YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



Kırılganız belki yaşadıklarımızdan
Umursadıklarımızdan,
Unutulduğumuzdan
Değmez insanlar için yas tuttuğumuzdan
Kaderin cilvesine ayak uyduruşumuzdan
İhanetin gölgesinde yattığımızdan
Ve bir zaman sonra her şeyi bırakışımızdan
Yaşamdan bıkışımızdan
Zamandan kaçışımızdan
İnan ki öyle dostum
İnan ki sadece yaşıyoruz
Yaşamak için sadece
Yaşar gibi yapıp
Sonra ölüyoruz…

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
11.05.2020
“Bana geldiler yine”





Geçiyor ömür
Tüketiyoruz tüm zamanı
Şakası yok mevsimlerin
Bilmem kaçıncı yaz
Önümüz sonbahar
Ardından kış
Diye diye
Bir sonra ki dönüme
Hazırlıyoruz kendimizi
Çıkarsak tabii !

Ölüm her an kapımızda
Oysa ki yaşamın rehaveti çökmüş üzerimize
Hiç gelmeyecekmiş,
Hiç gitmeyecekmiş gibi
Harcıyoruz tüm anları…

Belki de hayata bu kadar bağlanmamalı!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2019


Muhammed ÖZCAN'a ait olan "Bana Aşk-ı Anlat" adlı bu şiirde SMULE üzerinden kendi sesimden naçizane yorumladım.
Beğenmeniz dileğiyle,,,



Bana hayatı anlat
Yaşayabilmeyi
Umutlardan bahset bu gece
Hayallerden
Her şeyin ne kadar güzel yaratıldığından
Bu gece pişmanlıklar olmasın
Kırgınlıklar,
Sönmüş umutlar, yıkılmış hayaller olmasın
Bana biraz beni anlat bu gece
Öfkemi al, unuttur yaşanılanları
Buğulu bakmasın gözlerim
Sevdalı bakmayı öğret bana
Hadi inandır gözlerimi gözlerine
Bana mutluluğu anlat
Ağlamamayı öğretmeyi gözlerime
Oyunlardan bahset bu gece
Çocukluklardan
Her şeyin ne kadar saf ve temiz yaratıldığından
Bu gece kirli hiç birşey olmasın
Kin, nefret, ahlar, beddualar olmasın
Ve pişmanlıklar…
Bana biraz beni anlat bu gece
Nefretimi al, unuttur yaşadıklarımı
Boş bakmasın gözlerim
Doldur tüm benliğinle
Bana biraz seni biraz beni anlat bu gece…




Umudumuz olsun…
Sığmasın yere göğe
Hayallerimiz olsun gerçekleşmese bile
Çünkü her şeye rağmen
Yaşamaya değer hayat
Sevdiklerinizle…

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL


Ne çok şeyden vazgeçiyoruz çoğu zaman... Bazen isteklerimizi bir kenara koyup önceliği olan konuya ağırlık verip isteğimiz olanı ise ikinci ve hatta üçüncü plana atıyoruz. Olmak zorunda değil ama oluyor işte. İmkanlar ve durumlar dahilinde, belki de hiçbir zaman gerçekleştirmemiz mümkün olmayacak olsa bile hayali ile yaşıyoruz ve bir gün diyerek geçiriyoruz tüm günlerimizi... Doğru mudur bu yaptıklarımız tartışılır ama bize verilen yaşam süremizinde belli bir sınırı var. Ha bugün, ha yarın, şundan sonra, bundan sonra derken geçiyor ömrümüz ve geçerken de hani o bir gün diyerek ötelediğimiz hayallerimiz de koyduğumuz yerde olduğu gibi devam ediyor beklemeye. Ve bizler de bir gün diye diye geçirirken günlerimizi saçlarımızda oluşan aklar, yüzümüzde oluşan kırışıklıklar, fiziksel kısıtlılıklar ve ruhumuzda oluşan yorgunluklar... gerçekleşmediği ve/veya gerçekleştirilemediği için şimdi tam da önümüzde bize hadi diye seslenirken, biz de ise ne o ilk günkü gibi heyecan ne de gerçekleştirecek olmanın vereceği mutluluk kalıyor geriye. Zaman değerlidirden yola çıkılarak aslında zamanı iyi kullanmak, elimizdeki imkanları ise azami olarak kendimiz için de ayırarak yapmaya çalışmak kanımca en güzeli olacaktır. Çünkü belli bir yaşa geldikten sonra içimizde o isteği gerçekleştirecek gücü ve isteği bulamayacağız belki de...


Ünlü Rus Yazar Lev Tolstoy'un da bir sözünde değindiği üzere  “Hayat ne gideni getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gereken zamanı yaşayacaksın ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.”

Evet, ne kadar da doğru bir söz değil mi! Yaşaman gerekenleri ya zamanında halin vaktin yerinde iken yaşayacaksın ya da yaşayamadığın için sonra ki zamanlarda hayıflanmayacaksın. Çünkü zamanı geri döndürmek elimizde değil. Bugün, şu an - yarın ise başka bir gün. Yeni umutlara, yeni heyecanlara, başlangıçlara gebe... Dün belki yapamadın ama bugün mutlaka yapmaya çalış. Çünkü yarın herşey için geç olabilir. Bu yüzden ilk işin ne istediğine karar vermek, ne yapmak istediğini düşünmek ve ilk adımı atmak. Okumak mı istiyorsun ama yaşın da biraz geçmiş ve hatta evlenmişsin çoktan, baba bile olmuşsun, boyunca çocukların var. Olabilir, okumanın yaşı yok ki.. Ya sen evet evet sen, Ayşe, Fatma.. Sen, çalışıyorsun ama hayatından memnun değilsin, o hepimizde de var zaten. Sorun ne o halde. Çalışıyorsun, kazanıyorsun, sağlığında yerinde ise zamanını iyi değerlendir o zaman. Kurslara katıl, aktif ol, yaşamına değer kat, kat ki hayatın vereceği keyfi kendince yaşa ve çevrendekilere de yay bunu. Peki sen, sen neyi bekliyorsun! Ne istiyorsun, ne bekliyorsun daha... Yaşamak istediğini yaşamadan ölmek mi amacın yoksa çok şükür elimden geldiğince yaşadım, müsterihim demek mi kararın. Düşün bir kere! Bu yaşam senin ve sadece sen yaşıyorsun. Duygularına ve düşüncelerine yön veren sensin o yüzden yaşamınında dümeni sende. Ne tarafa kırarsan o tarafa gidersin. Önemli olan doğru kararı verip zamanını iyi değerlendirip yaşamını en iyi şekilde yaşayabilmen. Belki de yarını göremeyeceksin o yüzden gecikmeden, geciktirmeden kullan zamanını ve değerlendir sana değer katacak her şey için ve keyfine var yaşamın, yaşarken zamanında...

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
Deneme 


Değişme Zamanı;

Beni yaratan güç, bana kendi yeni hayatımı değiştirme gücü de vermiştir.
Yeni yaşamıma şimdi başlayabilirim. Hemen şimdi.
Hepimiz bir yolculuktayız, bilsek de bilmesek de. Bu yolculukta tüm potansiyelimizi göstermek için buradayız. Çoğumuz düşüncelerimizin kendi etrafımızdaki olaylardan etkilenerek oluştuğunu düşünürüz. Dışarıdaki olaylar ile düşünce arasında direk ilişki kurarız . Düşüncelerini kontrol edemeyeceğini düşünerek düşünce hapsine gireriz çoğunlukla, çünkü kontrolün bizde olduğunu unuturuz.

Düşüncelerimi Değiştirme Zamanı;

Şimdi tam zamanı çünkü düşüncelerim geleceğimi oluşturur, düşüncelerimiz ile olası olayları kendimize çekeriz.

Bu evrenin insana verdiği ilahi ve mutlak bir güçtür. Bu çekim gücü tamamen yer çekimine benzeyen bir güçtür.

Düşüncelerim genelde olumsuz, kritize eden ve yargılayan türden ise ve başıma düzenli olarak benzer hadiseler geliyorsa… bir durup günlük düşündüklerime bakmalıyım…
İyileşmem ve şifalanmam başladı bile.
Vücudum kendi kendine iyileşmesini zaten biliyor.
Birikmiş negatif çöpleri atmanın şu an tam zamanı.
Vücudumu seviyorum, düzenli vücuduma faydalı, canlandırıcı ve arındırıcı yiyecekleri ve içecekleri bilinçli seçiyorum.
Yaşadığım ortamı şifalandırmam kendimi daha iyi hissetmek için ortamımı düzenliyor ve değiştiriyorum.
Bana keyif veren şeyleri yapıyorum.
Yeni yaşamım ve değişmem affetmeyi öğrenmem ile başladı.
Kalbimdeki sevginin beni tamamen yıkamasını ve tüm olumsuzlukları vücudumdan alıp götürmesine kalbimi açıyorum.
İçimdeki derin bilgeliğe tamamen güveniyorum.

Hepimizin içindeki bu bilgelik evrendeki bilgelik ile çok iç içe ve benzer bir ağ ile bağlı neredeyse. Bu bilgelik ağı bizim tüm sorularımıza yanıt verebilir.
İçsel bilgeliğimize güvenmeyi kendimize öğretmeliyiz.
Günlük işlerinizi yaparken sezgilerinizi dinleyin. Her an sezgilerinizin size yardım ettiğini hatırlayın. Sezgilerinize güvenin…
Ben affetmeyi seçiyorum…
Kendimizi ‘ben haklıyım’ hapishanesine hapsetmişsek, özgürleşemeyiz… affetmeyi bilmiyor olsak ta.
Affetmeyi arzulamamız gerek. Evren bizim arzumuza bir yanıt bulup bize çözümler getirecektir, sadece arzulayın…
Kendimi ve başkalarını affetmek beni geçmiş zamandan salıverir ve serbest bırakıp özgürleştirecektir.
Affetmek neredeyse sorunların hepsinden bizi alıp özgürleştirir.
Affetmek kendime verdiğim en büyük armağandır.

Ben affediyorum ve kendimi özgür bırakıyorum.
Yaptığım her şeyi çok haz alarak yapıyorum.
Unutmayalım, bugünü tekrar yaşamak şansı bize tekrar geri verilmeyecektir.
Yaptığım her şeyde bir zenginlik, neşe, keyiflilik ve haz almak var.
Kalbimi ve sezgilerimi dinlediğimden günün her dakikası benim için önemli daha olumlu yaşayabilmem için…Kendi dünyamda çok huzurluyum, dünyayı ve hayatı hala öğreniyorum.
Nasıl ki bir bilgisayarın detaylarını öğrendikçe ondan çok daha iyi randıman alırız…bizim hayat tecrübemizde öyledir.
Hayatın,evrenin, dünyanın ve kendimizin ilahi sırlarını öğrendikçe ve uyguladıkça varoluşumuz anlam kazanır ve ruhumuzun bir aşk misyonu olduğunun farkına varırız.
Evrende bir ritim var ve ben bu ritmin parçasıyım.
Evren benim her yaptığımı destekler.
Ben düşüncelerimi olumlu seçtiğim sürece evren bana sadece ve sadece her şeyin olumlusunu ve en güzelini getirir.
Evrenin bana en hayırlısını getireceğine tamamen güveniyorum.
Yaşadığım yer en mükemmel yer.
Yaşadığım yer gelişen ve evrimleşen bilincimin bir uzantısıdır.
Yaşadığımız yerden nefret edersek. Bu hissi her yere taşırız ve mekanları insanları olumsuz etkileriz.
Sahip olduklarına minnetkar olmak size sadece bolluk ve bereket getirecektir. Taşındığınız yerden arkanızda sevgi bırakın ki oraya yeni taşınan için sevgiyle başlanabilecek bir ortam olsun.
Siz bıraktığınız her şeyi sevgiyle bırakın ki sizin bulunduğunuz yerlerde sizde sevgi bulun.

Ben geçmişi salıverip özgürleştirebilirim…herkesi affederek…Tüm yaralı hislerin gitmesine izin vermeyebiliriz fakat bu yaralı hisler bizi ilerletmez. Bizi olduğumuz yerde bırakır.
Geçmişi bırakıyorum…şu anki vakit daha anlamlı ve keyifli…Ben kendimi şu ana kadar tanıma fırsatı bulup ruhumun gelişimi için yolculuğumda karşılaşıp tanıdığım, beni yaralayan, üzen öğrenmemi sağlayan herkesten minnettarım…

Bu yüzden yolculuğumdaki yoluma uğramış ve canımı acıtmış herkesi affediyorum…
Tüm tanıdıklarımı geçmişin zincirlerinden serbest bırakıyorum.
Tüm yaralı hislerimi, acılarımı serbest bırakıyorum.
Kendimi daha yeni maceralı, keyifli tecrübelere açıyorum.
Güç şu anda ve şimdi…
ne kadar zamandır sorunum olduğu hiç önemli değil.
Şu an karar vermem her şeyi değiştirir… düşünmemi değiştirmem her şeyi değiştirmem demektir.

LOUİSE HAY 






Neyzen bir gün gene çığırından çıkmış şekilde Allah kitap küfür ediyor. Bir arkadaşı geliyor yanina:

-Bre Neyzen ayıptır günahtır nasıl küfürdür bunlar?

Neyzen adama bakar

-Hocam, biz büyük kapının köpeklerindeniz; Biz havlayıp hırlamasak kapının büyük olduğunu kim anlar?

Kerhane

Neyzen Tevfik bir gün Cami'de Hoca'nın vaazını dinler. Hoca cemaate herkesin dinin gereklerini yerine getirmesi gerektiğini, cennette herkese çok güzel huriler verileceğinden ve bu hurilerle ne yapmak isterlerse yapabileceklerini anlatır. Ertesi gün ki vaazda Neyzen Hocaya sorar:Hocam cennet'te şarap olacak mı? diye.

Hoca bu soruya çok sinirlenir başlar neyzeni zındık, kafir, iblis gibi dini motiflerle haşlamaya ve sorar:

Bre zındık cenneti meyhane mi sandın?

Neyzen istifini bozmaz önceki günü hatırlatır:

E Hoca dün cenneti kerhane yaptın.

Hangisini içer

Yesilayci bir profesör, "içkinin zararlari" konulu bir konferans veriyormus.Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus:

" iki kovadan birine raki digerine su doldurup bunlari bir esegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir agizdan " Suyu " demisler. " Neden suyu içer" demis profesör, Neyzen hemen atilmis " Esekliginden "

Ahmet Rasim milletvekilligi döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmis.M.Kemal bunu çok begenmis.

Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliginde içerken,az ötede dolasan bir köylü çocugunu yanina çagirarak sormus :

--Biz ne yapiyoruz ?

--Raki içiyorsunuz.

--Söyle bakalim, iki kovadan birine raki digerine su doldursak,bunlari esegin önüne koysak,esek hangisini içer ?

--Rakiyi !

--Aman,demis,sebebini sormayalim!!!

Yiyip içmek için mi ?

Neyzen,bir gün Mazhar Osman'la karsilasir.

--içmeye devam ediyormusun,Neyzen ?

--Neden sordunuz,Beni tedavimi edeceksiniz,yoksa yemege mi çagiracaksiniz ?

Sise çekerken

Neyzen,bel agrilarindan yakinmaktadir.Tanidik doktorlardan biri: "En iyisi sise çekmek" der, "agrilardan kurtarir seni"

Ertesi gün bir dostu,Neyzen'i kaldirima uzanmis,elinde raki sisesini tepesine dikmis sekilde görünce :

--Üstad,rakiyi birakacagini söyleyip duruyordun,bakiyorum azaltacagina ölçüyü büsbütün kaçirmissin.

Neyzen,dostunu yattigi yerden söyle bir süzer:

--Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum.Bel agrilarindan sikayet ediyordum;doktor "sise çek" dedi.

Nasil görüyor ?

Birinci dünya savasinda iki gözünü kaybeden bir tanidigiyla söylesmektedir.Tanidigi sorar:

--Durumu nasil görüyorsun Tevfik'cigim?. Neyzen "karanlik" diyecekken vazgeçer,

--Sizin gördügünüz gibi,diye cevap verir.

Yol veririm

Meyhanenin tuvaletine giderken,daracik koridorda bir kabadayi ile karsilasir.Birinden birinin kenara çekilmesi gerekmektedir.

Neyzen, " Müsaade et,geçeyim " der.Sarhos kabadayi, "Sen kime kafa tutuyorsun babalik, ben senin gibi cigeri iki para etmezlere yol vermem " diye aksilenir.Bizimki hemen kenara çekilir, " Ben veririm " der.

Herkesin Bildigini

Basin çevrelerinde taninmis bir hanim,Neyzen'le karsilasinca,

--Askolsun,benim için asifte filan gibi sözler söylemissiniz ?

Neyzen elini sinek kovalar gibi sallamis;

--Hanim,sen beni tanimiyorsun.Ben herkesin bildigi seyleri söylemem.

Kime uygunsa...

Moralinin bozuk oldugu bir gün,hoslanmadigi bir adam masasina çöker ve münasebetsiz laflarla Neyzeni kizdirir.Adam bir ara;

--Üstad,bugüne kadar hiçbir yerde neden görev almadiniz acaba ? diye sorunca,dayanamaz !

--Senin gibi himbillarin yerine geçmemek için der.

Pislige bulasmamak

Savas vurguncularindan birinin dedikodusu yapilmaktadir.

--Tonla parasi var...Herifin bir eli yagda,bir eli balda...Nereye gitse,hemen yol açiyorlar.

Neyzen sorar :

--Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes ?

--Çekiliyor

--Demek cebindeki pislige bulasmak istemiyorlar...

Benzetmede hata olmaz !

Kafayi iyice bulmus,yalpalayarak giderken bir tanidiga rastlar.

--Yazik dostum,yazik,canina hiç acimiyorsun.Bu gidisle sen fazla yasamazsin.

Neyzen adamin yüzüne bakip gülümser.

--Ömür denilen,içi su dolu fiçiya benzer,içindeki,azar azar da kullansan,hepsini de bosaltsan,mutlaka biter.

Bulunur ama ?

Neyzen'in bir arkadasi meyhaneye girer ve garsona sorar ;

--Bizim Neyzen burada mi?

--Burada beyim,Sagdan besinci masa.

O masada Neyzen'i göremeyen adam geri döner:

--Gitmis...

--Affedersiniz beyim,kabahat bende.Masanin altina bakin dememistim,size...

Evin yolu

Aksaray'da bir ev kiralar.Yeni tasindigi siralar,geceleri meyhaneden dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir.Bir gece,karsisina çikan bekçi'ye:

--Bekçi baba,Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor.Sen evini biliyormusun?

--Neyzen Tevfik sensin ama beyim!

--Ben sana kimim diye sormadim,Neyzen Tevfik'in evini sordum...

Agzina içki koymamis!!!

Sait Halim Pasa,Neyzen'i seven bir kisiymis.Bu yüzden ona izaz ve ikramda bulunurmus.Pasanin sofrasinda fena sarhos olup sizdigi bir gecenin sabahinda,pasa,Neyzen'den bir daha içki içmeyecegine dair kesin söz istemis.Neyzen'de, Pasayi son derece saygiyla sevdigi için,istenilen sözü ciddiyetle vermek zorunda kalmis.Bu söze göre Neyzen agzina bir daha raki koymayacak!!!

Bir dahaki çagrilisinda Pasanin karsisina zil zurna sarhos çikmis.Pasa onun bu halini görünce esefle sormus:

--Hani söz vermistin?Bir daha agzina içki koymayacaktin?

Neyzen,yemin ederek agzina bir damla içki koymadigini söyleyince,pasa derin bir hayrete düserek:

--inanman,söyle yakin gel de bana bir "hoh" de,bakalim.

Neyzen iyice sokulup.pasanin burnuna,olanca gücünle bir "hoh" demis.Lâkin hayret,gerçekten de Neyzen'in agzi içki kokmuyor! Pasa saskin,saskin:

--Bu nasil is Neyzen? deyince,Neyzen onu kahkahadan kirdiran cevabi veriyor:

--Sen kokusunu alip da anlamayasin diye içkiyi altimdan tenkiye ettirdim.Insan biraz kendine hükmedip de aldigini çikarmazsa,iste böyle,tipki yukaridan içmiscesine mest oluyor pasam!!!

Kirk yillik ölü

Dr.Fahrettin Kerim Gökay "içkinin zararlari" konulu konferansini vermektedir. Bir ara:

--Rakinin her kadehi,hayatimizi bir saat kisaltir,der.

Dinleyiciler arasinda olan Neyzen yerinden firlayip bagirir:

--Eyvah,yandik!

--Hayrola?

--Hesap ettim,meger ben öleli tam kirk yil olmus!!!

Kovmanin nazikçesi

Bir arkadasiyla Beyoglu'nda gezerken Ubeydullah Efendiyle karsilasirlar.(Ubeydullah Efendi,ünlü Jön Türkler'dendi.Son yillarda Besiktas Evlendirma Memuruydu) Neyzen,Ubeydullah Efendiye sorar:

--Hocam,Hazreti Adem'le Hazreti Havva'nin nikahlarini hangi imam kiydi?

--Davetliler arasinda degildim,bilmiyorum.

--Peki,Adam'la Havva cennetten niye kovuldular?

--Bir münasebetsizlik etmislerdir.

--Ne gibi?

Ubeydullah Efendi dayanamaz:

--Sizin bu aksam yaptiginiz gibi.

--Peki,acaba nasil kovuldular?

--Defol...Yoksa sana haddini bildiririm simdi!

Neyzen,ardindan bastonunu sallayarak kosan Ubeydullah Efendi ile arayi açtiktan sonra durup seslenmis:

--Böyle nazikçe kovmasini biliyordun da,benimle ne diye bir saat ugrastin üstad?

Hangi Anahtar?

Danibütün geçinen bir dostu sorar:

--Beni tanirsin...Cennetin anahtari sende olsa beni oraya almaz miydin?

Neyzen,karsisindakini bastan ayaga söyle bir süzdükten sonra gülümser:

--Bende Cennetin degil de Cehennemin anahtari olsaydi,senin için daha hayirli olurdu.Belki seni oradan çikarirdim!

Gelin gibi...

Son hizla giden taksinin soförüne sesleniyor:

--Aman oglum,n'olur biraz yavasla.

--Merak etme baba,biz bu taksiyle gelin tasiyoruz.

--Desene biz de düzülecekler arasindayiz!!!

Meyhaneye girmeden...

Es dostunun israri karsisinda,bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder.Bir kaç gün sonra, vakt-i kerahet (demlenme zamani) zamani gelince dayanamaz.Bir at kiralayip solugu Langa'da Kosti'nin meyhanesinde alir.Attan inmeden,kapidan seslenip içkisini getirtir.Meyhanedeki tanidiklari seslenirler:

--Hoca,böyle at üstünde içki içilirmi?Hele atini bagla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.

--Yoo,gelemem yaniniza.Meyhaneye girmeye tövbeliyim!

Delilik ayricaligi...

Sirkeci'de Necdet Rüstü Efe ile karsilasir.Ayaküstü konusurlarken Neyzen,cumhurbaskani Ismet Inönü'nün diktatörlügünden söz etmeye baslar.Necdet Rüstü,dönemin her tasin altindan çikan polislerinden birinin köse basinda durup kendilerine kulak kabarttigini görünce tedirgin olur,kisa kesmeye çalisir.O sirada polis biyik altindan gülümseyerek yanlarindan uzaklasir.Olup bitenler Neyzen'in gözlerinden kaçmamistir.

--Polisten korktun degil mi?Bana bir sey yapamaz,çünkü ben deliyim.Bu yüzden dokunulmazligim var.Fakat bu delilik imtiyazini kazanip içimi rahat dökebilmek için neler çektim,bilemezsin.

Adam yerine koymuyorlar...

Hüseyin Sehsuvar anlatiyor:" ...küfürlere basladi.Sonra basini sola çevirip bana döndü:

--Hüseyin,ben önüme gelene sövüyorum.

--Söversin,

--Bana bir sey yapmiyorlar???

--Ne yapacaklar?

--Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar???

Parasiz bilete karsilik

Kadiköy'deki Opera sinemasinda bir hayir kurumu yararina konser verilmakteydi.Konsere ara verilince Neyzen eline bir sapka alarak siralari dolasir,para toplar.Sahneye çikar;sapkada toplanan büyük miktardaki parayi oradaki masanin üzerine bosaltir.Dinleyilere döner:

--Muhterem topluluk,herbiriniz bu konsere bilet parasi ödeyerek geldiniz.Yalniz ben davetliydim,para ödemedim.Su masanin üstündeki,tarafimdan toplanmis paralari,bana verilen biletin karsiligi olarak hayir kurumuna birakiyorum..

Iki kilo Raki

Yüksel Bastunç,"bu fikra ne kadar dogrudur,bilinemiyor" diye yaziyor: "Atatürk bir aksam Neyzen'i Florya'daki kösküne çagirtiyor.Bir iddiasi vardir:

--Senin çok fazla içki içtigini söylüyorlar.Benim kadar içermisin?

--Ne kadar içersiniz? der Neyzen

--iki tane kiloluk raki içerim.

M.Kemal kelimelere basa basa bu sözleri söylemistir.Neyzen'in gözünü korkutmak istemistir. "Canim ne isterse,susuz,mezesiz" diye devam eder.

Neyzen: "Bende iki kilo içerim ama,öyle içmem.Kâse geliyor,iki kiloluk rakiyi Neyzen kâseye bosaltiyor.Digerleri Neyzen'in basini kâseye daldirip lakir lakir rakiyi içecegini zannediyorlar.Fakat Neyzenin isi bitmemistir.Bir somun ekmek bir de irice bir kasik geliyor.Neyzen ekmegi lokma lokma koparip kâsedeki rakiya bastiriyor.Lokmalar rakiyi iyice çekince,Neyzen çalakasik yanasiyor bu bade tridine.

Yine anlatilanlara göre; M.Kemal," Pes,pes " diye bagirarak ayaga kalkmis ve elleriyle yüzünü kapatmis...

Geri gelmeyeceklerse?

Birinci Dünya Savasi yillari.Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladigi bir kafile,askerlik subesine gitmek üzere yola koyuluyor.Kaldirimlarda biriken halk gidenleri ugurluyor:

--Allah selamet versin,Allah selamet versin.

Yemen,Çanakkale,Filistin gibi cephelere gidenlerin geri dönmeyeceklerini bilen Neyzen de bu yolculuk törenine katiliyor:

--Allah rahmet eylesin,Allah rahmet eylesin!!!

Simdiden belli !

Sadrazam Sait Halim Pasa Neyzeni Yeniköy'deki yalisina davet eder.Yenilip içildikten,Neyzen'n Ney'i dinlenildikten sonra Pasa Neyzen'e pirlanta islemeli essiz bir ney armagen eder.

Bizimki neyi eline alip inceler ve Pasa'ya geri varir.

--Hayrola üstad begenmedin mi?

--Çok begendim

--Peki neden almiyorsun?

--Ben yolsuz kalinca bu neyi satarim,yazik olur.Iyisi mi sen bana bes Lira ver,bu ney sende dursun...

Yüzü gülmez...

Sert,kavgaci,geçimsiz bir adam olan komsusu Tahsin Bey'le karsilasir.Tahsin Bey:

--Bugün hanimi disçiye götürecegim.Dün gülerken gördüm,ön dislerinden ikisi çürümüs.

--Yalan söylüyorsun

--Neden yalan söyleyecekmisim?

--Seninle yasayan insanin yüzü gülermi hiç?

Fasulyeye benziyor

Ikinci Mesrutiyet döneminde nazirliga getirilen bir zat,çok geçmeden yegeninin vali olarak atanmasini saglar. Karsilastiklarinda,Neyzen:

--Masallah,kardesinizin oglu tipki fasulyeye benziyor.

--Genç yasta vali oldu,neden fasulyeye benzesin?

--Iste bende onun için benzetiyorum ya.Fasulye de siriga sarilarak büyür.

Çalarken..

Soruyorlar:

--Neyzen,çalarken mi neselenirsin,yoksa neseli oldugun zaman mi çalarsin?

Maliye Bakani hakkinda yolsuzluk dedikodularinin dolastigi bir dönemidir.

Neyzen: " Maliye Vekili degilim ki,çalarken zevk alayim "....

geriye



●Bazen gelecek uzun sürer...

…O günden beri sanırım sevmenin ne olduğunu da öğrendim : atılganca kendi duyguları üstüne ‘abartmalı’ iddialara girmek değil , karşıdakine özenle davranmak , onun arzularına ve ritmine saygı göstermek ; hiçbir şey istememek , verileni kabul etmeyi öğrenmek; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek ; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca,hiçbir zorlamaya başvurmadan , karşıdakine de yapabilmek. Özetle, yalın özgürlük! Cézanne neden Sainte-Victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı ? 
Her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan.

Demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. Altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. bu iş yakında bitecek olsa da.

Evet, bazen gelecek uzun sürüyor...

Gelecek Uzun Sürer / Louis ALTHUSSER





Sevdiğin bir şeyi yapmaya devam etmelisin. Kimsenin seni durdurmasına, engellemesine ya da bunu yapman için vazgeçirmesine izin vermeden, bildiğin şekilde yoluna devam et.. Kim ne derse desin önemli olan sen ve senin yaptıkların, düşünce ve duyguların. Söylediklerini daha doğrusu senin düşüncelerini anlamayanlar illa ki olacaktır ama bu onların haklı olduğunu değil senin doğru yolda olduğunu gösterir, bunu bil.. Çünkü, birileri sürekli olarak senin yaptıklarınla ilgili vır vır ediyorsa sen doğrusundur, doğru yoldasındır. Çünkü, o vır vır edenler aslında elinden hiçbir iş gelmeyenler, kaldı ki seni gizliden gizliye beğenip de içinde hırs küpleri barındıranlardır unutma. Herkesin aklı kendine ve herkes kendi yaşamını kendi elleriyle kurmak zorunda. Sen başkasının yaşam modelini değil kendi yaşam modelini yaratmalı, geliştirmeli ve ona göre hayatına bir yön çizmelisin. Bu ana kadar hep başkalarının dedikleriyle yaşadıysan üzülme ! Hiçbir zaman geç kalmış değilsin. Bundan sonra ki hayatını kendi istediğin gibi şekillendir ve mutlu olmayı seç. Engeller çıksa bile önemseme. Çünkü her engel senin bir sonra ki basamağı çıkmana yardımcı olmak içindir. Nasıl mı ? Her engel senin yaşamla, olaylarla ve de insanlarla mücadele etmeni öğretecek birçok fırsatlar sunar ve sen bu fırsatları doğru şekilde değerlendirilebilirsen ki bu yüksek olasılıkla senin karar ve davranışların sonucu gelişecek bir süreçtir; işte o vakit sen, o engellerin birer birer kalktığını görecek ve üst basamağa çıkacaksın ve bu ta ki son basamağa varana dek böyle devam edecektir. Son basamağa geldiğinde ise geride bıraktığın basamaklara dönüp bakman gerekir. Çünkü o basamaklarda senin vazgeçtiklerin, kararların, şansızlıkları, sana sırtını dönenler ve senin yanında olup destek verenleri... göreceksin. Ve bundan bir an olsun pişman olmadan son basamağa ulaşmanın verdiği mutlulukla kendine güvenmenin tadını çıkar ve yaşamın güzelliklerinin keyfini sür. Bunu hakettin çoktan. İnanç, azim, kararlık sayesinde her işin üstesinden gelecebileceğini ve zor gibi görünen her şeye ulaşabileceğinin farkındasın artık değil mi !

Kural ; Yaşam sana bir şey vermiyorsa sen almalısın onu kendi ellerinle...



Mehpare ÖĞÜT
NİSAN 2015




Başarısızlık korkusunu herkes bilir. Ama insanlara ‘başarı korkun var mı?’ diye sorulduğunda tepki gösterirler: ‘Kim başarılı olmak istemez ki?’

Oscar Wilde’ın dediği gibi dünyada iki trajedi vardır: istediğiniz şeyi elde edememek ve istediğiniz şeyi elde etmek.
Yirmi üç yaşındaki delikanlı zekası ve yaratıcılığı sayesinde şirkette yaşının çok ötesinde bir konuma sahipti. Henüz diploması olmamasına rağmen, birçok diplomalının üzerinde ‘müdür’ pozisyonundaydı. Başka bir şirketten daha iyi koşullarda iş teklifi aldığının haftası işten kovuldu. Bu kovulma, yeni işindeki konumunu da etkiledi.
Genç adam başarıdan korkuyordu.
Başarılı olursa, hep başarılı olmak zorunda kalacaktı. Daha alt konuma düşemezdi.
Başarılı olursa, onu kötü koşullarda yetiştirmiş olan anne babası, hiç hak etmedikleri halde onunla iftihar edeceklerdi.
Başarılı olursa, herkes ondan bir şeyler talep edecekti.
Başarılı olursa, sevgilisinin onu kendisi için sevip sevmediğini asla anlayamayacaktı.
Genç adam, kendi kendini sabote etmişti. Ve neden işten son anda kovulduğunu bir türlü anlayamıyordu. Ona göre insanlar onu kıskanıyordu. Kız arkadaşı da onu kısa zamanda terk edecekti. Kadınlar ne de bencildi.

Ama işi kaybetmenin iyi bir yanı vardı. Artık ailesi ve kardeşi ondan borç para isteyemeyecekti. Kazancına göre ödediği vergi de yüksek olmayacaktı. Kızlar ona kendisi için yaklaşacaktı, geliri ya da konumu için değil.
Genç adam başarıdan korkuyordu. Ona göre serüven, yükselmek için dağa tırmanmaktı. Doruğa geldiğinde ise kendisini sabote ederek aşağıya düşmek istiyordu. Çünkü dorukta kalmaya kendini layık görmüyordu.
Genç kadın, üniversiteyi iyi dereceyle bitirmişti. Hemen diplomasına ve arzusuna uygun bir işi oldu. İki buçuk sene gibi kısa bir zamanda ‘müdür yardımcısı’ konumuna gelmişti. Ve aynı şirkette daha alt pozisyonda olan ama gelecek vaat eden bir adama aşık olmuştu.
Genç adam, ona pozisyonundan dolayı ilgi göstermiyordu. Çünkü bir kadın tarafından ezilmek istemiyordu. Genç kadın sevgilisiyle evlenebilmek için işinden ayrıldı. O, kadınların evlenebilmek için aptal görünmeleri gerektiğine inanıyordu. Zaten üniversiteye de ailesine uygun bir koca bulmak için gitmişti. Sevgi, konumdan daha önemli değil miydi?

Bilinçsizce başarı şanslarımızı nasıl sabote ediyoruz?
Sevgide, işte, sosyal yaşamda doyumlarımızdan nasıl vazgeçiyoruz? Çocukluk deneyimlerimiz, başarıyı nasıl da kendimizden uzaklaştırıyor?
Başarı; layık olma, değerli olma duygusunu harekete geçirir. Eğer çocukluğumuzda sevilmeye ve değerli görülmeye layık bir insan olmadığımızı hissetmişsek bu, daha sonra kocaman engeller olarak karşımıza çıkar.


Başarımızı, geç kalmakla sabote ederiz.
Başarımızı, mükemmeliyetçi olmakla sabote ederiz.
Başarımızı, yaşamı ertelemekle sabote ederiz.
Başarımızı, yakınlaşmaktan korkmakla ‘seni seviyorum’ diyememekle sabote ederiz.
Başarısızlık korkusunu herkes bilir. Başarı korkusunu ise herkes itiraf edemez.
Korkular aşılabilir: Onlarla yüzleşerek, onları kucaklayarak ve onları özgür bırakarak.
Engelleri yaratan biziz. Yıkan da! Yıkılan binaların yerine ne de güzel binalar inşa edilebilir! Yaşamlar da öyle. Eğer korku olmazsa.

Sevgiyle başarılı olun


Kaynak:
Yaşam Cesurları Sever & Nil Gün




Bırakın hayalleriniz her geçen gün biraz daha büyüsün
Geleceğin size neler vaat ettiğini bilemezsiniz...
O yüzden,
Hayalleriniz ne kadar geniş olursa
Yaşamın size sunacğı fırsatlar da o denli büyük olacaktır...
Yeter ki,
Kapınızı her daim aralık tutun...


Mehpare ÖĞÜT

Hayat,
İlkbaharda dağlardaki karların erimesi kadar çabuk sona erer.
Anlamadan bitiverir.
Yaşadığımız her saniye bize bahsedilmiş birer mucize olsa gerek.
O kadar ki, geri alınması ve tekrar yaşanması olanaksız...
Bunu bil ve her sıkıntılı anında bunu anımsa.
Acıları ve üzüntüleri, hayatının büyük bölümüne yayarak kendini yıpratma.
Dolu dolu, heyecanla, severek, sevilerek yasa....
Sevmekten ve çok sevilmekten korkma.
Sevmek, en yüce değer; ölesiye, uçsuz bucaksız sevmek.
Sevilmekte bir o kadar...
Bir gün arkana baktığında, ki o gün mutlaka gelecek tüm benliğini pişmanlık kaplamasın.
Yapamadıklarının pişmanlığıyla değil, yapabildiklerinin hazzıyla yaşlan...

Susanna TAMARO  





“Düğünler de olmasa hiç oynayıp gülemeyeceğiz…İnanır mısın kaç yıldır içimden gelip de bir şarkı mırıldanmıyorum…Zorlasam da olmuyor bu…Oysa böyle değildik gençliğimizde…Birlikte şarkılar söyler, oyunlar oynar, bol bol kahkahalar atardık…Şimdi herkes bam teli gibi gergin…Neşesiz, asık suratlı, her an kavgaya hazır bir pozisyonda beklemede…Yanlış anlamalar, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenle oluşuveren tartışmalar öyle çok ki inan, çoğu yerde sıradan hale geldi bu tip olaylar…Şu cinayetlere bir bakın!..Katliam gibi…Acımasız katiller, çok şaşırtıyor bizi…Korkuyoruz…Kaybolan çocuklar, artık evlerine sağ dönemiyorlar…Sapıklar her tarafta kol geziyor…Çaresizlik, daha da çok karamsar yapıyor bizleri…Zaten çok az olan mevcut neşemizi de alıp götürüyor…Ne yapmalı bilmiyorum!..” diyordu bir sohbetimizde yakın dostum bana…Haklısın dedim…Hepimiz aynı kaygıları taşımıyor muyuz zaten?..Moralimiz bu nedenle bozuk değil mi?..Birbirimize dert yanıyoruz adeta bağıra çağıra…Nezaket kuralları da dikkate alınmaz oldu artık…Küfürler sıradanlaştı…
Kibar bir arkadaşım, üzüntüyle anlattı bana…”Ben de küfürbaz oldum Asım!..Vallahi hiç şaşırma!..Biliyorum bunu benden beklemezsin; ama gerçek bu…Küfrediyorum artık!..Her şeye kızıyorum…Siyasetçilerin kaba saba konuşmaları, tehditleri, şantajları, arsızlıkları, gamsızlıkları, hiçbir eleştiriye aldırmaz tutum ve davranışları, görsel ve yazılı basının yanlı ve yönlendirici yayınları, gazetecilerin herhangi bir görüşe saf tutuşları, objektif kriterlerin hiç dikkate alınmayışı çok rahatsız ediyor beni…Bile bile yalan söyleyen siyasetçi tipi adeta çıldırtıyor beni…İyi de bu yalanları hop diye yutanlara ne demeli?..İşte bu durum, ağzımdan çıkanları denetlememi engelliyor…Yaa biz bunları hak etmiyoruz diyorum!..Olamaz böyle şey diyorum…İsyan ediyorum!..Söyle haksız mıyım?..Düşün ben bu hale gelmişsem, normal vatandaşımız ne halde tahmin et!..” Haklısın diyorum ona da…Bozulmayan ne kaldı ki değerlerimizden?..Bir bir uçup gidiyorlar göz göre göre…Yapılacak bir şey olmalı elbette!..Her zaman yapılacak bir şey olur çünkü…Olmalı!..

Gençlerimize bakıyorum…Acıyorum onlara!..Acınacak ne var diye sormayın!..Gerçekten acınacak haldeler…İş sıkıntısı had safhada…İş bulabilenlerin çoğu düşük ücrete mecburen talim etmekte…Üstelik garantisi olmayan işler…Patronun iki dudağı arasında her şey!. İstemiyorum seni, muhasebeye uğra!..demeleri an meselesi…Söyleyin nasıl evlensin bu gençler?..Her an işten atılma kaygısı mevcutken…Pek çok genç biliyorum…Arkadaşlıkları var; ama gelecekleri belirsiz…Evlenenler anne ve baba desteğine muhtaç…Ayakta durabilmeleri, çocuk için karar verebilmeleri onlara bağlı…İyi de anne ve babaların sağlık durumları ve ekonomik durumları bu yardımı ne zamana kadar sürdürebilir?..Zihinleri kurcalayan en önemli soru da bu elbette!..

Fasıllı bir akşam yemeği, hiç fena olmaz dedi bir arkadaşım…Eğleniriz, şarkılar söyleriz, stres atar geliriz…Olur mu olur!.. Hoş bile olur diye düşündük…Gittik…Gayet güzel başladı akşam…Şarkılar hep iyi gelir bana zaten!..”Akşam oldu hüzünlendim ben yine!..” şarkısı ağlattı bizleri…İyi de biz neşelenmeye gelmiştik…Niye ağlıyoruz?..Arkadaşım eğildi kulağıma:”Şarkılar hüzün veriyor fark ettin mi?..” Evet dedim fark ettim…Hüngür hüngür ağlıyoruz, hep birlikte…Bir şarkıda vefat eden bir arkadaşım geldi aklıma…Yıllar önce aynı okulda çalışmıştık onunla…Aman her şey boooş!..deyip kahırlandım…Bir taraftan zorlamalı şak şak sesleri, bir taraftan bizi sarıveren hüzün tüneli…Şevkimiz kayboldu…Neşemiz kaçtı, zaten yemekleri de beğenmemiştik…Kalktık, dışarıya attık kendimizi…Havanın soğuk nefesi kendimize getirdi bizi…Vedalaştık ve herkes evine hareket etti…İçimiz istemiyordu, çünkü gergindik…Anladık ki keyif de içerden geliyor…
İçeriden gelmiyorsa dışarıdaki her şey gerçek anlamından çok uzak geliyor bize!..Tadımız olmuyor…Neşemiz kaçıyor…

İçimiz gülmeden yüzümüz de gülmüyor…


Asım ERDOĞAN




Kilit taşıyla döşenmiş virajlı bir yolda ilerliyoruz… Otomobilin açık camından içeriye nefis çiçek kokuları giriyor ve derin nefes alarak bu güzel mis gibi kokuları ciğerlerimize dolduruyoruz…Elimizde bir krokiyle ilerliyoruz…Çok site var bu bölgede…Kocaman demir kapıları hemen dikkati çekiyor…Her sitenin bir güvenlik birimi mevcut…Yanlış bir yola girmeyelim düşüncesiyle bu güvenlik birimlerinden birine elimizdeki adresi soruyoruz…Neyse ki doğru yolda olduğumuzu ve 2 kilometre sonra adrese ulaşacağımızı söylüyorlar…İçimiz ferahlıyor ve site binalarına hayran hayran bakarak 2 kilometre kadar gidiyoruz…Eşim, “İşte burası!..” diyor, krokiye tekrar bakarak…Site giriş kapısı tam karşımızda artık…Güvenlik bizi durduruyor…Telefon görüşmelerinden sonra içeriye girmemize izin veriliyor…Binalar A-B-C-D blokları şeklinde dizilmiş…Biz C bloğa doğru ilerliyoruz…Bina giriş kapısına ulaşıyoruz…Ev sahibi kapıdan girebilmemiz için gerekli şifreyi telefon ile bize iletiyor ve ancak bu şekilde içeriye girebiliyoruz…

Çıkacağımız 8.kat düğmesine asansörde basıp beklemeye başlıyoruz…Asansör kapısı açılıyor ve ev sahibinin daire kapısı açık bizi beklediğini görüyoruz…Kısa süren hoş geldiniz merasiminden sonra daireye giriyoruz…Öyle güzel bir daire ki bu gördüğümüz, şaşkınlığımızı belli etmeden salona doğru ilerliyoruz…Aman Tanrım!..Burası bir daire değil saray yavrusu…Salon kocaman ve mükemmel bir şömine ile hepimizi büyülüyor adeta…Salon penceresi enfes bir manzaraya açılıyor…Boğaz ayaklarınızın altında…Balkon sanki teras büyüklüğünde…Çiçeklerle bezenmiş…Sallanır koltuklar konulmuş…Tam bir dinlenme yeri…Boğaz manzarası harika!..Birbirimize bakıyoruz, gözlerimizle konuşarak…

Ev içinde hizmet eden bir görevli bayan geliyor saygılı bir selamlama ile…Bize ikram edecekleri yiyecek ve içecek çeşitlerini sorup ayrılıyor salondan…Çok şık giyinmiş bu bayan için hizmetçi tanımlamasını kullanamıyoruz haliyle…Tedirgin oturuyoruz…Resmi bir hava kol geziyor evin içinde…Bir ara şoför geliyor ve evin şımarık kızını alışveriş için götürmek üzere salondan da görülen giriş kapısında bekliyor…Kız eşyalarını otomobile götürmesi için ona veriyor ve şoför de selam vererek hızla çıkıyor açık kapıdan…Kız babasını ve annesini öpüp bize de belli belirsiz bir selam verdikten sonra ayrılıyor aramızdan…

Kaç odalı diye soruyorum bir ara…7 odalı olduğunu öğreniyorum…Merak etmiyor değiliz; ama ev sahibinden ev görmek ister misiniz teklifi gelmediğinden, sadece tasavvur ediyoruz bu 7 odayı…Dairenin içinde özel bir havuzun da olduğunu öğreniyoruz bir ara…Vay beee!..diyoruz içimizden…Ev sahibiyle ve hanımefendiyle ne konuştuğumuzu tam hatırlamıyorum…Bir şeyler sordu ev sahibi bize, biz de yanıtlar verdik otomatik…O kadar...Aklımız fikrimiz evin dekorasyonunda ve bize olağanüstü gelen büyüklüğünde…

İzin isteyip ayrılıyoruz evden, pardon saraydan…Yol boyunca bu sarayı konuşuyoruz…İçindekiler ne şanslı diyoruz…Dişimizden tırnağımızdan ayırarak zar zor sahip olduğumuz evimiz geliyor aklımıza…Nasıl kazanılabiliyor bu kadar para?..Aklımız almıyor…

Ankara’nın gecekondu bölgelerini bilirsiniz…Derme çatma evlerden oluşur…Çatıları eğretidir, kiremitler uçmasın diye üzerlerine ağır taşlar konulur…Otomobilimizle ilerliyoruz dar sokaklardan…Çocuklar bağıra çağıra oyun oynuyorlar…Adresi soruyoruz bir eve…Yarım yamalak anlatıyor bize…Sağa dön, oradan tekrar sola dön ve düz ilerle…Dediğini uyguluyoruz…23 numaralı ev görünüyor nihayet…Park edecek bir yer bulamıyoruz…Evin penceresine teğet bir biçimde yanaştırıyoruz otomobili…Sokağın çocukları sarıyor etrafımızı…”Biz o teyzeyi çok severiz!..” diyorlar…Gülümseyerek ilerliyoruz eve doğru…Kapı demeye bin şahit ister…Öyle kötü ki…Tokmağına vuruyoruz…Gıcırdayarak açılıyor kapı…Nur yüzlü teyze karşılıyor bizi…Evin içi çok karanlık…Dışarının bol ışığından sonra gözlerimiz etrafı göremiyor bir müddet!..Bir sedir, pencerede iki saksıda fesleğen var… Pencere camlarından biri kırık, mutfak bölümü hemen kenarda yıkılacak gibi duran bir tezgah ve onun üstünde birkaç raflı bir dolaptan ibaret…Yanda bir oda daha var; ama o odanın kışın damının aktığını söylüyor ve bu yüzden hep burada oturmak zorunda kaldığını söylüyor, bu temiz yüzlü teyzemiz…

Birer bardak çayını içiyor ve ayrılıyoruz evden…İçimiz acıyor…Oğlu lüks içinde yaşarken annenin bu perişan durumu, “Nasıl bir dünya düzeni bu!..” dedirtiyor bize…

Evet!.. boğaza nazır o saray yavrusunda oturan beyefendi, bu köhne, yıkılacak gibi duran gecekonduda oturan annenin öz evladı… Yanlış okunmadınız, öz evladı…

Yorum sizin!


Asım ERDOĞAN