin, içimde yüzyılların
çilesi gömülü
Lügâtimde seni anlatmaya yer yok
Saçların rüzgarıma tâ ezelden asılı
Zindandan çıktı hüznüm, yeryüzünde bana ayrılacak bir
mutluluk kafesi yok
Müphem yolculuklardan artık çekil bana
Benim taşım, senin toprağına yazılı
Bir devran dönüyor başımda artık yeter
Bir servi olup göğe uzanıyor bıraktığın keder
Bir kül kaldırıyorsun ey içinde gülü barındıran
Tozumu bile kaldırdın, yollarımda ayaklarım tükendi
Ruhumda bir katılık yerleşti, boz bulanık ötelerden yani
senden kalan
Yenilgiler koydun geri dönülmez ülkeme
Hayallerim bir hülyanın karanlık kıyılarına vurdu
Ateşi elinde tutan bir adam dedi
Kuzeydir aradığın yer buzlar orayı terketti
Bezirganlara yerini sormak hercai bir çaba
Sadâkat, iflas eden hücrelerimi uyandırdı
Omzumda mevsimlerle yürüyorum,
Beni ne güneşler ve yağmurlar terketti
Önüme bakmıyorum gözlerim havada ebedi ufku arıyorum
Hep vardır bir gözü değen
Sahile vuran balıklar hududunu unutsa da
Tek O unutmaz
Esrârengiz ve yorgun kelimeleri ayağa kaldıran, ayân eden
Hasan TOMUK
30 Eylül 2013
12 Eylül 2013
Aşkın yalnızca saatlere günlere yansıyabilecek kadar kısa
ömürlü olduğunu sanırdım.
Sevgili Seni -Kendimde- Hatırlayınca;
Aşkın; değil yıllara, değil asırlara, Sonsuz Zamanlar
boyunca, Sonsuz Aşkla, Sonsuz Sevgiyle, Sonsuz Tutkuyla, Sonsuz Şefkatla tüm
boyutlara yansıyabildiğini ve tüm varlığımı kucaklayabildiğini gördüm.
Kalbimin Yalnızlığını daha önce hiç farketmemiştim, kendimi
çok sandığım serüvenimde; Senden ayrı, bizi unuttuğum sonsuz zamanlar boyunca
yalnız kaldığımda sensizliğin -yalnızlık- olduğunu anladım.
Aşkı ve aşka ait olan herşeyin kaosların ortasında, arada
sırada yaşanan tatlı dakikalar olduğuna inanmıştım.
Anladım
Anladım ki Sevgili
Aşk; Kalbimdeki Sonsuz Aşk ile yansıdığım -Sevgiliyi- her
An’da, her yerde, nefesimde bir dua, gözlerimde bir renk, tenimde gül kokusu,
yüreğimde alev alev yanan bir ateş parçası gibi hissetmekmiş. Birlikte Aşkın
içinde tükenerek yeniden Tek Ol’arak doğabilmekmiş.
Ve anladım ki Sevgili; her seferde olduğu gibi ve Şimdi
Burada Tam ve Bütün olduğum An’da; Aşk -kendim- olabilmekmiş.
Rüzgar olup esmek
Güneş olup doğmak
Sınırsız
Sonsuz
Hesapsız
Yarınsız
Ol’makmış
Ve aslında bütün mesele; Canın, Cananda olduğunu
bilebilmekmiş
♥
Nilgün NART
28 Ağustos 2013
aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven
götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
Akgün AKOVA
07 Temmuz 2013
Nilgün Atar, Gazeteci Ayşe Arman’a anlatıyor:”Eşimle 30
yıllık çok mutlu, uyumlu sevgi dolu bir birlikteliğimiz vardı…Vardı diyorum;
çünkü artık yok…Bir Bayram sabahı, her zamanki gibi ”Günaydın!..Haydi kalkalım,
artık…” dediğimde cevap gelmedi…Dürttüm…”Hadi ama…” yine ses yok…Birden
doğruldum…Nefes almıyordu…Gözleri hülyalı ve yarı kapalı…Güzel bir şeye
bakarmış gibi gülümsüyordu…Ellerini göğsünde birleştirmiş, ayakları dümdüz ve
üzerindeki pikede bir tek kırışıklık bile yoktu…Sarstım…Şaka mıydı?..Dün hep
beraber güle oynaya, çoluk çocuk, neşeli bir akşam yemeği yemiş, sohbetler
etmiştik…Böyle apansız, durduk yerde neydi bu başımıza gelen?..O anı anlatabilmem
mümkün değil…Dünya ayaklarımın altından çekildi…Dudaklarına eğildim, buz
gibiydi…Nefesimi üfledim bedenine, belki nefesimle yeniden canlanır diye…Hiçbir
şey olmadı…Uykuda kalp krizi bizi bulmuştu…Kıpırtısız, ne olduğunu bile
anlamadan dünya değiştirdi sevgilim…Hem de yanımda mışıl mışıl uyurken…9 Eylül
2010’dan bu yana hâlâ alışamadım yokluğuna…Çünkü biz ruh ikiziydik onunla…” Eşi
Ferit Hikmet’in ölümüyle ilgili, insanın yüreğini burkan gerçek bir olaya
dayanıyor bu anlatılanlar...
Bu gerçek olay, beni doğrusu çok etkiledi…Empati kurarak
Nilgün Atar’ın hissettiklerini anlamaya çalıştım…İsterseniz bir an, bu vahim
olayı birlikte değerlendirmeye alalım ve düşünelim…Çok sevdiğiniz eşiniz
yanınızda uyurken kalp krizi geçiriyor ve sizin bundan haberiniz yok…Sabahleyin
her şey bitmiş ve siz ne yazık ki eşinize hiç bir şey yapamıyor ve büyük bir
şok yaşıyorsunuz…Yaşanan bu büyük acıyı anlatacak sözcük bulabilmek gerçekten
zor…Kabul edelim ki sözcüklerin aciz kaldığı nadir durumlardan biri bu
istenmeyen an…Kimsenin başına gelmesini istemediğim çok zor bir durum…Her şey
boş diyorsunuz o anda…Yarı yerinden bölünmüş bir hayat…Yarı yerinden bölünmüş
bir mutluluk…Anılardan başka elde kalan hiçbir şey yok…Birlikte yaşanacak
gelecek yok…Çıldırmaya az kaldı denilecek bir an…Dün ile bugün arasına çekilen
sanal dikenli bir tel…Yüreği acıtan yer yer kanatan pıtıraklı dikenli bir
tel…Sevginizin, aşkınızın yıkılan bir barajın suları gibi gürül gürül boşaldığı
an…Çaresizliğin, yalnızlığın, acının, hüsranın doruk noktasına ulaştığı an…
Sevdiklerimizi kaybettiğimiz anda anlıyoruz ki onlar bin yıl
yaşamayacaklar; ama ne yazık ki biz bin yaşayacaklar gibi davranıyoruz…Zaman
zaman onları kırıyor ve üzüyoruz…Oysa, bir nefes uzakta ölüm, hepimizi
bekliyor…Unutuyoruz bu değişmez gerçeği…Yaşadığımız her güzel an aslında
kârımız bizim…Öyleyse niye karartıyoruz sevecen ruhları?..Niye solduruyoruz
gülen yüzleri?..Öyle ya, sevdiğimizi alıp gidince mi göreceğiz ölümün soğuk
yüzünü?..Bakın sevdiklerinizin o güzel yüzüne…Sarılın doyasıya…Tutun ellerini…Yüreğinizi
yüreğiyle birleştirin…Zaman su gibi akıp geçiyor…Yarına ertelemeyin
isteklerinizi…Bir alıştınız mı ertelemeye, vazgeçemezsiniz, çünkü…”Bugün
olmasın yarın olsun!..” önemsiz gibi görülen duraksamalardır…Sevdiğimiz ve
kendimiz için bugünü yaşamalıyız doyasıya…Yarın çok geç olabilir…
Ruh ikizi ne demek çok iyi bilirim…Ben de eşimle ruh
ikiziyim…Aynı şeyleri düşünmek, aynı şeylerden hoşlanmak, hoş bir duygu…Ruh
ikizini kaybetmek de o ölçüde üzücü ve yıpratıcı…Birdenbire yapayalnız
kalıyorsunuz ruh ikizinizle birlikte nefes alıp verdiğiniz bu fani
dünyada…Ölümün acısı çöküyor onun yüreğini içine aldığınız yüreğinizde…Ben
şimdiden bu acının büyüklüğünü hissediyorum…O nedenle de eşimi elimden geldiği
kadar üzmemeye özen gösteriyorum…Onun da aynı özeni benim için gösterdiğine
inanıyorum…Yaşarken sevdiğinin değerini bilmek o kadar önemli ki…Sonradan
yükselen pişmanlık nidalarının kime ne yararı var?..
Sevdiğiniz bugün yanı başınızda…Yarın yanınızda olacağının
ya da sizin onun yanında olacağınızın garantisi var mı?..Elbette yok…O halde,
her günün yeni bir güne, her yeni günün de bilinmezlere gebe olduğunu asla
unutmayınız…
Asım ERDOĞAN
15 Nisan 2013
Her günü bir umutla tüketmenin
Yanında olmayan birinin düşlerine sarılarak uyumanın
Ve kendi kendinle yaptığın iç hesaplaşmaların
Nereye varacağını bilmeden, sevebilir misin sevgili !
Sevebilir misin aradaki mesafelere aldırmadan görmediğin
…ve belki de hiç görme umudunun olmadığı birini…
Adını yüreğine yazıp başkalarına yer vermeden,
Belki de bir ömrü adamaya yemin ederek
Sevmeye söz verebilir misin sevgili !
Bekleyebilir misin belki bir gün diyerek…
…ve o bir günün hesabını verebilir misin hiç düşünmeden
kendine…
Oysa ki ben her günümü, gönlümü sana adadım…
Seninle yatıp sensizlikle uyandığım her günü;
Kendime haram kıldım ey sevgili…
…ve aklıma düşen gözlerini her düşündüğümde;
Senin hayallerinde yüzer buldum kendimi.
Belki de seviyorum dediğim zamanlardan bile daha çok sevdim
seni…
Sana ulaşamadığım her anın acısından olsa gerek,
Sensizlikle geçirilen her günü yas ilan edip,
Heybeme attığım yalnızlık tohumlarını ekiyorum gönlüme…
Belki bir gün diyerek geçirdiğim her günün ardından açıp da
ellerimi semaya;
Seni istiyorum şu garip gönlüme !
Kimbilir dualarım kabul olurda düşersin cemre gibi
yüreğime…
…ve seni yaşıyorum her anımda, her günümde…
Tohumların çiçek açtığı, güneşin ısıttığı ve nisan
yağmurlarının mevsiminde;
Sen de açar mısın benim gönlümde !
Verir misin yüreğini, katar mısın benimkine !
Mehpare ÖĞÜT
2013
Sensiz aldığım her nefes haram bana, bil istedim…
10 Nisan 2013
Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak,
yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek,
zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek
için mi kuşanıyoruz?
Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?
Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı
güçlü oluyoruz.
Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu
fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
Acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en
büyük yaralarımızı,
en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı
yapıyoruz acaba ?
Rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en
büyük mutluluklarımızı,
en çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza
geliyor?..
Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak,
rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız,
pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba ?
"Tanrıyı ve insanları deneme," diyen Nietzche'ye
aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi
Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz? İnsanları bu kadar çok denediğimiz,
kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi gizlediğimiz, hiçbir acıya ve
sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor,
mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dünüyor ?
Schiller'in o muhteşem "Eldiven" şiirinde
anlattığı hikâyeyi belki daha iyi okumalıydık,
oradaki şövalyenin adım seslerini belki daha çok
duymalıydık.
Hep erken öleceğini düşünen, hayatı bu düşünce nedeniyle
telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen Schiller'in söylediklerine biraz
daha dikkat etmeliydik, kendi ölümünü bilen birçok şeyi bilebilir çünki.
Arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği
harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve
yakışıklı şövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar.
Borazanlar çalıyor ve aslanlar çıkıyor arenaya, kocaman
yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. Prenses
zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına
atıyor.
- Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim.
Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor.
Bir şövalye diğerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır
ağır inmeye başlıyor,
parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek
duyuluyor.
Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur
şövalyeye bakıyorlar,
o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle
taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor.
Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine
hayranlıkla dönen prensese
bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor.
Nietzsche "Tanrı ve insanları deneme" diyor.
Schiller, eldiven şiirini yazıyor. Biz, herkesi her zaman
deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an
kanıtlasın, hayatını ve herşeyini tehlikeye atsın ve
bunu binlerce kez yapsın istiyoruz.
Kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir
duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle
göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan
kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan
başka bir yerde görüyoruz.
Belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken
yerlerden başka yerlerde arıyoruz.
Mutlulukla aramıza korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.
Aragon'un dediği gibi eğer "mutlu aşk yoksa," bu
aşkın suçu değil.
Aşkı, acısından, kederinden, tedirginliğinden, ayrılığından,
üzüntüsünden,
yarasından ayıklamaya çalışanların aşkı, mutlu olmayan
aşklar.
"Ben acıya, aldatılmaya, kedere razıyım,"
diyenlere verilebilecek bir armağan mutlu aşk...
Aşk iki eli dolu bir eski ilahe, birinde mutluluğu birinde
acıyı veriyor. Acıyı almadan öbürünü almak mümkün değil. Çok mu korkuyoruz
acıdan ve yaradan ve kederden? Korku bizi acılardan koruyor mu peki?
Aşk, o eski ilahe, acıdan korkana inadına acıyı verip öbür
elini kapatıyor.
Acısız mutluluk olmuyor. Lermontov, çocukluğumun müthiş
yazarı, "Zamanımızın Bir Kahramanı" isimli kitabını yazdığında
Rusya'yı birbirine katmıştı...
Hiçbir kadını sevmeyen, ama bütün kadınları kendine aşık
etmekten hoşlanan birini anlatıyordu...
Şu hiç unutmadığım Peçorin'i, Lermontov'un ve hepimizin
zamanının kahramanı olan
yalnız ve sevgisiz adamı.
Ne kadar şanslıydı Peçorin, bütün kadınlar onu seviyor, ona
aşık oluyor, ama o kimseyi sevmiyordu, duyguları çelik gibi zırhlarının içine
hapisti, dokunulmazlık ve yaralanmazdı, insafsızdı, kadınları kendine aşık edip
kaçıyordu, kendi duygularına yaklaşılmasına bile izin vermiyordu.
Çocukluğumun kahramanı bir korkaktı.
Ve mutsuzdu.
Ve Lermontov, yalnızca tek bir roman yazabilmiş, ikincisinin
yarısındayken,
yirmi yedi yaşında bir düelloda öldürülmüş o uzun saçlı
şair, sanırım o da mutlu değildi.
Peçorin, edebiyatın unutulmaz kahramanları arasına girdi,
korkulardan örülmüş bir kahramana ilgiyle baktı insanlar. Sevmeden sevilmek,
dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek,
zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi
kuşanıyoruz?
Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?
Her sınamada onlar biraz daha fedakâr,
biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.
Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu
fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
Ama korkulardan kurtulmak da ne kadar zor.
Her seferinde hep acıyan yerimiz aklımıza gelir.
Aşkı her gördüğümüzde, hemen kendi üstümüze kapanmamız,
hep o acıyan yerimizi korumak istememizden.
Kendimizi bu kadar sakınarak nasıl yaşayabiliriz hayatı?
Bu kadar güçlü, bu kadar akıllı, bu kadar zırhlı olarak
nasıl değebiliriz hayata?
Bir Peçorin mi olmalıyız? Yoksa kendi aşkında yanan bir Anna
Karenina mı?
Peçorin kimseyi sevmedi.
Anna Karenina istediği kadar sevilmedi.
Peçorin, Anna Karenina'ya aşık olsun isterdim,
sevmeyi bilen ve sevmekten korkmayan o kadına tutulsun
isterdim...
Peçorin, eminim o zaman "Ya o beni sevmezse" diye
soracaktı...
Ben de ona, "Anna Karenine, Anna Karenina'ysa eğer,
seni sever," derdim.
Aşık bir Peçorin... Mutlu olurdu herhalde,
ama büyük bir ihtimalle onu edebiyat kahramanları arasından
silerdi o zaman.
Hangisini tercih ederdi acaba, unutulmaz bir roman kahramanı
olmayı mı,
yoksa korkusuzca seven ve sevilen mutlu bir aşık olmayı mı?
Siz hangisini seçerdiniz?
Hayat seçimlerle dolu ve Pascal'ın dediği gibi
"her seçim bir kaybediştir," bir şeyi seçer, bir
başka şeyi kaybedersiniz.
Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz.
Bu da bir seçim...
Bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi,
hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi? Zırhlarımız,
korkularımız, savunmalarımız,
hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor,
aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor...
Ve en akıllı, en güç, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz
zamanda, her şeyi kaybediyoruz,
en çok istediğimiz bizden en uzağa düþüyor.
Kendi seçimimizi yapamadığımız için de insanları sınayıp
duruyoruz.
Eldivenlerimizi aslanların arasına atıp
"Beni seviyorsan onu getir," diyoruz.
Bir eldivene bir aşk gidiyor.
Nietzsche, "Tanrıyı ve insanları denemeyin,"
diyor. Schiller, eldiven şiirini yazıyor.
Peçorin, Anna Karenina'yı sevmiyor.
Anna Karenina, aşık olmayı hayatıyla ödüyor.
Peçorin mi olmalı Anna Karenina mı?
Her seçim bir kaybediş.
Hele, hem Peçorin'i hem de Anna Karenina'yı seviyorsanız.
Bütün kitapları okuyorsunuz, hayatın karmaşık yollarından
dolanıyorsunuz
ve çıka çıka hep aynı mısraya çıkıyorsunuz.
"Ten hüzünlü heyhat...
Ve okudum bütün kitapları." Heyhat ten hüzünlü, bütün
kitapları okusanız da. En büyük yaraları kendinizi en çok savunduğunuzda
alıyorsunuz, en büyük budalalıkları en akıllıca davrandığınızda yapıyorsunuz,
en güçlü olmayı en çok korktuğunuzda istiyorsunuz ve mutluluk hep uzaklarda
kalıyor.
Savunmasız, güçsüz ve hesapsız olmak belki de mutluluğun
kapısını açacak. Ama bunun için Peçorin'in Anna Karenina'ya aşık olacağı bir
kitap bulmak gerek. Anna Karenina, Peçorin'e sevmeyi öğretmeli.
Ve, ten bu hüzünden kurtulmalı.
Osman MÜFTÜOĞLU