EVLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EVLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
08 Ocak 2016
24 Ağustos 2014
“Düğünler de olmasa hiç oynayıp gülemeyeceğiz…İnanır
mısın kaç yıldır içimden gelip de bir şarkı
mırıldanmıyorum…Zorlasam da olmuyor bu…Oysa böyle değildik
gençliğimizde…Birlikte şarkılar söyler, oyunlar oynar, bol bol
kahkahalar atardık…Şimdi herkes bam teli gibi gergin…Neşesiz,
asık suratlı, her an kavgaya hazır bir pozisyonda beklemede…Yanlış
anlamalar, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenle oluşuveren
tartışmalar öyle çok ki inan, çoğu yerde sıradan hale geldi bu
tip olaylar…Şu cinayetlere bir bakın!..Katliam gibi…Acımasız
katiller, çok şaşırtıyor bizi…Korkuyoruz…Kaybolan çocuklar,
artık evlerine sağ dönemiyorlar…Sapıklar her tarafta kol
geziyor…Çaresizlik, daha da çok karamsar yapıyor bizleri…Zaten
çok az olan mevcut neşemizi de alıp götürüyor…Ne yapmalı
bilmiyorum!..” diyordu bir sohbetimizde yakın dostum bana…Haklısın
dedim…Hepimiz aynı kaygıları taşımıyor muyuz
zaten?..Moralimiz bu nedenle bozuk değil mi?..Birbirimize dert
yanıyoruz adeta bağıra çağıra…Nezaket kuralları da dikkate
alınmaz oldu artık…Küfürler sıradanlaştı…
Kibar bir arkadaşım, üzüntüyle anlattı bana…”Ben de
küfürbaz oldum Asım!..Vallahi hiç şaşırma!..Biliyorum bunu
benden beklemezsin; ama gerçek bu…Küfrediyorum artık!..Her şeye
kızıyorum…Siyasetçilerin kaba saba konuşmaları, tehditleri,
şantajları, arsızlıkları, gamsızlıkları, hiçbir eleştiriye
aldırmaz tutum ve davranışları, görsel ve yazılı basının
yanlı ve yönlendirici yayınları, gazetecilerin herhangi bir
görüşe saf tutuşları, objektif kriterlerin hiç dikkate
alınmayışı çok rahatsız ediyor beni…Bile bile yalan söyleyen
siyasetçi tipi adeta çıldırtıyor beni…İyi de bu yalanları
hop diye yutanlara ne demeli?..İşte bu durum, ağzımdan çıkanları
denetlememi engelliyor…Yaa biz bunları hak etmiyoruz
diyorum!..Olamaz böyle şey diyorum…İsyan ediyorum!..Söyle
haksız mıyım?..Düşün ben bu hale gelmişsem, normal
vatandaşımız ne halde tahmin et!..” Haklısın diyorum ona
da…Bozulmayan ne kaldı ki değerlerimizden?..Bir bir uçup
gidiyorlar göz göre göre…Yapılacak bir şey olmalı
elbette!..Her zaman yapılacak bir şey olur çünkü…Olmalı!..
Gençlerimize bakıyorum…Acıyorum onlara!..Acınacak ne var
diye sormayın!..Gerçekten acınacak haldeler…İş sıkıntısı
had safhada…İş bulabilenlerin çoğu düşük ücrete mecburen
talim etmekte…Üstelik garantisi olmayan işler…Patronun iki
dudağı arasında her şey!. İstemiyorum seni, muhasebeye
uğra!..demeleri an meselesi…Söyleyin nasıl evlensin bu
gençler?..Her an işten atılma kaygısı mevcutken…Pek çok genç
biliyorum…Arkadaşlıkları var; ama gelecekleri
belirsiz…Evlenenler anne ve baba desteğine muhtaç…Ayakta
durabilmeleri, çocuk için karar verebilmeleri onlara bağlı…İyi
de anne ve babaların sağlık durumları ve ekonomik durumları bu
yardımı ne zamana kadar sürdürebilir?..Zihinleri kurcalayan en
önemli soru da bu elbette!..
Fasıllı bir akşam yemeği, hiç fena olmaz dedi bir
arkadaşım…Eğleniriz, şarkılar söyleriz, stres atar
geliriz…Olur mu olur!.. Hoş bile olur diye düşündük…Gittik…Gayet
güzel başladı akşam…Şarkılar hep iyi gelir bana
zaten!..”Akşam oldu hüzünlendim ben yine!..” şarkısı
ağlattı bizleri…İyi de biz neşelenmeye gelmiştik…Niye
ağlıyoruz?..Arkadaşım eğildi kulağıma:”Şarkılar hüzün
veriyor fark ettin mi?..” Evet dedim fark ettim…Hüngür hüngür
ağlıyoruz, hep birlikte…Bir şarkıda vefat eden bir arkadaşım
geldi aklıma…Yıllar önce aynı okulda çalışmıştık
onunla…Aman her şey boooş!..deyip kahırlandım…Bir taraftan
zorlamalı şak şak sesleri, bir taraftan bizi sarıveren hüzün
tüneli…Şevkimiz kayboldu…Neşemiz kaçtı, zaten yemekleri de
beğenmemiştik…Kalktık, dışarıya attık kendimizi…Havanın
soğuk nefesi kendimize getirdi bizi…Vedalaştık ve herkes evine
hareket etti…İçimiz istemiyordu, çünkü gergindik…Anladık ki
keyif de içerden geliyor…
İçeriden gelmiyorsa dışarıdaki her şey gerçek anlamından
çok uzak geliyor bize!..Tadımız olmuyor…Neşemiz kaçıyor…
İçimiz gülmeden yüzümüz de gülmüyor…
Asım ERDOĞAN
19 Ocak 2014
“Ben senin, sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım…Biri bitse biri kalır…Seni hiç bırakmayacağım…” diyor Cemal Süreya…Bu söze hayran olmamak mümkün değil…Evlilik, bu duyguları yaşatıyorsa insana, kuşkusuz mutluluk verir, birlikteliğin tadına vardırır…Öyle ya!..Hem sevgili, hem eş, hem baba, hem ağabey hem de arkadaş olabilecek kaç tane koca vardır bu dünyada?..Bırakın bunların tamamını sadece kocalığı bile beceremeyen o kadar çok erkek var ki!..Eşini anlamayan ve aslında hiç evlenmemesi gereken kocalardır bunlar…Hem kendilerine hem de eşlerine eziyet ederler…Bağrışmalar, hakaretler, kavgalar daha önceki yalnız yaşamı özletir her iki kişiye de…Evlilik de bir ıstıraba dönüşür…Oysa kocalar, bütün bu istenilen duyguları yaşatabilselerdi sevgili eşlerine, kendileri de mutlu olacak ve bu mutluluktan çocuklar da nasiplerini alabileceklerdi…
Kim istemez böyle bir evliliği diyen kocaların haykırışlarını duyar gibiyim…Benim eşim, Cemal Süraya’nın eşi gibi değil ki ben ona bütün bu duyguları yaşatayım…O benim, eşim, annem, kız kardeşim, arkadaşım olamadı ki ben tarif edilen koca gibi olayım!..Doğrudur…Ben, bu sözü duyduğumda eşim de bana aynı duyguların dişi karakterlerini yaşatıyor diyebilmiştim…O halde evliliğin büyüsü işte burada…Jack Lemmon diyor ki:”Bir zamanlar erkeğin üstün olduğuna inanıyordum…Sonra evlendim…Karım bu inancımı tamamen yıktı…” Demek ki kocaların en sivri düşüncelerini bile ters yüz edebiliyor kadınlar… Elbette kocaların karakteristik yapısı da kadının başarısında etkin rol oynuyor…Nitekim şöyle diyor Williame Shakespeare:”İyi adamdan kötü koca olmaz!..” Ne kadar doğru bir söz…O halde kadının başarısı, kocasının iyi adam olup olmamasıyla da yakından ilintili…İyi kadın, iyi adam…Mutlu evliliğin ilk adımı bu olsa gerek…
Mutlu erkeklerin ve kadınların evlilik kurumuna olumlu baktıkları bilinen bir gerçek…Mutlu bir yuvada çocukların da mutlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz…Aldatmaların da en alt düzeyde olduğu bu tür evliliklerde hem erkek hem de kadın, yakın çevresindeki herkesi olumlu etkiler…Çünkü onlar aynı zamanda iyi bir baba, iyi bir anne, iyi bir kayınpeder, iyi bir kayınvalide, iyi bir anneanne, iyi bir babaanne, iyi bir dede olurlar…Sözlerim yanlış anlaşılmasın!..Boşanmış eşlerde de iyi bir baba, iyi bir anne vb. elbette olur ve biz bunları yaşayarak görebiliriz…Ancak, geri plandaki aile tablosu ne yazık ki istenilen biçimde olmaz!..
Bir arkadaşım anlatıyor:”Ben eşimle birlikte bir yere gidemedim…Örneğin köpeği birlikte gezdirmeye gidelim dediğimde, ne gereği var, mademki sen gidiyorsun, ben niye gideyim, der bana…Oysa ben onunla birlikte yürümek, konuşmak, dertleşmek için isterim bunu…Beni hiç anlamaz!..” Bu duruma üzülmemek mümkün mü?..Eşle birlikte olmanın nasıl bir duygu olduğunu eğer anlayamıyorsa bir erkek, evlilik neye yarar?..El ele tutuşmak, birlikte yürümek, birlikte alışveriş yapmak, birlikte şarkı söylemek, birlikte film izlemek, birlikte bir geziye çıkmak, birlikte yaşlanmak ne güzel bir duygudur, bunu yaşayabilene, tadını alabilene!..
Muzaffer İzgü şöyle diyor:”Ben, hayatta en çok eşimi sevdim…” Can Yücel’in “Ben hayatta en çok babamı sevdim..” sözüne nazire olarak… Bu sözün içinde anne sevgisi, kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi var, hem de coşkulu bir şekilde… Ne güzel bir şey bu sözü hissederek söyleyebilmek!..
Son söz Drusus’tan” İnsan hayatının en önemli olayı iyi bir eş seçimidir…”
Asıl püf noktası bu olsa gerek…
Asım ERDOĞAN
23 Mart 2013
Çok sevdiğim bir şarkı var, Mustafa Ceceli’nin…İkinci
dörtlüğü şöyle: “Seni hastalığımda sağlığımda da yanımda görmeliyim / Güneşin doğduğunu
da battığını da senle izlemeliyim / Yanabilir saltanatlar olsun yeniden yaparız
/ Bizde bu sevda sürdükçe ölsek de yan yanayız…” Harika bir birliktelik
isteği…Olması gereken…Gerçek aşk söylemi…Duygulanıyorum, bu şarkıyı
dinlerken…Hastalıkta da sağlıkta da hep yanımda gördüğüm, eşime bakıyorum,
gözlerim dolu dolu…Mutlu oluyorum, Tanrı’ma şükrediyorum…Evet!..sadece sağlıklı
iken değil hasta iken de el birliği, gönül birliği yapmalı, eşler…Korumalılar,
destek olmalılar, hep yanında olacağım, sana olan sevgim, saygım hiç bitmeyecek
diyebilmeliler birbirlerine…
Çok iyi tanıdığım bir çift vardı, üç yıl önce…Parmakla
gösteriliyorlardı herkese…Her yıl tatile çıkarlar, değişik yöreleri gezerler,
günlerce süren gezilerini videoya çekerlerdi…Evlerine döndüklerinde keyif
alarak izlerlerdi gezip gördükleri yerleri…İmrenirdi herkes onlara…Birbirlerine
saygılı davranırlar, mutluluklarını gözleriyle de dış dünyaya
yansıtırlardı…Eşimle ben, çok taktir ederdik onları…Örnek bir evlilik
oluşturabildikleri için övgüyle söz ederdik onlardan…Sonra ne olduğunu merak
ediyorsunuz değil mi? Anlatayım…Eşlerden bayan olanı kanser hastalığına
yakalandı…Erken teşhis olduğu için rahminin ve yumurtalığının alınmasıyla eski
sağlığına tekrar kavuşabileceği müjdelendi… Bayan, çok sevindi, eski sağlığına
tekrar kavuşabileceği için…
Fakat, o tarihten itibaren eşinden yeterince destek
görememeye başladı…Hiçbir anlam veremedi bu davranış değişikliğine…Çok
üzüldü…Üniversite’de okuyan kızlarının yanına gitmek istediğinde eşi, “Sen git,
ben burada kalacağım…” dedi, onu yalnız gönderdi İstanbul’a…Yol boyunca,
gözyaşı döktü, bayan…Aradan geçen 4 ayın sonunda eşinin boşanma isteğiyle
karşılaştı…Ve bir süre sonra da boşandılar…Beyefendi gerekçesini daha sonra
şöyle anlattı, yakınlarına: “Rahmi ve yumurtalıkları alınmış yarım bir kadını
ben ne yapayım…” Beyninden vurulmuşa döndü, bu sözü
duyanlar…Şaşırdılar…Yazıklar olsun, böyle eşe…Başka ne denebilir?..
Bir başka örneğe geçmek istiyorum, izin verirseniz…Şentepe
Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptığım yıllarda, karı-koca öğretmen
arkadaşlarım da aynı okulda birlikte görev yapıyorlardı…Ders programlarını ona
göre ayarlarlar ve birlikte okula gelir, birlikte giderlerdi…Çok
mutlulardı…Okulun yakınındaki evlerine, yaş günü kutlaması nedeniyle, bazı öğretmen
arkadaşlarla birlikte ben de konuk olarak gittim…Evin hemen her odasında
birlikte çekilmiş fotoğraflarını gördüm ve kendilerini tebrik ettim…İki yıl
kadar sonra erkek öğretmen arkadaşımız, bir trafik kazası geçirdi ve tedavi
olmasına rağmen, felç olmaktan kurtulamadı…Tekerlekli sandalyeye bağımlı
kaldı…Ancak, sevgili eşinin ona gösterdiği şefkat, olağanüstüydü...Bütün
ilgisini eşinin üstüne yoğunlaştırmıştı…Hayranlıkla izliyordu herkes bu
davranışlarını…
İki tane de çocukları vardı ve onların bakımları da
eklenince, gerçekten çok ağır bir yükün altına girmişti…Dimdik, vakur duruşunu
gördükçe, alnından öpmek geçiyordu, içimden…Ben, o okuldan ayrıldım, başka bir
okula tayin edildim…6 ay sonra bana iletilen bir haberle, eşinin vefat ettiğini
öğrendim…Cenazesi kaldırıldığında çok üzgündü…Mezarına toprak attım,
arkadaşımın…Bir boş mezar da yanında duruyordu…Sordum, bu kimin diye…Eşini
işaret ettiler…İki mezar satın aldı…Ölünce eşinin yanına gömülmesini vasiyet
etti, dediler…Göz yaşlarımı tutamadım…Benimle birlikte ağlayan o kadar çok
insan vardı ki…
Sevgili dostlar!..Hep deriz ya…Önemli olan kara gün
dostlarıdır, diye…Aynı şey eşler için de geçerli…Önemli olan hastalıkta da tek
yürek olabilmektir…Birlikte mücadele etmek, birlikte direnmek, birlikte saf tutmaktır…Güzel
günler, sağlıkta da hastalıkta da birlikte geçen günlerdir…Ne mutlu, böyle bir
birlikteliği yaşayanlara…
Asım ERDOĞAN