Bir gün Yenimahalle’deki evimizin kapısı çaldı…1970’li
yıllarda gerçekleşti bu olay…Kapı açıldığında bir adam ve yanında da bir bayan
nazikçe eğilerek selamladılar annemi…Bayan, çatı katını tuttuklarını,
yanındakinin erkek kardeşi olduğunu, Maraş’ta evlendikten sonra gelin kızla
birlikte Ankara’ya geleceklerini ve bu evde oturacaklarını, söyledi…Evde
temizlik yapabilmek için, süpürge ve biraz da temizlik malzemesi rica
etti…Annem, hayırlı olsun diyerek, onlara hemen istedikleri malzemeleri
verdi…Kimdi acaba gelin kız?..Doğrusu hem heyecanlanmış hem de çok merak
etmiştik…Çünkü, çatı katı berbat bir yerdi…O bildiğimiz muhteşem manzarası olan
teraslı, şirin, kullanışlı çatı katlarına hiç benzemiyordu…Küçücüktü, çatı
altına kaçak olarak yapılmış, aydınlatması bile olmayan derme çatma bir
yerdi…İki küçük odaya ve mutfağa, ancak başınızı eğerek girebiliyordunuz…Mutfak
ise bir girintiye iliştirilivermişti…Banyoya ancak bir kişi girebilirdi…Bir
gelin böyle bir eve nasıl getirilirdi, anlayamadık…Samimi olarak belirtmem
gerekirse, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu sözü edilen gelin kıza
acıdık…Sonraki günler hep onu beklemekle geçti…
10-15 gün sonra o beklediğimiz gelin kız geldi ve hemen
evine girdi…Evi nasıl bulmuştu acaba?..Şok olmuş muydu?..Gerçekten çok merak
ediyorduk…İki gün hiç görmedik onu…Üçüncü gün sabahleyin, ben okulda iken
kapıyı çalmış ve anneme merhaba demiş gelin kızımız…Adının Müzeyyen olduğunu,
komşularla tanışmayı arzu ettiğini de ilave etmiş…Sonraki günlerde hepimiz
tanıdık Müzeyyen Ablayı!..Tertemiz yüreği, sıcak kanlı davranışıyla öyle
beğendik ki onu…O berbat çatı katı, kısa zamanda sevginin fokur fokur kaynadığı
bir yer haline geldi…Artık, mekanlar değildi bizi birbirimize bağlayan,
sevgiydi, katıksız, saf, temiz sevgi…Çatı katının berbatlığı umurumuzda bile
değildi…Hem Müzeyyen Abla, çeyizleriyle salonu öyle güzel süslemişti ki,
mutfak, raflara konulan işlemeli örtülerle öyle şirinleşmişti ki…Tanınmaz hale
geldi o berbat çatı katı…
Müzeyyen Abla’nın iki yıl bebeği olmadı; ama üçüncü yılda
çok arzuladığı erkek bebeği dünyaya geldi…Bir terslik vardı, bebeğin ayakları
çarpıktı, içe doğru kıvrıktı…Herkesin morali bozuldu bebeği görünce…Sakat bir
bebek mi dünyaya gelmişti?..Bu kadar bekledikten sonra Müzeyyen Abla’nın başına
bu da mı gelecekti?..Kaygılıydık…O da ne!..Bir tek Müzeyyen Abla kaygılı
değildi…”Hayır!” diye haykırıyordu…”Hayır, ben bebeğimi tedavi ettireceğim, onu
yürüyebilir koşabilir hale getireceğim!..Göreceksiniz, başaracağım
bunu!..”Sonraki günlerde, Müzeyyen Abla’yı kucağında bebeğiyle hastanelere
gidip geldiğini gördük…Bebeğin bacakları alçılanıyor, o da hiç moralini
bozmadan tedaviye devam ediyordu…Gururla izliyorduk onun bu mücadelesini…Yüreğim
alkışlıyordu Müzeyyen Abla’yı…Gözlerimde yaşlarla birlikte…İnanır mısınız
yıllar içinde başardı Müzeyyen Abla ve oğlu Umut, sağlıklı bir çocuk haline
geldi…Annenin fedakârlığının, azminin bir zaferiydi bu…
Hiçbir konuda yardımcı olmadı Müzeyyen Abla’nın eşi…İyi bir
insandı; ama sorumluluklarını yerine getirmede yetersizdi…Evin geçimini
sağlayan da yine Müzeyyen Abla oldu…Mahallenin bayan terzisiydi artık o…Güzel
dikişleriyle herkesin dikkatini çekmiş ve bir merkez haline dönüştürmüştü çatı
katındaki evini…Bütün kazandığını çok sevdiği Umut’u için harcıyor, onun okul
masraflarını karşılıyordu…Sıcacık ilgisiyle Umut da mükemmel yetişiyordu…Bir
parlak anne-oğul öyküsüydü onların yaşadıkları…Anne, onun için kazanıyor, onun
için harcıyor; Umut da karşılığını veriyor, annesini hiç üzmüyordu…Her zaman
hayırlı bir evlat oldu Umut!..Ben bu ilişkiyi memnuniyetle izliyor, her ikisini
de çok taktir ediyordum…
Yıllar yılları kovaladı ve Umut, genç bir delikanlı
oldu…Artık o bir mağazanın müdürlüğünü yapıyor, efendiliğiyle herkesin
dikkatini çekiyor ve çok da beğeniliyor…Müzeyyen Abla da bu durumdan çok
mutlu…Çabalarının meyve vermesinden dolayı huzur buluyor…Hele çok sevdiği
oğlunun yeni taşındıkları evlerine beyaz eşyalar alması ve “Anneciğim, benim
için çok yoruldun, artık dinlen!..Bak bu aldığım tüm eşyalar senin rahat etmen
için…Ne olur artık birlikte huzurlu güzel günler yaşayalım!” demesi, onu çok
mutlu ediyor…Ancak son günlerde, Müzeyyen Abla’nın bayıldığını, hastanelere
gittiğini, ritim bozukluğu nedeniyle sıkıntılar yaşadığını haber alıyor ve
sağlık durumunu takip ediyorduk…Ne badireler atlattı, bunu da atlatır diye
düşünüyorduk…Yanıldık…
Oğlu Umut, ne yazık ki Müzeyyen Abla’yı, yatağında ölmüş
olarak buldu…O bir melek gibi gökyüzüne havalanmıştı…Allah’ın sevgili kulları
arasında yer alacaktı büyük bir ihtimalle…Maraş’a götürüldü cenazesi…Telefon
ettim Umut’a…Sordum, hali nedir diye!..Annesinin mezarı başında diz çöktüğünü,
onun için dua ettiğini ve yanından hiç ayrılmak istemediğini söyledi bana ağlayarak…Anne-oğul
öyküsü noktalanmıştı bu dünya için…Ancak bu güzel öykü Umut’un o güzel
yüreğinde eminim ki yaşamaya devam edecek…
Asım ERDOĞAN