"Güzel ama bu neyi
kanıtlar?"Bir matematikçi, Goethe'nin "Iphigenie"sini okuduğunda
söylemişti bunu: Güzel ama bu neyi kanıtlar? Pek yerinde olmayan bir tümce ama
binlerce şiiri karşısına alıyor. Bu tür şiirleri eleştirmek isteyen biri ne
yapacağını bilemeyebilir, eleştirilecek birşey yokmuş gibi gelir ona, bildiği
tek şey şiirin yazılıp basılmış olduğudur yalnızca. Doyurucu bir yapıtla ilgili
olarak söylendi diye, matematikçimizin bu düşüncesini tümüyle yadsımak doğru
olmaz. Ona Iphigenie'nin neyi kanıtladığı anlatılabilir; ama eğer bu herhangi
başka bir yapıt için yapılamıyorsa, o zaman o yapıt önemsizdir, çünkü içerdiği
bir anlam yoktur.
Bir şiirden ilk beklenen, okurunu
içerdiği tinsel ortama çekmesidir. Bu, pek önemi olmayan, belirsiz, formal
diyebileceğimiz bir işlemdir. Bir şiirin etkileme gücü, yerel, kişiye özel,
ulusal ya da sınıfsal alanda kısıtlı kalabilir. Çoğu kişiyi etkisi altına alan
şiirlerin, ille de en iyi şiirler olmaları gerekmez. Halkın söylediği şiirler,
hiçbir zaman yalnızca halk şiirleri değildir. "Halk"ı etkilemeyen
halk şiirleri de vardır. Şunu bilmemiz gerekir: Etkileme gücünü en üst
düzeydeki sanat şiirlerinde bulabileceğimiz gibi,en değersiz şiirlerde de
bulabiliriz; halk şiirleri kadar sone de, operet şarkıları da, doğum günü
şiirleri de etkileyici olabilir.
Bir şiirin, herhangibirini hatta seni, içerdiği
tinsel ortama çekiyor olması, henüz bir şeyi kanıtlamaz. -Sana henüz onu okuman
gerektiğini kanıtlayamam demek istiyorum.-Şiirlerin bir şeyi kanıtlaması da zor
gibi görünüyor. Diyelim ki, bizim matematikçinin karşısına Pisagor teoremini
kanıtlayan bir şiir çıktı. O Zaman bu şiirin bir şeyi kanıtladığı sonucuna mı
varacaktı acaba? Belki; ama biz ona,"Iphigenie"nin bir şeyi
kanıtlamadığını söylediğinde yaptığımız gibi, belki yine karşı çıkardık. Evet,
eğer şiir olarak boş ise, derinliği yoksa ve hiçbir ipucu vermiyorsa karşı
çıkardık. Matematikçimizi etkisi altına alsa bile, belki de yine karşı
çıkardık.
"Güzellik" kavramını ele
almaksızın daha fazla ilerleyemeyeceğimiz ortaya çıkıyor. Bu kavrama gereksinim
duymamız hiç de ayıp değil, ama biraz sıkılıyor insan. Çünkü son derece
belirsiz, çok anlamlı bir kavram; tümüyle "zevk"e bağlı olduğu
düşünülüyor, zevk de "bilindiği gibi " bireysel, bu nedenle de
"tartışılamaz".
Eğer fizyolojik alandan yola çıkar ve
zevki fizksel olarak ele alırsak, o zaman tartışmaya da pek gerek kalmaz.
Ağzımıza bir lokma alır, yüzümüzü buruşturur ve "çok ekşi" deriz. Bir
mısra okuduğumuzda da, yine tatsız tuzsuz, yavan, zevksiz hatta iğrenç bir şey
karşısında olduğu gibi hoşnutsuzluk duygusuna kapılabiliriz. Ayrıca fizyolojik zevkte
bile, zevk almayı öğrenme diye bir şey vardır. Bu öğrenme yoluyla olabileceği
gibi, yalnızca koşullarımızın değişmesine debağlı olabilir. Zevk değişebilir
-fizyolojik olan da değişir-.
Mimariden bir örnek verebiliriz. ileri
mimarlarımız son yıllarda yalın bir yapı sanatı üzerinde duruyorlar.
Özetlersek, pratik olanı güzel buluyorlar. Burada ilginç olan, işçilerin
reaksiyonu. Genel olarak bu yapı sanatını onaylamıyorlar. Düz çizgileri olan
evleri beğenmiyor, onları kışla ya da tutukevi olarak adlandırıyorlar, yeni
fonksiyonel mobilyaları da zevsiz bulup alabildiğine eleştiriyorlar. Yalın yapı
sanatının tüm ürünleri onların ağızlarında yavan bir tat bırakıyor. Neden?
Mimarların çoğu gelişmiş kişiler
olduklarından, en önemli ve en ileri sınıf olarak gördükleri işçilere
yöneliyorlar ama bir işçi için evin ne demek olduğunu da unutuyorlar. Bir işçi
için ev, hiçbir zaman sığınalacak bir yer, tüm gereksinimlerin olabildiğince
pratik çözümlendiği bir mekanizma değildir.
Şairin
Akıldan Korkması Gerekmez
Şiirlerini okuduğum birkaç kişiyi
yakından tanıyorum. Bunlardan bazılarının şiirlerinde, şiir dışı alanlardaki
konuşmalarına oranla çok daha az akıl ögesi görülmesi beni hep şaşırtmıştır.
Acaba bunlar şiirin salt duygu işi mi olduğunu düşünüyorlar? Acaba salt duygu
işi olan bir şey var mı? Eğer var olduğuna inanıyorlarsa, o zaman en azından
şunu bilmelidirler: Duygular da aynı düşünceler gibi yanlış olabilir. Bu
gerçeğin onları uyarması gerekir.
Birtakım şairler, özellikle de çiçeği
burnundakiler, şiir yazarken havaya girdiklerinde, mantığın süzgecinden geçen
herşeyin şiirsel atmosferi bozacağından korkarlar. Bu konuda söylenmesi
gereken, bu korkunun ahmakça bir korku olduğudur. Büyük şairlerin yaratma
eylemlerini konu alan yazılardan bilindiği üzere, onların şiir yazarken içine
girdikleri atmosfer hiçbir zaman, öyle sağgörülü, soğukkanlı bir düşüncenin
bozabileceği türden, yüzeysel, dengesiz, çabucak geçecek bir ruh durumuna
benzemiyor. Belirli bir coşku ve uyarılma durumu hiçbir zaman soğukkanlılığın
doğrudan doğruya karşıtı değildir. Hatta şunu da kabul etmek gerekir; düşünsel
ölçütlere uyma konusundaki isteksizlik, şairin içinde bulunduğu atmosferin son
derece verimsiz olduğunun bir göstergesidir. O zaman şiir yazmayı bırakmak
gerekir.
Şiirin başarısı, duygu ve aklın eksiksiz
uyumuna bağlıdır. Birbirlerini çağırıyorlar mutlu: Karar ver hangisi, o mu, bu
mu!
Şiiri
Elekten Geçirmek
Amatör şair, şiire düşkünlüğü
arttığında, şiirinin yaprakları tek tek koparılan bir çiçek gibi incelemesinden
hoşlanmaz; tomurcuk gibi narin oluşumlardan koparılan sözcük ve imgeler ile
getirilen katı mantık onu rahatsız eder. Buna karşı söylenecek söz, çiçeklerin
bile içine birşey batırıldığında solmadığıdır. Şiir eğer, yaşayacak güçteyse,
zaten yaşar ve en güçlü operasyonlara bile dayanır. Yek bir kötü mısranın bir
şiiri hiçbir zaman tümüyle yok edemeyeceği gibi, tek bir iyi mısra da onu
kurtaramaz. Kötü mısraları duyumsayıp ortaya çıkarma, bir başka yeteneğin öteki
yüzüdür; kendisi olmadan şiirden gerçek anlamda zevk almanın söz konusu
olamayacağı bu yetenek, iyi mısraları duyumsayıp ortaya çıkarma yeteneğidir.
Bir şiir bazen çok çabuk yazılır, bazen de uzun çalışmalar gerektirir. Amatör
şair, eğer şiiri ulaşılmaz görüyorsa, birşeyi unutuyor demektir; şiiri yazan
şair, okurun da yaşayabileceği türden sıradan duyguları onunla paylaşmak
istemektedir; ancak, şiirin formüle edilmesi bir işlem sonucudur; geçici olan
durağanlaştırılmış, bir ölçüde masif bir görünüm kazanmıştır. Şiiri uzlaşılmaz
gören kişinin, ona yakınlaşması da zordur. Eleştirel ölçütlerin uygulanmasında
özde yatan yine de hazdır. Bir gülün yaprakları tek tek koparıldığında, her
biri ayrı güzeldir.
Eleştirel
Tutum
Eleştiriyi ölü, verimsiz, zaman aşımına
uğramış bir şey olarak düşünmek çok yanlış.Kritiğin böyle algılanmasının
yaygınlaşmasını Bay Hitler ister. Gerçekte ise eleştirel tutum, tek verimli
olan, insana özgü olandır. Eleştirel tutum, işbirliği, ileriye yöneliş ve yaşam
demektir. O olmadan, sanattan gerçek tat alınamaz.
Varoluşumuzun artık politikadan
soyutlanamadığı günümüzde, eğer şiirin üretim ve tüketimi mantık ölçütlerinin
ortadan kaldırılmasına bağlı olsaydı, o zaman şiirin varlığını sürdürmesi de
söz konusu olamazdı. Duygularımız (içgüdüler, coşkular) tümüyle paslanmış
durumda olup, maddesel gereksinimlerimizle sürekli bir çatışma içinde
bulunmaktadır.
Eleştiri, hoşa gitmeyen bir kusur bulma
işlemi biçiminde olsa bile, hiçbir zaman haz almayı engellemez. Proleterya eğer
eleştiriyi zevkle yerine getirme yeteneğine sahip olmazsa, burjuva kültür
mirasına nasıl sahip çıkabilir? Tarihsel bilinç eleştirel bilincin kendisidir;
o olmadan proleteryanın bunu gerçekleştirmesi olanak dışıdır; bu bilinmelidir.
Burada yapılması gereken, nesnenin içinde bir zamanlar yetkin olanın
duyumsanmasıdır; bu yetkinlik zamanla olumsuza doğru bir değişim göstermiş,
yetkinliğin içindeki öz artık görünmez, kırıcı bir deyişle, artık tat alınamaz
duruma gelmiştir.
Bertolt BRECHT
Çeviren: Yıldız ECEVİT
Kaynak :
http://www.halksahnesi.org/yazilar/siir_mantik/siir_mantik.htm
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum