TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster




Geçiyor ömür
Tüketiyoruz tüm zamanı
Şakası yok mevsimlerin
Bilmem kaçıncı yaz
Önümüz sonbahar
Ardından kış
Diye diye
Bir sonra ki dönüme
Hazırlıyoruz kendimizi
Çıkarsak tabii !

Ölüm her an kapımızda
Oysa ki yaşamın rehaveti çökmüş üzerimize
Hiç gelmeyecekmiş,
Hiç gitmeyecekmiş gibi
Harcıyoruz tüm anları…

Belki de hayata bu kadar bağlanmamalı!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2019

                               
                           
Taarruz Emri
“20/21 Ağustos 1922 gecesi 1’inci ve 2’nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı’na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım.Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu.Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.24 Ağustos 1922’de karargâhımızı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı.” 

***

Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer  kadar kesin sonuçlu yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.
Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırılmış oldu. Sonsuz hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır. Burada gerçeklerini söylediğimiz “Şehit Asker” âbidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu âbide Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Efendiler, bu büyük zaferin çeşitli unsurları üstünde en önemlisi ve büyüğü, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne verimli bir inkılâp olduğunu anlatmaya gerek görmem. Milletimizin uzun yüzyıllardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların yönetim ve baskısı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını sağlama yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin egemenliğini eline almış olması olayının, bütün büyüklüğü ve önemi gözleriniz önünde canlanır. Gerçi büyük zaferin ertesi gününe kadar İstanbul’da halife ve sultan adı altında bir şahıs ve onun işgâl ettiği hilâfet ve saltanat ünvanı ile bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini hak ettikleri sona ulaştırdı.

Efendiler, millî egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. Avrupa’nın ortasından, ta doğunun diğer ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği sonu daha güzel anlayabiliriz. Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk’ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün karşısında yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin atalarının kutlu emâneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi olarak yaşaması; ancak o lüzumsuz ve manasız olmaktan başka, varlıkları tam zarar ve felâket olan makamların yok edilmesiyle mümkün olabilirdi.

Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği acıları, üzüntüleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar üzüntüler ve kötülükler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve hür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün çocuklarını toplu ve dikkatli bulundurmak gereklidir.

Efendiler, yüzyıllardan beri inleyen, fakat baskıcıların, aldatanların, bilgisizlerin oluşturdukları engellerle yürek parçalayan sesini milletin kulağına duyuramayan zavallı vatan bugün diyor ki; can kulağınızı, bağrında en derin üzüntüler duymuş annenizin samimî sözlerine sürekli açık bulundurunuz. 

Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükmedici olma güç ve kabiliyetini göstermiş olan atalarımız, zamanında bu sesi duymaktan geri çevrilmemiş olsalardı; Türk topluluğunun, Türk idealinin, Türk çıkarlarının korunmuş ve çoğaltılmış olacağı anavatanı bugünkü parçalanmış şeklinde mi miras alırdık.Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve hüner, yüksek medeniyet, hür düşünce ve hür zihniyet istiyor. Şeref, namus, istiklâl, gerçek varlık… Vatan bu isteklerini tamamen ve hızla yerine getirmek için kurallı ve gerçek bir şekilde çalışmayı emreder.Efendiler! Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde giderebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.

Efendiler! Bizim milletimiz vatan için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların kararlı savunucusudur da. Benliğinde bu iyi huylar yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.Efendiler! Milletimiz egemenliğini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık kötülüklerin, en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Maddî kuvveti yıprattırılmış, savunma araçları elinden alınmış, mânevî dünyası, kutsal saydıkları saldırıya uğramış üzücü bir durumda bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen varlığını ve istiklâlini kurtarmağa karar verdi. Bu kararında başarı sağlayabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket seçmesi gerekiyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde mutlaka başarı sağlamayı amaç kabul etmesi gerekiyordu. Millet bütün varlığıyla bütün özverililiğiyle, bütün inancı ile o hedefe beraber yürümeli ve mutlaka başarılı olmalıydı. 

Efendiler, o hedef burasıydı. Amaç olan başarı, burada kazanılan zafer idi.

Efendiler! Milletimiz bundan sonraki işinde de başarılı olabilmek için, millî hedefini bütün açıklık ve kesinlikle, bütün vatandaşların gözünde ve yüreğinde bütün parlaklığı ile belirlemiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin ideali olarak adlandırınız. Fakat bu ünvanı verirken dikkat ediniz ki, hayal olan bir anlama kendimizi kaptırmayalım.

Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali; bütün dünyada tam anlamı ile çağdaş bir sosyal toplum olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her toplumun varlığı, kıymeti, özgürlük ve kurtuluş hakkı, sahip olduğu öze uygun yapacağı çağdaş eserlerle mümkün olur. Uygar eser oluşturmak yeteneğinden yoksun olan milletler, hürriyet ve kurtuluşlarından ayrılmaya mahkûmdurlar. İnsanlık tarihi baştan başa bu söylediklerimi doğrulamaktadır. Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde bekleyenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak bilgisizliği ve dikkatsizliğinde bulunanlar, uygarlığın coşan seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.

Efendiler! Çağdaşlık yolunda başarı yenilenmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek olgunlaşma ve yükselme yolu budur. Hayat ve dirliğe hükmeden emirlerin, zaman ile değişme, olgunlaşma ve yenilenmesi zorunludur. Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir. Uygarlıktan söz ederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın temeli, yükselmenin ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta kötülük, mutlaka sosyal, iktisadî, siyasal güçsüzlüğü gerektirir. Aileyi oluşturan kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini idareye yeterli bulunmaları gereklerdendir.

Efendiler! Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin iktisat alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, ekonomik açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli  bir uygarlığa, refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da, ekonomisinde edinilen bilgiler derecesiyle uygun olur. Hiçbir medenî devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklâl savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve araçlar ekonominin genişleme ve açılmasıyla mükemmel olabilir.Milletimizin özünde bulunan kuvvetli karakter, sarsılmaz irade, ateşli milliyetçilik, iktisadî başarıdan kaynaklanacak verimlerle de hak ettiği derecede desteklenmek zorundadır. Yüzyılın içindeki mücadelede milletimizi başarılı kılacak bir ekonomik hayat sağlanmasını amaç edinen genel öğretim ve eğitim sistemlerimiz, her gün daha çok gelişecek ve elbette başarılı olacaktır.

Efendiler! Artık bugün hayat ve insanlık gerekleri bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır. Bunlara karşı olan söylentiler ahlâk ve inanca uymaz. Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar. Boş sözler, uydurmalar kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve olgunlaşma yeteneği olan milletimizin, sosyal ve fikrî inkılâp adımlarını kısaltmak isteyen engeller derhal yok edilmelidir.

Efendiler! Son sözlerimi özellikle memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum:Gençler! Cesaretimizi destekleyen ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve anlayış ile, insanlık yüksek karakterinin, vatan sevgisinin, düşünce hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.Arkadaşlar, bu gazilik ve şehitlik diyarını terk ederken “Şehit Asker”i hep beraber saygıyla selâmlayalım.

Hâkimiyet-i Milliye,: 31.08.1924

***

Gittiler ve bir daha hiç dönmediler…

Çocuktular henüz !  Kimi 17, kimi 18 ve kimisi de 19’unda. Hiç tereddüt etmediler. Sorgulamadılar. Niye biz demediler. Çünkü öncelikli olan vatandı. Vatan yoksa yaşayacak bir yerde olmazdı. Gözü yaşlı ana babalarını, varsa çocuklarını eşlerini, olan olmayan her şeylerini geride bırakıp koştular cepheye. Canları pahasına çarpıştılar düşmanla, dönmeyeceklerini bile… Ve öylede oldu, dönmediler dönemediler bugünler için, bizler için... 

Başta Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüz olmak üzere tüm şehitlerimizi saygı, sevgi ve şükranla anıyor, yaptıkları fedakarlıkları unutmadığımızı herkesin bilmesini istiyorum. Ne Mutlu Türk'üm Diyene ! 


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL




28 Ekim 1938 Atatürk'ün akşam Sabiha Gökçen'i kabulü ve söyledikleri şöyledir: 
"Yarın bayram, değil mi ? Gökçen... Bu günü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. 
Beni Cumhuriyet Bayramı'nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum."
 


I. Devletin şekli
Madde 1 – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti
Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti Ankara'dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler
Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri,

DEĞİŞTİRİLEMEZ VE DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF "DAHİ" EDİLEMEZ...

91.YILINI GURURLA KUTLAYACAĞIMIZ CUMHURİYET BAYRAMIMIZ DOLAYISIYLA,
BİZİ ESARETLİKTEN KURTARAN, TÜRK ADINI DÜNYAYA DUYURAN VE ALTIN HARFLERLE YAZDIRAN,
BAŞTA BÜYÜK ÖNDERİMİZ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEK VE EBEDİ REİSİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜMÜZ OLMAK ÜZERE, GENCECİK YAŞTA CANLARINI GERİDE BIRAKTIKLARI EŞ, ANNE-BABA, ÇOLUK ÇOCUK DEMEDEN SEVE SEVE FEDA EDEN TÜM ŞEHİTLERİMİZİN ÖNÜNDE SAYGI, ŞÜKRAN VE MİNNETLE EĞİLİYORUZ...
EMANETİNİZİN BEKÇİLERİ OLARAK VERDİĞİMİZ SÖZÜ UNUTMADIK...
UNUTMAK VE UNUTTURMAK  İSTEYENLER İÇİN DE DİYECEK TEK SÖZÜMÜZ VARDIR Kİ O DA,

"NE MUTLU TÜRK'ÜM" DİYENE...!

CUMHURİYET BAYRAMIN KUTLU VE DE MUTLU OLSUN TÜRKİYE'M...
NİCE YILLARA...





Gezi Parkı eylemi, ağacı, suyu, toprağı seven doğaya değer veren gençlerin başlattığı bir eylem…Çadır kurdular parkın içinde…Gitar çaldılar, şarkı söylediler…Demokratik haklarını kullandılar…Yıllara meydan okuyan ağaçların gölgesinde her gece olduğu gibi uykuya daldılar küçücük çadırlarında…Sabahın köründe polisler acımasızca saldırdılar o gençlere… Silahları yoktu, amaçları sadece o ağaçları korumaktı çadırın içindeki gençlerin…Ama onları dinlemediler hiç, şiddet uyguladılar…Çadırlarını yaktılar…Sandılar ki korkutacaklar, sindirecekler…Parktan da def edecekler…Öyle olmadı…Halk hiçbir örgütün başaramayacağı bir yaklaşım göstererek, bu masum gençlere sahip çıktı…Günlerce direndi…Polisin acımasız davranmasıyla olaylar çığ gibi büyüdü…Gezi Parkı nefes alan, yok edilemeyeceğini haykıran, bir sembol oldu günlerce süren direniş boyunca…

Polis orantısız güç uygulayınca, o kalabalığın içine marjinal gruplar da karıştı…Herkes biber gazının etkisiyle sağa sola savrulurken, onlar da boş durmadılar, kamu mallarına zarar verdiler, yaktılar yıktılar…İyi niyetli insanlar asla tasvip etmediler bu davranışı…Engel olamadılar, isteseler de güçleri yetmedi onların saldırılarını önlemeye…Marjinal gruplara kimse uymadı, yakıp yıkma olaylarına halktan kimse dahil olmadı…Polis, öyle bir saldırdı ki kalabalığın üzerine…Bunu televizyonda izleyen, fotoğrafları sosyal medyada gören pek çok kişi de halk hareketine katıldı…Büyüdü, büyüdü…Yurdun
dört bir tarafını sardı…

Başbakan, kendisine muhalif olan bu kesime hoş görülü davranmadı…Tersine olayın üzerine üzerine gitti, “zavallılar”, teröristler”, “”çapulcular” gibi sıfatlar kullanarak halkı tahrik etti…Zaten kızgın ve kırgın olan insanlar, daha da hırslanarak eylemin dojazını artırdı…%50’yi zor tutuyorum tehdidini savurdu Başbakan…Bu tehdit bir faciaydı, halkı birbirine kırdırmak mı istiyorsun, eleştirisini aldı…Oysa, o %50 nin içinde de Gezi Parkı’nın yok edilmemesini isteyen insanlar vardı…Bu eylem sırasında ölenler de oldu…Zaten olayı dramatik hale getiren de bu ölümler oldu…Gencecik vücutlar, orantısız güç gösterisinin kurbanı oldular…Ohh iyi olsun diyen vicdansızlar için ne söylenebilirim inanın bilmiyorum... Siyasetin at gözlüğü, insanların vicdanlarını da karartabiliyor ne yazık ki …

Başbakan evinin dekorasyonunu istediği gibi şekillendirebilir…Bu onun en doğal hakkıdır…Ancak, halkın ortak kullanımına açık alanlarda istediğini yapamaz, yapmamalı…Onların söylediklerine de kulak vermek zorunda hissetmeli kendisini…O, “Bana %50 yetki verdi ben istediğimi yaparım…” diyor, onların içinden de Gezi Parkı’nın yok edilmesini istemeyen seçmen kitlesinin olduğunu hiç düşünmüyor…Seçmenler de yüksek sesle itirazlarını seslendiremiyor…Korkuyorlar... Eleştiriye kapalı olduğunu bildikleri için kızdırmak istemiyorlar Başbakanı…

Şimdi AKP’ye oy vermiş sessiz kesime sesleniyorum: Lütfen Gezi Parkı eylemine destek verin…Yeşile sahip çıkın!..Parti yetkililerini uyarın…Yıllara meydan okumuş o güzelim ağaçların yok edilmesini engelleyin…Üç-beş ağaç için her tarafı yaktılar, yıktılar, camiye ayakkabılarıyla girdiler, içki içtiler, her tarafı pislik içinde bıraktılar, diye eylemi, karşı eyleme dönüştürmek isteyenlere kulak vermeyin…Çünkü, yakanlar, yıkanlar çevreciler değil, daha önce de belirttiğim gibi kalabalığın arasına karışan marjinal gruplardı… Bunu herkes biliyor…Biber gazının kargaşasında ne yazık ki eylemi amacından saptırmak istedi bu gruplar…Ancak iyi niyetli eylemcilerin onları yalnız bırakmasıyla amaçlarına ulaşamadılar…Camiye ise emin bir yer düşüncesiyle biber gazından kaçanlar sığındı…Saygısızlık yapmak kimsenin aklının ucundan bile geçmedi…

Hepimiz bir ağacın gölgesini ararız sıcaklarda…O gölgeler klimalara benzemez…Dokunmaz insana…Rahatlık ve huzur verir…Taksim’in göbeğinde o ulu ağaçlar da öyledir…Ağaçların dili yok ki konuşsun…Yapmayın, etmeyin, kıymayın bizlere diyebilsin…Vicdanı olanlar duyarlar bu sesi…Haykırdıklarını hissederler…Hatta göz yaşlarının bile farkına varırlar…Yüreklerine ılık ılık akar o göz yaşları verdikleri oksijenle birlikte…

Başbakan bu proje çok güzel diyor, başka bir şey demiyor…Geri adım atmayı yenilgi kabul ediyor…Yenil be ne olur sanki…Ağaçlar kurtulacak…Gezi Parkı kurtulacak…Değmez mi?..

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Hiç bir müslüman yoktur ki, o, ağaç diksin yahut ekin eksin ve mahsûlünden insan, kuş, kurt yesin de kendisi bundan istifade etmiş olmasın. Elbette o müslüman da diktiğiyle, ektiğiyle sevap alır. " (Tecrid-i Sarih Trc. VII, 121)

Atatürk diyor ki:” “Çabuk bana yeni bir din bul… Ağaç dini… Bir din ki, ibadeti ağaç dikmek olsun...”


Asım ERDOĞAN