HAYAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HAYAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


                                                        Anılar gelip geçiyor gözümün önünden

Bırakmıyor hiçbirisi de yakamı

Neden takılıp kalıyorum ki geçmişe

Hatırlanacak ne kaldı !!!

Şimdi aklıma düşmüşken

Söylemeliyim belki de

Uzaklara dalmışken gözlerim

Ceplerimde biriktirdiğim kelimelerle

Kurmalıyım tüm cümleleri...

Sayısız kere geçtiğim yollardan

Geçmeliyim belki de yeniden.

Yeni başlangıçlar için yine yeniden

Anılarıma ihtiyacım var belki de

Belki de sadece bir an'a

Yaşamak için yeniden

Kırmamak adına her şeyi

Devam etmeliyim yürüdüğüm yolda

Engelleri bile bile...

Hüzünlerimi saklamalıyım yastığımın altında

Penceremden izin vermeliyim rüzgarın girişine,

üşütecek olsa da.

Ellerimle dokunmalıyım yağan kara,

Bedenim buz kesse de.

Kendimi bulmalıyım belki de

Kim olduğumu

Nereye ait olduğumu

Sorgulamalıyım her şeyi yeniden

Sil baştan başlamalıyım belki de

Hayata sıfırdan....

Yeniden...

Yeni başlangıçlarla birlikte...


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL

04 Ocak 2023



Kristof Kolomb Amerika'yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı.
Pasteur kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı.
Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise 86 olmuştu.
Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı.
Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı.
Goethe, en büyük eseri Faust'u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti.
Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir.
İnsan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır.
Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır.
Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesi, hedeflerinin olmamasıdır. Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların, ideallerin teslim edilmesi adeta ruhu buruşturur.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki hedeflerine götüren yolu yürümedikçe yaşlanırlar.
İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır.
Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.
Tabiri caiz ise yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ancak görüş alanınız genişler.
Beynimiz yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.

William GLADSTONE

 

Değişimle Dost Olun! (Bu yazıyı sonuna kadar okumanız tavsiye edilir)
Hepimizin değişimle ilgili az ya da çok bir derdi olmuştur hayatta. Beklenmedik zamanlarda gelen değişimler, hep beklenip de hiç gelmeyen değişimler... Özlenen ama korkulan değişimler...
Değişim olmadan büyümek olur mu? Hayatın dertleri, kaygıları bazılarınıza “keşke hep çocuk kalsaydık” dedirtebilir zaman zaman. Birçok insan ne kadar iş sahibi, aile sahibi olsalar da, büyük sorumluluklar altına girseler de içlerinde hala birer çocuk. Onlar belki o çocuğu kaybettiklerini sanıyorlar ve üzülüyorlar içten içe. Oysa iyice bir bakın kendinize. Bazı özellikleriniz hiç gelişmemiş, değişmeden kalmış olabilir. O özelliklerinizi tanıyor musunuz?
Bazıları değişmekten ölüm gibi korkar. Aslında doğru bir tanımlama olabilir ölüm. Bir şeyin zamanını doldurması ve sahneyi terk ederek yerini yeni şeylere bırakması. Ne kadar korkutucu olsa da buna izin vermek lazım. Değişime direnmeyin, tam tersine onu kollarınızı açarak bekleyin. Göreceksiniz eskisinden çok daha mutlu olacaksınız.
Bazıları ise değişmeye can atar, değişimin geleceği günü hayal eder. Ama o kadar uzakta görünür ki istedikleri, onlara hiçbir zaman kavuşamayacağını düşünür. Oysa değişim uzaklarda, dağların ve denizlerin arkasında değildir ki. Yanı başınızdadır, elinizi uzattığınız anda dokunabilirsiniz ona. Hatta içinizdedir. Hele de içine bakmaya cesaret edenler için gürleyerek akan bir ırmaktır değişim. Hergün eğilip birkaç yudum su içmek gerek o ırmaktan. Gelişmek için, büyümek için. Genişlemek ve gerçek potansiyellerimize erişmek için.
Değişimin olmadığı bir zaman var mı? Eğer değişmeden bir günümüz geçiyorsa çok şey kaybediyoruz demektir. Bu demek değil ki hayatımızda hiçbir şeye tutunmayalım, nasıl olsa elimizden gidecek diye birilerine bağlanmayalım. Bağlılıktan da çok şeyler öğreniriz ve bağlandığımız şey hergün gelişip daha da güzelleştikçe onu neden bırakalım?
Değişim kendi kendinize vereceğiniz bir kararla başlıyor. İnsanlar ne der, değişirsem elimdekini kaybederim, değişmek yakışık almaz... gibi kısıtlayıcı düşünceleri silin atın. Korkmayın, değişin! İnsanlar da sizden cesaret alıp değişmeyi bekliyorlar çünkü! Değişim ateşini yakın ve bırakın herkes onun ışığını görsün.
Birçok insan değişim için adımlar atıyor fakat istedikleri sonuç hemen gelmeyince cesaretleri kırılıyor ve bırakıyorlar. Ve başarısızlık... Ne büyük bir korkudur bu ama ne kadar da anlamsızdır! Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu dünyada başarısızlığı, hem de epey miktarda başarısızlığı tatmamış insan yaşamamıştır henüz. Dene! Dene! Tekrar dene!
Değişim büyük olmak zorunda değil. Küçük ama devamlı değişimler büyük değişimleri getirecektir. Uzun sürecek diye korkmayın. Yaşam kısa ama o kadar da kısa değil. Hem zamanlar değişiyor. Hele bu zamanda yaşına bakmadan herkes değişiyor. 7’den 70’e herkes daha güzel bir dünya için uğraşıyor. Eski kurallar yıkılıyor ve yerine daha güzel, daha umut dolu bir düzen geliyor. Bu uğraş içerisinde kimse dışarıda değil. Her bir insan çok değerli ve gerekli.
Değişimi istemeseniz de çevrenizde göreceksiniz. Hava durumu değişecek, ülkeler değişecek, moda değişecek... Hatta değişim bile değişecek. Bunu hayatınıza bakarak da hemen anlayabilirsiniz. Bugün olmasını istediğiniz şeyler beş sene ya da on sene öncesiyle aynı mı? Sizinle birlikte ihtiyacınız olan değişimler de değişmedi mi? Bu yüzden değişimle dost olun. Çünkü siz onunla dost olursanız o size bütün iyilikleri getiren çok iyi bir dost olacak.
Değiştikçe güzelleşecek ve güçleneceksiniz.




Alıntı,,,Yazanı Bilinmiyor...








Geçiyor ömür
Tüketiyoruz tüm zamanı
Şakası yok mevsimlerin
Bilmem kaçıncı yaz
Önümüz sonbahar
Ardından kış
Diye diye
Bir sonra ki dönüme
Hazırlıyoruz kendimizi
Çıkarsak tabii !

Ölüm her an kapımızda
Oysa ki yaşamın rehaveti çökmüş üzerimize
Hiç gelmeyecekmiş,
Hiç gitmeyecekmiş gibi
Harcıyoruz tüm anları…

Belki de hayata bu kadar bağlanmamalı!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
2019



Düşüyor yapraklar gibi hayatımızdan sevdiklerimiz de...
Akrep ile yelkovan misali kovalıyorlar sanki birbirlerini.
geç kalmak derdi var sanırım öteki tarafa..
oysa ki yaşarken sorsanız diyecektir hepsi de; 
-“keşke biraz daha kalsaydım dünyada”
ama nefes kadar yakın olan Azrail'i taşırken sırtımızda
“gitmem” demek, ne kadar basit bir kelime olacaktır / şu üç günlük Dünyada ...!

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL





Geçilmez denilen yerlerden geçtim
İçilmez denilen sulardan içtim
Dünyanın telaşını çok gördüm de
Yine yeniden yaşamayı seçtim…
Yürüdüğüm yollarda
Dostluklar biriktirdim
Kimine vefa
Kimine cefa
Kimini ise kadere ortak edip
Yoluma devam ettim…
Çoğu kez gücendim
Yanıldım,
Zamana verip derdimi
Kendimi kendimle bıraktım.
Söylediğim sözlerin
Düşündüğüm her şeyin
Sahibi bendim
Ben yaşadım
Ben aldandım.
Gördüğümü, bildiğimi unutup da
Hayatıma baktım…

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
13 Eylül 2018-09

Fotoğraf : Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL






Neyzen bir gün gene çığırından çıkmış şekilde Allah kitap küfür ediyor. Bir arkadaşı geliyor yanina:

-Bre Neyzen ayıptır günahtır nasıl küfürdür bunlar?

Neyzen adama bakar

-Hocam, biz büyük kapının köpeklerindeniz; Biz havlayıp hırlamasak kapının büyük olduğunu kim anlar?

Kerhane

Neyzen Tevfik bir gün Cami'de Hoca'nın vaazını dinler. Hoca cemaate herkesin dinin gereklerini yerine getirmesi gerektiğini, cennette herkese çok güzel huriler verileceğinden ve bu hurilerle ne yapmak isterlerse yapabileceklerini anlatır. Ertesi gün ki vaazda Neyzen Hocaya sorar:Hocam cennet'te şarap olacak mı? diye.

Hoca bu soruya çok sinirlenir başlar neyzeni zındık, kafir, iblis gibi dini motiflerle haşlamaya ve sorar:

Bre zındık cenneti meyhane mi sandın?

Neyzen istifini bozmaz önceki günü hatırlatır:

E Hoca dün cenneti kerhane yaptın.

Hangisini içer

Yesilayci bir profesör, "içkinin zararlari" konulu bir konferans veriyormus.Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus:

" iki kovadan birine raki digerine su doldurup bunlari bir esegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir agizdan " Suyu " demisler. " Neden suyu içer" demis profesör, Neyzen hemen atilmis " Esekliginden "

Ahmet Rasim milletvekilligi döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmis.M.Kemal bunu çok begenmis.

Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliginde içerken,az ötede dolasan bir köylü çocugunu yanina çagirarak sormus :

--Biz ne yapiyoruz ?

--Raki içiyorsunuz.

--Söyle bakalim, iki kovadan birine raki digerine su doldursak,bunlari esegin önüne koysak,esek hangisini içer ?

--Rakiyi !

--Aman,demis,sebebini sormayalim!!!

Yiyip içmek için mi ?

Neyzen,bir gün Mazhar Osman'la karsilasir.

--içmeye devam ediyormusun,Neyzen ?

--Neden sordunuz,Beni tedavimi edeceksiniz,yoksa yemege mi çagiracaksiniz ?

Sise çekerken

Neyzen,bel agrilarindan yakinmaktadir.Tanidik doktorlardan biri: "En iyisi sise çekmek" der, "agrilardan kurtarir seni"

Ertesi gün bir dostu,Neyzen'i kaldirima uzanmis,elinde raki sisesini tepesine dikmis sekilde görünce :

--Üstad,rakiyi birakacagini söyleyip duruyordun,bakiyorum azaltacagina ölçüyü büsbütün kaçirmissin.

Neyzen,dostunu yattigi yerden söyle bir süzer:

--Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum.Bel agrilarindan sikayet ediyordum;doktor "sise çek" dedi.

Nasil görüyor ?

Birinci dünya savasinda iki gözünü kaybeden bir tanidigiyla söylesmektedir.Tanidigi sorar:

--Durumu nasil görüyorsun Tevfik'cigim?. Neyzen "karanlik" diyecekken vazgeçer,

--Sizin gördügünüz gibi,diye cevap verir.

Yol veririm

Meyhanenin tuvaletine giderken,daracik koridorda bir kabadayi ile karsilasir.Birinden birinin kenara çekilmesi gerekmektedir.

Neyzen, " Müsaade et,geçeyim " der.Sarhos kabadayi, "Sen kime kafa tutuyorsun babalik, ben senin gibi cigeri iki para etmezlere yol vermem " diye aksilenir.Bizimki hemen kenara çekilir, " Ben veririm " der.

Herkesin Bildigini

Basin çevrelerinde taninmis bir hanim,Neyzen'le karsilasinca,

--Askolsun,benim için asifte filan gibi sözler söylemissiniz ?

Neyzen elini sinek kovalar gibi sallamis;

--Hanim,sen beni tanimiyorsun.Ben herkesin bildigi seyleri söylemem.

Kime uygunsa...

Moralinin bozuk oldugu bir gün,hoslanmadigi bir adam masasina çöker ve münasebetsiz laflarla Neyzeni kizdirir.Adam bir ara;

--Üstad,bugüne kadar hiçbir yerde neden görev almadiniz acaba ? diye sorunca,dayanamaz !

--Senin gibi himbillarin yerine geçmemek için der.

Pislige bulasmamak

Savas vurguncularindan birinin dedikodusu yapilmaktadir.

--Tonla parasi var...Herifin bir eli yagda,bir eli balda...Nereye gitse,hemen yol açiyorlar.

Neyzen sorar :

--Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes ?

--Çekiliyor

--Demek cebindeki pislige bulasmak istemiyorlar...

Benzetmede hata olmaz !

Kafayi iyice bulmus,yalpalayarak giderken bir tanidiga rastlar.

--Yazik dostum,yazik,canina hiç acimiyorsun.Bu gidisle sen fazla yasamazsin.

Neyzen adamin yüzüne bakip gülümser.

--Ömür denilen,içi su dolu fiçiya benzer,içindeki,azar azar da kullansan,hepsini de bosaltsan,mutlaka biter.

Bulunur ama ?

Neyzen'in bir arkadasi meyhaneye girer ve garsona sorar ;

--Bizim Neyzen burada mi?

--Burada beyim,Sagdan besinci masa.

O masada Neyzen'i göremeyen adam geri döner:

--Gitmis...

--Affedersiniz beyim,kabahat bende.Masanin altina bakin dememistim,size...

Evin yolu

Aksaray'da bir ev kiralar.Yeni tasindigi siralar,geceleri meyhaneden dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir.Bir gece,karsisina çikan bekçi'ye:

--Bekçi baba,Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor.Sen evini biliyormusun?

--Neyzen Tevfik sensin ama beyim!

--Ben sana kimim diye sormadim,Neyzen Tevfik'in evini sordum...

Agzina içki koymamis!!!

Sait Halim Pasa,Neyzen'i seven bir kisiymis.Bu yüzden ona izaz ve ikramda bulunurmus.Pasanin sofrasinda fena sarhos olup sizdigi bir gecenin sabahinda,pasa,Neyzen'den bir daha içki içmeyecegine dair kesin söz istemis.Neyzen'de, Pasayi son derece saygiyla sevdigi için,istenilen sözü ciddiyetle vermek zorunda kalmis.Bu söze göre Neyzen agzina bir daha raki koymayacak!!!

Bir dahaki çagrilisinda Pasanin karsisina zil zurna sarhos çikmis.Pasa onun bu halini görünce esefle sormus:

--Hani söz vermistin?Bir daha agzina içki koymayacaktin?

Neyzen,yemin ederek agzina bir damla içki koymadigini söyleyince,pasa derin bir hayrete düserek:

--inanman,söyle yakin gel de bana bir "hoh" de,bakalim.

Neyzen iyice sokulup.pasanin burnuna,olanca gücünle bir "hoh" demis.Lâkin hayret,gerçekten de Neyzen'in agzi içki kokmuyor! Pasa saskin,saskin:

--Bu nasil is Neyzen? deyince,Neyzen onu kahkahadan kirdiran cevabi veriyor:

--Sen kokusunu alip da anlamayasin diye içkiyi altimdan tenkiye ettirdim.Insan biraz kendine hükmedip de aldigini çikarmazsa,iste böyle,tipki yukaridan içmiscesine mest oluyor pasam!!!

Kirk yillik ölü

Dr.Fahrettin Kerim Gökay "içkinin zararlari" konulu konferansini vermektedir. Bir ara:

--Rakinin her kadehi,hayatimizi bir saat kisaltir,der.

Dinleyiciler arasinda olan Neyzen yerinden firlayip bagirir:

--Eyvah,yandik!

--Hayrola?

--Hesap ettim,meger ben öleli tam kirk yil olmus!!!

Kovmanin nazikçesi

Bir arkadasiyla Beyoglu'nda gezerken Ubeydullah Efendiyle karsilasirlar.(Ubeydullah Efendi,ünlü Jön Türkler'dendi.Son yillarda Besiktas Evlendirma Memuruydu) Neyzen,Ubeydullah Efendiye sorar:

--Hocam,Hazreti Adem'le Hazreti Havva'nin nikahlarini hangi imam kiydi?

--Davetliler arasinda degildim,bilmiyorum.

--Peki,Adam'la Havva cennetten niye kovuldular?

--Bir münasebetsizlik etmislerdir.

--Ne gibi?

Ubeydullah Efendi dayanamaz:

--Sizin bu aksam yaptiginiz gibi.

--Peki,acaba nasil kovuldular?

--Defol...Yoksa sana haddini bildiririm simdi!

Neyzen,ardindan bastonunu sallayarak kosan Ubeydullah Efendi ile arayi açtiktan sonra durup seslenmis:

--Böyle nazikçe kovmasini biliyordun da,benimle ne diye bir saat ugrastin üstad?

Hangi Anahtar?

Danibütün geçinen bir dostu sorar:

--Beni tanirsin...Cennetin anahtari sende olsa beni oraya almaz miydin?

Neyzen,karsisindakini bastan ayaga söyle bir süzdükten sonra gülümser:

--Bende Cennetin degil de Cehennemin anahtari olsaydi,senin için daha hayirli olurdu.Belki seni oradan çikarirdim!

Gelin gibi...

Son hizla giden taksinin soförüne sesleniyor:

--Aman oglum,n'olur biraz yavasla.

--Merak etme baba,biz bu taksiyle gelin tasiyoruz.

--Desene biz de düzülecekler arasindayiz!!!

Meyhaneye girmeden...

Es dostunun israri karsisinda,bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder.Bir kaç gün sonra, vakt-i kerahet (demlenme zamani) zamani gelince dayanamaz.Bir at kiralayip solugu Langa'da Kosti'nin meyhanesinde alir.Attan inmeden,kapidan seslenip içkisini getirtir.Meyhanedeki tanidiklari seslenirler:

--Hoca,böyle at üstünde içki içilirmi?Hele atini bagla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.

--Yoo,gelemem yaniniza.Meyhaneye girmeye tövbeliyim!

Delilik ayricaligi...

Sirkeci'de Necdet Rüstü Efe ile karsilasir.Ayaküstü konusurlarken Neyzen,cumhurbaskani Ismet Inönü'nün diktatörlügünden söz etmeye baslar.Necdet Rüstü,dönemin her tasin altindan çikan polislerinden birinin köse basinda durup kendilerine kulak kabarttigini görünce tedirgin olur,kisa kesmeye çalisir.O sirada polis biyik altindan gülümseyerek yanlarindan uzaklasir.Olup bitenler Neyzen'in gözlerinden kaçmamistir.

--Polisten korktun degil mi?Bana bir sey yapamaz,çünkü ben deliyim.Bu yüzden dokunulmazligim var.Fakat bu delilik imtiyazini kazanip içimi rahat dökebilmek için neler çektim,bilemezsin.

Adam yerine koymuyorlar...

Hüseyin Sehsuvar anlatiyor:" ...küfürlere basladi.Sonra basini sola çevirip bana döndü:

--Hüseyin,ben önüme gelene sövüyorum.

--Söversin,

--Bana bir sey yapmiyorlar???

--Ne yapacaklar?

--Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar???

Parasiz bilete karsilik

Kadiköy'deki Opera sinemasinda bir hayir kurumu yararina konser verilmakteydi.Konsere ara verilince Neyzen eline bir sapka alarak siralari dolasir,para toplar.Sahneye çikar;sapkada toplanan büyük miktardaki parayi oradaki masanin üzerine bosaltir.Dinleyilere döner:

--Muhterem topluluk,herbiriniz bu konsere bilet parasi ödeyerek geldiniz.Yalniz ben davetliydim,para ödemedim.Su masanin üstündeki,tarafimdan toplanmis paralari,bana verilen biletin karsiligi olarak hayir kurumuna birakiyorum..

Iki kilo Raki

Yüksel Bastunç,"bu fikra ne kadar dogrudur,bilinemiyor" diye yaziyor: "Atatürk bir aksam Neyzen'i Florya'daki kösküne çagirtiyor.Bir iddiasi vardir:

--Senin çok fazla içki içtigini söylüyorlar.Benim kadar içermisin?

--Ne kadar içersiniz? der Neyzen

--iki tane kiloluk raki içerim.

M.Kemal kelimelere basa basa bu sözleri söylemistir.Neyzen'in gözünü korkutmak istemistir. "Canim ne isterse,susuz,mezesiz" diye devam eder.

Neyzen: "Bende iki kilo içerim ama,öyle içmem.Kâse geliyor,iki kiloluk rakiyi Neyzen kâseye bosaltiyor.Digerleri Neyzen'in basini kâseye daldirip lakir lakir rakiyi içecegini zannediyorlar.Fakat Neyzenin isi bitmemistir.Bir somun ekmek bir de irice bir kasik geliyor.Neyzen ekmegi lokma lokma koparip kâsedeki rakiya bastiriyor.Lokmalar rakiyi iyice çekince,Neyzen çalakasik yanasiyor bu bade tridine.

Yine anlatilanlara göre; M.Kemal," Pes,pes " diye bagirarak ayaga kalkmis ve elleriyle yüzünü kapatmis...

Geri gelmeyeceklerse?

Birinci Dünya Savasi yillari.Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladigi bir kafile,askerlik subesine gitmek üzere yola koyuluyor.Kaldirimlarda biriken halk gidenleri ugurluyor:

--Allah selamet versin,Allah selamet versin.

Yemen,Çanakkale,Filistin gibi cephelere gidenlerin geri dönmeyeceklerini bilen Neyzen de bu yolculuk törenine katiliyor:

--Allah rahmet eylesin,Allah rahmet eylesin!!!

Simdiden belli !

Sadrazam Sait Halim Pasa Neyzeni Yeniköy'deki yalisina davet eder.Yenilip içildikten,Neyzen'n Ney'i dinlenildikten sonra Pasa Neyzen'e pirlanta islemeli essiz bir ney armagen eder.

Bizimki neyi eline alip inceler ve Pasa'ya geri varir.

--Hayrola üstad begenmedin mi?

--Çok begendim

--Peki neden almiyorsun?

--Ben yolsuz kalinca bu neyi satarim,yazik olur.Iyisi mi sen bana bes Lira ver,bu ney sende dursun...

Yüzü gülmez...

Sert,kavgaci,geçimsiz bir adam olan komsusu Tahsin Bey'le karsilasir.Tahsin Bey:

--Bugün hanimi disçiye götürecegim.Dün gülerken gördüm,ön dislerinden ikisi çürümüs.

--Yalan söylüyorsun

--Neden yalan söyleyecekmisim?

--Seninle yasayan insanin yüzü gülermi hiç?

Fasulyeye benziyor

Ikinci Mesrutiyet döneminde nazirliga getirilen bir zat,çok geçmeden yegeninin vali olarak atanmasini saglar. Karsilastiklarinda,Neyzen:

--Masallah,kardesinizin oglu tipki fasulyeye benziyor.

--Genç yasta vali oldu,neden fasulyeye benzesin?

--Iste bende onun için benzetiyorum ya.Fasulye de siriga sarilarak büyür.

Çalarken..

Soruyorlar:

--Neyzen,çalarken mi neselenirsin,yoksa neseli oldugun zaman mi çalarsin?

Maliye Bakani hakkinda yolsuzluk dedikodularinin dolastigi bir dönemidir.

Neyzen: " Maliye Vekili degilim ki,çalarken zevk alayim "....

geriye



Hayat dermiş ki;
Sevdiğin insanda arayacağın ilk şey iyi niyet olmalıdır.O yoksa başa özelliklerinin anlamı kalmayacaktır

Hayat dermiş ki;
Dost dediğin sadece kötü gününde yanında olan değildir,aynı zamanda sevincine de en az senin kadar sevinebilendir

Hayat dermiş ki;
Başarmak için sıradan olandan ayrılmak zorundasın.Bırak insanların karşı duruşunu,doğru bildiğine sarıl ısrarla

Hayat dermiş ki;
Daha önce görmediğin biriyle karşılaştığında ilk dakikalara dikkat et.O insanın pozitif yada negatif enerji veren biri olduğunu anlayacaksın

Hayat dermiş ki;
Yaptığın seçimlerden dolayı başın derde girerse eğer,ilk suçlaman gereken kişi sensin.Sızlanmak ve başkalarını suçlamak yerine,hatanı bulmaya çalış

Hayat dermiş ki;
Bir yıkımla karşılaştığında yas tutma.O yıkımı,ne yap et öğretmenin haline getir

Hayat dermiş ki;
Hayvan sevmeyen insanlardan uzak dur.Doğal ve güzel olanı sevemez onlar çünkü.

Hayat dermiş ki;
İnsanlara kendini defalarca anlatmak zorunda kalma.Ya oradan ayrıl yada bildiğini oku

Hayat dermiş ki;
Hedeflerin konusunda kararlı ol.Engelleri düşünme.Ya bir yol bul,ya bir yol aç.

Hayat dermiş ki;
İçgüdülerinin sesine çok iyi kulak ver.Unutma ki,onca hayvan türü onlar sayesinde varlığını sürdürüyor miliyonlarca yıldan beri

Hayat dermiş ki;
Kendini saygın bir birey haline getir.Aksi taktirde,boşuna beklersin başkalarının sana saygı duymasını

Hayat dermiş ki;

Başına bir şey geldiğinde,neden başkalarının değil de benim başıma geldi bu iş diye sızlanma,durduğun yere bak..

Sunay AKIN


Hayat,
İlkbaharda dağlardaki karların erimesi kadar çabuk sona erer.
Anlamadan bitiverir.
Yaşadığımız her saniye bize bahsedilmiş birer mucize olsa gerek.
O kadar ki, geri alınması ve tekrar yaşanması olanaksız...
Bunu bil ve her sıkıntılı anında bunu anımsa.
Acıları ve üzüntüleri, hayatının büyük bölümüne yayarak kendini yıpratma.
Dolu dolu, heyecanla, severek, sevilerek yasa....
Sevmekten ve çok sevilmekten korkma.
Sevmek, en yüce değer; ölesiye, uçsuz bucaksız sevmek.
Sevilmekte bir o kadar...
Bir gün arkana baktığında, ki o gün mutlaka gelecek tüm benliğini pişmanlık kaplamasın.
Yapamadıklarının pişmanlığıyla değil, yapabildiklerinin hazzıyla yaşlan...

Susanna TAMARO  



Hayat, yordu bir çoğumuzu...
sınadı elinde olan her şeyle
kelimeler yetersiz kaldı,
ıslandı tüm cümlelerimiz de
ve biz ne zaman bir ohh dediğimizde
derin bir sessizlik çöktü olduğumuz yere...

Mehpare ÖĞÜT









Bahçelievler 7. caddeyi baştan sona gezmeyi çok severim…Bu caddede özellikle güneşin batmak üzere olduğu saatler harika görüntüler verir izleyenlerine…Eşimle, caddeyi dolaşırken, restaurantlarda, cafelerlerde küçük gruplar halinde oturan insanları gözlemleriz…7. caddede rahattır herkes…Kimse kimseyi rahatsız etmez…Özgürce dolaşır her yaşta insan…Cıvıl cıvıldır cadde…Bayılırım böyle ortamlara…Çünkü ben de özgürce hareket edebilmeyi isterim…Şu ne der?..Bu kıyafetim nasıl karşılanır?..Tek başıma rahatça dolaşabilir miyim?..soruları yanıtı ne olursa olsun, rahatsız edicidir…Huzuru bozar…Gençler, rahat kıyafetleriyle birbirleriyle şakalaşırlar…Gülüşürler…Yaşlı insanlar da kısa adımlarla caddede yürürler…Onların tin tin halleri çok hoştur…Bir sahil kasabasını andırır 7. cadde…Denizi eksiktir sadece…Onu da hayal edebilirseniz ne âlâ…Mutluluğunuz kat be kat artar o zaman…Huzur dolar yüreğinize…


Geçen gün 7. caddeyi iç huzuruyla gezerken, tahta barikatlarla çevrilmiş, bir inşaat alanının önünde pejmürde kıyafetli, yüzü kirden ve güneşten simsiyah olmuş oldukça genç bir insan gördük…Boylu boyunca yatıyordu inşaatın önünde…Ürkerek bakıyordu insanlar ona…Hayvan olsa sevgi gösterecek, acıyacak ilgileneceklerdi; ama o başkaydı… Yaklaşmak istemiyordu onu görenler…Korkuyordu…Kimsesizdi o…İnsan olarak doğmuştu; ama şimdi başka bir gözle görülüyordu…Ondan oldukça uzak bir açıyla geçiyordu insanlar…Ağır bir kokusu vardı…Yakın çevresi etkileniyordu bu kokudan…Eşimin elini tuttum…Biraz bekle diye işaret ettim……Durdum, hareketlerini inceledim…Dondurmadan sonra içeriz diye bir küçük su almıştık, istedim onu eşimden…Sonra suyu uzattım onun ellerine…Aldı ve lıkır lıkır içti…Beni gören bir kişi daha yaklaştı usulca…5 TL. attı önüne…Onu da aldı…Herkes acıyan, korkan ve çekinen gözlerle bakıyordu…Sokakta yaşayan kimsesiz bu insan yardım edilmeyi bekliyordu…

Sosyal Hizmet Uzmanı Aziz Şeker, açıklamaları huzur kaçırıcı nitelikte…”Kimsesizler toplumsal bir kategori olarak sosyal-ekonomik durumları tamamen bilinmeyen sosyal gurupların başında gelmektedir…Sosyal devletin baş tacı, liberal devletin baş düşmanı, muhafazakar devletin yerine göre oy sayım zamanlarında temel sosyal reklam deposu; kimsesizler ordusu… Aynı zamanda bu bağımlı ordu ülkemizin de önemli toplumsal sorun alanlarından birisini meydana getirmektedir… Cumhuriyetin kurucusu her ne kadar, “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” dese de, yalnız hastane köşelerinde terk edilmiş veya hastane acillerine bir gece yarısı bırakılıp kaçılmış değil, bazen kırsal dünyada kimi ahır odalarında özel donanımlı bir hücreye hapsedilir gibi koruma altında tutulan insansız; “özürlü” yüzler olarak da görürüz onları… Çoğu, insan olmanın onurunu bir gün bile olsun yaşamadan ölür!...”
Ben kabullenemiyorum kimsesizliği…Onlar da insan…Yaşama hakkı en az bizim olduğu kadar onların da var…Sevgi istiyorlar…Sıcak bir yuva istiyorlar…Hakları değil mi bunları istemek?..Biz de olabilirdik onların yerine…Evsiz, barksız, kimsesiz kalabilirdik…İnsanca yaşama hakkından mahrum bırakılabilirdik…İster miydik sokakta yaşamak…İster miydik itilip kakılmak…İstemezdik elbette!..O halde anlamalıyız onları…Yardım elini uzatmalıyız…Elbette gücümüz oranında…Elbette olabildiğince…
Yalnızlık, bir şekilde giderilir; ama kimsesizlik tarif edilemez bir boşluktur…Düşünebiliyor musunuz kimsenizin olmadığını?..Çıldırır insan…Size destek verecek, arka çıkacak, moral verecek hiç kimsenin olmaması ne acıdır…Kimsesiz çocuklara, kimsesiz yaşlılara devlet mutlaka elini uzatmalıdır…Bir tek kimsesizimiz bile sokakta kalmamalıdır…Sosyal devlet olmanın gereğidir bu…Erdal Sezer’in “Kimsesizler” şiiriyle bitirelim sohbetimizi…

Sorma ismimi bilmiyorum…
Kaldırım derler,
Sokak çocuğu derler,
Hep ezerler…
Olmadı ne anam, ne de beni sevecek babam...
Karanlıktır tek dostum, kaçışımdır kendimden…
Bilmiyorum kimim! Neyim, neciyim…
Nereden geldim, nereye gidiyorum…
Hem sen kimsin, polis misin abi!
Ben bir şey yapmadım, ne olur götürme abi!
Yine dövmeyin beni! Yakmayın canımı…
Karnım aç abi…
Bir simit, bir kuru ekmek, ne olursa yerim abi...

Sevgiyle kalın!..

Asım ERDOĞAN




Her şeyi düzeltebilirmişiz gibi geliyor değil mi? Bütün küslükleri bir gün bitirebilir, bütün gönülleri şak diye alabilir, bütün ertelenmiş dostlukları bir gün ''hadi'' deyip gerçekleştirebiliriz sanıyoruz değil mi? Nasılsa daha zaman var. Nasılsa daha bir ömür yaşayacağız. Nasılsa dünya küçük...
Nasılsa bir yerde karşılaşırız. Oluru varsa tesadüfler yaratır zaten öyle değil mi? Nedir ki acelemiz? Derken...
Ölüm giriverir araya. Bütün planları bozar. Barışmadan, dost olmadan gidiverir o... Baka kalırsın. Elinde bir sürü kelime. Bir dakika dersin. Benim daha sahnem bile gelmedi, nereye?... Kalp kırdıysan bir özür bile dilemediğine yanarsın, kalbin kırıksa bir sitem edemediğine... Öyle kalırsın. ''Neden daha önce gidemedim ona da şu gönlümü al da dost olalım artık demedim'' dersin. Birden fark edersin ki, meğer o kadar zamanımız yokmuş. Meğer bir ömür daha yaşayamayacakmışız. Meğer yolun sonuna gelmişiz...
Ertelemek.. Ah ne feci bir şey. Bu gün değil yarın.. Yarın değil öbür gün... Bu ay değil öbür ay... Sonraki bayram... Belki seneye... Doğru değilmiş. Yapmamak gerekirmiş... Bu gün bir kez daha öğrendim ki, biriyle dost olmak istiyorsan hemen olman gerekiyormuş... Acele etmek gerekiyormuş. Hiç vakit kaybetmemek gerekiyormuş...
Kalbini kıran özür dilemiyorsa dilemesin. Sen istiyorsan dostluğun devam etmesini, o zaman git ona... Konuş onunla... Zaman hızla akıp gidiyor. Bir geri sayım var. Kalan zamanı bizim görmediğimiz bir geri sayım... Tık tık akıyor zaman...
Çok fazla işimize kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla kendimize kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla elimizdeki mutluluklara kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla endişemiz, korkumuz var. Çok fazla gururumuzun esiriyiz. Çok fazla gurur etrafında dönüyoruz. Çok fazla ''asla'' larımız, çok fazla ''hiç'' lerimiz ve çok fazla ''katiyen'' lerimiz var. Çok fazla tükürdüğümüzü yalayalım mı, yalamayalım mı hesabı yapıyoruz...
Çok fazla vazgeçiyoruz. Çok fazla düşünce okumaya çalışıyoruz. Çok fazla okuyamadığımız düşüncelerin yerine kuruntu kuruyoruz. Çok fazla sinirleniyor, çok fazla kin bağlıyoruz... Çok çok çok fazla. Her şeyden çok fazlamız var. Safrayı o kadar basmışız ki gemi hiç hareket etmiyor artık. Gidemiyor. Duruyor öyle orta yerde. Yalan hepsi yalan bunların.

Ölüm var işte..
O yüzden...
Acele etmeli...
Ölüm var..
Yakında veya uzakta...
Ama var işte..



Alıntı





Ellerim ceplerimde yürümeyi severim bazen…Rahatlatır beni bu tür yürüyüş…Hele hiçbir şey düşünmek istemediğim anlarda kurtarıcı olur benim için…Aldırmayan, umursamayan bu tavır, yine de düşüncelerden alıkoyamaz beni…Bir kedinin hızla önümden geçişi, çöp varillerinde torbaları didikleyen bir sokak köpeği ilgimi çeker…Yaşamak için mücadele eden her canlı, değerlidir benim için…Hep söylerim dostlarıma!..Bu dünya nimetlerinden, canlıların tümünün yararlanması kadar doğal bir şey olabilir mi?..Nimeti de külfeti de eşit paylaşmak gerekmez mi?..Keklikpınarı kaldırımlarında yürüyüşümü sürdürüyorum…Hüzün dolaşıyor adeta…Herkes evinde olmalı…Tek tük insan görüyorum yanımdan geçen…Hiç telaşlı değiller onlar da…Belli ki aceleleri yok…Aheste yürüyorlar benim gibi…Evlerinde olanların salon ya da oda ışıkları, karanlığı yırtarcasına gözlerime ulaşıyor…

Bir yaşlı teyze de salonda ayaklarını uzatmış, elinde bastonuyla geleni gideni seyrediyor…Perdeler kapatılmamış…Durup ona bakıyorum…Arka fonda evin içinde gezinen aile üyelerini görüyorum…Bir sofra hazırlığı içindeler…Teyzenin yaşam çizgisini merak ediyorum…Kimdir bu teyze?..O yaşa kadar acaba neler yaşadı?..Kaç çocuğu ya da kaç torunu var?..Kimle evlendi?..Mutlu mu mutsuz mu bugüne kadar sürdürdüğü yaşam?..Sayfalar açılsa bir roman çıkar karşımıza…Her insanın yaşamı bir roman aslında…Birbirine hiç benzemeyen dünyadaki insan sayısı kadar roman…İnsanı tanımak, benim için roman okumak kadar hayati…Dinliyor ve öğreniyorum…Dersler çıkarıyor, değerlendiriyorum…

Yalıkavak’ta denizde sabah saatlerinde kızımla birlikte yüzüyoruz…Açılmayı severiz ikimizde…Uzakta olan ve yanımıza yaklaşmaya çalışan bir bayanı fark ettim o an…İyice yakınlaşınca: “Günaydın!..Nasılsınız?..” diye sordum…Gülümseyerek “İyiyim!..” dedi…Kızıma dönerek ”Aman kızım dikkatli ol!..Gerçi baban yanında; ama sen yine de pek açılma!..” uyarısında bulundu…İlgisi hoşuma gitti…Hangi otelde kaldıklarını sordum…Aynı otelde olduğumuzu sevinerek öğrendim…O akşam, gün batımı için otelin şezlonglarına oturduk ailecek…O bayan geldi…Hemen yanımızdaki şezlonga da o oturdu…Gün batarken biz koyu bir sohbete daldık…Ankaralı olduğumuzu söyleyince irkildi…”Ankara mı?..Çok acı anılarım var benim Ankara ile ilgili…” dedi…Başladı anlatmaya: “İki kızım, bir oğlum vardı…Şimdi bir kızım bir oğlum var…İstanbul’da oturuyoruz…Bundan 20 yıl önce kızım Gazi Üniversitesi’ni kazandı ve Ankara’da kayıttan hemen sonra ona bir ev tuttuk…Babaannesi de gönüllü olarak onunla kaldı…Kayınvalidemin bu fedakârlığını hâlâ unutamıyorum…Son sınıfa kadar her şey çok güzeldi…Ben de zaman zaman onları ziyarete gidiyor, bir eksikleri varsa tamamlıyordum…Çok sevilen bir öğrenciydi kızım…Öğretim üyeleri de arkadaşları da ona hayrandı…Pırlanta gibi bir insandı…Sosyal ve sevecen bir yapısı hemen dikkat çekiyordu…16 yıl önce bir motosiklet kazasında kaybettik kızımı…” Ağlamaya başladı…Eşim de gözyaşlarıyla ona eşlik etti…Benim içim de öyle bir burkuldu ki gözyaşlarıma hakim olamadım, bırakıverdim yanaklarıma…Hızla döküldüler…Üçümüz de ağlıyorduk…

Hemen atıldı…”Sizi üzmek değildi maksadım…Benzetmek gibi olmasın; ama tam kızınızın yaşındaydı…Mezuniyetine bir hafta kalmıştı…Mezuniyet törenini göremedi ne yazık ki…Tabi biz de göremedik…Oysa ne kadar çok istiyordum, onun mezuniyetini görebilmeyi…Arkadaşıyla bir motor gezisi yaparken sarhoş bir sürücünün kurbanı oldular… Kırmızı ışıkta geçmiş ve motora hızla çarpmış, sarhoş sürücünün otomobili…Motoru kullanan arkadaşını da kaybettik ne yazık ki…Yıkıldım adeta!. İnanamadım…”Olamaz!..Olamaz!..” diye haykırdım…Eşim çok rahatsızlandı bu ölüm olayından sonra, çok yıprandı…Kayınvalidem de bu acıya fazla dayanamadı ve iki ay sonra vefat etti… Acımız öyle büyük ki…Ne zaman kızım yaşında birini görsem aklıma geliyor onun zamansız ölümü…Bir torunumuz var…Şimdi bizim her şeyimiz o!..” Gün battı…Yalıkavak öyle bir kızıllığa büründü ki…Eşlik etti sanki bu acıya…O kızıllıkta bir insanda bir roman okuduk biz aslında…Sayfalar dolusu roman…

Hayatımız bir roman hepimizin!..Sayfaları nasıl doldurduğumuz ancak roman kapağı açılınca anlaşılıyor…Kapakları kapalı duran açılmayı bekleyen o kadar çok roman var ki…


Asım ERDOĞAN